Giriş
Osmanlı Türk tarihinde bugüne kadar hakkında en çok konuşulan, üzerinde çalışma yapılan şahsiyetlerden biri de şüphesiz Şeyh Bedreddin Mahmud’tur. Ancak, hala Şeyh Bedreddin’in fikirleri ve ne yapmak istediği tam manasıyla anlaşılmış değildir.
Bazı araştırmacılar onu Osmanlının yetiştirdiği en büyük alim ve mütefekkirlerden biri olarak takdim ederken, bazıları da İslam itikadına ters düşen düşünceleri sebebiyle aşırı derecede itham etmekte, hatta Osmanlı devletini parçalamak isteyen Timur’un ajanı olduğunu, bütün mallarda eşitlik fikriyle Türkiye’de Sosyalizm hareketinin başlatıcısı olarak görürler.
Biz bu mütevazı çalışmamızda Şeyh Bedreddin hakkında bugüne kadar yapılan araştırma ve etütlerden istifade ederek, bu hususta aşırılıklara kaçmadan bir fikir vermeye çalışacağız.
Şeyh Bedreddin’in Hayatı
Şeyh Bedreddin Mahmut, alim ve mutasavvıf olmasının yanında dini ve içtimai bir ihtilal hareketinin başıdır. Babası Simavna kadısı İsrail adında bir zattır. Bu sebepten Simavna kadısı-oğlu(ibn-i Kadı-Simavna)adı ile tanınmıştır. Bedreddin, Anadolu Selçukluları hükümdarı Alaaddin Keykubat’ın neslindendir. Bedreddin’in dedesi olan Abdülaziz, Osmanlıların Rumeli futuhatına başladıkları sırada onlarla beraber bulunmuş ve Dimetoka muharebesinde şehit olmuştur.
Bazı tarihçiler ise Şeyh Bedreddin’in Selçuklulara mensubiyetini reddederek, saltanat kurmak için meydana çıkanlar ve muvaffak olanların bu hareketlerini meşru göstermek için kendilerini eski hükümdar sülalelerinden birisine mensup olduklarını iddia edegelmişler ve bunu isbat için silsilenameler tertip ettirmişlerdir. Şeyh Bedreddin’in Selçuklulara mensubiyetini de bu kabilden addetmişlerdir.
Abdülaziz’in İsrail adındaki oğlu Dimetoka kalesi Rum beyinin kızını almış ve bu izdivaçtan Şeyh Bedreddin doğmuştur. Bedreddin Mahmut’un doğum yeri bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Dimetoka kasabasının bir köyü olan Simavna’dır. Sonradan yakıştırma suretiyle yanlış olarak Kütahya’nın Simav kasabasına nisbet edilerek Bedreddin Simavi denilmiştir. Doğum tarihi ise kesin olarak bilinmemekle birlikte kaynaklardan çoğu 1360 olarak bildirmektedir.
Bedreddin Mahmut, ilk öğrenimini babasından alır, bu arada Kur’an-ı ezberler, sonra Edirne’de Molla Yusuf adında bir bilginden ders almaya başlar. Molla Yusuf’un ölümü üzerine Bursa’ya gider, Bursa kazaskerinin oğlu Musa Çelebi’ye konuk olur ve onunla birlikte kazaskerden ders almaya başlar. Bir yıl sonra Bedreddin Konya’ya gider. O çağlarda Konya Anadolu’nun en büyük ilim merkezidir. Bedreddin Konya’da Feyzullah adlı bir ilim adamından ders alır. Okuduğu ilimler arasında dil ilminden başka mantık ve astronomi de vardır. Bedreddin, Konya’da eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a geçer, Kahire’de Şeyh Ekmeliddin Babartin’in ve mantıkçı Mübarek Şah Malili’nin derslerine devam eder. Ders arkadaşları arasında ünlü Türk hekimi Hacı Paşa, Türk şairi Ahmedî, Molla Fenarî ve İslam dünyasının tanınmış bilginlerinden Seyit Şerif Cürcanî de yer alır.
Bedreddin, bir ara hocası Mübarek Şah ile hacca gider, dört ay kadar Mekke’de kalarak oradaki bilginlerden ders alır ve yine Mısır’a döner. Bir yandan bilgisini artırmak için derslerine devam ederken, bir yandan da Mısır’da yönetici olan Sultan Melik Zahir Barkuk’un oğlu Fereci okutur. Çağının töresine göre hocasından izin alarak eser yazmaya başladığında 25 yaşındadır.
Bedreddin Mahmut, bir gün Sultan Barkuk’un verdiği bir şölende Şeyh Hüseyin Ahlati ile karşılaştı. Sultan, Şeyh Bedreddin ile Şeyh Hüseyin Ahlati’ye birer Habeş cariyesi armağan eder. Bedreddin’in bu cariyeden bir oğlu olur ve adını İsmail koyarlar.
Önceleri tasavvuftan uzak duran, hatta onu küçümseyen Bedreddin, Ahlati ile tanıştıktan sonra tamamen değişir ve tasavvufa aşık olur. Mutasavvıfların eserlerini inceledikçe fikir ve hisleri yükselir. Hakikatı ve bütün insanları daha çok sevmeye ve daha geniş düşünmeye başlar.
Bedreddin tasavvufi düşünceye o kadar kendini kaptırır ki, bir gün cezbeye tutularak bütün kitaplarını Nil’e döker ve tarikata girer. Sırtındaki giysileri çıkarıp aba giymeye başlar.
Bedreddin riyazata fazla düştüğünden çok zayıflar ve sonunda hastalanır. Şeyh Ahlati’nin tedavileri bir fayda sağlamayınca ona hava değiştirmesini söyler. O’da İran’a doğru seyahate çıkar. Bu sırada Timur Anadolu’yu alt üst etmiş ve İran’a dönmüştü. Timur, İran bilginleri arasında bir münazara düzenler, tartışmaya Bedreddin de katılır ve büyük bir başarı kazanarak Timur’dan iltifat görür.
Tebriz’de Timur’un tekliflerini kabul etmeyen Bedreddin bir süre sonra gizlice oradan ayrılarak Ahlat ve Bitlis’ten geçerek Mısır’a gitmiş ve Şeyhinin hizmetine girmiştir. Şeyhi ölürken Bedreddin’i yerine bırakmış, fakat Bedreddin altı ay onun yerinde oturduktan sonra Şeyhin müridlerinden gördüğü haset dolayısıyla önce Şam’a, sonra Halep’e geçer. Halep Türkmenleri onu sevgi ile karşılarlar ve aralarında kalmasını isterler. Bedreddin kabul etmez ve Anadolu’ya geçer. Önce Karaman’a oradan da Konya’ya gelir. Konya’da bir süre kalır sonra Aydın’a, oradan da Tire ve İzmir’e geçer. Şeyhin ününü işiten Sakız adası hakimi onu adaya davet eder. Bedreddin adaya geçer ve orada sohbetler yapar.
Edirne’ye vardığında annesi ve babası hayattadır. Bir süre sonra Bursa ve Aydın’a doğru bir gezi yapan Bedreddin yine Edirne’ye döner ve bir süre sessiz sedasız yaşar. Bu arada oğlu İsmail bir Ermeni kızıyla evlenir. Edirne’de karısının ölümü üzerine halktan kendisini çekerek yedi yıl süren münzevi bir hayat yaşamıştır. İşte bu sıralarda Timur yenilgisinin sonucu olarak Yıldırım Beyazid’in oğulları arasında saltanat kavgaları sürüp gitmektedir. Edirne ve havalisinde idareyi Süleyman Çelebi’nin elinden almış olan Musa Çelebi Bedreddin’i kendisine kazasker olmasını ısrarla istemiş, o da bu görevi kabul etmiştir. Yıldırım’ın diğer oğlu Çelebi Mehmet bütün kardeşlerini yenerek devletin birliğini temin etmiştir. Çelebi Mehmet, Bedreddin’e hürmet göstermiş, fakat kazaskerlikten azlederek İznik’te oturmaya mecbur etmiş ve kendisine ayda bin akçe maaş bağlamıştır. Bedreddin İznik’de serbest olarak yaşıyor, eser telif ediyor ve kendisini ziyarete gelenlerle görüşüyor, bir tarafdan da gizli gizli adamlar ve müridler yetiştiriyordu. Nihayet en becerikli adamları vasıtasıyla halk arasında propaganda yapmaya başladı, ve bu arada Börklüce Mustafa adındaki adamını Aydın iline yolladı. Mustafa, Aydın ve Karaburun da etrafına binlerce kişi toplamaya muvaffak oldu. Bedreddin, Börklüce Mustafa’nın faaliyetlerini ilerlettiğini haber alınca İznik’te kalmayı tehlikeli bularak İsfendiyar Bey’in yanına kaçtı. İsfendiyar Bey, Çelebi Mehmet’ten çekindiği için Şeyh’e müsade etmedi. Şeyh de gizlice bir gemiye binerek Rumeli yakasına geçti ve Zağra’ya gitti. Şeyh’in burada nüfuz dairesi gittikçe genişlemeye başladı. Bir müddet sonra Zağra’dan Silistre’ ye geldi, oradan Dobruca’ya geçti sonra da Alevilerle meskûn olan Deliorman’a yerleşti. Buradan her tarafa mektuplar ve adamlar göndererek propagandaya girişti.
Bedreddin, Anadolu ve Rumeli’deki isyanlarla henüz iç mücadele sarsıntılarından kurtulmuş olan Osmanlı Devletini gafil avlayarak Şeyhlikten Şahlığa geçmek istedi. Kendi cemiyetine başka din ve mezheplerden de adam alıyordu. Karaburun’dan Börklüce Mustafa’nın yanında yaklaşık beş bin kişi vardı. Başlangıçta isyan burada baş gösterdi. Kısa zamanda büyüyerek korkunç bir hal aldı. Dede Sultan diye anılan Börklüce Mustafa’nın üzerine mühim bir kuvvetle gönderilen İzmir sancak beyi Aleksandır bunlara mağlup oldu ve savaş yerinde öldü. Bunun üzerine iş ehemmiyet kazandı. Saruhan Sancak Beyi olan Timurtaş Paşa oğlu Ali Bey de bozguna uğratılıp kendisini zor kurtardı ve Manisa’ya kaçtı. Durum iyice nazikleşti. Çelebi Mehmet şiddetli tedbir almaya mecbur oldu. Sadrazam ve beylerbeyi olan Bayezid Paşa ile beraber oğlu Şeyhzade Murat’ı daha büyük bir kuvvetle Börklücü kuvvetleri üzerine gönderdi. Bayezid Paşa, önce yollardaki büyük küçük asi gurupları temizledi ve nihayet bunların sığındıkları dağa vardı. Börklüce ve diğer asi kuvvetleri pek fazla mukavemet edemeyerek teslim oldular. Fakat Bayezid Paşa da pek çok zayiat vermiştir. Bayezid Paşa, teslim olanları Ayasuluğ’a getirdi, sorguya çekti. Orada Dede Sultan denilen Börklüce Mustafa’yı tarikattan vazgeçirmek için çeşitli vasıtalar kullanıldı. Fakat bir netice elde edilemedi. Nihayet önce asi müridler Dede Sultan Börklüce’nin gözü önünde idam edildi. Bunlar ölürken “Yetiş Dede Sultan” diye bağırıyorlardı. Dede Sultan da elleri tahtaya mıhlanmış bir surette deve üzerine konulup şehirde teşhir edildikten sonra katledildi.
Manisa taraflarındaki Torlak Kemal isyanı, Karaburun isyanı kadar korkunç olmamakla beraber, isyancıların sayısı üç bin kişi kadardı. Şeyhzade Murat ile Bayezid Paşa Börklüce isyanını bastırdıktan sonra Torlak Kemal’in üzerine gittiler. Neticede Torlak Kemal mağlup oldu müridlerinden pek çoğu asılarak idam edildi. Torlak Kemal’de Manisa da halkın gözü önünde asılarak bu isyanda bastırılmış oldu.
Bu kıyamın asıl reisi olan Şeyh Bedreddin ise Deliorman’da yerleştikten sonra etrafına adamlar ve mektuplar göndererek halkı kendi birliğine davet etmişti. Kazasker bulunduğu sırada Rumeli’de bir hayli taraftar toplamıştı, fakat Anadolu’daki kıyamın büyümesini bekliyordu. Börklüce ve Torlak Kemal isyanlarının bastırılması Bedreddin ve beraberindekilerin maneviyatını sarstı.
Çelebi Mehmet, bu sırada Bedreddin’in Deliorman’daki faaliyetini daha önceden haber aldığından Serez’e gelip Bayezid Paşanın Anadolu’dan dönmesini bekliyordu. Bayezid Paşa gelince onu derhal Bedreddin üzerine gönderdi. Zaten Anadolu ayaklanmasının bastırıldığını duymuş olan Şeyh’in etrafındakilerin bir kısmı dağılmıştı. Bundan dolayı küçük bir çarpışmadan sonra Şeyh kolaylıkla ele geçirildi ve Padişahın bulunduğu Serez’e gönderildi. Kendisi Rumeli Fatihleri evladından ve yüksek alim ve mütefekkir bir şahsiyet olduğundan hemen öldürülmedi. Sultan Çelebi bu hususta ulemanın fetva vermesini emretti. Bedreddin’in yapmış olduğu hareketin İslamiyet’e uygun olup olmadığı ve cezasının ne olması lazım geleceği alimlerden müteşekkil bir heyetten soruldu. Suçlu olduğu tesbit olunarak ulemadan Heratlı Mevlana Haydar, bu mesele üzerinde Bedreddin ile ilmi münakaşa yaptı ve nihayet cemiyet nizamını bozmaya çalışan Bedreddin’i ilzam etti ve vermiş olduğu fetva üzerine ki rivayete göre Bedreddin’in kendisi de bunu kabul etmişti. Bedreddin Serez pazarında 1420 senesinde bir dükkanın önüne asıldı ve malları varislerine verildi.
Bedreddin’in idam edilmesini tarihçiler başlıca iki sebebe bağlıyorlar.
1-Mülkiyeti ortadan kaldırmak, bütün mal ve mülkün halkın ortak malı olduğunu ileri sürmek.
2-Peygamberler ve dinler arasında fark olmadığını iddia etmek.
Şeyh Bedreddin’in bir isyanla hükümdar olmak istemesinde Osmanlı Ordusunun parçalanmasının kendisinde bir ümit uyandırmış olduğunun tesiri olabilir. Batini şeyhlerinden
Hüseyin Ahlati’nin Halifesi olması isyan hareketinde Alevilerle meskûn yerlere güvenmiş olduğunu göstermektedır.
Şeyh Bedreddin’in Eserleri
Şeyh Bedreddin, dönemin gelenekleri çerçevesinde eserlerini Arapça kaleme almıştır Geleneksel din bilimlerinden olan Tefsir ve İslam Hukuku yanında yanında Tasavvuf ve dil bilim alanında da çalışmalar yapmıştır. Bedreddin Mahmut, hem zahir ve hem de batın ilimlerdeki derin kavrayışıyla mümtaz ve müstesna bir mevki işgal etmiştir. Şeyh’in yazdığı kitapların adedi otuz sekiz olduğu belirtilir. Bunlardan ancak birkaç tanesi günümüze kadar ulaşmıştır.
Bunlar arasında tesbit edebildiklerimiz şunlardır:
1- Matla-ı Hususi’l-Kelam Fi Meani Fususi’l-Hikem: Bu bir haşiyedir ve tasavvufa dairdir. Metni, Muhyıddın İbn-i Arabi’nin Fusus mukaddimesinin şerhidir. Oniki fasıldır, mutasavvıf ulemadan Davut Kayseri’nin üzerinde şerhi vardır.
2- Meserretü’l-Kulub: Yine tasavvufa dair bir eserdir. Bedreddin’in kıymetli eserlerinden biri sayılır.
3- Unkudu’l-Cevahir: Sarfdan maksuda dair yazdığı şerh’dir. Şair Senai, Zeynüddin el-Ayni, Ahmet Manisevi tarafından ayrı ayrı Türkçeye tercüme edilmiştir.
4- Letaifü’l-İşarat: Bedreddin’in İslam Hukuku’na ilişkin yazdığı ilk eseridir. Bunu kazaskerliğinden önce yazmıştır.
5- Camiü’l-Fusuleyn: İslam Hukukunun muamelât bölümüne ait çok kıymetli bir eserdir. Kazaskerliği döneminde yazmaya başlamış ve bir yılda tamamlamıştır. Bedreddin’i gerçek şöhretine ulaştıran en önemli eserlerden birisidir..
6- El-Teshil: Letaifü’l-İşarât’a bizzat müellif tarafından şerh olarak yazılmıştır. Bu eserini Edirne’de yazmaya başlamış, İznik’e gittikten dört beş ay sonra tamamlamıştır.
7- Nuru’l-Kulûb: Bedreddin’in tefsire dair iki ciltlik eseridir. Şeyh bu eserini tamamlayınca padişaha takdim etmek istiyordu. Fakat idam edilince dostları ve müridleri bu tefsiri gizlediler. Nerede olduğu belli değildir.
8- Camiü’l-Fetava: Fıkhın furuuna dair eseridir. Fazla şöhret bulmamıştır.
9- Çırağu’l-Fütuh: Arapçanın gramerine ait fazla tanınmayan bir başka eseridir.
10-Varidât: Bedreddin’in bir çok meseleleri tamamıyle kendi perspektifinden izah ettiği, en ehemmiyetli ve en çok şöhret bulan eseri şüphesiz varidat’tır. Diğer eserleri gibi Arapça olan Varidât oldukça muhtasar olup, veciz bir ifade ile yazılmıştır. Bir çok Türkçe çevirileri olan Varidât birbiri ile fazla ilgisi olmayan çeşitli meclislerde sorulan sorulara cevap niteliği taşıyan bir eserdir. Ayrıca bu eserde birbirleri ile tenakuz teşkil edecek fikirlere de yer verilmiştir. Eserin bir yerinde cennetin varlığı inkar edilirken, diğer bir yerinde Cennetin sekiz kapısından bahsedilir. Bazı yerlerinde taklitçi ulemaya karşı sert ve amansız bir lisan kullanılmıştır. Varidât’ın kanaatimizce ulemada uyandırdığı husumetin başlıca sebebi, İlahiyatla ilgili tabu sayılabilecek pek çok konunun ele alınıp tevil edilmesi ve bu yorumlamada geleneksel/egemen İslam düşüncesinde pek fazla tasvip edilmemiş olan “Batıni” tarzında bir izah denemesine baş vurulmuş olmasıdır.
Şeyh Bedreddin’in Fikirleri
İslam düşüncesiyle ilgili pek çok konuya değinmiş olan Şeyh Bedreddin’in temel düşüncesi Vahdet-i Vücud anlayışına dayanır. Varidât isimli eserinde değişik konular üzerinde düşünceler yürütürken birden bire Vahdet-i Vücud fikrine döner ve evrendeki bütün varlıkların salt varlık olan Tanrı’nın görüntülerinden başka bir şey olmadığını, bazen anlaşılamayacak kadar karmaşık ifadeler ve çeşitli benzetmelerle ispatlamaya çalışır.
“Salt varlık genel ve mutlak oluşu itibariyle bu eşyaya geçmiş, Cemal ve Celal’i ile hepsini süslemiştir. Halbuki bu ulu varlık yine salt olması cihetiyle cümlesinden beridir. Aşağılık, büyüklük, karanlık ve aydınlık gibi şeyler hep mazharlarda görülür. Başkalıklar o mazharlara göre husule gelir. Salt varlığa nisbetle hepsi birdir. Gerçekte salt varlıktan “Başka” yoktur. Bin bir surette meskün görünse dahi yine şeydir. Salt varlık haktır. Hak her şeyde ve her şey de onda tecelli eylemektedir. Hakkın eşyada zuhuru kendi özü ile değil, istidadı hasebiyledir”.
Şeyh Bedreddin, Allah’ın zatını, mahlukatından ayrı olarak kabul etmez ve alemin kadim olduğuna benimser..
“Alem mutlak olarak cins ve nevi ve şahısla kaimdir. Hudusu zatıdır, zamani değildir. Mutezat olduğu halde haktan sudur eder”.
Bedreddin’e göre beden dağılınca bir daha birleşmez. Yani cesetler haşredilmez, şeklin dağılması ruhun yok olmasını gerektirmediği gibi dağılan suret de bir daha birleşmez. Ama insan türünden hiçbir kişi kalmayınca yine bir insanın yaratılması ve insan türünün yeniden türemesi mümkündür. Yoksa hayal edilen kıyamet kopmayacağı gibi rüsum ulemasının söyledikleri şekilde cesetler de haşredilmeyecektir.
Kur-an’da Hazreti İsa’nın öldürülmediği söylendiği halde Şeyh Bedreddin Varidât’ında O’nun öldüğünü belirtir.
Şeyh’e göre Cennet ve Cehennem de netice itibariyle bu dünyadaki iyi ve kötü hareketlerin ruhlardaki acı veya tatlı tezahürlerinden ibarettir.
Şeyh’e göre Deccal, Dabbetü’l Arz ve emsali gibi kıyamet alametlerinden sayılan Eşrat-ı Saatten şimdiye kadar hiç biri zuhur etmediği gibi, binlerce yıl sonra da yine bunlardan umumiyetle kabul edilen şekilde bir şey belirmeyecektir.
Şeytan ve Melek hakkındaki düşünceleri oldukça te’vilcidir. Şeyh’e göre insanı, hakka ve doğruya teşvik eden hak yoluna meylettiren her şey melek, fitne ve fesat yollarına sevkeyleyen hayvani duygu ve vehimlerde birer şeytandır. Cinler ise bunlar arasında bulunan bir takım orta kuvvetlerdir.
“Biz emaneti göklere ve yere verdik, almaktan kaçındılar” insan onu yüklendi ayetindeki emanetin hak sureti olduğunu, bunu insanın yüklendiğini söyleyen Bedreddin bütün mutasavvıflar gibi insana büyük önem verir. Hak sureti Tanrı emanetidir ve insana verilmiştir. Bu surete insan mazhar olmuştur. Bu yüzden Tanrı’nın halifesidir. Tanrının cemal ve celal sıfatları insanda görülmüştür. Mutlak varlık insan mertebesindeki yücelikleri, ululukları başka mertebelerde görmemiştir.
Bedreddin’e göre tarikata giren kişi Şeyh’e tam bir itaat göstermeli ve kendini doktora teslim eden bir hasta gibi teslim olmalıdır. Doktorun verdiği ilaçları, acı ve kullanılması çetin şeyler olabilir. Ama iyileşmek isteyen hasta bunlara katlanmak zorundadır. Sonunda da iyileşir veya iyileşmez, gerçek mutluluğa ermek isteyen kişi de kendisine gösterilen yolda karşılaşacağı güçlüklere katlanmak zorundadır.
“Köpek olan eve melek girmez” hadis-i şerifi, ev sahibinin köpeklik sıfatını gösterir. Böyle kimsede melekten bir nasip yoktur.
Bedreddin, Peygamberlerle çocuk eğiticilerinin durumlarını birbirine benzetir: İkisi de eğitecekleri varlıkları iyi yetişmeye teşvik etmek için aslı olmayan şeylerle korkutur ya da tamahlandırırlar. Peygamberlerin yalan gibi görülen bu sözleri, aslında gerçeğe uygundur. Çünkü yalan söylemek Peygamberlere yakışmaz, bunların ancak ermiş kişilerce bilinen gizli anlamları vardır.
Bedreddin’in ilginç fikirlerinden biri de kişilerin ibadetlerinin niteliği hakkındadır. İbadetlerin amaçları ve biçimleri insanın içinde bulunduğu duruma göre değişir. Ermiş kişinin ibadeti, şeriatın sınırlarını korumak içindir. Bu sözler batınileri hatırlatıyor. Zira Batıniler” İnanç gerçekleşince tapınmanın gereği kalmaz” şeklinde yorumlarlar, ermiş kişilerin ibadet yapmasını gerekli görmezler.
Bedreddin, “Müslim, İsevî, Musevî ve Mecusi yoktur ancak insanlar yani kardeşler vardır ve bu kardeşlik sayesinde hak batılı yener”