Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaPolitikaDünyaKapitalizm ve İnternet | Mick Brooks

Kapitalizm ve İnternet | Mick Brooks

İnternet herkesin kullanımına açıktır, ancak kapitalizm her şey için bir sahip ve bedel talep etmektedir. Düşüncelerdeki bu yeni özelleştirme yaygın bir tepkiye ve adaletsizlik duygusuna yol açtı. Fikri mülkiyet haklarının sıkı bir şekilde kontrol edilmesi aslında gelişmenin yavaşlamasına neden olmaktadır. Yeni teknolojiler standart kapitalist işletme modelini aşmış durumda. İnsan yaratıcılığını zincirlerinden kurtarmak için kapitalizmden de kurtulmamız gerekiyor. İnternet bize sosyalizmde nelerin mümkün olabileceğine dair bir fikir veriyor. Onu bizden almalarına izin vermeyin!Amerika Merkez Bankası başkanı Alan Greenspan diyor ki: “Halka açık şirketlerin değerlerinin dörtte üçü maddi olmayan varlıklardan geldiği için -80’lerin başında yaklaşık yüzde 40 tan fazlaydı-, Birleşik Devletlerin ekonomik üretimi ağırlıklı olarak fikrileşmiştir” (The Economist araştırmasına göre, Fikirler için bir piyasa: patentler ve teknoloji için bir araştırma. 22 Ekim 2005).

Bazı insanları çok zengin eden ve ortak zenginliğin büyük bir kısmını oluşturan bu “maddi olmayan”, “fikri” varlıklar nelerdir? Bu zenginliğin büyük bir bölümüne fikri mülkiyet deniyor –düşüncelerdeki mülkiyet. Fikri mülkiyetin başlıca biçimleri tescilli markalar, patentler ve telif hakkıdır.

Kimi ölçümlere göre Microsoft dünyanın en zengin firması. Bill Gates kesinlikle dünyanın en zengin insanı. Ancak Microsoft’a, geçmişte diğer büyük şirketlerde olduğu gibi fiziksel sermaye varlıkları ile değer biçilmiyor. Microsoft fikirlere sahip olduğunu öne sürüyor. Sahip olduğunu iddia ettiği fikirler, fabrika ve ofislerimizin işleyişi ve birbirimizle iletişim kurmak için ihtiyacımız olan fikirler.

Daha önceki bir makalemizde kapitalist sistem için fikir üretiminde neyin benzersiz olduğunu irdelemiştik. Tüketim söz konusu olunca fikirler birbirleriyle rekabet etmezler. Thomas Jefferson’un ortaya koyduğu gibi, ışığı bir mumdan ötekine geçirmek kendi mumunuzun ışığını zayıflatmaz. Jefferson bu durumun fikirlerin taş kömürü, mumlar veya diğer metalar ile aynı kefeye konmaması ve ortak menfaat doğrultusunda serbestçe dolaşmasına izin verilmesi için yeterli bir neden olduğunu düşündü.

Diğer yandan kapitalistler eğer yapabilirlerse ışığı insanlara satabilmek için bir kutuya hapsetmek isterler. Onlar diğer her şeyden olduğu gibi fikirlerden de para kazanmak isterler. Diyorlar ki aksi takdirde insanlar bir şeyler düşünmeyi önemsemezlermiş! Bir dereceye kadar fikirleri metalaştırabiliyorlar. Bir veritabanında onları kiralayarak, bir DVD’ye koyarak veya fikirleri bir kitapta ya da gazetede satarak bunu başarabiliyorlar.

Hala iki tane önemli açmaz ile karşı karşıyalar. Birincisi, insanlar icat ediyorlar ve yeni fikirlerle geliyorlar çünkü bu onların doğalarında var. Tabiî kapitalistlerin bu icat edebilme yeteneğinden para çıkartmaya çalışacakları doğrudur. İkincisi yaratıcı insanlar fikirlerini olabildiğince yaygın bir şekilde paylaşmak isterler.

Fikirler doğal olarak insanlığın ortak mirasının bir parçasıdır. Bu bağlamda, eskinin müşterekleri gibidir. Yüzyıllar boyunca otlaklar, balıkçılık ve yakıt için kullanılan araziler kamu malı kabul edilmiştir. Kapitalizmin ortaya çıkışı, Marx’ın ilkel sermaye birikimi adını verdiği süreç, esas olarak yükselen kapitalist sınıfın ortak mallara el koyması ve onları gasp etmesiydi. Bu, sıradan insanları zor da olsa geçinebilmek için zenginlerin menfaatine çalışmak zorunda bıraktı ve onları kendi menfaatleri doğrultusunda çalışabilmek için gerekli olan kaynaklardan da yoksun bıraktı.

Şu an ikinci bir gasp etme dalgasının ne olabileceğine şahit oluyoruz, yaratıcı müştereklerimize el koyulması. Marx bu kanlı ve yıkım getiren sürece dair incelemesinde ilk gasp hareketinin (hırsızlık) ilk olarak 15. ve 16. yüzyıllarda başladığına ve bu hareketin hukuka karşı “bireysel şiddet eylemleri” olarak tezahür ettiğine işaret eder. “On sezikinci yüzyılın getirdiği gelişme kendini burada gösterir, öyle ki kanunun kendisi halkın toprağını yağmalamak için bir araç haline gelmiştir” (Kapital, Cilt 1, sayfa 885).

Tarihçi E.P. Thompson Whigs and hunters isimli kitabında onsekizinci yüzyıl Britanya’sında, birinci gasp hareketi boyunca hukukun rolünü tartıştı. Vardığı sonuç şuydu: “Yüzyıl ilerledikçe hukuk, egemenlerin kendi çıkarları için yeni mülkiyet tanımlarını empoze etmesini mümkün kılan müthiş bir araç haline geldi… diğer taraftan hukuk bu sınıf ilişkilerini yasal biçimler üzerinden uzlaştırdı” (Whigs and hunters, sayfa 264).

Tescilli markalar

Fikri mülkiyetin ilk biçimi tescilli markalardır. Gerekçe orijinal bir markanın olması gerektiğidir. Ünlü bir davada Bollinger, Babycham’i içkilerinin reklamını “champagne perry” olarak yaptıkları gerekçesiyle dava etti (Bollinger ve Babycham şampanya markalarıdır). Dava sonucunda “Champagne” kelimesinin Fransa’nın Champagne bölgesindeki köpüklü şarapları ifade ettiğine karar verildi. Bu yeterince adil gözüküyordu, tabi eğer Babycham içmekle arasındaki farkı anlayamayacak kadar aptalsanız.

Firmalar markaları konusunda oldukça koruyucudurlar. Warner Brothers şirketi Marx kardeşlerin “A night in Casablanca” filminin isminin, kendi yapımları ve oldukça farklı bir film olan “Casablanca”ya benzemesi yüzünden dava açmaya çalıştı. Groucho Marx karşılık olarak: “Casablanca ismine sahip olduğunuzu ve kimsenin izinsiz olarak bu ismi kullanamayacağını ileri sürüyorsunuz. Peki ‘Warner Brothers’ isminden ne haber? Muhtemelen Warner ismini kullanmaya hakkınız var, ya Brothers (kardeşler) ismini kullanmanızdan ne haber? Profesyonel olarak biz sizden daha uzun zamandır kardeşiz.” Ancak tescilli marka kanunu, patent ve telif hakkının yaratıcı müştereklerimizin büyük işletmelerce gasp edilmesinde kullanılma biçiminin yanında daha az rahatsız edicidir.

Telif hakkı

Telif hakları kanunu öncelikle yayıncıları korsan yayıncılıktan korumak için geliştirildi, yazarları korumak için değil. Sıradan insanlar kanundan nefret ettiler. Çünkü onlar bu kanunun, yayıncıların bir tekel oluşturmasına imkan vererek, kitabı bir lüks haline getirdiğini gördüler. Kitaplarda telif hakkının sınırları vardır. Öncelikle, telif hakkı belirli bir zamanda sona erer. İkincisi, eğer biraz daha fazla ödeyerek bir roman satın alırsam, yayıncı da tekel kurduğu için eser kamu malı sayılıyorsa (1 pounda alabileceğiniz Dickens kitapları gibi) kitabı bir arkadaşıma verirsem veya Oxfam dükkanına götürürsem kitap artık yayıncının ulaşamayacağı bir yerdedir. Buna ilk satış kuralı denir. Üçüncüsü, telif hakkı basım dünyasına uygulandığı için adil kullanım hakkının da konusudur; mesela bir kritik veya eleştiri yazısında bir kitap ya da makaleden alıntı yapmak veya araştırma amacıyla aynen geçirmek.

Veritabanlarında durumun ne kadar farklı olduğunu düşünün. Eğer bir firma ya da kütüphane bir veritabanına erişebilmek için ödeme yaparsa onu kiralamış olur. Hiçbir zaman materyale sahip olamazlar. Arşive erişebilmek için her yıl ödeme yapmaya devam etmek zorundadırlar. Kitaplardaki “adil kullanım” telif hakkı kısıtlamalarının aksine, dijital olarak saklanan bilgi alıntılanamaz ve sonsuza kadar kamu mülkiyetinden saklanabilir. Genellikle bir veritabanına eriştiğinizde ilk karşılaştığınız şey, içeriğe ilişkin bütün haklarınızdan feragat ettiğinizi belirten bir kullanıcı lisans anlaşmasıdır. Bu anlaşmaların yasal statüsü muğlaktır ama maksat (gözünüzü korkutmak) oldukça açıktır.

Telif hakkı aynı zamanda oldukça uzun bir zaman aşımı süresine sahiptir. ABD’de şu an yazarın ölümünden 70 yıl sonrasına kadar sürüyor. Modern teknoloji bakımından bu sonsuzluk demek. Birleşik Devletler Milenyum Telif Hareketi (DMCA) bunu yasal suçlama sebebi sayıyor ve cezası 10 yıl hapse kadar varabiliyor. Amaçları büyük şirketlerin fikri mülkiyet “haklarını” bizden korumak için kullandıkları telif hakkı koruma mekanizmalarını ortadan kaldırmak.

DMCA 1998’de Dünya Ticaret Örgütü’nün fikri mülkiyet kanunlarını daha uyumlu hale getirme müzakerelerinin sonucunda geçmişte kaldı. Büyük şirketlerin bir ajanı olarak Dünya Ticaret Örgütü fikri mülkiyet kanunlarını bütün dünyada daha sıkı hale getirmeye çalışıyor.

Patentler

Patentler yaratıcı müştereklerimizin gasp edilmesi çabasının bir parçasıdır ve sıra dışı zamanaşımı süresine sahip diğer bir fikri mülkiyet biçimidir. Patentler mucitliğin ödüllendirilmesi olarak görülür. Belirli bir süre mucit, insanları kendi icadını kullanmakla suçlayabilir. Yeterince adil mi? İlk olarak insanların bir şey icat etmesi için illa ki ondan para kazanması gerekmez. İcat ederler çünkü bu onların doğalarında vardır. İnternet insanoğlunun yorulmak bilmez girişimciliğinin kanıtıdır ve karşı konulamaz bir şekilde içerik ücretsizdir. İnsanlığın icat etme yeteneğinin açgözlülükten daha önemli bir motivasyon olduğunun bir kanıtı olarak çoğu mucit yoksulluktan ölmüştür.

Patentler firmalara aittir. Ancak hiçbir firmanın bir şey icat ettiği görülmemiştir; icat eden insanlardır. Bill Gates bir mucit değildir. O bir girişimcidir ve diğer insanların fikirlerini satın alır. Eğer Microsoft’ta işe girerseniz icat ettiğiniz her şeyi Microsoft’un mülkiyetine devretmek üzere bir anlaşma imzalarsınız. Bill Gates, hukuku fikirler üzerindeki tekelini pekiştirmek için kullanıyor. Microsoft her yıl avukatlarına toplam 100 milyon dolar ödüyor.

Patentleri icatlarla ilişkilendiririz, ilaçlar gibi. Bu konsept geçtiğimiz yıllarda garip bir şekilde bitki üreticilerinin haklarını, hatta insan hayatını kapsayabilmesi için genişletildi. DNA’mızın yaklaşık yüzme yirmisi patentlenmiş durumdadır, yani sahibi vardır! Bio-korsan RiceTec, yüzyıllardır var olan basmati pirincine dahi sahip olduğunu ileri sürdü.

Patent sistemi büyük şirketlere yaşam ve ölüm üzerinde hakimiyet kurma imkanı sağlar. Kimi durumlarda, başka bir firmaya ait olan bir markayla aynı işleve sahip (jenerik, eşdeğer) bir ilacın lisansını almakta dahi zorlanmıyorlar. İsviçreli firma Roche, muhtemelen kuş gribine karşı tek tedavi olan Tamiflu’nun haklarına sahip. Tekrar tekrar bir kuş gribi salgının on binlerce insanın ölümüne yol açabileceği konusunda uyarılıyoruz. Ancak ortalıkta yeterli sayıda Tamiflu yok.

Oxfam’dan Michael Bailey bu durumu şöyle yorumluyor: “Bu absürt bir durum. Bir hükümet harekete geçmeli çünkü görünüşe göre Roche dağıtım yapamıyor. Bu fikri mülkiyet kanununun çalışmadığı klasik bir durum. Anlaşılan Roche jenerik firmalarının üretim yapma hakkına sahip olmasını mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalışıyor ki daha çok para kazanabilsin.”

Ayrıca patentlerin kapsamı bilgisayar yazılımlarını da içerecek şekilde genişletildi. Yazılımlar kodlarla yazılır. Bu bilgisayarların birbirleriyle konuştukları dildir. Bir kodun sahibi olduğunu öne sürmek, İngilizceye sahip olduğunu öne sürmekle eşdeğerdir. Her ne şekilde olursa olsun, birinin sıfır ve birlerden oluşan bir diziye sahip olabilmesi absürttür.

Eleştirmenler patent sisteminin saçma olduğunu ve araştırma-geliştirme kaynaklarının büyük bir kısmını tükettiğini belirtiyorlar. İlk olarak, bilgimizdeki bir gelişim, bir firma tarafından ele geçiriliyor ve özel mülkiyet kapsamına giriyor. Daha sonra aynı işlevi görebilecek herhangi bir şey bulmak ve patentini almak zorundalar. Rakip firmalar araştırma ekiplerinin zamanını ilk patent korumasının elde edilmesine ayırıyorlar, kansere tedavi bulunmasına değil. Bilgisayar yazılımlarında gelişmeler, kaçınılmaz olarak bir programı kullanma ve geliştirme temelinde bir işbirliği ile gerçekleşebilir, onu rekabetten gizleyerek değil.

Bill Gates “yeni, modern zaman komünistleri olduklarını ve bu teşviklerin (fikri mülkiyetin) gerekli olmadığını düşündüklerini” söyleyenlerin yorumlarına karşı ateş püskürüyor. O bir multi-milyarder. Bu adam daha ne kadar teşviğe ihtiyaç duyuyor?

Geçmişte farklı bir düşünceye sahipti. “Eğer insanlar, bugünün fikirlerinin çoğunluğu icat edilmiş ve patentleri alındığı bir durumda patentlerin nasıl verilebileceğini anlamış olsalardı, bugün endüstri tamamiyle sekteye uğramış olurdu. Kendi patentleri olmadan beliren bir gelecekte, devlerin dayatmak istedikleri fiyatlar ödenmeye zorlanacaktır.”

Direk kaynağın kendisinden! 1991’de Bill Gates kapitalist mülkiyet ilişkilerinin, fikri mülkiyet biçiminde, üretici güçlerin gelişiminin önünde nasıl bir engel oluşturduğunu dillendirebiliyordu. Ne değişti? Artık Gates genç bir girişimci değil, o artık zirvede ve tekelini pekiştirmek için yasal zorbalığı kullanıyor.

İnternetin gasp edilmesi?

Geçtiğimiz on yılda interneti kullanmış olan herkes son yıllarda internetin daha fazla ticarileştiğini fark etmiştir. Pop-up’lar, promosyonlar, ticari siteler ve internet üzerinden satışlar sıradan hale geldi. Google Akademik’te bir arama yaptığınızda birçok materyale erişebilmek için ödeme yapmanız gerektiğini göreceksiniz. Peki Google arama motoru nasıl para kazanıyor? Ağırlıklı olarak reklam gelirlerinden. O sinir bozucu promosyonlar aslında sponsorlu linkler.

Her zaman böyle değildi. İnternet fikirlerin ortak taşıyıcısı, fikirlerin özgürce paylaşımının ve özgürce sorgulamanın mecrası olarak olumlu karşılandı. “Fikri mülkiyet hakları – müşterekler üzerindeki modern çağ çitlemesi” makalemizin de gösterdiği gibi internet müştereklere (ortakça faydalandığımız alanlar) klasik bir örnektir. Bir müştereğin karakteristik özelliklerinden birisi de bir iletişim ağı etkisi yaratmasıdır, bir tür ölçek ekonomisi. İnternete daha çok insan katıldıkça, hepimiz açısından daha işlevli bir hale geliyor.

İnternetin takıntılı ve acayip insanların paylaştığı şeylerle dolu olduğu tartışılabilir ama internetin tek özelliği bu değil. Eğer oturduğunuz yerdeki bir bara giderseniz de bu takıntılı tiplere büyük ihtimalle rastlarsınız. İnternette yeni olan şey, örneğin marxist.org’un bir vizyon ortaya koyma ve düşüncelerinin kapitalist sınıfın egemen düşünceleriyle eşit şartlarda tartışılma ve takip edilme şansını bulmasıdır. Öte yandan en son ne zaman WH Smiths’te Socialist Appeal’ın bir baskısını gördünüz? Sol gazetelerin satıcıları insanların ilgisini çekmek için, polisin müdahale etme riskini göze alarak kaldırımları aşındırmak zorundalar.

İnternetin geleceği konusunda bir savaş sürüyor. Yirmi yıldır kapitalistler bu fenomene bakıyorlar ve bundan nasıl para kazanabileceklerini düşünüyorlar. Ticarileşme içeri sızmış olsa da hala sıra dışı bir olgu. Temel prensip serbest erişim, zira milyonlarca insan kütüphaneler dolusu düşünceye arka odaya gidip düğmeye bastığı her an ulaşabiliyor ve bundan oldukça memnunuz.

Büyük şirketler interneti de gasp edebilirler mi? Cevap evetse, nasıl? İnternete sızmak için kullanacakları levye, fikri mülkiyet hakları kanunudur. Bir internet sitesi ya da siteden bir parça, yazılım paketindeki bir mesajdır. Bazı büyük firmalar internet kullanımı için özel yazılımlar üretiyorlar ve yazılıma sahip olduklarını, kimseye kullandırmayacaklarını öne sürüyorlar.

Aslında Bill Gates kariyerinin başlarında internetin önemini kavramakta gecikmişti. Ancak Micorosoft’un tekel gücünü kullanarak geriden gelerek yetişmeyi başardı. Şu an Microsoft Ofis’te standart olarak İnternet Explorer’a sahip. Aslında iyi bir program değil, ancak muhtemelen masaüstünüzde olduğu için onu kullanıyorsunuz. Tüm Microsoft uygulamaları özel yazılımlar kullanıyorlar ve patentlerle korunuyorlar. Bu, eğer “onların” fikirlerini kullanmaya kalkarsanız, oldukça yüksek maaşlı avukatlar tarafından hayatınızın her anında dava edilme tehdidi altında olduğunuz anlamına geliyor.

Bill Gates’in bütün fikirleri, diğer insanlardan alınmış ya da çalınmış fikirlerdir. Ancak, yukarıda da açıkladığımız gibi yazılım paketleri kod halindedir. Yani pratikte fikirlerin birbiriyle iletişim kurduğu dildir ve Bill Gates bu dile sahip olduğunu iddia ediyor.

Bütün bunlar, internetin gelenek ve değerleri ile bu alanda çalışan en yaratıcı bireylerin çoğunluğunun savunduğu değerlerle uzlaşmaz bir çelişki içerisinde. Bu, yazılımlara serbest ya da açık erişim geleneği. İcat eden kişiler dünyanın kalanına bir hediye verdikleri hissiyatını taşıyorlar, tıpkı basmati pirincini geliştiren çiftçiler gibi.

Serbest erişilebilen yazılımların esprisi, herhangi birisinin nasıl çalıştığını görebilmesi ve böylece yazılımda kendi ihtiyaçları doğrultusunda değişiklikler yapabilmesi ve bunları diğer kullanıcılarla paylaşabilmesidir. İkinci bir avantajı ise, insanların yazılım paketinin nasıl çalıştığını görebildikleri için geliştirmeler önerebilmeleridir. Yani serbest yazılımlar daha iyi iş görüyor gibi gözüküyorlar. Bu, akademik dergilere sunulan katkıların değerlendirildiği akran denetimi süreci ile karşılaştırılabilir. Entelektüel akranlar makaleyi incelerler. Bu, kalitesinin bir göstergesi olmalıdır. Bu süreç her zaman düzgün işlemiyor, zira akademik dünya oldukça hizipçi bir alan (Bir ortodoks ekonomi dergisinde, bir Marksist iktisat makalesi aramaya zahmet bile etmeyin). Bu, hizipçi olmayan internette daha iyi işliyor gibi gözüküyor. Ancak bu da dahil olmak üzere herhangi bir makale veya yazılım, bir başkasından şöyle üstünkörü bir yararlanır.

İnternette özgürlüğü savunanlar, serbest erişimi savunanlar ile genel bir halk lisansı üzerinden açık erişimi destekleyenler arasında ikiye bölünmüş durumda. İkinci kesim komünizmi savunmuyor. Genel halk lisansı, herkesin sunulan teknolojiyi alabilmesi ve onu sonraki kullanıcılara da verebilmesini içeriyor. Ama bu, yeni teknolojiyle birlikte şahit olduğumuz yaratıcılığın musluğunu tıkıyor. Bu, pratikte yazılımın birinin mülkiyetinde olduğu anlamına geliyor ama oyunu açık erişimin kurallarına göre oynadığınız sürece kullanmanıza izin verileceği anlamına da geliyor. Açık erişimi savunanların argümanı, kötü adamların toprak sahibi seçkinlerin argümanını kullanacakları yönünde: “Bu kamu arazisi kimseye ait olmadığına göre, onu alabilirim”. Onların, Lenin’den yapılan şu alıntıyı onaylayacaklarına şüphe yok: “Kurtlarla yaşıyorsanız, bir kurt gibi ulumalısınız.” Microsoft’un onayladığı doğru, zira özgür yazılımın bir kısmını değiştirdi ve patent koruması altına aldı.

Eğlence ve büyük işletmeler

Çoklu ortam holdinglerinin yükselişine şahit olduk. Time Warner’ın AOL ile birkaç sene önce yaptığı şirket evliliği klasik bir örnek. Gerçi bu işe dahil olan kapitalistler için bu birleşme korkunç bir başarısızlıkla sonuçlandı. Mal varlığının çoğunluğu film ve müziklerin mülkiyetinden oluşan bir şirket, internet alanında uzmanlaşmış bir şirketle müttefik olma arayışındaydı. Birçok dev firmanın medya sektörüne hakim olması rastlantı değildi, fikri mülkiyet kanunu onların çıkarları doğrultusunda oluşturuldu.

Fikri mülkiyet “haklarını” en saldırgan şekilde savunanlardan birisi olan RIAA (Amerika Plak Endüstrisi Birliği), dört büyük plak şirketi adına (EMI, Universal, Warner ve Sony BMG) internette müzik paylaşanların gözünü korkutmaya çalışıyor. İnternetten müzik indirme “suçu” gerekçesiyle binlerce dolar ödemeye mahkum edilen, ağlayan 13 yaşındaki çocukların fotoğraflarıyla dolu ön sayfalar, kuşkusuz bu plak şirketlerine yeni bir hayran ordusu kazandırmıştır. Mağdurlar CD’lerin birkaç kuruşa üretilebildiğinin farkındalar; başka bir deyişle plak şirketleri bizi kazıklıyorlar.

Plak şirketlerinin tepkileri her şekilde absürt. İnsanlar satın almadan önce müziği duymak istiyorlar. Eğer ortaya konulan şey güzelse, insanlar kalıcı bir kopya için para ödeyeceklerdir. Sinema sektörü yıllarca telif haklarının ihlali gerekçesiyle mahkemelerde VCR (Video Kaset Kaydedicileri) ile mücadele etti. Sonunda yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldıklarında, VCR’ların aslında film arşivlerinden elde ettikleri geliri arttırdıklarını fark ettiler.

İlk çitleme hareketinde olduğu gibi, düşüncelerin bu yeni özelleştirilmesi de yaygın bir infial ve adaletsizlik duygusu yarattı, üstelik sadece sosyalist solda da değil. İlk çitleme hareketinin ortak toprakların çalınmasına tepki olarak kaçak avlanmaya yol açması gibi, büyük firmalar da hastalıklı kazançlarını koruyabilmek için bütün zaman ve kaynaklarını seferber etmek zorunda kalacaklar. Time Warner birincil mal varlığı olarak, film arşivine gözü gibi bakıyor. İronik olan, Time Warner’ın ve film sektörünün geri kalanının, Edison’un film projektörlerindeki patentinden ve prodüksiyon stüdyolarından kaçabilmek için sadece Kaliforniya’da yerleşmiş olmasıdır. ABD’de şu an telif hakkı yazarın ölümünden 70 sene sonrasına değin sürüyor. Bunun yaratıcılığı teşvik eden bir şey olduğu söyleniyor. 69 yıldır ölü olan birisinin nasıl yaratıcı olabileceği tartışma konusu. Kaldı ki, 19. yüzyılda Amerika utanmaz bir şekilde Avrupa’nın fikirlerini çalarak dünyanın önde gelen ekonomik gücü haline geldi. Şimdi kendisi Çin’i aynı şeyi yapmakla suçluyorlar.

The Economist’in araştırması, fikri mülkiyet haklarının sıkı bir şekilde kontrol edilmesinin aslında gelişmeyi nasıl yavaşlattığını gözler önüne seriyor. Başka bir deyişle Bill Gates gibi kapitalistler, kapitalizm için zararlı olabilirler. Gates serbest erişime kapalı yazılım sistemleri satıyor. Onun yaklaşımı, al ya da bırak.

The Economist’in araştırması kapalı sistem yazılımların satın alınmasındaki bir problemi de “müşterek çalışma” olarak tanımlanıyor. Başka bir deyişle işyerlerindeki bilgisayarlar birbirleriyle konuşabilmelidir ve bir sistem olarak çalışabilmelidirler. Ancak Gates diğerlerinin kendi yazılımlarıyla etkileşmesi için gerekli olan “protokollere” lisans vermeyi reddediyor.

Linux gibi açık sistemler kullanıcının programı kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirmesine olanak sağlıyor. Onların mükemmelliği, yeni teknolojinin kapitalist işletme modelini nasıl aştığını gösteriyor. İnsan yaratıcılığını zincirlerinden kurtarabilmek için, kapitalizmden de kurtulmamız gerekiyor. İnternet, bize sosyalizmde nelerin mümkün olabileceğine dair bir fikir veriyor. Onu bizden almalarına izin vermeyin!

13 Mart 2006

Çeviri: Berkay Özbek

 

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments