Erkeklerle kızlar arasında belirgin olarak öne çıkan ayırt edici özelliklerden biri de heyecansal yapılarındaki ve sosyal ilgilerindeki farklılıklardır. Erkeklerin genellikle heyecansal olaylar karşısında çabuk paniğe kapılmadıkları, daha korkusuz, daha soğukkanlı, daha bilinçli davrandıkları yaygın bir kanıdır. Yine erkeklerin; dik başlı oldukları, zor koşullar karşısında daha dirençli, daha mücadeleci davrandıkları, baskılara boyun eğmedikleri düşünülür. Erkekler; kızlara oranla daha rekabetçi, daha bireyci, daha özgür yaradılışlı ve daha az sosyaldirler. Spor, siyaset, ekonomi gibi konulara olan ilgileri daha derin ve daha yoğundur.
Buna karşın kızların daha yumuşak huylu, duygusal, uzlaşmacı, altkm karakterli ve sosyal olduklarına inanılır. Özellikle korku yaratan olaylar karşısında son derece dirençsiz oldukları düşünülür. Gerçekten de kızlar; genel olarak fare, yılan, böcek gibi hayvanlar karşısında ürküp korkarlar. Her türlü heyecan olgusu karşısında duygularını coşkun tepkilerle, yaygın bir telâşla orsaya koyarlar. Zor koşullar karşısında psikolojik olarak çabuk çözülürler. Dayanma, karşı koyma, başa çıkma yetenekleri sınırlıiır. Daha çok moda, müzik ve sinemayla ilgilenirler. ETKİNLİK TÜRÜ KIZLARDA ERKLERDE işbirliği içinde bulunma 21 dakika 1,5 dakika Sözlü anlatım 15 dakika 4 dakika Tek başına yapılandırma 20 dakika 33 dakika Telâşlılık hâli 0.5 dakika 5 dakika Bütün bu veriler dikkate alınıp yorumlandığında, aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkün olur.
1. Erkek çocuklar; başkalarıyla ilişki kurma, işbirliği içinde bulunma, uyumlu davranma ve birlikte yapma ölçütleri açısından kız çocukların çok gerisinde bulunmaktadırlar (21 dk. / 1,5 dk).
2. Kendini sözlü olarak ifade etme; duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşma, yaşanan olayları anlatma ölçütleri açısından da erkek çocuklarda, kızlara oranla önemli bir gerilik göze çarpmaktadır (15 dk / 4 dk).
3. Erkek çocuklar, kızların sözlü anlatım ve işbirliği içinde bulundukları süreler boyunca yalnız kalmayı tercih ederler. Ancak tek başına oldukları bu dönem boyunca boş da durmazlar. Çeşitli yapılandırma etkinlikleriyle uğraşırlar ve bu alanda kızlara karşı belirgin bir üstünlük sağlarlar (33 dakikaya karşılık 20 dakika). İşte onların bütün bu farklılıkları, ileride sahip olacakları teknik üstünlüklerinin ve yaratıcılıklarının temelini oluşturur.
4. Gilford ve Zimmerman şahsiyet profilinde telâş ve heyecanlılığm dişi cinse özgü bir özellik olarak belirlenmiş olmasına karşın yukarıdaki araştırmanın sonuçlarına göre erkek çocukların kızlara oranla on kat daha fazla telâş hâli içinde bulundukları görülmektedir (0.5 dk. / 5 dk.).
Erkeğe ve dişiye özgü farklılıkların kaynağını araştıran bu inceleme, ilk üç ölçütün; erkek ve dişide biyolojik ve fizyolojik ayrımın ortaya çıkışıyla paralel olarak seçilebildiğini, yani hormonal kökenli olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak gelişme, olgunlaşma ve sosyal etkilere bağlı olarak heyecan hâllerinin yaşanışında ve denetlenmesinde erkekler lehine hiç de göz ardı edilemeyecek bazı önemli değişim ve kazanımların gerçekleştiği de son derece açıktır. Erkek çocukların küçük yaşlardan beri süregelen sosyal uyum yetersizlikleri, ataklıkları, kaba kuvvete ve kavgaya olan eğilimleri; önergenlikle birlikte kandaki testosteron oranının artmasıyla daha da abartılı bir yapı kazanır.
Erinlikle birlikte erkek çocukların başlarını belâya sokma ve suç işleme oranlarındaki anî ve büyük yükseliş bununla ilgilidir. Buna karşın bütün bu atak yapı ve eğilimler; ergenliğin son dönemlerinde denetlenebilir, yapıcı ve yararlı kanallara yönlendirilebilir bir kimlik kazanır. İşte bütün bu değişim ve kazanımlar, erkeklerin sosyal yaşam içindeki ayrıcalıklı konumlarını kendilerine kazandıran önemli özelliklerinden biri olarak belirgin bir önem taşır. Bu açıdan bakıldığında erkeğe özgü heyecansal yapı, erkek kimliğinin önemli bir boyutudur. Bir erkeği tanımak, bir bakıma onun duygularını ve heyecansal yaşayışlarını tanımak demektir. Bireylerin doğarken kendileriyle birlikte getirdikleri bazı kalıtımsal özellikler, cinslere özgü hormonal ve fizyolojik farklılıklar, içinde yaşanılan aile ve kültür ortamlarının heyecansal yaşayışlara etkileriyle değişebilmekte, gelişip olgunlaşabilmektedir. Bu durum, sadece cinsler arasında değil, fakat aynı cinsteki bireyler arasında da duygu ve heyecan yaşayışlarında büyük bir çeşitliliğe neden olmaktadır.
Kişiliğinin önemli öğelerinden birini oluşturan heyecanlılık, insan davranışlarım tanımlarken daima bir ölçüt olarak kullanılagelmiştir. Kimileri, diğer insanlara oranla daha kolay heyecanlanırlar. Belirli bir heyecansal uyarıma, başkalarından daha fazla ve daha uzun süre tepki gösterirler. Tepkilerini denetleyemez, kontrol edemezler. Bu da onları yanılgılara, uyumsuzluklara ve başarısızlıklara sürükler. Kimileriyse heyecansal uyarımlar karşısında güçlü bir özdenetime sahiptirler. Ne kadar sevinmiş, korkmuş veya öfkelenmiş olurlarsa olsunlar, sakin olmayı, soğukkanlı ve sağduyulu davranmayı başarabilirler. Bu da onların sosyal uyumlarının ve başarılarının sigortası olur. Sevinç, tutku, korku, öfke, kin gibi heyecanlarının yönlendirebileceği yıkıcı davranışlardan korunarak uzun çaba ve emeklerle elde ettikleri değerlere sahip çıkmayı basabilirler.
Erkeklik hormonlarının heyecanlarda ve davranışlarda yol açtığı bilinen atak eğilimlere karşın nasıl oluyor da kızlarda pek sık görülmeyen böyle güçlü bir özdenetim mekanizması erkeklerde işler hâle gelebiliyor? Erkeğe özgü böyle bir heyecansal olgunluğa sahip olabilmeleri için erkek çocukların nasıl yetiştirilmeleri gerekiyor? Bunu da “Davranışlara Yön Veren Heyecanlar” başlıklı bölüm altında incelemeye çalışalım.
Davranışa Yön Veren Heyecanlar Heyecanların Kaynağı, Sınıflandırılması ve Heyecansal Yapının Özellikleri Heyecanlar, duygularla aynı kaynaktan doğarlar. Yani algıladığımız iç veya dış uyarımların benliğimizde yarattığı etkiler; bazen duygu, bazen de heyecan hâllerini yaşamamıza neden olurlar. Duygularımız; iç ve dış uyarımların benliğimizde harekete geçirdikleri düşük yoğunluk ve güçteki tepkilerimizdir. Buna karşın heyecanlar; duygulara oranla çok daha yoğun, çok daha şiddetli, çok daha sarsıcı yaşanırlar. Sözgelimi hoşlanma, hoşlanmama, çekici veya itici bulma birer duygudur; ama aşk, tutku, nefret ve kin birer heyecandır. Duygular; bilincin denetiminde, düzenli ve uyarıcıdırlar. Bireyi; yaşanan duyguya uygun olarak, doğru yönde tepki göstermesi için harekete geçirirler. Heyecanlarsa; bütün organizmayı sarsıp alt üst eden, onu bilincin denetiminden çıkaran yüksek şiddette yaşanan duygulanmalardır. Bu nedenle bireye, normal tepki gösterme ve doğru olan davranışta bulunma olanağı tanımazlar. Çığlıklar atma, havalara sıçrama, bağırıp çağırma, vurup kırma, donup kalma, düşüp bayılma, kaçma, saldırma gibi sıra dışı tepkilerle kendilerini dışa vururlar. Başlıca heyecan yaşayışları arasında; şiddetli korku, öfke, sevinç, tasa, sevi, tutku ve kıskançlık sayılabilir. Heyecanların en eski sınıflandırması Aristo’ya aittir. O, heyecanları; hazzın egemen olduğu ve tasanın egemen olduğu heyecanlar biçiminde iki kümeye ayırmıştı. Diğer ünlü heyecan araştırmacılarından Darwin, heyecanları coşkunluk ve çökkünlük yaratanlar; Wunt, dolgun ve cılız olanlar; Lange ise, çöktürücü ve coşturucu heyecanlar biçiminde kümelendirmişti.
Bu üç yorum incelendiğinde, farklı adlandırılmalarına karşın tanımsal olarak birbirlerine son derece benzedikleri açıkça görülür. Günümüzde ise heyecanlar, Fransız araştırmacı Dumas’ın sınıflandırmasına uygun olarak;
1. Aktif heyecanlar,
2. Pasif heyecanlar olmak üzere iki küme hâlinde incelenmektedir. Dumas’a göre heyecan hâllerinden pek çoğunun hem aktif hem de pasif hâlleri vardır. Tasa, sevinç, korku gibi heyecanlar hem aktif hem de pasif hâlde görülebilirler. Buna karşın öfke daha çok aktif olarak yaşanır. Genel olarak bir hareketlilik, bir coşku, bir taşkınlıkla birlikte görülen heyecanlara, o heyecanların aktif hâli; genel bir hareketsizlik, çökkünlük, durgunlukla birlikte görülen heyecan yaşayışlarına ise, o heyecanların pasif hâli denir. Heyecansal uyarımlar insanda, sempatik ve parasempatik sistemleri harekete geçirerek istem dışı bir dizi fizyolojik, biyolojik ve psikolojik etkinlikleri başlatır. Bu heyecansal uyarımlar insanda sempatik sistemi (omurilik) etkilediği zaman aktif heyecan hâlleri yaşanır. Güçlü bir heyecansal uyarımla karşılaşan bireyde öncelikle adrenalin bezleri etkin hâle gelir. Kana karışan adrenalin hormonları birkaç saniye içinde bütün vücuda yayıla] rak bir dizi etkileşmeyi başlatır. Öncelikle karaciğerin kana daha fazla şeker salgılaması sağlanır. Bu şeker, kan dolaşımı aracılığıyla bütün vücuda ve kaslara yayılır. Kaslar güç, enerji ve direnç kazanır. Adrenalinin karın kaslarını etkilemesi sonucunda sindirim sistemi çalışmasını durdurur. Buradan çekilen kan, kaslarda ve solunum sisteminde yoğunlaşır. Adrenalin bir yandan da bronşları denetleyen küçük kasları gevşetip bireyin daha sık ve daha derin soluk almasını, akciğerlere ve kana daha fazla oksijen girmesini gerçekleştirir. Kalp daha hızlı çarpmaya, nabız daha hızlı atmaya başlar. Yaralanmalara karşı kanın pıhtılaşma oranı yükselir. Kan dolaşımının hızlanmasına bağlı olarak bütün bedeni bir sıcaklık basar. Yanaklar ve kulaklar kızarır. Vücudu serinletmek için ter bezleri faaliyete geçer. Bütün vücudu ter basar. Böylece birey; biyolojik, fizyolojik ve tinsel yapılarıyla bir bütün olarak heyecan yaratan uyarıma tepki göstermeye hazır hâle gelir. Heyecansal uyarımlar insanda parasempatik sistemi (beyin ve kuyruk sokumu) etkilediği zamanlarsa, heyecan hâlleri pasif olarak yaşanır. Yani; öncelikle adrenalin salgılaması durur. Bronşlar daralır, soluk alma sıklığı azalır. İnsan adeta soluğunun kesildiğini sanır. Böylece kana giren oksijen oranında azalma olur. Kalp atışları yavaşlar. Damarlar genişler, tansiyon ve nabız düşer. Gözbebekleri küçülür. Tükürük salgılaması artar. Ter salgılanması durur. Mide ve bağırsakların çalışması hızlanır. Kaslara giden oksijen, kan ve şeker oranındaki yetersizliklere bağlı olarak kas gücünde zayıflama görülür. İnsanın adeta gücü, dermanı kesilir. Bunlara paralel olarak birey bedeninden bütün kanının çekildiğini sanır. Ten rengi solar. Bazen donmuş gibi kasılıp kalır, bazen düşüp bayılır. Tinsel ve fiziksel olarak çöker. Karın kaslarındaki gevşemenin sonucu çiş ve dışkı kaçırma görülür.
Kendini izleyenlerde, karşı koyma ve savaşma gücünü yitirmiş, uyuşuk, kırık ve kırgın bir izlenim bırakır. Heyecansal Tipler Heyecansal yaşayışlar aktif ve pasif olarak iki küme hâlinde incelenseler de, toplumda herkesin bütün bu heyecanlan ayni şiddet ve kuvvetle yaşayıp hissetmediği gözlenebilir bir başka gerçektir. Bir kısım insanlar daha seyrek olarak ve ancak olağan dışı uyarımlar karşısında heyecanlanırlar. Düşük heyecan frekansına sahip bu kişiler; soğukkanlı ya da sakin mizaçlı olarak adlandırılırlar. Bir kısım insanlarsa, pek çok kişinin tepki göstermediği uyarımlar karşısında bile çok şiddetli heyecanlara kapılırlar. Bu kişilerin de, heyecanlı yapıya sahip oldukları söylenir. İşte bütün insanlar heyecanlılık açısından, soğukkanlı tip ve heyecanlı tip olarak adlandırılan bu iki aşırı uç arasında geniş bir dağılım gösterirler. Soğukkanlı tipler, heyecansal uyarımlar karşısında son derece kontrollüdürler. Onların ne zaman ne hissettiklerini, hangi duygular içinde bulunduklarını anlamak çok güçtür. Ne hissederlerse hissetsinler, dışarıya yalnızca göstermek istediklerini yansıtırlar. Sevinçleri, coşkulan, öfkeleri, korkulan, sevileri, tutkuları hep hesaplı, plânlı, programlıdır. Gerçek duygu ve heyecanlarını saklamayı çok iyi bilirler. Bunları ses, mimik ve davranışlarla ele vermezler. Düşünür, tartar ve uygularlar. Soğukkanlı yapıya ve güçlü bir özdenetim mekanizmasına, kalıtımla ya da sosyokültürel çevrenin etkisiyle sahip olanlar vardır. Ancak bunların bir bölümü gerçek birer duygusuzdur. Böyleleri, ne içinde yaşadıkları toplumun değer yargılarına ne de başkalarının sevinç, tasa ve kaygılarına önem verirler. Kaba, bencil ve duyarsız varlıklardır. Vatanseverlik, iyilik, doğruluk, dürüstlük, acıma, paylaşma, yardımlaşma gibi kavramlar onları etkilemekten çok uzaktır. Kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmez, kimsenin derdi ve sevinciyle ilgilenmezler. Meğer ki bir çıkar kokusu sezmiş olmasınlar… Her şeyi kendi yararlan doğrultusunda görür, yorumlar ve yaşarlar. Çıkarları için en yakınlarına bile zarar vermekten çekinmezler. Konuşkandırlar. Anlama, kavrama ve inandırma yetenekleri yüksektir. Hele çıkarları söz konusu olduğunda… Dışadönük, girişken, mücadeleci, yaşama bağlı hayat insanıdırlar. Gün, bugündür felsefesine bağlıdırlar.
Heyecanlı tipler; çok çabuk üzülüp kederlenir, sevinir, neşelenir, korkar, öfkelenir, kıskanır ve kinlenirler. Bu yüzden çok sık ve yoğun bir biçimde heyecan hâlleri yaşarlar. Böylelerinin refleks ya da irade yoluyla duygu ve heyecanlarına ketvurma yetenekleri yetersiz, özdenetim mekanizmaları zayıftır. Heyecanlı yapıya sahip kişiler, deri ve kas uyarıcılarına genellikle abartılı yanıtlar verirler. Heyecansal uyarımlara karşı olduğu gibi acıya karşı da aşırı duyarlıdırlar. Sözgelimi, böylelerine bir iğne vurmak, bir serum bağlamak bile yeri geldiğinde büyük sorun olur. Heyecanlı yapıya sahip kişilerin damar ve içsalgı bezleri tepkileri de dengesizdir. Sözgelimi küçük damarların açılıp kapanmasmdakı anormallikler, yüz renginin anî değışimleriyle anlaşılabilir. Heyecanlılık açısından normal birinde hafif bir duygulanım yaratabilecek bir uyarının; sararma, kızarma, sıcak basması veya üşüme gibi etkiler yaratması heyecanlı yapıyı açığa çıkarır. Kriz hâlinde gelen ağlama ve gülmeler, belirli bir uyum içinde konuşurken ses tonunda ortaya çıkan duygusal değişmeler, ses kısılmaları, anî ağız kurumaları, aşırı ağız sulanmaları ve mide salgıları, bedenin tamamını veya bazı kısımlarını ter basması, sinirsel çişler hep heyecanlı yapının belirtileridir. Melankoli, nevrasteni, histeri; heyecanlarda düzensizlik, irade zayıflığı, çeşitli psişik dengesizlikler heyecanlı yapının tetiklediği hastalıklardır. Bunların dışında; bazı mide ve bağırsak hastalıklarıyla, şeker hastalığı, heyecanlı yapıdan kaynaklanabilir. Heyecan hâllerinin şiddetleri gibi, duyuş ve yaşayış süreleri de bireyden bireye farklılıklar gösterir.
Kimileri, hangi şiddette olursa olsun yaşadıkları heyecanların etkisinden çok çabuk kurtulurlar. Kimileriyse; etkisine girdikleri heyecanları, bu heyecan uyarımı ortadan kalksa bile çok canlı ve taze olarak uzun süre yaşarlar. Buna göre: Kısa yansımalı heyecansal yapılılar; etkisine girdikleri bütün heyecanları kısa süreli yaşarlar. Bunlar; sevinç, sevi, tutku, korku, öfke, kin gibi heyecanların etkisine çok çabuk giren, fakat aynı zamanda bu etkilerden çok çabuk kurtulan kişilerdir. Pek kolay sever, âşık olurlar. Sevilerini büyük bir coşkuyla, tutkuyla yaşarlar. Ancak bir süre sonra bıkıp usanır, başka sevdaların peşinden koşarlar. Halk arasında böyleleri, şıpsevdi olarak adlandırılırlar. Kısa yansımalı tipler, sudan nedenler için çok çabuk öfkelenir, bağırıp çağırır, tehditler savururlar. Ancak öfkeleri çabucak diner. Üzülüp pişman olur, af diler veya affederler. Kızgınlıkları gibi sevinçleri de anîdir. Birden sevinip coşar, bin bir vaadde bulunurlar. Ancak sözlerinin pek büyük bir çoğunluğunu tutmazlar. Kararsız, değişken ve maceracıdırlar. Dünü unuturlar. Yarını düşünmezler. Günü yaşarlar. Uzun yansımalı heyecansal yapılılar; heyecansal uyarımlara karşı duyarlı olmalarının yanı sıra bu heyecanların etkisini çok uzun süre üzerlerinden atamazlar. Anılarına ve alışkanlıklarına adeta tutkuyla bağlıdırlar. Davranışları dengeli, kararlı, düzenli ve güvenlidir. Sevgilerinde, dostluklarında, öfke ve kırgınlıklarında bilinçli ve kararlıdırlar. Dostluklarına güvenilmeli, düşmanlıklarından korkulmalıdır. Gereğinde özverili, cömert, fedakâr; gereğinde soğuk, inatçı ve kindardırlar. Sevdalarını da, kırgınlıklarını da, dostluklarını da, düşmanlıklarını da bir yaşam boyu sürdürürler. İçinde bulundukları anı, dünü anımsayarak ve yarını düşünerek yaşarlar.
Genç Erkeğin Yaşamında Heyecanların Yeri ve Önemi Heyecanların önemi, üzerinde çok tartışılan konulardan biridir. Heyecan hâllerinin; organizmanın arzu ettiği veya etmediği sarsıcı durum ve ortamlar karşısında onu otomatik olarak koruyan ve kollayan bir sistem olduğunu ileri sürenler vardır. Sözgelimi; alıcı bir kuş gördüğünde serçenin bulunduğu dalda korkudan donup kalması, fark edilmesini güçleştirdiği için kurtuluşu olabilir. Bir ceylan da duyduğu çıtırtıyla ürküp kaçtığında, kendisine pusu kuran bir kaplandan kurtularak yaşama şansı bulabilir. Açlıktan bütün gücünü yitirmiş bir kurt, avıyla karşılaştığında duyduğu heyecandan öyle bir artı güçle desteklenir ki, onu kolayca yakalayıp yaşamını sürdürme olanağını elde edebilir. Ancak insan için bu tür tepkiler hemen her zaman iyi sonuç sermeyebilir. Bir tehlike anında heyecansal yapının kazandırdığı olağanüstü bedensel güçlerle desteklenen birinin çabaları, büzük bir olasılıkla onu içine düştüğü güç durumdan kurtarmaya /etmeyecektir. Çünkü böyle birinin biyolojik ve fizyolojik yapısı normale oranla daha büyük bir güç kazanmış olsa da; akla, zeIkâya, sağduyuya ilişkin yetenekleri devre dışı kaldığı için yanlış Sdavramşlara sürüklenip önemli sorunlar yaşayabilecektir. Bir Ideprem anında olduğu yerde donup kalmak veya paniğe kapılıp I kendini balkondan aşağıya atmak bir bireyin yaşamını nasıl kurtarabilir? Kötü not almaktan korktuğu için okuldan kaçan; sözllüye kalkma” heyecanı yüzünden dili tutulup kalan bir öğrenci j derslerinde nasıl başarı sağlayabilir? Oysa denetleyebildiğimiz küçük duygusal gerilimler veya hafif j heyecansal uyarımlar, bireyin içinde bulunduğu duruma uygun ve uyumlu davranmasını sağlayabilir. Sözgelimi karşı cinsten birine duyduğu ilgi ve hayranlık; giyimine, kuşamına, davranışlarına dikI kat etmeyen bir erkek çocuğu, daha özenli giyinip daha kibar davranmaya yöneltebilir. Zayıf not alma tedirginliği, öğrencilerin daha fazla çalışmasını sağlayıp onları başarılı kılabilir. Sınıfta veya takımda arkadaşlar, evde kardeşler arasında yaşanan rekabet; genci daha başarılı, daha uyumlu, daha paylaşmacı biri olmaya itebilir. Buna karşın şiddetli heyecanlar için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değildir. Şiddetli heyecanların yaşandığı anlarda bellek, tüm doğal etkinliklerini yitirir. Algılama, değerlendirme, denetleme, karar verme yetileri felce uğrar. İçinde bulunulan âna; ortama ve koşullara uyumu sağlayan genel uyum etkinliği yok olur. Telkine gelirlilik artar. Kışkırtmalara kapılma kolaylaşır.
Genç, olağan koşullar altında hiç göstermediği aşırı tepkilerde bulunup hiçbir zaman yönelmediği olumsuz davranışlara sapabilir. Sakin yaradılışlı, sevecen mizaçlı biri, öfke krizi içindeyken bir başkasını yaralayabilir veya öldürebilir. Yaşama bağlı, hayat dolu bir başkası, derin bir keder halindeyken kendi yaşamına kendi elleriyle son verebilir. Köpekten korkup caddeye fırlayan biri, araba altında kalıp canından olabilir. Bunlara benzer pek çok örneğin gösterdiği gibi sarsıcı heyecanlar; neden oldukları anî, bilinçsiz, aşırı tepkiler nedeniyle çoğunlukla hatalı ve istenmeyen sonuçlara yol açarlar. Gençlerin yaşamını bir anda alt üst edip birer karabasana çevirirler. Hemen herkesin yaşamında; tutkunun, öfkenin, korkunun, kıskançlığın neden olduğu yanlışlar mutlaka yaşanmıştır. Özellikle önergenlik ve ergenlik süreci boyunca oğullarımızın heyecanlılık ve etkilenebilirlik düzeyini yükselten, onları birçok gençlik hatasına yönelten testosteron hormonunun etkilerini de dikkate alarak erkek çocuklarda heyecanların denetlenmesine büyük önem verilmelidir. Bu konuda verilecek eğitimin yanı sıra gösterilecek sevgi, ilgi, özen ve disiplin; başlarını belâya sokmakta çok sakınmasız davranan oğullarımızı biraz olsun koruyacak ve zaman içinde heyecan olgunluğu kazanmalarını sağlayacaktır.
Gençlerde Heyecan Olgunluğunun Kazanılması Heyecansal yapı çoğunlukla doğuştan ve kalıtsaldır. Ancak aile ve toplum gibi içinde yaşanılan sosyokültürel ortam da heyecansal yapının özelliklerinin belirlenmesinde etkili olur. Yaşanan bazı doğum öncesi sarsıntılar, doğum sorunları, psikolojik şoklar, zehirlenmeler; heyecansal yapıda birtakım anormalliklere neden olabilir. Anne karnında bebeğin boynuna kordon dolanması, kısa bir süre için bile olsa doğum esnasında bebeğin oksijensiz kalması, küçük yaşta anneden, babadan ayrılmak veya benzeri duygusal sarsıntılar yaşamak; heyecanlı yapıya neden olabilir. Ancak doğumdan itibaren öğrenmeyle kazanılan etkiler de, heyecan olgunluğunun kazanılmasında önemli bir rol üstlenir. Sözgelimi bir bebeğin ilk ağlayışları; acıkma, gaz sancısı gibi fizyolojik nedenlerden kaynaklanır. Onun bu çağrılarına koşan ve sıkıntılarını gideren anne; böylece bebeğine ağlayarak her istediğini yaptırabileceğini de öğretmiş olur. Ancak daha sonra bebeğin ağlamalarından sıkılan ve onu yerli yersiz ağlamaması için eğitmek isteyen anne, bu çağrılara kulak tıkarsa; bebek, ağlamalarını saatlerce sürdürebilecektir. Böylece annenin çocuğuna verdiği eğitim, vermek istediğinin aksine, “İstediğini alana dek ağlamalarım sürdürmelisin!” olacaktır. Çocuk zamanla ağlamanın yanı sıra gülmenin, öfke, korku, cesaret göstermenin; annesi, babası ve çevresi üzerinde yaptığı etkileri gözleyip öğrenir. Böylece yaşadığı heyecanları, yararları açısından kullanmanın yollarını da bulmuş olur. Ancak heyecan tepkilerini kullanma becerisi, ilerleyen yaş ve kazanılan olgunlukla beraber gelişip olgunlaşmalıdır. Sözgelimi; büyük bir alış veriş merkezinde annelerini kaybeden üç ve dokuz yaşında iki kardeşten küçüğünün korkuya kapılıp ağlaması nasıl normalse, büyük olanın da böyle bir tepki içinde bulunması o kadar anormaldir. Dokuz yaşındaki bir çocuk korkmakla birlikte, mağaza görevlisine gidip annesini bulmada kendisine yardımcı olmasını isteyebilmelidir. Görüldüğü gibi özellikle çocukluk dönemindeki yaşayışların, heyecansal yapının şekillenme sindeki payı pek büyüktür. Eğer çocuklarımızın heyecansal davranışlarını sağduyulu bir denetim altında tutmalarını bekliyor ve istiyorsak; onlara bunu kazandıracak en önemli etkenin, küçük yaşlardan itibaren sağlanacak bilinçli bir aile içi eğitim olduğunu da bilmeliyiz. Heyecanların daha ileriki yaşlarda denetim altına alınabilmesi hem daha güçtür hem de daha uzun zaman ve daha çok çaba gerektirir.
Çocuk aile içinde sevinç, tasa, korku, öfke, sevgi ve tutku gibi heyecanların nasıl hissedilip yaşandığını, nasıl yorumlanıp karşılandığını görür, duyar ve bunları benimser. O da; ürktüğünde korkusunu, başarı kazandığında sevincini, düş kırıklığına uğradığında kederini, kızdığında öfkesini, sevdiğinde tutkusunu benzer biçimde gösterir. Özellikle anne ve babanın hem kendi özel heyecansal ve duygusal yaşayışlarında ve hem de çocuklarına yönelik öfke, sevinç, sevgi davranışlarında örnek bir olgunluk içinde bulunmaları, çocuklarının heyecansal olgunluk kazanmalarında sağlam bir temel sağlar. Bunun aksine, en önemsiz sorunlarda bile büyük kederlere gömülen, korku ve öfke krizleri geçiren bir anne ve baba, çocuğun heyecan olgunluğu kazanmasının önündeki en önemli engeldir. Pek çok yetişkinin heyecan yaratan anî ve sarsıcı durumlarla karşı karşıya kaldıklarında yalnız bağırarak, çığlıklar atarak, ağlayarak tepki göstermesi; genellikle başka bir biçimde tepki göstermeyi öğrenmemiş olmalarındandır. Heyecansal yapımızı biçimlendiren ve belirleyen etkenlerden biri de ailenin yanı sıra içinde yaşadığımız toplumdur. Toplumlar, heyecansal davranışlarımızın lâ sesini verirler. Hepimiz, ait olduğumuz toplumun koyduğu sınırlar içinde heyecanlarımızı yaşar ve gösteririz. Toplumun duyarlı olduğu konularda duyarsız kalan, veya toplumun hoş gördüğü sınırlan aşan tepkiler veren kişiler, toplum tarafından benimsenmez ve dışlanırlar. Hiç kimsenin bir ölü evinde neşeli, bir düğün evinde mutsuz davranmasına hoşgörüyle bakılmaz.
Toplumu ilgilendiren sevinç ve üzüntülerin de, o toplumu oluşturan tüm bireyler tarafından paylaşılması ve aynı şekilde yaşanması beklenir. Normal heyecansal davranışla anormal heyecansal davranışın ölçütlerini koyan toplum, bunların ne zaman, nasıl ve nerede gösterileceğini de belirler. Çocuk nasıl ana babasından, öfke tepkilerini bağırmak, ısırmak, tırmalamak, yumruklamak, tekmelemek gibi davranışlarla göstermek yerine , haklılığım belirten sözlerle dışa vurmayı öğrenirse; üzüntüsünü, kederini, sevincini, mutluluğunu da çevresinin tepki ve beklentilerine göre düzenlemeyi öğrenebilir. Sınıfta arkadaşlarının başarısız olduğu bir derste üstün başarı gösteren bir öğrenci, sevincini ancak çok sınırlı ölçülerde gösterebilir. Arkadaşlarının sevmediği bir öğretmene sevgisini açıkça belirtenez. Yoksa suçlanır, aşağılanır ve dışlanır. Çocuklar büyüdükçe, içinde yaşadıkları toplumun sorunlarına karşı daha duyarlı ve daha paylaşmacı olmayı öğrenmelidirler. Böylece kendi öz benliklerinin dışında kalan ancak yine de kendilerini etkileyen olgulara karşı kazanacakları bu heyecansal duyarlılık; onların sosyal uyumlarına, başarılarına ve mutluluklarına elverişli bir ortam sağlayacaktır. Zaten heyecansal olgunluğun temel görevi, bireyin sosyal ve fizik çevresine daha iyi bir uyum sağmasından ibarettir. Çocuğa heyecan olgunluğunun kazandırılmasında yararlanılabilecek bütün bu eğitsel ve sosyokültürel etkilere karşın, heyecansal yapının temelinde yer alan iç salgı bezlerinin rolü ve önemi asla göz ardı edilmemelidir.
Çünkü erkeği dişi cinsten farklı kılan kendine özgü biyolojik, zihinsel ve heyecansal yapının temel belirleyicisi hormonlardır. Organizmayı belirli yönde uyararak belirgin farklılıklarla erkek cinsi dişiden ayıran erkeklik hormonları, etkin oldukları süre boyunca onun hem cinsel yaşamını hem de tüm davranışlarını etkilerler. Bununla birlikte ne dişi ne de erkek tam olarak birbirlerinden ayrılmazlar aslında. Çünkü bütün erkeklerin dolaşım sisteminde belirli bir oranda dişilik hormonları ve bütün dişilerin dolaşım sisteminde de belirli bir oranda erkeklik hormonu bulunmaktadır. Kadınsı davranışlar gösteren erkeklerin ve erkeksi davranan dişilerin bulunmasının yanı sıra cinsiyet değiştirme olaylarının da ortaya koyduğu gibi beden kendinde erkek ve kadın olarak çift potansiyellik bulundurabilmektedir. Öyleyse erkek veya dişi oluşu belirleyen şey yalnızca bir oran, bir nicelik farkıdır. Peki ama büyümeyi ve gelişmeyi adım adım gerçekleştiren, bu arada cinsiyet bezlerinin çalışmasını belirli bir çağa kadar dizginleyen, sonra bu çağa gelindiğinde onları etkin kılan sistem, nasıl bir sistemdir? cinsel kimliğin kazanılmasında ve kişiliğin Yapılanmasında İç Salgı Bezlerinin Etkileri Vücudumuzun çeşitli yerlerine dağılmış; hipofiz, epifiz, timüs, tiroit, paratiroit, böbrek üstü, cinsellik bezleri gibi çeşitli iç salgı (endokrin) bezlerinden oluşan bir sistemimiz vardır. Bu iç salgı bezlerinin her biri, birçoğu doğrudan kana karışan birbirinden farklı çeşitli kimyasal maddeler salgılarlar. Bunlar bir tür kimyasal uyarım taşıyıcılarıdır. Kan dolaşımıyla birlikte tüm bedeni dolaşmalarına karşın, yalnızca etkilemeleri gereken organı veya dokuyu uyararak onun uyarım yönünde çalışmasını sağlayan uyarıcılardır bunlar. Bir hormon vücuda ne kadar çok salgılanmışsa, o hormonun uyardığı organ veya doku, istenilen uyarım yönünde o kadar çok etkinlik gösterir. Normal koşullarda sistem düzenli işler. Her bir hormon, salgı. lanması gereken miktarda ve zamanda kana karışarak vücudun gerektiği gibi çalışmasını, gelişmesini, gerektiği gibi tepkide bulunmasını sağlar.
Sözgelimi, heyecan uyandıran durumlarda böbrek üstü bezlerinin salgıladığı adrenalin(epinefrin), vücutta enerji oranının anîden yükselmesini ve kanın pıhtılaşma oranının artmasını sağlar. Herhangi bir nedenle bu salgılar kana gerektiği oranda salgılanmadığı takdirde; bedenin görünüşünde, yapısında, çalışmasında, uyarımlar karşısında gösterdiği tepkilerde, cinsel özelliklerin kazanılmasında, mizaçta, zekâda ve şahsiyette sapmalar görülür. Dengesizlikler ve bozukluklar ortaya çıkar. Ünlü fizyolog Jean Rostand’ın dediği gibi, “Geleceğimiz iç salgı bezlerinin elindedir.” Çünkü hormonların gelişimin yönü ve nitelikleri üzerindeki etkisi; içinde yaşanılan doğal ve sosyal çevre, sosyoekonomik durum, yaş ve beslenme gibi etkilerden çok daha önemlidir.