Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaMüzikMüzisyenlerTürkiye solunda çok dinlenen ve çok tartışılan bir ozan | Ali Asker...

Türkiye solunda çok dinlenen ve çok tartışılan bir ozan | Ali Asker ve Ezgileri

” Türküler kalır. İşkencede çığlıklarınız da işkence yapanların kulaklarında hep kalır. Acaba çocuklarının, eşlerinin yanında nasıl yatıyorlar, merak ediyorum.”
Ali Asker… Ozan… Başkaldıran, güven veren, zulme direnen, memleket hasretini anlatan özlem dolu dizelerin yaratıcısı… Ankara Devrimci Yol davasından yargılandı. Kardeşi Zeynel Abidin Ceylan Ankara emniyetinde gördüğü işkenceler sonucunda öldürüldü. İkibuçuk sene Mamak Cezaevinde kaldı. Tahliye sonrası askere gitti. Askerliğini yaparken firar edip yurtdışına çıktı. 1984‘te gittiği ülkeye bir daha gelişi 20 yıl sonra oldu.

Türkiye solunda çok dinlenen ve çok tartışılan bir ozan oldu hep… 1970‘li yıllarda Devrimci Yol hareketinin düzenlediği miting ve etkinliklerde adı duyuldu, solcu olanların gençliği, onu dinleyerek geçti.. Toplam 12 albüm yaptı. Oy Dağlar, Hayat Yeşilde, Karadeniz, Dilim Yasak, Eylem Güzeli, Şu Metris‘in Önü gibi çok bilindik türkülerin sahibi olan Asker‘in Halkım Medet Umar Devrimci Yol‘dan, Binbaşı Ernesto Ölmedi Daha, İndim Maden Ocaklarına isimli parçaları 70‘li yıllarda dilden dile, mitingden mitinge dolandı.

Yılların usta müzisyeni ve halk ozanısınız. Sanatçı kimliğiniz ve politik duruşunuzla halkın yüreğinde yer eden sizi, Ali Asker yapan neydi? Çocukluğundan bu yana Ali Asker neleri biriktirdi?
54 doğumluyum. Tunceli‘nin Hozat kazasında doğmuşum. İlkokul ikinci sınıfa kadar Hozat‘taydım, sonra Elazığ‘a taşındık. Türkü söylemeye çocukluğumda başladım. Bizim yöre malum, Alevilerin yoğun olduğu bir yer… Pir Sultan‘ın, Nesimi‘nin türküleriyle büyüdüm. 1967‘de Elazığ‘a taşındıktan sonra Aşık Mahsuni‘yle tanışma fırsatımız oldu. Aşık Mahsuni, Kul Ahmet, Osman Dağlı, Feyzullah Çınar, Ali Ekber Çiçek konser vermeye gelirler, ben de babamın kahvesinde garsonluk yapardım okul dışında ve yaz tatillerinde… Hozat garajında, Kristal Palas kahvesi vardı, orada çay dağıtırken Mahsuni‘yle tanışma fırsatımız oldu. Her gelişinde yanına giderdim. İlk konserim de Mahsuni‘yle Elazığ‘da Saray Sineması‘nda oldu. Bir türkü söylemiştim, daha sonra halkın istemi üzerine birkaç türkü okumak zorunda kaldım. Halk Eğitim‘in çok iyi öğretmenleri vardı, onların desteğiyle türkü söyleme sanatını öğrendim. Kucak açtılar, ben iki yıl gidip geldim oraya, daha sonra bonservis de aldım. Bu süre içinde Elazığ radyosunda çıktım, Elazığ‘ın aile çay bahçesi vardı, o zaman çay bahçeleri meşhurdu. Akşamları halkın en yoğun toplandığı yerlerden biriydi. Orada program almaya başladım. 1969‘da Mahsuni bir gelişinde “Benimle Anadolu turnesine geleceksin” dedi, ben de babamdan izin al, öyle geleyim dedim, çünkü benim tek başıma karar verme yetkim yoktu. Birlikte turneye çıktık. Mahsuni‘yle ilişkimiz hep oldu, çok severdim. İnsan olarak da çok değerliydi.

Kısacası, klasik olacak ama çocukluğumdan beri türkü söylerim. Çok ağır bir yoksulluk dönemimiz oldu ailece… Ekmek bulamazdık yemeye… Hakkarili çocukların askeri kışlalardan artık ekmekleri topladığını gördüğümde televizyonda, benim çocukluğum aklıma geliyordu, çünkü ben de onlardan biriydim. Gerçekten çöplükten çok ekmek topladım, toplarken askerler komutanlara emir verip yakalardı, ciddi şekilde dövülürdük askerler tarafından… O zaman karar aldım, bu askerliği yapmayacağım dedim.

Herhalde çocukluğunuzda yaşadığınız bu kötü anılar, sizin 12 Eylül‘de cezaevi süreciniz sonrası askerlik yapmamak için yurtdışına gidişinize neden oldu.
Çocukluğumdan kalan bir şeydi. Ben ekmek topluyordum, hırsızlık yapmıyordum. Çöpe attıkları ekmekleri toplamak bile hırsızlığa giriyordu. Çok hırpaladılar bizi… Türkiye İşçi Partisi‘nin oluşumunda yakın akrabalarım vardı. Fikir Kulüpleri Federasyonu‘nun kurulmasıyla birlikte Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakkaya ve Cevahirlerin atılımıyla oluşan yapılanmalar ve onların 6. Filo‘ya karşı koymaları, açıklamaları, bildirileri… Televizyon yoktu o zamanlar ama radyolar çok rahatlıkla veriyordu bildirileri. Dönemin devrimci liderleri, öğrenci önderlerinin yaptığı açıklamalar babamgillerin bizimle konuştuklarıyla birebir örtüşüyordu, böylece onların düşüncelerini kucaklamaya başladık. Çocuktuk, gençlik çağına yeni adım atıyordum fakat herkes politikayla ilgiliydi, aileler radyoyu dinlemeden kesinlikle yatmazlardı, haberleri hiç kaçırmazlardı.

12 Eylül sonrası yurt dışına gittiniz, uzun yıllar ülkeye dönmediniz. En çok yara alanlardan biri olarak dünden bugüne baktığınızda neler düşünüyorsunuz?
Ülkenin çok çok gerilere gittiğini görüyorum. Orada da birçok panel ve tartışmalara katıldım, sayısız konserler verdim. Abartısız söylüyorum, 2000‘den fazla konsere katıldım. Günde iki geceye katıldığımı bilirim, oradan oraya koştururduk. Tutuklu aileleri, avukatlar, insan hakları dernekleri ve dostlarımız bize ülkeyi anlatıyordu. Fakat, geldiğimde gerçekten ülkenin çok çok gerilere, dibe vurduğunu gördüm. Bizim yaşadığımız süreçte insanlar Türkiye‘ye karşı duyarlıydı, şimdi kapağı Avrupa‘ya, Amerika‘ya atayım mantığıyla hareket eden milyonlarca genç insan var, milyonlarca aile var. Oysa yurtdışındaki sıkıntıları yaşamadıkları için bilmiyorlar, onlara çekici geliyor.

Türkiye‘de çok ciddi sorunlardan biri 12 Eylül anayasasının değişmemesi, bu Türkiye‘de faşizmin devam ettiği anlamına geliyor. Bugün, her şeyde ambargo var; öğrenci, işçi, memurun en küçük demokratik talebinin karşısında joplu, panzerli, dipçikli devlet görevlilerini görüyoruz. O gaz sıkanlar da aslında mağdurlardan… Askere gidip de bize zorunlu dipçik vuranlar da halk çocukları… Bir telaş, kaos ortamı hakim ve bundan çıkmakta zorlanıyorlar, çünkü 12 Eylül öyle bir süreç yaşattı ki tırpanla biçildi toplum, tüm genleriyle oynandı. Geçmişte değerleri için uğruna seve seve yürüyüşler, gösteriler yapan aileler bugün sessiz, suskun bireyler haline geldiler. Kapitalizm sistemin yürümesi için toplumların birey olmasını istiyor, kesinlikle örgütlü insan istemiyorlar. Egoist, bencil, tek başına hareket eden birey istiyorlar. Türkiye bu hale getirildi. Bunu başardılar. Ama, bu geçici başarı… Asıl sorun bundan sonra… Acaba geleceği düşünebildiler mi? Avrupa‘nın birçok ülkesinde, yakın müttefiği Amerika‘da insanların nasıl yaşadığını çok iyi biliyorum. Bireyler artık işsiz, eğitimsiz ve örgütsüz oldukları için serseri mayın gibiler. Yağmalar, talanlar… Günün ortasında İngiltere‘de insanların bıçaklandığını ve nasıl soyulduğunu çok iyi biliyorum. Aynı şey Amerika‘da daha acımasız, daha vahim… İşte Türkiye‘yi buna dönüştürmeye çalışıyorlar. Ve başardılar. Türkiye bir ayna… Bu ayna benim aynam değil, bu 12 Eylül anayasasını değiştirmeyen, sözüm ona Türkiye‘nin sahibiyiz diyenlerin aynası… Sokaktaki insanlara baktığım zaman ben onları görüyorum. Biz yıllar önce de Türkiye‘de kontrgerillanın olduğunu söyledik, derin devlet dedik. Ülkücü militanlarla birlikte çalıştıklarını söylerken bize kimse inanmıyordu, bugün biz değil kendileri söylüyorlar. Bu yapının sürmesini isteyenler yola devam ediyorlar. Ve sözüm ona sosyal demokrat geçinenler ise halkın tüm demokrat istemlerini törpüleyip sağa kaymaya başladılar. MHPden daha milliyetçi oldular. İslami kesime hitap etmek için seçim dönemlerinde yerel seçimlerde örneğin Kuran kursları vaadinde bile bulundular ama n‘oldu; ters tepti. Diğerleri kazandı.

Bir röportajınızda, 12 Eylül darbecilerine dokunulmazken 12 Eylül‘ü boşverin, Ergenekon‘a bakın dediler. Her kesimden insanı sorguladılar ama bir tek kesime bulaşmadılar demiştiniz. Kim onlar?
Evet doğrudur. O kesim 12 Eylül anayasasını yaratanlardır. Darbeyi yapanlardır. Onlara hiç dokunmadılar. Dünyanın birçok yerinde darbe yapanlar yargılandılar. En yakın komşumuz Yunanistan‘da darbe yapanlar yıllarca ceza aldı, bir kısmı hala içerde… Ama Türkiye‘de nedense koruma altına alınıyorlar. Türkiye‘de bir avuç insanın söylemi ciddiye alınıyor ve darbe yapanlar yargılanmıyor. Almanya‘da Hitler kara bir lekedir, İtalya‘da Mussolini, İspanya‘da Franko yargılanmıştır ama bize acı çektirenlere dokunulmamıştır. Milyonlarca insanı açlık, sefalet, yoksulluk ve işkenceyle baş başa bıraktılar, halen şiddetin sürdüğü bir ülkede demokrasiden sözedemiyorsak bu bizim ayıbımız değildir. Her sözümüzü bastırıyorlar.

TEKEL işçilerinin Ankara‘daki direnişi devam ediyor. Ankara‘da Kürt, Türk bütün işçiler birlikte saldırıya uğradı, aynı havuza atıldılar. Bu manzara size ne düşündürdü, Kürt ve Türk emekçilere öneriniz nedir?
Açılımdan bahsediyorlar, açılım açılım diyorlar, adını koyup içini dolduramıyorlar, boş bir açılım. Bir Alevi, bir Kürt, sonra demokratik açılım dediler. Kendi tarih kitaplarında vardır, Asya‘da açlıktan milyonlarca insan dünyanın birçok yerine akın etmiş, göçetmiştir. O akın edenler hiç mi Türkiye‘ye uğramadılar? Ben Alevi kökenliyim, bir yanım Kürt, çocuklarım Türkçe ve Fransızca konuşuyor. Lazlar, Abazalar, Gürcüler, Çerkezler, Rum Pontuslar yaşıyordu Karadeniz‘de… Ayrı ayrı kültürlerin Anadolu‘da birlikte yaşadıklarını gösteren çok bariz örnekler var. Türkiye Türklerindir mantığını ciddiye almıyorum. Çocukluğumda da almıyordum çünkü bizi yoksaydılar. Okulda öğretmenler bize şunu diyordu: “Evde başka dil konuşulursa bize söyleyin.” Yıllar önce bizim dediklerimizi bugün kendileri dillendirdiler, geç kaldılar ama… Türkiye‘nin Kürt sorununa çözümünün hiçbir zaman kanlı olmasını istemedik ne Kürtlerden ne de ordudan… Ordunun içinde halk çocukları vardır, emrivaki gidiyorlar. Keşke hiçbirinin burnu kanamasaydı. Bunu çözebilirlerdi ama çıkar ilişkileri girdiği zaman araya, ölümler birileri için hikaye oldu. Bu savaş bizim savaşımız değil. Biz böyle bir savaş istemiyoruz. TEKEL işçileri işte bunlardan biri, öğretiyor bize… Türkiye Amerikan emperyalizminin kontrolündeki en yakın müttefiği diyorduk geçmişte de.. 12 Eylül sonrası Özal‘la özelleştirme süreci başladı. Herkese çekici geldi. Memur yürüdü, kimse ciddiye almadı. Öğretmenler, öğrenciler yürüdü, kimsenin gıkı çıkmadı, bugün de özelleştirmenin nemenem olduğunu işçiler görüyorlar artık. Halkın seçtiği vekiller deniliyor, özellikle vekillerin gözüne biber gazı sıktılar. TEKEL işçisine acımasızca saldırdılar. Bu kirli savaşta hiçbir generalin ya da bir bakanın çocuğunun öldüğünü duymadım. 30 bin insanın öldü. Halk bunu da dikkate almak zorunda…

Alevi kökenli bir sanatçı olarak sizce Alevileri ya da Kürtleri, bu ülkede tüm kendisini ‘öteki‘ hissedenleri kurtaracak olan nedir?
Halkın uyanık olmasından, demokratik açılımın gerçekçi olmasından geçer. Biz bu topraklarda yaşıyoruz. Ayrımsız diyoruz, bu topraklar kimsenin babasının malı değil, kim yaşıyorsa onundur. Ülke bizim ülkemizdir. Artık başka gezegenler var. Türkiyeli değil dünyalıyım diyeceğim artık, para birimi, gümrük kapıları olmayacak. Bunu bilim adamları söylüyor. Marslıyım, Venüslüyüm diyecek insanlar, bunu açıklamıyorlar bugün… O zaman bunlar ne yapacaklar? Tank ve silah satanlardır bu savaşın kazananı… Uyuşturucudan para kazananlardır.

“Türkiye yaratılan bu toplumla bir gün hesaplaşacak. Umudumu yitirmedim, gelecek sosyalizme gebe” demiştiniz bir röportajınızda… Bu hesaplaşma uzak mı?
Biz görmeyeceğiz ama süreç çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Dün kapitalistler reddetti ama Marks‘ın söyledikleri bugün tekrar tartışılıyor, herkesin yapabileceği bir işte çalışması, öğrenim görmesi, halkın bilinçlenmesi, köklü bir kültürel değişimin olması lazım… Artık gençlik süreci biraz daha kavramaya başladı. 12 Eylül gençliği süreçten kopuktu. En acı yaşayan bu gençlik oldu. Bu gençliğe ciddi bir şekilde müdahale edilmezse, sorunlarına çözüm getirilmezse, bu gençliği yaratanlar onlarla yüzleşecek bir gün…

Halkın sanatçısı olmanın bedeli nedir?
Gerçekleri söylediğin zaman, bedeli idamdır, işkencedir, cezaevidir. Bir köşe başında vurulmaktır. Sürgündür.

Peki, sizin için sürgün nedir?
Sürgünü anlatmak zordur. Ben orada da boş durmadım. Yapmak istediğim şeyleri orada da yapmaya çalıştım, çünkü bir devrimcinin, bir ozanın görevidir bu… Sürgün… Kendi ülkenden kopuksun, annenden, babandan, en sevdiğin yakın arkadaşlarından, mücadelenden ayrı bir yerlerdesin. Süreç içinde orada da mücadelenin, hayatın içinde oluyorsun, fakat hasretin önüne geçmek çok zor… Beynine bazen hükmedemiyorsun, ona anlatmak çok zordur. Ben şöyle tanımlıyorum: Sürgün bir ağacın kökünün ve yapraklarının hava ve toprakla bağının kopmasına benzer, sürgün aniden sona eren bir sevgiye benzer.

Çürüme ve yozlaşma her yerde. Ya türküler?…
Türküler çürümez ki… Kitapları yaktılar, insanları astılar, kurşunlandılar, insanlarımızı da yaktılar, hepimiz şahit olduk. Pir Sultan 1600‘lü yıllarda yaşamış. Ve Nesimi… Bugün hayatta yoklar ama türküleri hala yaşıyor. Türküler kalır. İşkencede çığlıklarınız da işkence yapanların kulaklarında hep kalır. Acaba çocuklarının, eşlerinin yanında nasıl yatıyorlar, merak ediyorum.

Yeni bir albüm çalışmanız vardı?
Evet, dört senedir bekliyorum. Şirketlerin ve teknolojinin gazabına uğradım. Keşke diyorum geçmişte olduğu gibi Mahsunilerin dönemindeki gibi 45‘lik plaklar olsaydı. Söylediğiniz her şey halka sıcağı sıcağına taşınsaydı çok daha iyi olurdu. Ama ekonomi ve ticaret, işin içine maddiyat girdi mi şirketler de bunu kabul etmiyor. İnternet aracılığıyla indiriyorlar, sadece ben şikayetçi değilim, dünyanın her tarafında şikayetçi insanlar, yani üretim durdu. Zenginlik var gibi görünse de üretim durdu, kısırlaşma başladı.

Son bir soruyla söyleşiyi sonlandırmak istiyorum. Bir albümünüzün adı ‘Zordur‘. Sizin için zor olan nedir?
İnsan olmaktır.

söyleşi: Belma Nur Kartal-Sol Haber Portalı

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments