(1044-1123/1135)Horasan”ın Nişapur ilinde dünyaya geldi. Aynı yerde öldü. Gerçek adı: Gıyaseddin Ebu”LFeth b.İbrahim el-Hayyam”dır. Yaşamı konusunda ayrıntılı bilgi yoksa da başta Beyhaki olmak üzere, değişik kaynaklar onun Belh, Buhara, Merv ve Bağdat gibi bilimsel bakımdan birer odak durumunda olan yerlerde öğrenim gördüğünü, özellikle matematik, gökbilim, tıp, tasavvuf ve edebiyat alanlarında geniş kapsamlı çalışmalar yaptığını belirtirler.
Ömer Hayyam, özellikle Eukleides”in Stoikhea”sı (Elemanlar) aracılığıyla Orta Çağ”a ulaşan, Yunan ile Hint ve Çin Matematiği”ni birlikte tanıma olanağını başarıyla kullanarak, büyük bir gelişme gösteren İslam Metematik Okulu”nun Xİ”inci Yüzyıl sonlarında Xİİ”inci yüzyıl başlarındaki en büyük temsilcisidir. O dönemlerin hemen hemen her matematikçisi gibi Ömer Hayyam da Astronomiyle ilgilenmiştir. Gerçek Güneş yılından sapması, bugün kullanılana oranla daha küçük olan bir takvim hazırlamıştır. Günümüze ancak en parlak yüz yıldızın eliptik koordinatlarını içeren bir bölümü kalmış olan Zic-i Melikşah”ı (Melikşah Zayiçesi) hazırlayan bilim kurulunun yöneticiliğini yapmıştır.
Ömer Hayyam”ın edebiyatçılığının yanısıra Matematik alanında bilinen tam 14 yapıtı bulunmaktadır. Bunlar özellikle aritmetik, sayı kuramı ve cebir dallarında, birçok yeni tanım, çözüm ve yorumu içerir. Çin ve Hint matematikçilerinin aritmetik konusundaki çalışmalarına dayanan kayıp bir yapıtında da doğal sayıların ikinci, üçüncü ve dördüncü dereceden köklerinin bulunmasını sağlayan bir yöntem bulup geliştirmiştir. Bugün kullanılan Binom açılımından farksız olan bu yöntem, Batı”da 19”uncu yüzyılda yinelenebilmiştir.
Ömer Hayyam, Şerhi ma Askala Min Musadaratı Kitabı Uklidis (Eukleides”in Kitabına Girişteki Güçlükler Üstüne) adlı yapıtında, Eukleides”in Eudoksos”dan aktardığı oran tanımı sayı kavramına dönüştürmüş ve oranların, dolayısıyla da rasyonel olmayan sayıların, niceliklerin ölçümünde rasyonel sayılardan farksız şekilde kullanılmasını başlatarak sayı kavramında yepyeni bir çığır açmıştır. Ömer Hayyam”ın Cebir alanındaki en önemli yapıtı olan “Cebir ve Mukabele Problemlerinin Tanıtılması Üstüne İnceleme”dir. Üçüncü derece denklemlerinin çözümünde, iki koniğin arakesitlerinden yararlanmaya dayalı yöntemi tanıtır.
Bu yapıtta kökleri eski Yunan Matematiği”nde bulunmakla beraber büyük ölçüde İslam Matematikçileri tarafından geliştirilen konik kesitler yönteminin daha önce başarılmış uygulamalarının yanısıra, kök sayısının birden fazla olabileceği ilk kez açıklanmış, iki kökü olan kimi denklemlere yer verilmiş ve denklemler kök sayılarına göre sınıflandırılmıştır. Yine peç çok İslam Matematikçisi gibi Ömer Hayyam da paralellik kuramını, Elemanlar”ın V”inci aksiyomundan farklı bir temele oturtmaya çaba harcamıştır. Daha sonra Nasireddin Tusi tarafından geliştirilecek olan paralelliğe ilişkin buluşlarıyla da Batı”da ancak 17”inci yüzyılda başlayacak olan çalışmaları etkilemiştir.
ŞİİR SANATI
Ömer Hayyam”ın bilimsel çalışmaları yanısıra, ününün yaygınlaşmasını sağlayan başarısı, şiir alanında kendini göstermiştir. Onun yaşadığı çağda, İran”da biri eski İran inançlarıyla geleneklerinden; diğeri İslam düşüncesinden kaynaklanan iki akım egemen durumdaydı. İslam düşüncesi Şeriat”a, eski İran inançları ise ulusal geleneklere dayanıyordu. Bu alanda başlıca kaynak, Firdevsi”nin
Şehnamesi”ydi. Eski İran inançlarını, geleneklerini, söylencelerini konu edinen bu yapıtın temeli Zerdüşt”ün kişiliğinde şekillenen Çok Tanrıcılık”dı. İslam düşüncesinin beslediği görüşler de Farabi, İbni Sina ve Gazali gibi aydınların elinde, bir felsefe ve tasavvuf öğretisine dönüşmüştü. Ömer Hayyam, ilkin bu düşünürlerin görüşlerini öğrenmiş, onlardan aldığı esinleri, yeni bir yaşama anlayışıyla rubailerinde şiirleştirerek sergilemiştir.
Eski Anadolu-Yunan Felsefesi”nden özellikle Epikuros”un yaşama anlayışından izler taşıyan bu şiirlerde, bilimsel çalışmalarının, gözlemlerinin etkisi pek açıktır. Bu çalışmalar onu, usla, algıyla kavranan bir evrenin gerçekliği sorunuyla karşı karşıya getirmiştir.
EVREN GÖRÜŞÜ
Bu nedenle Hayyam”ın şiirlerinde odak konu, ötedünya (ahret) değil, içinde yaşanan, henüz duyularla özümlenen ve algılanan evrendir. Evrene gerçekçi bir açıdan bakar. Onun için yaşamın asıl ereği mutlu olmak, usla bağdaşmayan her türlü inanç ve geleneğin etkisinden kurtulmaktır. Mutluluk, sevgi, dostluk, barış ve insan sorunları üzerinde durur. İnsan, düşünen ve us ilkelerine göre yaşamını düzenlemesi gereken bir varlıktır.
Bu nedenle usa aykırı düşen, bir takım alışkanlıklardan kaynaklanan, köksüz ve mutluluğu engelleyici inançlardan arınmalı, yaşamı bir sıkıntı, kaygı ve özlem kaynağı olmaktan kurtarmalıdır. Gerçek olan, içinde yaşanan evrendir. Şeriat”ın öngördüğü ötedünya, Tanrısal evren, ölümden sonra yaşam ve dirilme, yargı günü, hep birer vesveseden, kuruntudan başka bir şey değildir, diye düşünür ve şiirlerinde bunu dile getirir İnsan usunu (aklını) kullanarak; onun ışığında yürüyerek, “varlık-yokluk kaygısından kurtulmalı, ötedünyayı değil, kendini bilmelidir.” Bu evrendeki yaşam geçicidir. İnsan yeryüzüne ancak bir kez
gelir. Bu nedenle, yaşamın tadını çıkarmalı, elden geldiğince, mutlu olmanın yollarını aramalıdır.
MUTLULUK ANLAYIŞI
Mutluluk, usa uygun biçinde yaşam sürmekle, aşırı tutkuların, sınırsız kazanç ardında koşmanın etkisinden kurtulmakla sağlanır. İnsan çıkarı için “Birtakım alçak duyarlığı olanların” buyruğu altına girmemeli, yaşamı sürdürecek nicelikte olanla yetinmelidir. Tutku, insanı usun denetiminden uzaklaştırır. Bilinçle davranan bir varlık durumuna getirir. Başkalarıyla kurulması gereken dostluk ve kardeşlik ilişkilerini ortadan kaldırır. Oysa yaşamak bir dost çevresi oluşturmak, sevgiden kaynaklanan bir yöntemi benimsemektir. Sevgi kişiyi, bir yandan çevresine, diğer yandan da yaşama bağlar. Bir sevgi varlığı olan insan için, Şeriat”ın önerdiği katı görevler gereksizdir.
Ömer Hayyam”a göre; insanı Tanrı yaratmış ve onu yazgının denetimi altına vermişse; eylemlerde suç aramanın hiç gereği yoktur. Çünkü insan ancak özgür istenciyle yaptığı şeylerden, us ilkelerine göre davranışlarından sorumlu tutulabilir. Elinde olmayan yalnızca yazgının (kader) yapısı gereği oluşturulan işlerden dolayı kişiyi sorumlu tutmak, suçlu saymak Ulu Tanrı”ya yakışmaz. Tüm evreni ve onun içinde insanın yararlandığı varlıkları; Tanrı yaratmışsa; onlarda suç aramanın da gereği yoktur. Şarabın yapıldığı üzümü yaratan Tanrı”nın, şarabı içen insanı günahkar sayması, Tanrısal adaletle hiç bir biçimde bağdaşmaz. Güzeli yaratan Tanrı, onun sevilmesini de ister. Bunu büyük bir şekilde gerçekleştirir. Bu nedenle sevmek, Tanrısal iradeye (istence) aykırı
düşmez. Hayyam için sevginin üç öğesi bulunmaktadır: Yaşamı düzenli ve mutluluk sağlayıcı bir niteliğe kavuşturmak, tüm insanlarla uyum içinde bulunmak, özlemleri usun ölçülerine göre gerçekleştirmeye çalışmak. Bu üç öğeden birinin noksanlığı, kişiyi kaygıya, karamsarlığa, güvensizliğe sürükler. Bunun sonu da bunalımdır. Oysa “yüreğini usuna uyduran bir insan için, yeryüzünde boş geçen gün yok demektir.”
HAYYAM”IN SANATI
Tüm düşüncelerini rubailerinde açıkça sergileyen Hayyam”a göre sanat bir başarı alanıdır. Şiirse bu alanda ortaya konulan sanatsal bir üründür. Şiiri bütünlüğe ulaştıran uyum, ölçü ve anlam gibi üç öğe vardır. Bu üç öğenin birliğe ulaştığı şiir başarılıdır, etkilidir. Diğer yandan, bu üç öğenin sergilenmesini sağlayan başlıca varlık dildir, dille ortaya konulan sözcüklerdir. Ömer Hayyam”a edebiyat alanında yerini sağlayan dörtlüklerde bu üç öğenin oluşturduğu birlik ve bütünlük belli başlı etkendir. Onun kullandığı ölçü, Arap-İran şiirinde ortak olarak kullanılan aruz”dur. Ömer Hayyam, bu ölçünün rubai türüne uygun düşen bölümünü seçerken; ağırlığı anlam ve uyum bağlantısı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Seçilen sözcüklerle anlam arasında kurulan birlik, şiirin gücünü çoğaltmakta, okur üzerinde müzikten kaynaklanan bir etkileşim yaratmaktadır. Anlam ise, işlenen konuyla (tema) insan yaşamını iç içe getirmektedir.
KİŞİNİN VARLIĞI
Ömer Hayyam için temel sorun, kişinin varlığıdır. Kişi, varolduğu sürece, evren ve diğer varlıklar da vardır. Kişi ortadan kalkınca, tümü de yok olur:
*BEN OLMAYINCA BU GÜLLER, BU KIZIL DUDAKLI GÜZELLER BU GÜZEL KOKULU ŞARAPLAR YOKTUR? BEN DÜŞÜNDÜĞÜM SÜRECE VARDIR DÜNYA İNSAN İÇİN ÖNEMLİ VE GERÇEK OLAN DÜŞÜNMEKTİR*. Düşünülmeyen bir nesnenin varlığı da sözkonusu değildir. Varlığa düşünen insan açısından bakan, onu düşünme eylemiyle bağlantılı kılan Ömer Hayyam, ahlak konusunu davranışlarla özdeşleştirir. Usun ilkelerine, yaşamı mutluluğa kavuşturacak kurallara uymayı “ahlaklı” sayar. Ömer Hayyam, İslam Edebiyatı”nda büyük bir etki alanı oluşturmuş, rubai türünde başlıca örnek olarak benimsenmiştir:
Onun yaşama anlayışı, özellikle Şeriat ilkelerine bir bakıma karşı çıkış gibi görünmesi, şiire yepyeni bir içerik kazandırmış, birçok şaire ve halk ozanına ışık tutmuş durumdadır. Türk Divan Şiiri”nde, rubai türünde şiir yazan her şair, ondan mutlaka esinlenmiştir.
Türk şair ve ozanları içinde, onun yaşamla ilgili düşünce ve felsefesini benimseyen en etkili ozanlar Nef”i ve Nedim”dir. *ŞU TESTİ DE MUTLAK BENİM GİBİ BİRİYDİ BİR GÜZELE VURGUNDU O DA ELBET DERTLİYDİ. KİM BİLİR GARİBİN BELKİ BOYNUNDAKİ KULP DA SEVGİLİNİN ÖPÜLESİ BEMBEYAZ ELİYDİ. H. ZEKAİ YİĞİTLER ÖMER HAYYAM”A AİT RUBAİLERİN DİBACESİ *(Dibace: Kitabın nakışlarla süslü ilk sayfaları, (Terkipli) Önsöz.)Sonsuz hamd, insanın varlık çadrrını; üçlü, dörtlü mevalid ve anasır döşemecilerinin aracılığıyla kuran hakim Tanrı”ya. O çadırı, direklere benzer damarlara, kemiklere öyle bir kurmuştur ki o haymeye ne nakşedilse, gecelerle gündüzlerin alaca çadırlarına sübut ve devam mıhlarıyla mıhlanır, alemi de ancak “çadırlarda dokunulmamış huriler var” ayeti olabilir. “Kuşku yok, hamd, göklerin Rabbine, yerin Rabbine, alemlerin Rabbinedir.”
Şiir: Tanrım, gönül çadırının direği adındır, Bezi, nimetlerinle lütuflarınla dokunmuştur. Rahmetinin direği, sağlam bir ip olan şeriatındır. Canla gönül, canla, gönülle onu döşemiştir. Kahır mısın, müşrikin gözünü kör etmiştir, Her tokmakta başına bir afet getirmiştir. Sayısız öğmeler, rahmetler, bir büyüğün merkadine saçılsın ki kaza ve kader düşmanı (şakirdi) bile onun kıdemiyle kadri rızasını elde etmek için beline aciz kemerini bağlamıştır: Kadrinin yüceliğinden “Seni, sana layık bilgiyle bilemedik” koşulundan dışarı çıkamamıştır. “Muhammed, içinizden birinin babası değil; Tanrı elçisidir ve habercilerin sonuncusudur.” Naat: Ey Peygamberlerin en büyüğü ve yücelik tahtında oturanı, Ey bütün yollara alemlerin rahmeti olan. Arap ülkesinde ikbal çadırın belirdi, Acem diyarında soyunun çadırı ağardı, evladın orada aşikar oldu Yurdun, yücelere ulaştı, Kudret nesciyle dokunmuş gök çadırı haymen oldu. Ona ve onun soyuna, sahabesine rahmetler olsun ki şeriat evinin divanını, fitne ve fesat bineklerinden arıttılar. O hazretin ayakkabısının ucunu, yücelik ve güzellik çadırının direk tablası yaptılar. Hamd-ü senadan ve salat-ü selamdan sonra, malum olsun ki önce gelenlerin sözlerini bir araya toplamak, ayırmak, düzene sokmak ve yazmak, sonra gelenlerin görevidir ve bu, eskiden beri uyulagelmiş bir töredir, tanınmış bir iş.
Günler geçtikçe sözleri tertemiz, ruhu arı olası hakimler dayanağı, fazıllar hülasası, hikmetlerle edeplerin yapılarını diriltip yücelten, lakaplarını uzatmamızdan müstağnı bulunan Muhammed oğlu Ömer Hayyam”ın rubaileri, hiç kuşku yok, sütün yetenek erbabı meclislerinin enisi, toplantıların celisidir. Fakat tertip dizisine dizilmemiş, bir kitap haline getirilmemişti. O rubailer, “sözün hayırlısı az olanı fakat anlama en iyi bir şekilde delalet edenidir” hükmünce, pek az sözle ifade edilen birer anlam evrenidir. Nitekim onun kerim adını anmak da doğalarla öge ve karakterlerin, huyların uzlaşmasına benzer. Fakat herkes, o rubailerin yalnız harfiyle uyuma kapılmış, eşsiz yapılarıyla örneksiz anlamlarını gerektiğince anlayamamış, o mezahirin zahiriyle yetinmiştir.
*ÇADIRLAR TIPKI O ÇADlRLAR FAKAT GÖRDÜĞÜM KADlNLAR; ONLARlN KADINLARINDAN BAŞKA. … SÖZLERİNİN BULUNDUĞU DEFTERİN BİR YAPRAĞINI DAHA ÇEVİRDİM; O SÖZLERDEKİ HER SIRRIN İÇİNDE BİR SIR DAHA VAR*. Bu yüzden talep erbabının en aşağısı olan halkın sevgisine mazhar olası, Tebrizi diye şöhret bulmuş Hüseyn oğlu Yar-Ahmet Raşidi Tanrı her ikisini de mağrifet denizine daldırsın, bağlılık ve uzlaşma, bağdaşmadolayısıyla “işte şu on, kamil sayıdır” hükmüne uydu, anlayışı az olmakla beraber o rubaileri on fasla ayırarak topladı, bu işi bitirdi. Umarım ki bilgi erbabı bakınca, bu kitabı, kadrinin büyüklüğünü düşünerek, küçük görmezler ve bu kudretsiz kulun özrünü kabul ederler. On fasıl, şu suretle tamamlandı: Birinci fasıl, Tanrı”ıyı tenzihe, münacata, mağrifet dilemeye ve bunlara ait rubailer. İkinci fasıl; hikemiyata, bu husustaki sorulara, itirazlara vesaireye ait rubailer.
Üçüncü fasıl; öğütlere ve adaba ait rubailer.
Dördüncü fasıl; ömür ganimet saymaya, fırsata, geçim darlığına, dünyanın sonradan yaratılmış olup yine zeval bulacağına vasaireye ait rubailer. Beşinci fasıl: içkiye ve içki hususatına ait rubailer. Altıncı fasıl: mevsimlerin ve özellikle baharla iki bayramın geçişine ait rubailer. Yedinci fasıl: nüktelere ve mülemmalara ait rubailer. Sekizinci fasıl: mevkufata ait rubailer. Dokuzuncu fasıl: sarhoşluğa, alaya ait rubailer. Onuncu fasıl: on hikayeyi içeren bölüm. Bu fasılda, eşsiz, benzersiz, örneksiz ve görülmemiş şeylere kerametleri, güzel yaşayışı, yüce doğuşu, yaşamın süresi, ölümü, ölüm anındaki durumları (halleri) yazılıdır.
Bu fasılda “Benim için daha başka şeyler de var.” Bu kitap on fasıl üzere En güzel bir tertiple, iyi bir surette tamamlandı. Her sahifesi, neşeyi artırmadadır. İnanmıyorsan al da yüzyüze bir bak, gör! Erdem ehlinin zevk ve neşe yurdudur.
Bu yüzden de “Tarab-hane” sözü, tamamlanmasına tarih düştü. Şeriat yollarında gidenlerle takva memleketlerine sahip olanlardan dileğim şu: Bazan görünüşüne bakılınca, şeriat yollarından çok uzak ve şer”a aykırı bir beyte, bir nükteye rastlarlarsa; inancımızı, akidemizin meylini, o yolda sanmasınlar ve hakkımızda böyle bir kuşkuya düşmesinler. “Tanrı, onların yaptıklarını bilir. Rabbimiz, hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi doğru yoldan saptırma ve bize, indinden rahmet bağışla, şüphe yok ki sen vericisin, bağışlayıcısın.”
H.Zekai Yiğiter / Nuriye Yiğiter