Bir süre önce yitirdiğimiz, tiyatronun önemli isimlerinden Metin And’ın “ tiyatro sahnelemelerinin kötü olmasından kaynaklı çok uzun yıllardır tiyatro oyunu izlemediğini” söylediğini hatırlıyorum. Buna benzer pek çok veryansın duyuluyor şimdi. Sahnelenen oyunlar bilinçli tiyatro izleyicilerini ne yazık ki tatmin etmekten çok uzak. Zaman zaman iyi sahnelemelerle karşılaşsak da bu, genel durumu değiştirmeye yetmiyor. Tiyatro 30 yıldan uzun bir zamandır giderek ölümcülleşen bir seyirde bir kısır döngünün içinde kıvranıyor. Hep aynı oyunculuk tarzları, hep aynı metinler, hep aynı reji üslupları. Tiyatro makineleşen bir hayatın takipçisi olarak, üretilmiş kalıpları yaşatıyor.
Peki neden?
Cevabı genelden özele doğru bir akışla vermek yöntem açısından doğru olacaktır. Bu yüzden en temelde belirleyici olandan başlamak gerek.
Kapitalist bir dünyada ve onun emperyal güçlerine göbekten bağlı bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir dünyada neredeyse her şey değişim değerine dönüştürülür. Sistemin temel işleyiş kuralı olan bu ekonomik olgu her türlü toplumsal “iş” in içine sirayet etme ve oradan kendine pay çıkarma arzusundadır. Sistem güçlendikçe direniş odakları da zamanla, zorunlu olarak zayıflar, bu durumda bu sistem karşıtı güç ya yok olur, ki temel işlevini kaybetmesi zaten ölümdür, ya da sistemin açmazlarında, diğer direniş odaklarıyla birleşerek umut olmaya devam eder.
Kapitalist bir dünyada insan bir kez daha yaratılır. Bu yaratım özünde bir eksiltmedir. Bu süreçte egemen ideolojilerle yeniden kodlanarak doğar. Bu kodlar bireyci dürtüleri içinde barındırdığı için kişi aslında bir parçalanmanın içine atılmıştır. Gittikçe kendisini var eden topraktan kopar, ona canlılık veren insan toplumu içinde bir yabancı gibi sürüklenmeye başlar. Bunun nedeni ve getirisi iletişimsizlik olur.
Mekanikleşen bir dünyada her birey bu makinenin bir dişlisine indirgenir. Bu yüzden adına bireyleşme denen şey bir kendinden kopma oluşumudur. Onu insanlaştıran şeyler elinden bir bir açık yada gizli olarak alınır ve yerine yenileri oturtulur. Düşünceler, duygular, tavır-davranışlar ekonomi-politik süreçler ile oluşturulan bu zeminde bireye enjekte edilir. Artık temel ölçü maddi çıkarlardır. Şişirilmiş benliğin yanılsamalı, sistemi besleyen arzularıdır belirleyici olan. Bu yüzden ABD Irak’a girmeli ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşamalıdır.
Türkiye ölçeğinde buna birkaç ekleme daha yapılması zorunludur, çünkü bunlar hem genel yaşantının hem de onun içinde barınan sanatın gelişiminde belirleyici olmuştur. Bunlardan birincisi 12 Eylül faşist cuntasıysa diğeri de bu cuntanın ekonomi-politik devamı olan özalizmdir. Türkiye’de darbeler yeşeren ağacın köküne inen balta darbeleri gibi defalarca saplanmıştır yaşamın bağrına.
60’lı yıllara baktığımızda görecelide olsa var olan demokrasi ortamında özellikle tiyatro alanında bir ilerleme olmuştur. Pek çok tiyatro grubu kurulmuş, yerli oyun yazarları pek çok nitelikli oyun yazmış, ensemble çalışmalar tiyatronun yapısını oluşturmuş yapılan çalışmalara halk ilgi göstermiştir.
Askeri darbe ortalığı savaş alanına çevirmiş, şimdi Irak’ın başına gelen insan ve kültür talanı geçmişte Türkiye egemenleri tarafından kendi topraklarında gerçekleştirilmiş, toplumsal ilerlemenin önüne set çekilmiş, gericilik desteklenmiştir. Evren rejiminin yarattığı kaotik ortam onun ardılı olan Özal sayesinde bir re-organizasyona tabi tutulmuş ve şimdi bir türlü içinden çıkamadığımız sorunların sebebi olmuştur.
Türkiye’nin gerçek aydınları bu dönemde budandıktan sonra geriye amaçsız, boşluk içinde korkulu bir kitle kalmıştır. 60-70’lerde en ileri aşamasında olan tiyatro, gelişen politik durum nedeniyle köklerini de yitirmiş o dönemden kalan pek çok kişi ise süreç içinde bu re-organizasyonla birlikte mutasyona uğramıştır.
Tiyatro işte böyle nesnel tarihsel süreçlerden geçerek, biçilerek bu günlere geldi. Ve şimdi ha öldü ha ölecek tartışmaları arasında bir deri bir kemik ayakta durmaya çalışıyor. Onun ölümcülleşmesinin nedenlerini dar ölçekte değerlendirenler bu ölümde kanımca payı olanlardır. Eğer bir kültür, egemenler tarafından çölleştirilmişse ve onu yeniden yeşertecek olanların dillerinde yeniden ve yeniden çöl fışkırıyorsa sözü başkalarının söylemesinin zamanı gelmişte geçiyordur.
ERKAN KÜÇÜK