Edebiyatı besleyen dildir. Dili zenginleştiren edebiyattır. Dil ve edebiyat arasında çok yoğun bir ilişki vardır. Bu ilişki Kürt dili ve Kürt edebiyatı söz konusu olduğu zaman da böyledir.
Boya olmadan resim düşünülemez. Ses olmadan müzik yapılamaz. Bu, resmin temel malzemesinin boya, müziğin temel malzemesinin ses olduğunu gösterir. Heykelin temel malzemesinin de taş olduğu söylenebilir. Edebiyatın temel malzemesi de dildir. Boya olmadan resim, ses olmadan müzik, taş olmadan heykel yapılamazsa, düşünülemezse, dil olmadan da edebiyat yapılamaz, düşünülemez.
Bugün, Türk dilini zenginleştirenler, Türk Dil Kurumu’ndan çok, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Çetin Altan, Vedat Türkali gibi yazarlardır. Kürtçe yazan Kürt yazarlarının Kürt diline katkısı bu bakımdan çok büyüktür. Mehmet Emin Bozarslan’ın, Mehmet Uzun’un, Firat Ceweri’nin, Malmisanıj’ın, Roşan Lezgin’in… yazıları bu bakımdan önemlidir.
1992 yılında Nûdem Dergisi yayına başladı. Nûdem, İsveç’te basılıyordu ama Kürtlerin yaşadıkları her alana gönderiliyordu. On yıl boyuncu düzenli olarak yayımlandı. Firat Ceweri’nin yönettiği Nûdem, Kürt dili bilincinin, Kürt edebiyatı bilicinin, Kürt alfabesi bilincinin gelişmesine çok büyük katkılar sağladı. Nûdem’in çeviri faaliyeti de oldu. Dünya edebiyatının önemli eserlerinin, önemli edebi yazıların Kürtçeye çevrilmesi amaçlanıyordu. Bu çabanın, çeviri çabalarının sürmesinde de büyük yarar var. Dünya edebiyatının temel eserlerinin Kürtçeye kazandırılması Kürtçenin gelişmesinde ciddi rol oynayacaktır. Doz Yayınevi’nin Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı, Cervantes’in Don Kişot eserlerini Kürtçeye kazandırması olumlu bir gelişmedir. Diyarbakır’daki Lis Yayınevi’nin “Dünya Edebiyatından Yüz Temel Eser” dizisi, çeviri çabaları bu bakımdan dikkate değer.
Homeros, İbn Haldun, Shakespeare, Cervantes, Moliere, Montaigne, Honere de Balzac, Victor Hugo, Goethe, Henrich Heine, Dostoyevsky, Tolstoy, Turgenyev, Gogol, Gançarov, Gustave Flaubert, Stendhal, Charles Dickens, Knut Hamsun, Henrik İbsen, Marcel Proust, Oscar Wilde, Jack London, Ednest Hemingway, Tagore, Willaam Faulkner, John Steinbeck, Şolohov, Gabriel Garcia Marquez gibi yazarların, düşünürlerin Kürtçe’ye çevrilmesi Kürt dilini zenginleştirecektir.
Türkçe yazan Kürt yazarları
Türkçe yazan Kürt yazarları epeyce vardır. Bunların Kürtçeye çevrilmesi de büyük önem arzetmektedir. Yaşar Kemal, Ahmet Arif, Orhan Kotan, Yılmaz Güney, Hasan Bildirici, Metin Aktaş gibi yazarların, roman ve şiirlerinin Kürtçeye kazandırılması gerekir. Ahmet Arif’in, Orhan Kotan’ın bazı şiirlerinin Kürtçeye çevrildiği biliniyor. Fakat bunların Kürtçe okunduğuna kişi olarak rastlamadım. Nedim Baran, cezaevinde düzenlenen gecelerde, Orhan Kotan’ın Gururla Bakıyorum Dünyaya kitabındaki, “Halkların Kardeşliği Adına” başlıklı destansı şiiri sık sık okurdu. Ama Kürtçe okuyana rastlamadım. Ahmet Arif’in kitabının yeni bir çevirisi yapıldı. Mükemmel bir çeviri olduğu söylenebilir. Orhan Kotan’ın yeni çevirileri de yapılmalıdır.
Ahmet Arif (1927-1991), üçlü, gruplar içinde, dörtlü gruplar içinde, Kürtlere ilişkin duygularını ve düşüncelerini efkarlı bir şekilde dile getirirdi. Ama kamuya açık toplantılarda, basında, bunları dile getirmekten uzak dururdu. Ahmet Ağabey’le 1974-1975 yıllarında, Ankara’da, Zafer Pasajı’nda, Ümit Fırat’ın, Barış Kitabevi’nde tanışmıştım. Daha sonra, çeşitli mekanlarda, farklı zamanlarda bir arada olduk. Şiirlerini içtenlikle okurdu. Türkçe olarak okurdu. Bazen ezik, bazen dirençli bir Kürttü. Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını, Cem Yayınevi, “Türk Şairleri Dizisi’nde yayımlıyordu. Ahmet Ağabey, bu tutuma, “ben Kürt şairiyim” diye tepki göstermezdi. Bu konularla ilgili konuşmalarımız olmazdı.
Orhan Kotan (1944-1998) da Türkçe yazan bir Kürt şairiydi, bir Kürt düşünürüydü. Orhan Kotan düşünceleriyle, duygularıyla bir Kürttü. Basında, kamuya açık toplantılarda duygularını düşüncelerini sık sık dile getirirdi. Orhan Kotan’ın yaşamında, Komal-Rızgari, Kürdistan Presss dönemi belirleyici bir öneme haizdir. Yaşamının son yıllarında, Realite Pres diye 4-5 sayılık bir dönem de vardır. Bu ilk döneme göre bir sapmadır. Ama Orhan Kotan’ın yaşamını belirleyen ilk dönemdir. Orhan Kotan’dan geriye kalanlar ilk dönemden geriye kalanlardır. Bu ikinci dönem de elbette yok sayılamaz, kesip atılamaz. Ama, duygular, düşünceler, yaşam biçimi, duruş, direniş, ilk döneme daha uyarlı özellikler taşımaktadır. Türk edebiyatı incelemeleri yayımlayan hiçbir dergide, Orhan Kotan’ın “Türk şairi” olarak algılandığını görmedim. Hiçbir Türk şiiri antolojisinde Orhan Kotan’a yer verildiğini görmedim.
Hasan Bildirici, Ahlat’daki ailesiyle, yaşam öyküsüyle ilgili bilgiler vermektedir. Bir Türk aileye, Kürtlerden bir gelin geldiği zaman, sürecin nasıl geliştiği, incelenmeye değer bir konudur. Bu konuda, gelinin sınıfsal konumuna bakmak gerekir. Yoksul bir Kürt aileden, bir kız, bir Türk aileye gelin geliyorsa, bu, gelinin asimilasyon sürecini hızlandırıcı bir etki yaratır. Çevresinde etkili bir Kürt aileden, bir Kürt aşiretinden, yoksul bir Türk aileye gelin gelmesi, ender rastlanan bir olgu oluyor. Kadın tarafı dayılar, teyzeler bakımından güçlüyse, yaygınsa asimilasyon ters yönde gelişebiliyor.
İlerigelen bir Kürt aileye, diyelim, çevresinde etkili olan bir Kürt aşiretine, bölgede ilerigelen bir Türk aileden veya Türkmen aileden bir gelin geliyorsa, bu da Kürtlerin asimilasyonuna yol veren bir etki yaratıyor. Aile Türk veya Türkmen gelinleriyle iletişim, ilişki kurabilmek, dolayısıyla onun dilini öğrenebilmek için çok yoğun bir çaba harcıyor. Çevresinde etkili bir Türk aileden, bir Türkmen aşiretinden, yoksul bir Kürt aileye gelin gelmesi olayına ender rastlanıyor. Bu durumun çeşitli nedenleri olabilir. Bu durumda asimilasyon ters yönde gelişebiliyor.
Hasan Bildirici’nin anası, genç yaşında, Hasan bebekken ölmeseydi, Hasan, anasından, anasının ailesinden, dayılarından, teyzelerinden bir şeyler kapabilirdi. Hasan, ana tarafından çok baba tarafından, amcalarından, halalarından söz ediyor.
Anadil, Kadir Cangızbay Hoca’nın vurguladığı gibi, Mithat Sancar Hoca’nın da belirttiği gibi, öğrenmenin bilincine varılmayan, bunun için bilinçli bir çaba sarfedilmeyen, öğrenme sürecinin farkını varılmayan bir dil oluyor. Yemek yemek gibi, su içmek gibi, Bunun da iki önemli kaynağı var. Aile ortamı, ana-çocuk ilişkileri, sokak, çocuğun sokaktaki arkadaşlarıyla ilişkileri… Ahlat’da nüfus dağılımının, mahallelere göre incelenmesi önemli olmalı. (Mithat Sancar, Lisan Bizi Nasıl Böler, Taraf, 3 Eylül 2009, s. 13)
Türkçe yazan Kürt yazarları, Kürt kültürünün, Kürdolojinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Bu yazarların Kürtçeye çevrilmesi, Kürt edebiyatında da önemli bir gelişme sağlayacağı açıktır. Uluslaşma sürecinde tercümenin çok büyük rolü vardır. Dünya edebiyatının, dünya düşün hayatının önemli eserlerinin Kürtçeye tercümesi, Kürtçenin, Kürt düşün hayatının zenginleşmesine katkı yapacaktır. Türkçe yazan Kürt şairlerini, Kürt yazarlarının tercümesinin ise, Kürtçeye çok daha büyük katkılar yapacağı kanısındayım.
Değinmeler
“Kürt Edebiyatı Üzerine” başlıklı yazıyla ilgili olarak Roşan Lezgin’den ve Recep Maraşlı’dan iletiler aldım. Yazının sonunda, “Kürtler açık kimlikleriyle yazmalıdır” şeklinde bir bölüm vardı. Roşan Lezgin bu görüşe karşı şöyle diyor: “Roşan Lezgin, benim Kürtlük adım. Devletin bana verdiği isimi kabul etmiyorum. Kürtlük adımı kullanıyorum.” Firat Ceweri, Roşan Lezgin, Berzan Boti, Malmisanij, Asa Zagrosi, Salih Agir Qoseri, Menice Brusk gibi isimler kanımca bilinen isimler. Bunlar, Roşan Lezgin’in dediği gibi takma isimler değil, esas isimler, Kürtlük isimleri…
Kürt sorunu çok büyük bir sorun. Çözümü çok gecikmiş, geciktiği için de güçleşmiş bir sorun. 1920’lerde çözüm daha kolaydı. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Irak, Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan gibi, bir de Kürdistan mandası (sömürgesi) kurulsaydı, günümüze kadar böyle bir sorun gelmezdi. 85 yılı aşkın bir zamandır, sorun çapraşıklaşmış, çetrefilleşmiştir. Soruna müdahil olanların sayısı artmıştır. Bütün bunlar sorunun çözümünü zorlaştırıcı etkenler oluyor. O zaman 1920’lerden beri yaşanan bu süreci, yani Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesini, parçalanmasını ve paylaşılmasını bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla incelemek gerekir.
“Kürtler açık kimlikleriyle yazmalıdır” derken teknik bir konuyu dile getirmeye çalışıyordum. Bilgisayar, internet, şüphesiz çok yararlı bir alet. İletişim olanaklarının hızla gelişmesi Kürt yazarlarını da çoğalttı. Bu da güzel. Ama şöyle bir sakınca da gelişiyor. Bu da dikkatlerden uzak tutulmamalı. Yazarların bir kısmı takma isimler kullanarak, bazı yazarlara hakaret ediyor, onları aşağılıyor. Açık kimlikleriyle yazsalar bunları yapacaklarını hiç sanmıyorum. İnsanlar, bunları, ancak, kendini takma adlarla gizlediği zaman yapabilir. Eleştiri, özeleştiri elbette çok önemli yöntemler, vazgeçilmez yöntemler… Ama hakaret, aşağılama, bunların bilinçli olarak yapılması kabul edilemez.
Günümüze kadar, hep, çocuklara Kürtçe isimler koyamamaktan, Q,W,X,Ê harflerinin özgürce kullanılamamasından konuşuyorduk. Şimdi, artık şöyle bir soru da gündeme geliyor. Türk, Heptürk, Tümtürk, Türkoğlu, Öztürk, Cantürk, Türkyılmaz, Türkgücü, Türker, Türkeri gibi soyadları daha çok Kürtlere veriliyor. Bunun yanında, Kaya, Deniz, Yıldız, Toprak, Demir, Bulut, Işık, Güneş gibi isimler ve soyadları da veriliyor. Çocuğuna Kürtçe isimler koymaya çalışan ana-babanın, devletin kendilerine verdiği isimlerle, soyadlarıyla ciddi bir sorunu olmaması dikkate değer bir konu oluyor.
Selim Çürükkaya, Aysel Çürükkaya, 1990’larda, PKK saflarında mücadele yürüten militanlardı. Çok fedakar ve vefakar bir mücadele yürüttüler. Ama, devletin kendilerine verdiği isimlerle bir sorunları olmamış. PKK’de böyle sorunlar yok… ”Kürtlük adımı alayım. Mücadeleyi Kürtlük adımla sürdüreyim…” şeklinde bir anlayış yok. Aysel Çürükkaya ve Selim Çürükkaya kızlarının adına Soma Ma Diya koymuşlar. İşte esas Kürtlüğe dönüş, öze dönüş, kendi değerlerine dönüş burada başlıyor. Kürt sorunun çok büyük bir sorun. İnsan Kürtler hakkında daha çok şey bildikçe, öğrendikçe, sorunlar insanın bilincine daha çok çarptıkça, Kürtler hakkındaki bilgisinin ne kadar az olduğunu da fark ediyor.
Recep Maraşlı, bana gönderdiği yazıda, Osmanlı döneminde, daha sonra da Cumhuriyet döneminde, Türkçe’nin, İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi emperyal bir dil olarak algılanabileceğini, Türkçe yazan Kürtlerin bu ilişkiler çerçevesinde geliştiğini, onları da Kürt edebiyatı çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini anlatıyor. Bu düşünceye karşı şöyle bir itiraz geliştirilebilir. Örneğin, Büyük Britanya. Hiçbir sömürgesinde, yerli dilleri inkar etmedi onları imhaya yönelmedi. Bilakis onları geliştirmek için enstitüler kurdu. Örneğin, 1858 yılında, Hindistan’da, Sanskrit Entitüsü, Büyük Britanya tarafından kuruldu. Türkiye’nin, Kürtlere, Kürtçeye karşı temel politikası ise inkara, imhaya dayalı bir politikadır. Türkçe yazdığınız zaman devletin bu politikalarını olumlamış oluyorsunuz.