Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaEdebiyatKuramBertolt Brecht’in sanat ve edebiyat anlayışı (2)

Bertolt Brecht’in sanat ve edebiyat anlayışı (2)

kültür-sanatBiçimcilik ve gerçekçilik tartışması

Sovyet Yazarları Birliği Kongre’sinde -1934 yılında-, Gorki, yolgösterici şiar olarak “Sosyalist Gerçekçilik” şiarını ileri sürer. Aynı yıl Moskova’da çıkan “Uluslararası Edebiyat” dergisinde, G. Lukács’ın “Ekspresyonizmin Büyüklüğü ve Çöküşü” başlıklı yazısı yayınlanır. Bunu izleyen yıllarda, özellikle de 1936-1938 yılları arasında, komünist saflarda, ilk büyük “gerçekçilik” tartışması başlar.

Tartışmanın çıkış noktası, sanat ve edebiyatın siyasetten bağımsızlığını savunan burjuva anlayışlara karşı mücadeledir. Bu çerçevede biçimciliğe, ekspresyonizme ve natüralizme karşı tavır alınır ve bunların karşısına “sosyalist gerçekçilik” konulur.

Buraya kadar Brecht’in Sovyet Yazarlar Kongresi’nden ayrılığı yoktur. Brecht sanatında sosyalist gerçekçidir. O, “sanat için sanat” savunusuna geçen burjuva sanat ve edebiyatçılarından kendisini açıkça ayırarak, pozisyonunu “proletarya için sanat” olarak belirlemiştir. Brecht, ekspresyonizm, futurizm, natüralizm vb. akımlara karşı ideolojik mücadeleyi gerekli görmüştür. Fakat, o bu tartışmada, esasta haklı olanların saflarındaki yanlışları, sapmaları da görmüştür.
1936-1939 yıllarında Brecht, Willi Bredel ve Lion Feuchtwanger “Söz” dergisini yayınlıyorlardı. Dergi, özelde Almanya’dan kaçmak zorunda kalan ve eserleri Almanya’da yasaklanan yazarların yazılarını yayınlayarak onları desteklemeyi amaçlıyor ve sanat alanında tartışma ve fikir alışverişini sağlamaya çalışıyordu.

1937 yılında, 15 yazarın birden (Lukács, Ernst Bloch, Alfred Kurella, Franz Leschnitzer, Rudolf Leonhard, Klaus Mann, Gustav von Wangenheim, Herwart Walden, Heinrich Vogeler ve diğerlerinin) konuyu ele almasıyla birlikte, büyük bir ekspresyonizm tartışması başlatılır. Bu tartışmada başı çeken Lukács’dır. Tartışmada Lukács, “Sözkonusu olan realizmdir!” şiarını öne sürer.

Brecht, daha tartışmanın başında, ekspresyonizme, futurizme, biçimciliğe karşı bayrak açanların pozisyonlarının sağlam olmadığını görür. Ancak bu tartışmaya açıktan katılmaz. Konuyla ilgili görüşlerini Çalışma Günlükleri’ne not ederek, esasta kendisine saklar. (Bu günlükler, ilk defa 1977′de Brecht’in ölümünden sonra, 21 yıl sonra tarafından, Suhrkamp yayınevinde yayınlanmıştır.)
Brecht, notlarında, bir taraftan ekspresyonistlerden, biçimcilerden vb. kendisini ayırmaya dikkat ederken, diğer taraftan da başta Lukács olmak üzere “gerçekçiler”in saflarındaki hatalı ve kaba yaklaşımlara karşı görüşlerini ortaya koyar.

“Ekspresyonizm Tartışması” başlıklı 1938 yılına ait bir notunda örneğin şöyle der:
“Bu sanat yargıcında beni kızdıran ne? (Lukács’ı kastediyor. / BN) Şu: Savunduğunun şu olduğu hissinden bir türlü kurtulamıyorum: Kilise köyde kalmalı. Demek istediği şu: Bu ekspresyonistler kiliseyi tamamen kaldıracak yerde, alıp başka yere koydular. Fakat dediği şu: Kilise köyde kalmalı. Ben hiçbir zaman ekspresyonist olmadım, ama böylesi sanat yargıçları beni kızdırıyor.
(…)

Bazı fütüristlerin yanlışları ve sapmaları apaçıktır. Onlar dev bir küpün üstüne dev bir hıyar oturttular, sonra hepsini kırmızıya boyadılar ve buna “Lenin’in resmi” dediler. Yapmak istedikleri şuydu: Lenin, herhangi bir yerde görülmüş hiçbirşeye benzememeliydi. Ulaştıkları ise şu oldu: Lenin’in resmi şimdiye kadar görülmüş hiçbir resme benzememişti. Resim, eski, lanet olası dönemden bilinen hiçbir şeyi anımsatmamalıydı. Ne yazık ki, resim Lenin’i de anımsatmıyordu. Bunlar korkunç şeyler. Fakat bundan dolayı, resimleri şimdi Lenin’i hatırlatan, fakat onların çizme tarzı kesinlikle Lenin’in mücadele tarzını hatırlatmayan sanatçılar hiç de haklı olmuyorlar. Bu da açıktır.” (”Edebiyat ve Sanat Yazıları”, cilt 2, s. 290-292)
“Biçimciliğe karşı mücadeleyi gerçekçiler ve sosyalistler olarak yürütmeliyiz!” 1937′den itibaren Brecht’in notlarında vurguladığı düşünce bu olmuştur. Bu tartışmada Brecht, esas tehlikeyi biçimciliğe karşı mücadele eden saflardaki bir başka biçimcilikte, eski biçimlerde saplanıp kalan, alışılmış olana sarılan ve bunu sosyalist gerçekçilik olarak dayatmaya çalışan akımda görüyordu. Ekspresyonistleri, futuristleri yeren gerçekçi sanat eleştirmenlerinin, eleştirilerini çoğunlukla, ‘ama siz gerçeği farklı anlatıyorsunuz’ ya da ‘farklı bir üslupla anlatıyorsunuz’ şeklinde getirdiklerini ve mücadele çizgisinin tam da bu noktada karıştığını düşünüyordu.

Brecht’e göre biçim ile içerik uyum içinde olmalıdır. Yeni içerik eski biçimlerle anlatılamaz. Yeni içeriği anlatmak için, yeni biçimler de bulmak gerekir. İçinde bulunulan anda sanat ve edebiyatın görevlerinden biri budur. Bu anlamda, yeni biçim ve teknikler arayışına yönelik her adım “biçimcilik” çığırtkanlığıyla engellenmemelidir.

Brecht, bu görüşleri salt teorik olarak savunmakla kalmayıp, bizzat pratiğinde buna uygun davrandığından, biçimcilik eleştirisinin bizzat hedefi de olmuştur. Çalışma Günlüğü’ndeki 3.8.1938 tarihli not şöyledir:

“Kendi alanımda ben bir yenilikçi olduğum için, bazıları durmadan benim bir biçimci olduğumu bağrışıyorlar. Çalışmalarımda eski biçimleri bulamıyorlar, daha da kötüsü, yenilerini buluyorlar ve beni biçimin ilgilendirdiğini sanıyorlar. Oysa ben biçimselliği küçümsediğimi bile saptadım. Şiir, anlatı, dram ve tiyatronun eski biçimlerini çeşitli zamanlarda inceledim ve onlardan ancak söylemek istediğimi engelleyecekleri zaman vazgeçtim. Hemen hemen bütün türlerde işe geleneksel olarak başladım.” (Çalışma Günlüğü, Almanca, sayfa 12)

Biçim ile içeriğin uygunluğunu hedefleyen Brecht, sosyalist sanat ve edebiyat eleştirmenlerine somut önerilerde bulunuyor. O sosyalist gerçekçiliğin bir biçim meselesine indirgenmesine karşı çıkıyor ve eleştirmenlerin bizzat kendilerini gerçekçi olmaya davet ediyor. Brecht’e göre, yapılması gereken, yapıtın mümkün olduğunca somut eleştirisidir:

“Falan romandaki şu bölümde anlatılan gerçekliğe uygun değildir, çünkü… Ya da: x işçinin y ortamındaki tavrı, özellikleri verilen bir işçinin gerçek tavrına uygun değildir, çünkü… veya: Bu romanda veremin ele alınışı tamamen yanlış bir anlayışa yolaçıyor, çünkü (…) Bir meseleyi anlatırken ona az sayfa ayrılmış ve böylece reel bir izlenim bırakmamış olabilir. Bu somut durumda somut olarak kanıtlanabilir. Diğer taraftan gerçeklikten yeni yanlar çıkarmayan eserler büyük realist eser olamazlar: Hiçbir realist herkesin bildiğini sürekli yinelemekle yetinmez; bu gerçeklikle canlı ilişkiye delalet etmez. Bu da somut durumda somut olarak kanıtlanabilir. Bir gerçekçi anlaşılır biçimde yazar, çünkü o gerçek insanları gerçekten etkilemek ister. Neyin anlaşılır, neyin anlaşılmaz olduğu somut olarak gösterilebilir, tek tek durumlarda.” (s. 295)

“Gerçekçilik nedir?” ya da daha doğrusu “Sosyalist gerçekçilik nedir?” sorusuna Brecht’in verdiği cevap gayet nettir. O herşeyden önce, gerçekçiliğin bir tarz, bir stil değil, bir tavır olduğunu öne sürer. Aslına bakılırsa;

“Hem idealist, hem de realist, gerçekliğin ve düşüncelerin resmini vermektedirler. Fakat idealist, bir güzellik ya da sanat idealinden yola çıkar, realist ise ideal olanı sürekli gerçeklikle ölçer ve onu sürekli düzeltir. Realizm salt idealizmin karşıtı olmakla kalmaz, bu mücadele anlamına da gelir. O salt gerçekliğin resmedilmesini beraberinde getirmez, idealleştirmeye karşı gerçekliği dayatır. O aynı idealizm gibi stil unsurları geliştirir, onun gibi kanaatleri teşvik eder, fakat aynı zamanda gerçekliğin kaybolup gittiği ve kanaatlerin gerçekliği iğfal ettiği bir stilizasyona karşı muhalefet de eder (ve bu muhalefet onun özünü oluşturur). O bir relativizm unsurunu taşır. Anlatımları eğer deyim yerindeyse, relatif realisttir, yani eğer anlaşılmışsa, gerçekliği “isabete götürür”. (Çalışma Günlüğü, sayfa 95)

Brecht, gerçekçiliği bir sanat eserinde gerçekliğin kolay farkedilebilirliği ile ölçmeye kalkışan görüşün karşısına “bir sanat eserinde gerçeklik ne kadar ustaca işlenmişse, eserin o kadar gerçekçi” olduğu tanımını koyuyor. Ona göre, bir sanatçının gerçekçi olup olmadığını, yani gerçekçi tarzda yazıp yazmadığını tespit ederken, “dikkat, onun tüm sis perdelerine ve yanıltmalara rağmen gerçekliği ortaya çıkarıp çıkarmadığı ve seyircisinin gerçek davranışına müdahale edip etmediği noktasına vermelidir.” (Çalışma Günlüğü, Almanca, sayfa 95)

Tartışma Yöntemi

Bu “tartışma” bağlamında önemli bir nokta Brecht’in yöntemidir. Brecht, Lukács’a yönelik eleştirilerini esasta Çalışma Günlüğü’ne kaydetmekle kalmış, bu bağlamda açıktan bir tartışma yürütmekten kaçınmıştır. Bu tartışmada, Lukács’a ne kadar kızdığı günlüğündeki notlardan ortaya çıkmaktadır:

“Bütün önemi, Moskova’dan yazmakta oluşundan ibaret olan Lukács, realizm için baştan sona biçimsel özellikler ileri sürerek, öğrenmeye aç okurlarını sonuçta, biraz utangaçça da olsa büyük komplimanlarla andığı, bu biçimsel özelliklere sahip, zamanımızın ünlü burjuva romancılarına teslim etmektedir (büyük eski zamanların eski ustaları kadar “mutlu”, “saf”, “yaratıcı” olmasalar da)” (Çalışma Günlüğü, Almanca, s. 16, 18.8.38 tarihli not)

ya da:

“… Fakat biçim sorunlarına da biçimsel yaklaşılabilir ve Lukács bunu yapıyor. Bu murksistlere (Brecht kelime oyunu yapıyor. Almancada Murks üstünkörü yapılmış iş, gaf anlamına gelir) göre olan şudur: Burjuva gerçekçilerin gerçekçiliği tam değildi, çünkü onlarda idollar vardı, bunları atarsak herşey düzelir. Onların olguları kabul ediliyor ve yeniden düzenleniyor. Öyleyse, Marx doğru sonuçlarla donatılmış Ricardo’dur, başka bir şey değil. Şolohov, bir takım at gözlüklerinden arındırılmış Balzac’dır. Gerçekte Şolohovlarda Balzac’ın materyalizminin izi yoktur (romantizm, veri hırsı, koleksiyonculuk çılgınlığı, spekülasyon vb.nden tuhaf bir karmaşa) ve sayısız fazladan at gözlüğü vardır. Burjuva realistlerini inceleme tavsiyesi de tamamen biçimseldir, çünkü bu onların derinlemesine eleştirisiyle birlikte alınmamaktadır.” (age, sayfa 25)

Brecht, Lukács’ın tartışma yöntemlerinden de rahatsızdır:

“Gerçekçilik tartışması eğer böyle giderse üretimin yolunu kapatır…” (Çalışma Günlüğü, Türkçe, s. 19)
Willi Bredel’e yazdığı bir mektupta, Lukács’ın kendisine saldırmasından şikayetçi olur ve tartışmanın kapatılmasını önerir. Brecht’e göre bu tartışmada “doğru tarafta yanlış gerekçeler ve yanlış tarafta doğru gerekçeler” vardır ve bu tartışmayı zorlaştırmaktadır. Brecht, bu tartışmaya ilişkin tavır ve konumunu “Ekspresyonizm Tartışmasına Pratik Öneriler” yazısında “iki seyirci” bünyesinde şöyle karakterize eder:

“Eski yaralar deşiliyor, yeni yaralar açılıyor, zamanaşımına uğramış düşmanlık ve dostluklar yeniden tartışılıyor, pişman olunuyor ve pişman ediliyor. Fakat hiç kimse, kendi görüşünden başka görüşe ikna edilemiyor. Buraya kadar herşey yolunda, yani taraflar çürük uzlaşmalara yanaşmıyorlar, bütün güçle silahlanıyorlar. Yalnız iki seyirci, yazar ve okur biraz sarsılmış biçimde kenarda duruyor. İkincisi, üzerine kavga edilen şeyleri gördü ve okudu, birincisinin daha yazacak şeyleri var. Omuzlarını kısmış, topyekûn silahlanmaya bakıyor ve bıçakların nasıl bilendiğini duyuyor.”

Ve Brecht sözünü şöyle bitiriyor:

“Böylece teoriden vaz mı geçiyoruz? Hayır, onu inşa ediyoruz… Sadece eleştiride biçimcilikten kaçınıyoruz. Sözkonusu olan realizmdir.” (”Edebiyat ve Sanat Yazıları”, s. 292-296)

Brecht, daha başından tartışmanın tıkandığı yargısına vardığından ve diğer taraftan içinde bulunulan anda antifaşist saflarda bir ayrılığı göze alamadığından, tartışmaya açık ve kamuoyu önünde katılmamıştır. Kendi sözüyle ‘tartışmayı ertelemiştir’. Bu tartışmalar, Almanya’da Hitler faşizminin egemen olduğu, savaşın yaklaştığı günlerde yürümektedir. Bu ortamda antifaşistlerin, komünistlerin saflarındaki birliği koruma kaygısı her ne kadar anlaşılır olsa da, bu gerekçelerle eleştirilerini kendine saklamak ve yanlışlara karşı açıktan mücadele etmemek son derece yanlıştır. Bunun yanlış olduğunu ve son tahlilde getirdiği zararın yarardan fazla olduğunu bugün çok daha açık bir biçimde görmekteyiz. Brecht’in Çalışma Günlüğü’nde yeralan notlar, onun biçimcilik ve gerçekçilik tartışmasında esasta doğru pozisyonlarda durduğunu göstermektedir. Brecht, bu görüşleri doğrultusunda tartışmaya açıktan müdahale etseydi, belki onun doğru görüşleri kabul edilecek ya da en azından yanlış pozisyonlar belirli ölçüde geriletilebilecekti. Tartışmanın gidişatı her ihtimalde değişecekti. Ne yazık ki, Brecht bu ihtimali boşlamıştır. Bu, komünist bir sanatçıdan beklenen sorumluluğun yerine getirilmemesi anlamında, önemli bir hatadır.

Brecht ve Komünist Partisi

Brecht yaşamı boyunca komünizm davasına sadık kaldı. O kendisini komünizmin hizmetinde bir sanatçı olarak görüyordu. Güncel siyaseti, bulunduğu ülkelerdeki komünist partilerini ve tabii ki, Almanya ve Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeleri yakından izliyor ve onların çalışmalarına katılıyordu. O bir partili gibi davranıyordu. Ancak komünist partisi üyesi değildi.

Komünist Partisinin değerine ve önemine en çarpıcı biçimiyle dikkat çeken bizzat Brecht’in kendisiydi (Bkz. “Parti kimdir?” şiiri). Me-ti’nin Özdeyişleri’nde de birçok kez birey ile parti ilişkisini işlemektedir:

“Mi-en-leh (Lenin -BN), şöyle dedi: İnsan iyi satranç hamleleri yapabildiği gibi, yanlış hamle yapmasını da bilmelidir. Kedi yanlış adım atıp damdan yuvarlandığında, dört ayağı üzerine düşmesini bilebilmelidir. Birey tek başına olduğunda yıkılması için çoğu kez bir tek yanlış davranış yeter. Derneğin yıkılması ise o denli kolay değildir. Dernek tek bir yanlış yüzünden yıkılamayacağından, daha kapsamlı girişimleri göze alabilir.” (age, sayfa 19)

Bu satırları yazan Brecht’in komünist partisine üye olmaması, bu gerekli adımı atmaktan hayatı boyunca kaçınmış olması, onun bir zaafı olarak değerlendirilmek zorundadır. Anlaşılan, Brecht, komünist partisine üye olduğu takdirde, istediği gibi üretemeyeceğinden çekinmekteydi. Fakat, bu tam da “sanat özgürlüğü” isteyenlere karşı mücadelesinde çok doğru biçimde yerdiği bir pozisyondu. Onun bu çekincelerini bir kenara atıp, sorumluluğu üstlenmesi ve açık ideolojik mücadeleyle komünist partisinin hatalarına tavır alması gerekirdi. Fakat, Brecht’in bu zaafı, partiye ve komünizm davasına yürekten bağlı bir kişinin zaafı olarak değerlendirilmek zorundadır.

Brecht’in Sovyetler Birliği ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne ilişkin tutumu

Brecht, Sovyetler Birliği’ni proletaryanın anavatanı olarak değerlendirmiş ve tüm benliğiyle onu faşistlere, burjuva ve küçük-burjuvalara karşı savunmuştur. Onun gözünde, Lenin ve Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği, tüm “sevap ve günahlarıyla” burjuvazinin karşısında proletaryanın kalesidir.

Brecht, Troçkizmin Sovyetler Birliği’ne saldırıları karşısında Stalin yönetimini savunmuştur. Ancak, bu dönemde Sovyetler Birliği’nde halk düşmanlarını temizlemek için büyük girişimde, gereksiz sertliklere ve hatalara düşüldüğü kanısındadır. O, bu noktada, Sovyetler Birliği’ne ilişkin tavrını “pozitif eleştirici” olarak tanımlamıştır.

Paris’te bulunduğu günlerde Günlüğüne yazdığı Şubat 1939 tarihli notu, onun Sovyetler Birliği’nde olup bitenlerle ilgili rahatsızlık duyduğunu ve arkadaşlarının akibeti bağlamında huzursuz olduğunu göstermektedir. Brecht, yanlış bulduğu uygulamaları eleştirmekte ve çalışma arkadaşları hakkındaki “ajan” suçlamalarına kuşkuyla bakmaktadır. Fakat, bu noktada da görüşlerini salt kendisine saklamaktadır.

“Koltsov da Moskova’da tutuklanmış. Orayla son bağlantımdı. ‘Japon ajanı’ olduğu söylenen Tretyakov’un ne olduğunu kimse bilmiyor. Prag’da kocası için Troçkist ilişkiler kurduğu iddia edilen Neher’den de kimsenin haberi yok. Reich ve Asya Lacis bana artık yazmıyorlar, Grete Kafkaslar’daki ve Leningrad’daki tanıdıklarından cevap alamıyor. Görmüş olduğum tek politikacı Béla Kun da tutuklandı. Meyerhold tiyatrosunu kaybetti, ama opera rejisörlüğü yapabilirmiş. Edebiyat ve sanat boktan görünüyor, siyasi teori iflasta, memurvari bir biçimde propaganda edilen kansız bir proleter hümanizmi var. Vokresenski diye biri resmi bir makalede (Lenin ve Stalin’in Sosyalizmin Zaferi Teorisi Sovyetler Birliği’nde Zafer Kazanıyor!) Stalin’in teorisini şöyle açıklıyor: “Devletin sönmesi onun çokyönlü sağlamlaştırılmasıyla olur” ve: “Sosyalist devlet kitlelere yeni sosyalist çalışma disiplinini öğretmek için(!) gereklidir” ve: “En iyi Stahanov normlarını bütün ülkenin ortalaması yaptığımızda, sosyalizmden komünizme geçişin tayin edici önkoşullarını yaratmış olurduk.” İşçilerin (farklı ücret veren fabrikalar arasında) ondan ona dolaşması yasayla durdurulmuş ve grevlerin olduğu söyleniyor. Siyasi “demokrasi” hakkında boş laftan öte birşey duyulmuyor, ve üretimin sosyal örgütlenme biçimi hakkında haber yok. Dışardaki Marksistler açısından Marx’ın Alman sosyaldemokrasisine karşı tutumuna benzer bir tavır kalıyor. Pozitif eleştirici.
Bu arada kapitalizm emperyalizm ve tekelci kapitalizm olarak ekonomik mücadelelerini ulusal birimlerde yürütüyor. Bu ulusal biçim, miadını doldurmadan (şimdi yokedici güçlere dönüştürdüğü üretici güçlerin gelişmesi için de) elinden geleni yapmadan sahneyi terketmeyecek.” (Çalışma Günlüğü, Almanca, sayfa 23)

Brecht’in bu notunda herşeyi kendi deyimiyle “boktan” görmesi, şüphesiz dostlarının durumuna duyduğu üzüntüyle ilgilidir. Aynı döneme ilişkin diğer notlarında buradaki karamsarlığı yoktur. Diğer taraftan ama eleştirilerinden vazgeçmemiştir. İçlerinde Brecht’in çalışma arkadaşlarının da yeraldığı bir dizi sanatçı/edebiyatçının “ajanlık”la suçlanarak tutuklanması, “öğretmenim” dediği Meyerhold’un 1940′ta idam edilmesi onu yakından etkilemiştir. Brecht’in “Halk Yanılmaz mı?” şiiri doğrudan Meyerhold’un idamı ile ilgilidir.
Brecht, Sovyetler Birliği yönetiminin içte ve dışta yığınla düşmanı olduğunu bilmekte ve iç ve dış düşmanlara karşı mücadeleyi meşru görmektedir. Diğer taraftan “Halk Yanılmaz mı?” şiirinde de dile getirdiği gibi, halk düşmanlarına karşı mücadelede yanlışlara düşülebileceğini, aşırılıklara kaçılabileceğini savunmaktadır. Her ihtimalde Meyerhold’a ve diğer bazılarına haksızlık yapıldığı konusunda kuşkusu vardır. Bu kuşkusu, “Me-ti’nin Özdeyişleri”nde de dile gelmektedir:

“Nİ-EN’in davaları

Me-ti (Brecht), Ni-en’i (Stalin) dernek içersindeki düşmanlarına karşı açtığı davalarda halktan çok güven beklediği için suçlar ve şöyle derdi: Benden kanıtlanabilir bir şeye inanmam (kanıtlanmaksızın) istenirse, bunun, benden kanıtlanması olanaksız bir şeye inanmamın istenmesinden farkı yoktur. Böyle bir şey yapmam. Ni-en, dernekteki düşmanlarını uzaklaştırmakla halka yararlı olmuş olabilir, ama yaptığının kanıtını getiremedi. Kanıtlayamadığı davalarının halka zararı dokundu. Ni-en’in asıl yapması gereken, kanıt istenmesini öğretmekti.” (”Me-ti’nin Özdeyişleri Kitabı, sayfa 114, 1977, Alan Yayıncılık)

Brecht’in “Halk yanılmaz mı?” sorusu elbette haklıdır. Ve “halk” bazı durumlarda yanılmıştır da. Partinin devrim düşmanlarından temizlenmesi ve Sovyet devletini karşıdevrimci yıkma girişimlerinin ortaya çıkarılması harekatı içinde kimi hataların da yapıldığını bizzat Parti de tespit etmiştir.
Tam da böyle olduğu için, Brecht ve onun gibilerin zamanında susmaması, tavır takınması gerekirdi. O bu noktada kendisinden talep ettiği “pozitif eleştirici” rolünü yerine getirmeliydi. Brecht bunu yeterince yapmamıştır. Çünkü o, Hitler faşizmine karşı savaş arifesinde ve sırasında Sovyetler Birliği yönetiminin zayıflatılmasının son derece zararlı olduğu kanısındadır. Onun tavrını son tahlilde belirleyen, soğuk savaş dönemine ait bir notunda ifade ettiği şu pozisyon olmuştur:

“Dostlar ve Düşmanlar

1. Yoksullar ve sanatçılar Ruslardan yanadır, çünkü Ruslar yoksulluğa karşı ve sanattan yanadır. Amerikalılar ise sanata karşı ve kârdan yanadır.
2. Rusların hataları dostların hatalarıdır, Amerikalıların hataları ise düşmanların hatalarıdır.” (”Edebiyat ve Sanat Yazıları”, sayfa 502)
Brecht, susmayı seçmiş ve “dostlarının hataları”na ilişkin görüşlerini Günlüğüne kaydetmekle yetinmiştir. Niyeti ne olursa olsun, onun bu tavrı sonuçta proletaryanın zararına olmuştur. Çünkü, bugün, her renkten komünizmin düşmanları, Brecht’in suskunluğunu ve notlarını komünizm davasına karşı kullanmaya çalışmaktadır.

Brecht, savaş ertesinde çeşitli zorlukları aşarak Doğu Berlin’e yerleşti ve hayatının geri kalan bölümünü Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde geçirdi. Burada Berliner Ensemble tiyatro kolektifini kurdu.
Brecht, Demokratik Almanya rejimini ve onun kimi uygulamalarını eleştiriyordu. Fakat ona yine de -anda daha iyisi yok, anlayışıyla- sahip çıkıyordu. 17 Haziran 1955′te Demokratik Almanya rejimine karşı ayaklanan işçiler ve bu ayaklanmanın bastırılmasının ardından yazdığı notlar, onun bu çelişkisini gayet açık göstermektedir:

“17 Haziran, tüm varlığı yabancılaştırdı. Bütün yönsüzlükleri ve zavallıca çaresizlikleri içinde işçilerin gösterileri, gene de burada işçilerin yükselen sınıf olduğunu göstermektedir. Eyleme geçenler küçük burjuva değil, işçiler. (…) Şimdi ise, büyük bir terslik olarak büyük bir fırsat doğdu işte, işçileri kazanmak için. Bu nedenle ben, o felaketli 17 Haziran’ı hiç de salt olumsuzluk olarak almadım. Proletaryayı, gene sınıf düşmanının eline, gene o faşist dönemin kuvvetlenen kapitalizminin eline düşmüş gördüğüm anda -bu noktada beni kurnazca ve rahatlatıcı hafifletmeler yapmaktan hiçbir şey alıkoyamaz- gene de faşizmin hesabını görebilecek tek gücü gördüm orada.” (Çalışma Günlüğü, Türkçe, sayfa 234)
Brecht, haklı olarak, ayaklanmayı rejimin hatalarını ortaya çıkarma ve düzeltme noktasında bir şans olarak görürken, bütün dikkatini koltuğu kurtarmaya toplamış olan revizyonistlerin tavırlarıyla da şöyle alay ediyordu:

“Çözüm
17 Haziran halk ayaklanmasından sonra
Yazarlar Birliği sekreteri
Stalin bulvarında
üzerinde
halkın hükümetin güvenini kaybettiğini
ve ancak iki misli çaba harcayarak
bu güveni yeniden kazanabileceğini
yazan bildiri dağıttırdı.
Hükümetin halkı dağıtması
ve kendisine yeni bir halk seçmesi
daha kolay olmaz mıydı?”

Brecht, Berlin’deki olayların hemen ertesinde “örgütlü faşist unsurlara karşı mücadeleyi hep birlikte desteklemek üzere” tiyatrosundaki çalışanları topladı. Pek çok kişiye, olaylara ilişkin tutum belirleyen mektuplar yazdı. Erwin Leiser’e yazdığı bir mektupta şunları söylüyordu:
“Sosyalist Birlik Partisi’ne üye değilim. Ama onun pek çok tarihsel kazanımlarına saygı duyuyorum ve savaş tezgâhlayıcısı faşist takımı ona -hatalarından dolayı değil, doğru ve iyi yaptıklarından dolayı- saldırdığında, ben Sosyalist Birlik Partisi’ne bağlı olduğumu hissettim” (Çalışma Günlüğü, Türkçe, sayfa 235)

Brecht, Sovyetler Birliği’ni ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni savunması nedeniyle Batı basınında ağır bir biçimde suçlanmıştır. Özellikle, 21.12.1955′te, Moskova’ya giderek “Stalin Barış Ödülü”nü alması, şahsına yönelik saldırıların yoğunlaşmasına yol açmıştır. Brecht’in bu tavırlara yanıtı açıktır:

“Burada olduğum için bu fikirleri taşıyor değilim, bu fikirleri taşıdığım için buradayım ben!” (Çalışma Günlüğü)

Sonuç

Bertolt Brecht, sanat ve edebiyat alanında Marksizm-Leninizmi uygulamaya çalışmış, taraflı bir sanatçıdır. O proletaryadan yana saf tuttuğunu, taraflı sanatın savunucusu olduğunu açıklamaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. O sanatı, kitleleri bilinçlendirmenin, onları eğitmenin bir aracı olarak görmüştür.

Brecht, gerçekçiliği, sosyalist gerçekçiliği sanatsal tutumu olarak görmüştür. Sosyalist gerçekçi bir sanat anlayışı gerçekliği kavramak/kavratmakla yetinmemeli, bizzat gerçekliği değiştirmeyi hedeflemelidir. Sanat, ezilen kitleler içindir. Böyle olduğu için de hem en geniş kitleler tarafından anlaşılır olmayı hedeflemeli, bunu yaparken ama, onların ‘tüketiciliğiyle’ uzlaşmamalıdır. Sanat, kitleleri dürtmeli ve hatta eyleme geçirmelidir. Kendi sanatında, özelde tiyatroda bu yüksek talep peşinde koşan Brecht, diyalektiği tiyatroya taşımış ve adıyla birlikte anılan “Yabancılaştırma” tekniğini geliştirmiştir.

Brecht, yenilikçidir. O hiçbir zaman biçime takılmamış, içeriği en iyi şekilde verebileceği yeni şekiller aramaktan ve denemekten çekinmemiştir. Bu yönüyle Brecht, Sovyetler Birliği’nde başlayıp uluslararası alana yayılan “biçimcilik mi gerçekçilik mi?” tartışmasında “biçimcilik” suçlamasının da hedefi olmuştur. Konuyla ilgili notlarında ve sanat pratiğinde doğru pozisyonda olduğunu kanıtlayan Bertolt Brecht, partili olmaktan ve açık ideolojik mücadeleden kaçtığı noktada bir komünist mücadeleciden beklenen tutumu sergilememiştir. Bunlar, bir komünist açısından önemli zaaflardır. Bu zaaflarına rağmen, o proletaryanın en değerli sanatçıları arasında anılmaktadır. Eserleri bugün de bizleri eğitmektedir.

“Bence gerek yok mezar taşına, ama
Eğer gerekliyse sizce
Şunlar yazılsın isterdim o taşa:
‘Öneriler getirmişti. Aldık
Önerilerini.’
Böylesi
Onurlandırırdı hepimizi.”

Kaynak: Güney Dergisi

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments