Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Aralık 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaPolitikaDünyaKızıl Tugayların fikir babası olarak suçlanmış bir düşünür ; Antonio Negri |...

Kızıl Tugayların fikir babası olarak suçlanmış bir düşünür ; Antonio Negri | Özgür Gökmen

Antonio Negri, tarihin sonunun geldiği iddia edilen bir dönemde “yeni özgürlük alanları”nın inşasına yönelik siyasal bir çalışmanın önde gelen militanlarından biridir. “Komünist programın devamlılığı ve devrimci tercihe yönelik siyasal ve etik bir sadakatle” 1980 başlarının kasvetli havasında, “umuda dair bir söylemi yenileyerek”, bir kez daha devrim hakkında yazmaya başlar. (Negri, 1997)A. Negri’nin çabası bir umut söylemi geliştirmeye, bir militanlık ve gelişen bir öznellik nüvesini yeniden inşa etmeye yönelik olmuştur.

Félix Guattari ile 1980’lerin başlarında kaleme aldıkları Yeni Özgürlük Alanları‘nda açıkladıkları amaçları, A. Negri’nin siyasal çalışmasının ana temalarından birini oluşturur. Amaçları, bir zamanlar insansoyunun kollektif yaratımıyla çalışmanın özgürleşmesi için başvurulan; ancak bunun aksine, reel sosyalist tecrübe sonucunda insansoyunu boğmuş, baskı altına almış olan konünizmi içine düştüğü itibarsızlıktan kurtarmaktır. (Guattari & Negri, 1990: 7)

A. Negri, üretim tarzındaki değişikliklerin yeni tehditler kadar, yeni olanaklar da yarattığını ve bu koşullarda artık her şeyin, çalışmanın amacının, toplumsal hayat tarzlarının, haklar ve özgürlüklerin yeniden icat edilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Siyasal etkinliği ve eserleri de bu yeniden icat etme amacına yöneliktir.

Burada, A. Negri’nin temel siyasal görüşlerini ve bu görüşleri hayata geçirmek için geliştirdiği kavramları özetlemeye çalışacağım.

Antonio Negri: Düşünür ve Militan

Antonio Negri 1933 yılında İtalya’nın Padua kentinde doğdu. 23 yaşında, Alman tarihselciliği üzerine hazırladığı teziyle felfese diploması aldı. 1957-1958 yılları arasında, Benedetto Croce Tarihsel Çalışmalar Enstitüsü’nde çalıştı ve 1959 yılında Hukuk Felfefesi profesörlüğü ünvanını kazandı. 1967 yılına dek Padua Üniversitesi’nde asistan olarak görev yaptı ve aynı yıl Devlet Doktrinleri profesörü oldu.

1960’ların sonlarına doğru, Sergio Bologna, Luciano Ferrari Bravo, Ferruccio Gambino, Guido Bianchini, Sandro Serefani, Alisa del Re ve MariaRosa Dalla Costa gibi önde gelen akademisyenlerin Padua’da biraraya gelmeleriyle, A. Negri’nin de bulunduğu Siyasal Bilimler Enstitüsü, radikal düşünce açısından İtalya’nın ulusal sınırlarını aşan bir öneme kavuştu.

Akademik hayatının yanısıra yoğun bir siyasal hayatı da bulunan A. Negri’nin yayıncılık faaliyeti, 1956’da Padua Üniversitesi’nin öğrenci temsilcileri dergisi olan Il Bo‘nun direktörlüğü ile başlar. 1959’da İtalyan Sosyalist Partisi’nin yerel konseyine seçilen A. Negri, partinin Padua bölgesi yayını olan Il Progresso Veneto dergisini yöneticiliğini yapmaya başlar. Yöneticiliği İtalya’da Hristiyan Demokrat Parti ile Sosyalist Parti’nin ilk merkez-sol koalisyonunu kurdukları 1963 yılına kadar sürmüştür. A. Negri koalisyonun kurulması ile birlikte Sosyalist Parti’den ayrılır.

Komünist Parti’nin, İtalya’nın NATO’dan ayrılması gibi dış hedeflere yönelik olarak faaliyet gösterdiği bu dönemde, İtalyan işçi sınıfı neredeyse tamamen sendikasız durumdadır ve çok zayıf bir şekilde örgütlenmiştir. A. Negri bu dönemde işçi sınıfına yakınlaşmaya başlar. Ağustos 1963’te Il Progresso Veneto, Potere Operaio (İşçilerin Gücü) adını taşıyan bir ek yayımlar. Aynı ay içinde A. Negri, Paola Meo ve daha sonra Komünist Parti milletvekili olacak ünlü felsefeci Massimo Cacciari, Porto Marghera petro-kimya işçileri arasında Marx’ın Kapital‘ini okumak üzere bir kurs düzenlerler.

Editör kurulları Milan, Roma ve Padua’da bulunan Quaderni Rossi (Kızıl Defterler) dergisinin Turin’de yayımlanmaya başlaması da aynı döneme denk gelir. Rainiero Panzieri ve Romano Alquati’nin yönetiminde yayımlanan Quaderni Rossi, işçi sınıfı özerkliği kuramına ilk kez ağırlık veren dergi olur. A. Negri, Sergio Bologna, Mario Tronti, Alberto Asor Rosa ve diğer birçok solcu İtalyan entelektüeli derginin yayımlanmasına katkıda bulunurlar. Quaderni Rossi çevresinde daha sonraları meydana gelen bölünmeler, gene işçi sınıfı özerkliğini ön plana çıkaran Classe Operaia (İşçi Sınıfı), Contropiano (Karşı-planlama) ve benzeri dergilerin yayımlanması ile sonuçlanır. 1967’de Potere Operaio Marghera petro-kimya bölgesi işçilerinin dergisi haline gelir. A. Negri bu yıllarda, bir felsefe dergisi olan Aut-Aut ve hukuk felsefesi üzerine makaleler yayımlayan Critica del Dritto gibi dergilere de katkıda bulunur.

Fransa’da devrime benzer bir süreç yaratan 1968, İtalya’da 1967 yılında başlar ve on yıla yakın bir süre hüküm sürer. İşçilerle öğrencilerin flörtlerinin ayrılıkla sonuçlandığı diğer Avrupa ülkelerinin aksine, İtalya’da işçi ve öğrenci mücadeleleri örtüşmüştür. 1969 yılında A. Negri siyasal faaliyetlerini fabrikalara ve sendikalarca genellikle gözardı edilen ya da yeterince ilgi gösterilmeyen güvenlik, montaj hatlarının hızının düşürülmesi, işçi disiplini gibi meselelere yöneltir.

1969 yılı sonbaharı, siyasal tavırları Komünist Parti’nin soluna denk düşen Lotta Continua (Mücadele Sürüyor), Avanguardia Operaia (İşçilerin Öncüsü), Movimento Studentesco (daha sonradan İşçi ve Öğrenci Hareketi adını alacak olan Öğrenci Hareketi) ve Potere Operaio gibi bazı siyasal grupların oluşumuna tanıklık eder. Bu dönemde A. Negri, Potere Operaio çevresinde, bu siyasal oluşumun en ünlü kuramcısı olarak ön plana çıkar. Potere Operaio grubu, Komünist Parti’nin 1973 yılında “Tarihsel Taviz” olarak anılan stratejisi sonucunda, iktidardaki Hristiyan Demokratlar’la ittifak yapmasının da etkisi ile, benzeri siyasal kimliklere sahip, ancak daha az etkin siyasal grupların oluşuma yol açacak bir biçimde dağılır.

1973 yılına gelindiğinde A. Negri’nin birçok temel kavramı artık olgunluk kazanmıştır. Tüm kodlanmış ideolojilere ve solcu ya da sağcı partilere uzak duran, genç ve daha militan bir işçi sınıfı kuşağının doldurduğu fabrikalardaki “otonom komiteler” aracılığı ile başlayan Autonomia hareketinin doğuşu da bu döneme denk gelir. Artık gereksiz tekrarlar yapmaktan öteye gidemeyen 1960’lar boyunca oluşmuş örgütlenme tarzlarının reddi ve gündelik hayatı çalışma zamanından özgür kılmak için yeni ihtiyaçların ve hedeflerin tanımlanması, birbirlerinden farklı ve aksi takdirde biraraya gelemeyecek olan özerk grupları birbirlerine yakınlaştıran temalar olarak ortaya çıkar.

Kadın grupları, öğrenciler, işçiler, radikal gençlik, kültürel simalar, ekologlar ve çevreciler, “özerk” kollektifler, geleneksel “işçi sınıfı” çözümlemelerinin göremediği sınırlarda çoğalırlar. Bologna’daki “Radio Alice” gibi özgür radyo istasyonları, sendikalar ve Komünist Parti de dahil olmak üzere, herkesin “işçi sınıfı”ndan talep ettiği fedakarlıkları protesto etmek üzere otonomistlerin sokaklara döküldüğü “Bahar İsyanı”nda büyük bir rol oynarlar. Padua Üniversitesi’ndeki Siyasal Bilimler Enstitüsü’nü de içerecek biçimde, çok geniş çaplı tahribata yol açan isyanın şehrin diğer bölgelerine de yansımasıyla, A. Negri isyana teşvik ve hatta ulusal düzeyde şiddet kıştırtıcılığı ile suçlanır. Yoğun siyasal baskı ve suçlamalar ile karşı karşıya kalan A. Negri, 1977 sonlarında bu suçlamalardan aklanıp Padua’ya dönerse de, 1978-79 yıllarında zamanının çoğunu Paris’te École Normale’de geçirir.

Nisan 1979’da Milan’a geri dönen A. Negri, Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar’ca kaçırılıp öldürülmesi sonrasında açılan soruşturma çerçevesinde niteliği belirsiz suçlamalarla tutuklanır. Kızıl Tugaylar üyesi birçok insan daha önceleri Potere Operaio benzeri siyasal oluşumlarda yer almış olmakla birlikte, A. Negri’nin, katılımcı bir yapıları olan otonomistlerce kabul görmeyen “seçkinci taktikler”i ve “silahlı komondo” örgütlenme perkspektifini benimseyen bu örgütle doğrudan bir ilişkisi yoktur.

Marx Beyond Marx yayımlanıp İtalya’da edebiyat dışı kitap listelerinde bir numaraya yerleştiğinde, A. Negri hapistedir ve “yıkıcı örgüt” üyeliği ile suçlanmaktadır. A. Negri ile aynı gün tutuklanan ve Otonomist hareketle özdeşleştirilen onu aşkın akademisyen, gazeteci, yazar ve benzeri insan bir süre sonra kendilerini Kızıl Tugaylar’ın ve İtalya’da son on yıldaki her türlü terorist eylemin “fikir babası” olmak ile suçlanmış bulurlar.

İtalya’da “7 Nisan” tutuklamaları kısa zamanda bir cause célèbre‘e dönüşür. Dava öncesi süreç uzadıkça, faşist bir yasama gücünün mirasçısı olan İtalya’da yargının siyasal istismara maruz kaldığına dair tartışmalar gündeme gelir. Yazdığı her cümleden anlaşılabileceği gibi, A. Negri’nin merkez İtalyan solunun, hatta kendisine yönelik iftira kampanyasının başlıca mekezlerinden biri olan Komünist Parti’nin daha solunda bir siyasal çizgiye sahip olduğu aşikardır. Ancak A. Negri’nin yıkıcılık suçundan mahkum olmasını sağlayacak hukuki ya da yasal bir kanıt ortaya konamaz.

A. Negri 1983 yılında Radikal Parti’nin yürüttüğü bir kampanya sonunda bu partinin listesinden İtalyan Parlamentosu’na seçilene dek dört buçuk yıl boyunca hapiste kalır. Eylül 1983’te Bakanlar Kurulu’nun dokunulmazlığını kaldırmaya karar vemesi ile A. Negri İtalya’yı terk eder ve 1997 yılına dek yaşayacağı Fransa’ya geçer.

Yokluğunda otuz yıl hapse mahkum edilen A. Negri, Saint-Denis’teki Paris VIII Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü ve Collège International de Philosphie’de araştırmacı olarak çalışmıştır. Fransa’da bulunduğu dönemde, 1989 yılında yayımlanmaya başlayan ve devlet kuramı, marksizm, yeni mücadele tarzları ve benzeri temalarda otonomist görüşlerin ön plana çıktığı Futur Antérieur dergisinin yöneticiliğini de üstlenir.

1968 ve sonrasının toplumsal hareketleri, Almanya ya da Fransa’da Yeşil Parti ya da alternatif projeler aracılığı ile siyaseten soğurulur ve böylece radikal gruplar yalıtılırken, İtalya’da parlamento dışı tüm toplumsal hareketler “terorist” olarak nitelenmiş ve bir kuşak “suçlu” kılınarak, iç ya da dış sürgüne zorlanmıştır. A. Negri, 1 Temmuz 1997 günü devlet terorizminden kaynaklanan “kurşun yılları”na bir son vermek için İtalya’ya geri dönmüştür. Halen Rebibbia Hapishanesi’ndedir. (Fleming, 1991: viii-xi; Negri, 1991a: 279; Melitopoulos, 1997)

Otonomi Hareketinin Temel Kavramları

İşçi sınıfının yeni kompozisyonu, Quaderni Rossi dergisinin İtalya’nın bölgelere göre değişiklik gösteren farklı siyasal geleneklerine ve 1960’ların başında güneyden göçe bağlı olarak gelişen işçi mücadelelerine bağlı olarak önem atfemeye başladığı bir olgudur. Sermaye ile olan ilişkileri dolayımıyla belirlenen, durağan ve edilgen bir işçi sınıfını imleyen hegemonya kavramı yerine, Otonomi hareketinin sınıf kompozisyonu (ve siyasal yeniden kompozisyonu) kavramları, işçi sınıfının toplumsallaşmasını ve tabandan başlayan mücadele sürecinde, sermayeye karşı antagonistik eğiliminin artmasını, birleşmesini ve genelleşmesini ifade eder. Yeni, kollektif bir işçi sınıfı öznesine yönelik bu arayış, farklı sınıf kompozisyonlarınca, farklı örgütlenme biçimlerince belirlenen döngülere ya da daha toplumsallaşmış mücadele alanlarına olan ilgiyi artırır.

Otonomi hareketi içinde, örgütsel yapıların 1960’lar boyunca “kitlesel işçi”ye yönelik girişimleri, tamamıyla planlı kalkınmayı hedefleyen Keynesci stratejiler, “sosyalist üretkenlik”, ya da “emek değeri” kavramları çerçevesinde değerlendirildiğinden, aracı konumdaki partilerden ya da sendikalardan özerkliğin, fabrika dışındaki kapitalist ilişkilerin toplumsallaşmasına ya da toplumsal fabrikaya ya da toplumsal sermayeye karşı yürütülen mücadelelere dayanan varolan döngüye denk düştüğü kabul edilir.

Sovyetler safhasında sosyalizm eğer “üretken emeğin varedilmesi”yse, bu ancak “üretken güçlerin planlı gelişimi”ni sağlamış, yani kapitalist sosyalizmin doğuşuna yol açmıştır. Oysa en son döngünün amacı “ihtiyaçların sağlanması”dır ve bu da çalışmanın reddi ile mümkün olacaktır. Eğer işçinin emeği kapitalist için artıdeğerin kaynağıysa -Marx için emeğin sermaye “dışında” bir değeri yoktur-, işçi sınıfı özerkliği anti-kapitalist mücadele için izlenmesi gereken yolu belirler. Bu mücadele, emeğe bağımlı ihtiyacın “genel toplumsal çıkar”ına dayalı değildir; toplumsal bütüne karşı ve antagonistiktir.

İşin reddi dolayımıyla varolan bu eğilim, her yerde varolan komünizm stratejisine yöneliktir. Komünizme yönelik hareket, ancak sınıfın kendini değerli kılması [class self-valorization] ile mümkündür; bu da sınıfın kendi maddi çıkarının yeniden kendine mal edilmesine yönelik mücadele ile ortaya çıkacaktır.

Sermayenin buna vereceği karşılık, yönetilen bir kriz aracılığıyla ve toplumsal kumanda marifetiyle işi yeniden değerli kılmak; yani, Devlet aracılığıyla ücretli emek bağını ve ücretsiz artı emeği topluma dayatmak olacaktır. Bu kitlesel işçinin, sermayenin toplumsal yeniden üretimi alanına doğru genişleyerek toplumsal(laşmış) işçiye dönüşmesine yol açar. Mücadeleler, “ücretsiz (bedeli ödenmeyen) emek”, evişi, okul hayatı, toplumsallığın kapitalist biçimleri ve ücret içermeyen her türlü iş ilişkisi üzerine olacaktır. Sermayenin ücret-emek ilişkisini zorla yeniden dayatmanın bir aracı olarak kriz yönetimini üstlendiği biçime kriz-Devleti [crisis-State] adı verilir. (Fleming, 1991: xi-xii)

İşçi Sınıfının Kendini Değerli Kılması

Otonomi hareketinin ya da otonomist Marksizmin A. Negri’ce geliştirilen en önemli kavramlarından biri kendini değerli kılma (self-valorization) kavramıdır. Kendini değerli kılma kavramı, 1960 sonlarında ve 1970’lerdeki uluslararası mücadeleler döngüsünde ortaya çıkan, yalnızca işçi sınıfının gücünün değil; ama aynı zamanda, kapitalizmin ötesine geçme olasılığının da temel kaynağı olarak görülen otonom yaratıcılığın kuramsal bir ifadesidir.

A. Negri, ilk olarak 1979’da(1) kullandığı kavramı, yukarıda anılan dönemde, özelikle ABD’de ve İtalya’da süregiden yoğun sınıf mücadelelerinin ve kültürel devrimin, toplumsal mücadele dalgasının tecrübesi ile önermiştir. (Cleaver, 1992b: 6) Kastettiği, devrimci ya da “harekete geçen” öznenin kendisini değerli kılması, sermayenin değer sürecinden daha kıymetli ve etkili bir değer haline getirmesiydi. Kendini değerli kılma, yalnızca işçilerin kendi etkinliklerine değil; ama aynı zamanda, mücadelenin direnişi ya da reddiyeyi aşan ve yeni varoluş biçimlerine yönelik yönlerine işaret eder. Terim, işçi sınıfının kendini değerli kılmasını birleşme esasına bağlı olarak değil de, farklılaşma esasında kavramsallaştırdığı için, Otonomist Markist gelenek içinde, sadece bir bütün olarak işçi sınıfının değil, sınıfın farklı sektörlerinin de otonomisinin tanınmasını sağlar.

Sermayenin tahakküm altına almaya çalıştığı insanların bütün farklı eylemliliklerinde olduğu gibi, kendini değerli kılmanın farklı bouytlarını tanımak ve kabul etmek, bütüncül bir siyaset anlayışının temelinin ortaya koymaktadır. Bu siyaset, geleneksel sosyalist tasavvurun kapitalizm sonrası birliğe/bütünlüğe yönelik beklentisini reddeder ve kapitalizmden komünizme “geçiş”i, varolan kendini değerli kılma biçimlerinin bugünkü ve gelecekteki biçimlerini değerlendirme sürecinde yeniden tanımlar.(2) Yani komünizm, Kropotkin’in fikirleriyle uyumlu bir şekilde, gelecekte bir gün ulaşılacak bir ütopya olarak değil, gelişimi sınırlamalardan kurtarılmaya ihtiyaç duyan yaşayan bir gerçeklik olarak yeniden kavramsallaştırılır. (Cleaver, 1992b: 6-7)(3)

Kendini değerli kılma kavramı, Panzieri, Tronti gibi kapitalist gücün tüm boyutlarını, örneğin toplumun tamamını “toplumsal bir fabrika”ya dönüştürmeye yönelik çabalarını, ve işçi sınıfının reddiye ve kapitalist tahakkümü altüst etme gücünü kavramış İtalyan düşünürlerin erken dönem çalışmalarından esinlenmiştir. A. Negri’nin kendini değerli kılma kavramı, reddiye gücünün kurucu güçle nasıl tamamlanabileceğini ve tamamlanması gerektiğini göstermesi bakımından büyük bir önem taşır. Birçok açıdan işçi mücadelelerinin tarafını, İtalyan ve çok-uluslu sermayeden kurtarılan zamanın, mekanın ve kaynakların yaratıcı bir şekilde kullanılmasını ifade eder.

Her ne kadar Marx arada bir kendini değerli kılma kavramını, değerli kılma kavramı ile özdeş olarak kullanmışsa da, A. Negri bu kavrama tamamen farklı bir anlam yükler. Kullandığı auto(4) öneki, kapitalist değerli kılma sürecinden otonom bir değerli kılma sürecine işaret eder. Bu, kapitalist değerli kılma sürecine karşı bir basitçe direnişin ötesine geçerek, olumlu bir kendini kurma projesine ulaşan, kendi kendini tanımlayan ve kendi kendini belirleyen bir süreçtir. (Cleaver, 1992a: 128-9)

A. Negri (1991: 162) öznenin kendisini geliştirebileceğini, üretim ilişkilerini özgürleştirebildiği ve onlara hakim olabildiği sürece, üretim ilişkilerinden özgür kılabileceğini öne sürer. “Proleter öznenin kendini değerli kılması, kapitalist değerli kılmanın aksine, kendi gelişim sürecinde kendini belirleyebilme [self-determination] biçimini alır.

İşçi sınıfı mücadelelerinin kapitalist tahakküm süreçlerine direnişi eğer işçi sınıfı otonomluğunun negatif unsuru/yönü olarak değerlendirlirse, kendini değerli kılma kavramı, pozitif unsuru/yönü belirleyecektir. İşçi sınıfının kendini değerli kılması sayesinde, reddiye gücünün ya da sermayenin belirlenimlerini tahrip etme gücünün yanısıra, işçi sınıfının yeniden kompozisyonu içinde, yaratıcı olumlamanın, yeni pratikler inşa etmenin gücünü görürüz.

İktidarın İki Türü

A. Negri’nin siyasal düşüncesi, İktidar (potestas) ile potansiyel toplumsal güç (potentia) arasındaki mücadele bağlamında ele alınabilir. İktidarın doğasına yönelik çalışmalar, çağdaş siyaset kuramının başlıca alanlarından biri olagelmiştir ve A. Negri’nin eserleri, M. Foucault, G. Deleuze ve F. Guattari gibi Fransız düşünürlerinin, iktidarın tüm siyasal, toplumsal ve kişisel ufku nasıl şekillendirdiğine dair çalışmalarıyla ortaklık göstermektedir. Adı geçen düşünürlerin çalışmalarında aynı zamanda ortaya çıkan bir diğer boyut, yeni ve yaratıcı toplumsal güçlerin, olumlayıcı alternatif pratiklerin tanımlanmasına yönelik bir girişimdir.

A. Negri’nin özellikle Spinoza’nın düşüncesini yorumlaması, bu projeye bir katkı niteliğindedir. A. Negri’nin çözümlemesi, Spinoza’nın iktidara karşı ne tür bir öteki tesis ettiğini ortaya koyar.

A. Negri’nin eserlerinde, İktidar ve potansiyel güç arasında hem kuramsal, hem de pratik açılardan önemli bir ayrım olduğunu görürüz. En genel anlamıyla İktidar, kumandanın merkezi, aracı ve aşkın gücü; toplumsal inşanın sabit ve bütünleyici boyutudur. Potansiyel güç ise, kuruluşun yerel ve anlık gücü; kurucu toplumsal etkinliktir. (Negri, 1989: 49; Negri, 1991a: xiii) Başlangıçtan itibaren, bu ayrımın basitçe farklı kaynaklara ve potansiyellere sahip olan farklı öznelere değil; kavramsal ve maddi terimlerle birbirlerine zıt, iki farklı egemenlik ve örgütlenme biçimine atıfta bulunduğunu anlamak hayati önem taşır. Bu hem metafizik, hem siyaset için geçerlidir. A. Negri, varlığın örgütlenmesini de, toplumun örgütlenmesini de bu bağlamda ele alır.

A. Negri, “kapitalist üretim ilişkilerinin iktidarı” olarak tanımladığı ilk tür iktidar ile “proleter üretken güçlerin sahip oldukları potansiyel” olarak tanımladığı toplumsal potansiyel gücün arasında gerçek anlamda bir zıddiyet olduğunu ileri sürer. Bu potestas ile potentia arasındaki, toplumsal kurgunun bütünleştirici ve sabit boyutu ile kurucu toplumsal etkinlik arasındaki zıddiyettir.

Otonomist Marksizm

Otonomist Marksizm, işçilerin sermayeden ve sendikalar siyasal partiler gibi kendi örgütlerinden özerk/bağımsız olan gücünü ön plana çıkaran bir siyaset, bir dizi toplumsal mücadele ve A. Negri gibi düşünürler ile genel Marksist gelenekten ayrılır. Bu geleneği ayırdeden otonomi kavramı, işçi sınıfının kendi çıkarlarını tanıyabilme, bu çıkarlar uğruna mücadele edebilme ve bu mücadelenin basitçe sömürüye ya da tanımı ve değeri kendinden menkul “liderlik” anlayışına karşı çıkış düzeyini aşarak, sınıf mücadelesini şekillendirecek ve geleceği belirleyecek bir şekilde ipleri ele alma kabiliyetini ifade etmektedir.

Genel sınıf menfaatlerini kavramaya muktedir olduğu ve bunları sadece iktisadi taleplere sahip olduğunu düşündüğü işçi sınıfına öğreteceği iddiası ile profesyonel devrimci entelektüellerden mürekkep siyasal partiye ayrıcalıklı bir konum tanıyan Marksist-Leninist gelenek de; fabrika içindeki kapitalist hegemonyanın Ortodoks Marksist çözümlemesini benimseyen ve bu tahlili kültürel ve toplumsal hayatın bütününe yönelik olarak genişleterek profesyonel entelektüellerin rolünü ayrıcalıklı kılan eleştirel kuramcılar da, öncelikli olarak, işçileri kurban haline getiren tahakküm mekanizmalarını anlamaya/çözümlemeye çalışmışlardır.

Oysa, sermayenin gücü üzerinde yoğunlaşan ve işçileri esasen baskıya tepkisel ve devrim için dışsal bir liderliğe bağımlı olarak değerlendiren Marksist-Leninist gelenek ve Frankfuurt Okulu’nun aksine, toplumsal mücadeleler çerçevesinde gelişen Otonomist Marksist gelenek, bu tahakküm mekanizmalarının kırılması ve yeni toplumsal bir yapının kurulması için işçilerin otonom gücü üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini öne sürmektedir.

Otonomist Markist geleneğin başlıca önermelerinden biri, sermayenin gelişiminin işçi mücadeleleri tarafından belirlendiği ve bu mücadeleleri izlediğidir. Bu önermenin dolaysız bir sonucu, toplumsal öznelliğin gücünün tarihsel gelişme ve kurumların işleyişi açısından esaslı bir etken olduğunun kabulüdür. Otonomist Marksist gelenek, siyaset toplumsal mücadelelerin bir ürünü olarak kabul eder. Toplumsal yapı ve şeylerin bugünkü halleri, bu yüzden, toplumsal mücadelelerin zaviyesinden, yani aşağıdan yukarıya, devrimin bakış açısından okunabilir.

İşçi Sınıfının Bugünkü Durumu

A. Negri’ye (1996: 154) göre kapitalist gelişmenin dönemselleştirilmesi, bugün yeni bir çağın eşiğinde olduğumuzun işaretidir. Bu çağın ayırdedici niteliklerinden biri, sermayenin önceden hiç görülmemiş düzeyde bir işyeri otomasyonu, küresel hareketlilik ve toplumsal denetim sağlamak üzere, enformasyon teknolojisini -bilgisayarların ve telekomünikasyonun- yoğun bir şekilde kullanılmasıdır.

A. Negri, eserlerinde bu enformasyonel gelişime büyük bir önem atfetmektedir ve genelde Otonomist Marksizmin, özelde de A. Negri’nin çözümlemeleri, yeni bilgi ve iletişim biçimlerinin yalnızca kapitalist tahakkümün araçları olarak değil; ama aynı zamanda, işçi sınıfı mücadelelerinin potansiyel kaynakları olduğunu ortaya koymaları bakımından önemlidir. (Witheford, 1994: 86)

Otonomist Marksizmin teknoloji çözümlemesi, neo-Luddism’le bir hısımlığa sahiptir. Ancak Otonomist Marksizmin çözümlemesinin orijinalliği tamamen farklı bir boyutta tezahür eder: Sermayenin enformasyonel yeniden yapılanması, işçi sınıfının sadece çözüldüğü an değil, aynı zamanda yeniden yapılanmaya başladığı andır. Kitlesel işçi‘nin öldüğü an, yeni bir devrimci öznenin, yani toplumsal(laşmış) işçi‘nin ortaya çıkışı ile örtüşür.

Yüksek teknoloji kapitalizminde, toplumsal emeğin bir bütün olarak kapitalist tahakküm altına alındığı düzeyde, sınıf zıddiyetini yeniden tanımlama çabası, A. Negri’nin eserlerinde ön plana çıkan temalardan biridir. A. Negri’nin yapmaya çalıştığı, işçi sınıfı kavramını bir bütün olarak toplumsal yeniden üretim alanındaki çelişkiler ve zıddiyetler düzeyine uygun olarak genişletmek ve yeniden tanımlamaktır. A. Negri’nin eserlerinde, doğrudan üretim alanında ortaya çıkan zıddiyetleri aşan bir işçi sınıfı kavramı geliştirme çabası göze çarpar.

A. Negri’ye göre, yeni işlevselciliğin ve post-endüstriyel toplumbilim kuramcılarının iddialarının aksine, toplumsal alandaki yeni mücadele hareketleri, sınıf zıddiyetinin yeni bir düzeyini temsil eder. Bu yeni düzey, hayati gereklilikler çerçevesinde sınıf ilişkilerinin sonunu belirleyen yeni öznelliklerin ortaya çıkışına indirgenemez. Değer biçimini krizi, ki bu sınıf ilişkisi olarak tezahür eder, daha ziyade yeni düzeyde bir sınıf zıddiyetinin ortaya çıkmaya başladığı andır. A. Negri, bu çözümlemesiyle uzun süredir Ortodoks Marksizmi tahakkümü altına almış, işçi sınıfının fabrikaya bağlı sığ tanımlamalarını aşan düzeyde bir kuram geliştirmiştir.

A. Negri, işçi sınıfının bugünkü durumunu dört temel başlık altında topladığı yirmi tez ile çözümlemeye çalışmıştır. (A. Negri, 1996: 149-180)

İlk üç tez, değer kuramı üzerine daha önceki çalışmalarında ortaya çıkan sonuçları özetlemektedir.(5)

A. Negri, değer kuramı üzerine önceki çalışmalarında sürekli olarak iki geleneksel temayı, değer kanununun geçerliği sorunu ile sosyalizm ile komünizm arasındaki geçişin gelişimini, siyasal tarihin yeni evresi ile, yani tüm toplumun kapitalist birikim süreci içinde sermayenin denetimi altına alınması ve bu yüzden, fabrikada çalışan işçi sınıfının devrimci bir öznellik olarak merkeziliğinin sonu ile ilintilendirmye gayret ettiğini söyler. (Negri, 1996: 149)

İlk üç tezde, değer kanununun, emek ve birikimin daha önceki ve tarihi geçmiş örgütlenmelerine bağlı olduğu ölçüde, iktisadi işlevinin bugünkü sonunun, toplumsal emeğe bağlı çelişkilerin merkeziliğini azaltmadığını öne sürer. A. Negri için, Marx’ın sözünü ettiği yeni alt üst edici/yıkıcı öznellik bu mecrada aranmalıdır. A. Negri, kuruluşu (constitution), emek yasasınca belirlenen toplumsal-siyasal mekanizma olarak tanımladıktan sonra, emek yasası krizde de olsa, emeğin her türlü kuruluşun temeli olduğunu ve sömürünün özgürleşme zamanına karşı, tahakküm zamanının üretilmesi olduğunu öne tartışır.

A. Negri’nin Michael Hardt ile birlikte kaleme aldığı, devlet biçimi eleştirisine yönelik eserin(6) ilk bölümünde yazdıkları da, A. Negri’nin ilk üç tezi özetlerken kullandığı çerçeveyi daha anlaşılır kılmaktadır. Yazarlar, kitap boyunca sadece emekten, sömürüden yada kapitalizmden değil; ama aynı zamanda, sınıf çelişkisinden, proleter mücadelelerden ve hatta komünist geleceklerden söz edeceklerini açıklarlar. Kitap boyunca yürütülecek olan tarışmaların bu terimlerle sunuluyor olması, ortodoksiden ya da inatçılıktan kaynaklanmamaktadır. Her iki yazar da “tutkularımızla ve çağdaş dünya yorumumuzla uyumlu bir hale gelmeleri için daimi bir yeniden yorumlanma sürecine tabi tutuldukları sürece”, anılan terimlerin, “siyasal çözümleme için en yararlı kategoriler” olduklarını öne sürmektedirler. (Hardt & Negri, 1994: 3)

İşçi sınıfının bugünkü durumunu çözümlemeye yönelik tezlerin ilk üçünü takip eden yedisi, post-Fordizme ve post-Modernizme dairdir. A. Negri, post-Fordizmi “emeğin yeni toplumsal örgütlenmesinin temel koşulu ve yeni birikim modeli”, post-Modernizmi ise “bu yeni üretim tarzına uygun kapitalist ideoloji” olarak değerlendirir ve post-Fordizmin iktisadi-siyasal çelişkilerini tanımlamaya ve post-Modernizmin esrarını çözmeye çalışır.

Bunları takip eden altı tez, Marksist işçi sınıfı kavramı ile ilgilidir. A. Nergi’ye göre Marksist işçi sınıfı kavramını en temel sorunlarından ve en çözümsüz zorluklarından biri, işçi mücadeleleri ile kapitalist yeniden yapılanma ilişkisinin diyalektik bir gelişime sahip olması gerçeğinden kaynaklanır. Mücadeleler gelişmeye katkıda bulunurlar, onu belirlerler ve gelişmeyi ancak siyasal bilinçlilik devreye girdiğinde kırabilirler.

İşçi mücadeleleri, bu yüzden, her zaman, sermayeye karşı olduklarında bile, onun içindedirler. Bugün, kapitalist üretim tarzının gelişiminin şimdiki evresi ile önceki evrelerini ayırdeden, daha önceden sermaye tarafından üretilen üretken toplumsal işbirliğinin şimdi sermayenin varlığının bir koşulu olduğu gerçeğidir.

Bu bakış açısından, eşzamanlı ve süreğen çelişkiler, stratejik çelişkilere neden olmazlar. Bunalım, kendisini bir zorluk olarak ortaya koymaz; bunalım kapitalist sürecin özüdür. Bunu sermayenin kendisini yalnızca bir siyasal özne, bir Devlet, bir İktidar olarak ortaya koyabileceği gerçeği izler.

Kapitalist üretim tarzının gelişiminin her aşamasında sermaye, her zaman, işbirliğinin biçimini önceden belirlemiştir. Bu biçim, sömürü biçiminin bir işlevi olagelmiştir. Oysa şimdi durum değişmektedir: ‘Sermaye, hipnotize eden, büyüleyen bir güç, bir fantazma, bir put olmuştur.’ Bunun çevresindeyse kendini değerli kılmanın radikal süreçleri döner. Siyasal iktidarın hedefi, bu süreçleri kapitalist biçime dönüşmeye başlamak için, ikna ya da cebirle zorlamaktan ibarettir. (Negri, 1996: 165-6)

A. Negri, son beş tezde, tamamen yeni bir proleter öznellik tanımı oluşturmaya çalışır. Burada temel varsayımı, devrimci örgütlenmenin sınıf bilincinde, ancak sınıf bilinci radikal bir şekilde ve ontolojik olarak otonom ise, ifadesini bulabileceğidir.

Marksist Devlet Kuramı

A. Negri, işçi sınıfının bugünkü durumunu çözümlerken devlete de sıksık değinir. Yıllar önce, liberal demokrasinin önemli Avrupalı bir taraftarı olan Norberto Bobbio ile girdikleri tartışmada, N. Bobbio, Marksist Devlet kuramının, ancak kişinin Marx’ın eserlerini dikkatli bir şekilde okumasıyla nihai olarak ulaşabilecekleri olduğunu öne sürmüş ve kendisinin bir şey bulamadığını söylemiştir. Oysa, A. Negri için Marksist Devlet kuramı, hukukun ve Devlet kurumlarının devrimci hareketin bakış açısından pratik bir eleştirisidir. A. Negri bunu, ‘devrimci bir öznenin inşasının ve bunun gücünün ifade edilmesinin Marksist yorumsamasına bağlı bir tecrübe’ olarak tanımlar. (Hardt & Negri, 1994: 4) N. Bobbio hukukun ve Devletin Marksist bir kuramı olmadığını öne sürer ve bu yafta altında geçenin yalnızca reel sosyalizm tarafından üretilen eklektik ve vulgar bir kurgu olduğunu söylerken; A. Negri, Marx’da hukukun ve Devlet’in, işçi hareketi tarafından devrimci süreç boyunca geliştirilmiş olan ve reel sosyalizmin kanunları ve anayasaları ile baskı altına alınmış bulunan çok radikal bir eleştirisinin varolduğunu ortaya koyar.

Sonsöz

Marx’ın Devlet’in ve onun hukukunun olumlu bir kuramını sunmadığı gerçeğinin, bir Marksist çözümlemenin Devlet hakkında söyleyebileceği herhangi bir şeyi olmadığı anlamına gelmeyeceğini öne süren A. Negri, Devlet’in Marksist bir eleştirisi için hareket noktasının olumsuz olduğu anlamına geldiğini söyler. Bu hareket noktası, Marx’ın ‘şeylerin şu andaki hallerini tahrip eden gerçek harekettir’ diye tanımladığı komünizmdir.

Bu temel hareket noktasından yola çıkan A. Negri, öncelikli olarak “şeylerin şu andaki halleri”ni tanımaya ve çözümlemeye, ardından da “bugünkü durumu tahrip eden gerçek hareket”i kavramaya çalışır. Bu çaba, sürekli baskı altına alınan ama her zaman kendini özgür kılan yaşayan emek fikri ve tecrübesiyle desteklenmektedir. Yönetim mekanizmalarını ve yapılarını alt üst eden ve yıkan hareket halindeki gerçek toplumsal güçleri kavramanın önemini vurgulayan A. Negri, gayri-maddi emeğin baskın bir hale geldiği günümüz toplumlarında varolan iktidarın alternatifinin, toplumsal potansiyel gücün (potentia) olumlu bir şekilde hayata geçirilmesi ile mümkün olabileceğini söyler. Devletin tahrip edilmesi, ancak toplumsal ve üretken işbirliği anlayışının araçlarının tahsis edilmesi ile düşünülebilir. “Yönetim takviye edilmiş ve finansal kumandanın hizmetine sunulmuş bir servettir. Bizim için bunu, toplumsal emeği idare etmek ve birikmiş gayri-maddi emeğin daha zengin bir şekilde yeniden üretimini sağlamak için, dayanışma ve işbirliği içinde ortaya konan bireysel emek tecrübeleri aracılığıyla yeniden tahsis etmek şarttır.” (Negri, 1995)

Notlar

1 Antonio Negri, Marx Oltre Marx: Quaderni Di Lavoro Sui Grundrisse (Milan: Feltrinelli, 1979); Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse (New York: Autonomedia, 1991).
2 A. Negri, “komünizm ve geçiş” meselesini Marx’ın Grundrisse’de yazdıkları üzerinden tartışırken, sosyalizm kavramının sınırlarına da değinir. (Negri, 1991: 151-169)
3 Harry Cleaver (1992b: 10), bu yeniden kavramsallaştırmanın Marx’ın Ortodoks Marksistlerce uzun bir süredir gözardı edilen kendi kavramsallaştırması ile uyum içinde oluğunu öne sürerek, Alman İdeolojisi’nden şu iki cümleye dikkat çeker: “Bizim için komünizm, inşa edilecek bir durum, gerçekliğin kendini uyduracağı bir ideal değildir. Komünizmi şeylerin şu anki halini tahrip eden gerçek hareket olarak adlandırıyoruz.” (Karl Marx, 1845-46)
4 Kendini değerli kılma kavramının İtalyanca aslı autovalorizazzione’dir. Kavram İngilizce’de self-valorization kelimesi ile karşılanmaktadır.
5 A. Negri’nin değer kuramını ele aldığı önceki çalışmaları şunlardır: Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse (New York: Autonomedia, 1991); Revolution Retrieved (Londra: Red Notes, 1988) ve Labor of Dionysus: A Critique of the State-Form (Minneapolis: Minnesota University Press, 1994).
6 Michael Hardt, Antonio Negri, Labor of Dionysus: A Critique of the State-Form (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1994)

Özgür Gökmen

Kaynaklar

Cleaver, Harry 1992a: “The Inversion of Class Perspective in Marxian Theoty: From Valorization to Self-Valorizaiton”, Bonefeld, Gunn, Psychopedis (der.) Open Marxism, Cilt 2 içinde. Londra: Pluto Press.
Cleaver, Harry 1992b: “Kropotkin, Self-Valorization and the Crisis of Marxism” gopher://mundo.eco.utexas.edu:70/11/fac/hmcleave/Cleaver%20Papers
Fleming, Jim 1991: “Editor’s Preface”, Negri, Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse içinde. New York: Autonomedia.
Guattari, Félix; Negri, Toni 1990: Communists Like Us: New Spaces of Liberty, New Lines of Allience, çevirenler, M. Ryan, J. Becker. New York: Semiotext(e).
Hardt, Michael; Negri, Antonio 1994: Labor of Dionysus: A Critique of the State-Form. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Melitopoulos, Angela 1997: “Negri Hapiste”, çevirenler: U. Baker, T. Bora, Birikim 101, Eylül.
Negri, Antonio 1997: “Yeni Özgürlük Alanları’na Ek”, çeviren Ö. Gökmen, Birikim 101, Eylül.
Negri, Antonio 1996: “Twenty Thesis on Marx: Interpretation of the Class Situation Today”, S. Makdisi, C. Casarino, R. Karl (der.) Marxism Beyond Marxism, içinde. New York: Routledge.
Negri, Toni 1995: “Kurucu Cumhuriyet”, çeviren: Ö. Gökmen, Birikim 97, Kasım.
Negri, Antonio 1991a: The Savage Anomaly: The Power of Spinoza’s Metaphsics and Politics, çeviren: M. Hardt. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Negri, Antonio 1991b: Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse, çevirenler: H. Cleaver, M. Ryan, M. Viano. New York: Autonomedia.
Negri, Antonio 1989: The Politics of Subversion: A Manifesto for the Twenty-First Century, çeviren: J. Newell. Cambridge: Polity Press.
Negri, Antonio 1988: Revolution Retrieved: Selected Writings on Marx, Keynes, Capitalist Crisis and New Social Subjects 1967-1983. Londra: Red Notes.
Witheford, Nick 1994: “Autonomist Marxism and the Information Society”, Capital and Class 52, Spring.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments