Dersim katliamının canlı tanığı 78 yaşındaki Ali Şirin, ‘Asker üzerimize yaylım ateşi açınca dağa kaçtık. Kışı dağdaki mağaralarda geçirdik. Nenemi gözlerimin önünde süngülediler’ diyerek, yaşanan sürece ayna tuttu.
Devlet kayıtlarına göre 16 bin; halk anlatımlarına ve tanıklara göre 90 bin kişinin öldürüldüğü 1938 Dersim katliamı Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.
Binlerce insanın ölümüne, binlercesinin de sürgünde yaşamına neden olan katliam Dersimliler için kapanmayacak bir yara…
Aradan geçen 72 geçen yıla rağmen katliamı ve sürgünü ‘dün’ gibi hatırlayan 78 yaşındaki Ali Şirin, tanıklıklarını ANF’ye anlattı.
1932 yılında Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Asgiri (Kocatepe) köyünde dünyaya gelen Ali Şirin, annesini küçük yaşta kaybetti. Babası ve kendisinden 2 yaş küçük kız kardeşiyle birlikte yaşama tutunmaya çalışan Ali Şirin’in hayatı 1938 yılında bir daha düzelmeyecek şekilde alt-üst oldu.
ALAY KOMUTANI ‘KÖYÜ TERK EDİN’ DEDİ
Dersim Katliamı’nı anlatırken, dönem dönem boğazı düğümlenen Şirin şöyle konuştu: ‘Dersim genelinde çok büyük tedirginlik vardı. O gün olağanüstü bir gündü. Ben küçüktüm ama bunu sezebiliyordum. Ben babamın yanında duruyordum. Millet kalabalık şekilde gelip-gidiyordu. Ben babama ‘bunlar nereye gidiyor?’ diye sordum. Babam da bana ‘Büyar Baba Krater Gölü’ne gidiyorlar’ dedi. Ben o zamanlar 6-7 yaşlarındayım. ‘Niye gidiyorlar?’ diye sordum. Babam bana ‘Alay Komutanı halkı oraya çağırdı’ dedi. Gittiler, geldiler. Alay komutanı köylülere ‘köyde kimse kalmasın, herkes evini boşaltıp burayı terk etsin’ demiş. Biz o gün köyü terk etmedik ama köyden birçok kişi aynı gece köyü terk etti’
‘KIŞI MAĞARALARDA GEÇİRDİK’
Köyden ayrılmak istemeyen ailelerin köyün karşısındaki dağa sığındığını söyleyen Şirin, ‘Köyümüzün altından geçen bir dere vardı. Biz bu dereye indik. Burada saklanıyorduk. Bizim orada olduğumuzu fark eden askerler üzerimize yaylım ateşi açtılar. Hepimiz derenin içine girdik. Sonra oradan kaçıp köyün karşısında bulunan dağa gittik. Bu dağda sarp kayalar, mağaralar vardı. Biz hemen köyü terk etmek istemediğimiz için mağaralarda kalmaya başladık. Kışı bu mağaralarda geçirdik. Akşamları köyümüze dönüyorduk oradan tarlalardan, bahçelerden yiyecek temin ediyorduk. Asker evlerin çoğunu yakmıştı ama tarlalarda hala sebzelerimiz vardı. Bir de bizim oralarda çok ceviz oluyordu. O cevizleri toplayıp, karnımızı doyuruyorduk. Bir kışı o mağaralarda geçirdik. Asker kış olduğu için köye çok fazla gelemiyordu o yüzden mağaralardan köye inip ihtiyaçlarımızı temin edip tekrar mağaralara kaçıp saklanıyorduk’ diye konuştu.
SÜRGÜNDEN KAÇAMADILAR
Aylarca bu durumda yaşadıklarını aktaran Şirin anlatımlarını şöyle sürdürdü:
‘1939’un Ekim ayında mağaralardan mezraya ihtiyaçlarımız için yine indik. Askerler etrafımızı sardı ve bize ‘kaçmayın, kaçmayın etrafınız sarıldı’ dedi. Biz hiç bir yere kaçamadan etrafımızı sardılar ve hepimizi zorla toplayarak askeri araçlara bindirdiler. Amcamın kızını asker vurdu, nenem ve yaşlı bir kadını gözlerimin önünde süngülediler. Bunları gözümle gördüm. Ayrıca bir kadının başını kesmişlerdi ve yolun kenarına atmışlardı. Ben o kafayı da gördüm. Ormanda birçok kesik baş bulduk ama vücutlarını bulamadık. Bazen de vücutlarını buluyorduk başlarını bulamıyorduk. Gördüklerimizin dışında her gün ölüm haberleri geliyordu. Tam olarak ölü sayısını bilmiyorum.’
‘BABAMIN VE KIZ KARDEŞİMİN İZİNİ KAYBETTİM’
Asker tarafından ilk önce Pülümür’e oradan da Erzincan’a götürüldüklerini belirten Şirin, ‘Pülümür’den sonra kamyonlarla Erzincan’a götürdüler. Burada herkesi bölüp farklı şehirlere göndermeye başladılar. Ben o karmaşa içinde babamdan ve kız kardeşimden koptum. Onları Ovacık’a göndermişlerdi. Amcam vardı yanımda. Amcamla birlikte bizi Samsun’a giden trenlere bindirdiler. O zaman bir çok aile koptu. ‘Sen Samsun’a, sen Ankara’ya, sen Bursa’ya’ diyerek bizi ayırdılar. Biz amcamla birlikte Samsun’a ulaştık’ dedi.
Samsun’a geldiklerinde çok büyük zorluklarla karşılaştıklarını anlatan Şirin, ‘Dil bilmiyoruz, ne söylediklerini anlamıyoruz. Bizi bir hanın içine götüdüler. Bizimle birlikte sürgün olanlarla birlikte o handa kalıyorduk’ şeklinde konuştu.
‘KÜRTLER ADAM YİYOR’ SÖYLENTİSİ
Samsun’da bir süre sonra yayılan söylentinin zaten zor olan yaşamlarını daha da katlanılmaz hale getirdiğini belirten Şirin şöyle devam etti:
‘Samsun’da bir süre sonra bir söylenti yayıldı; ‘Kürtler geldi adam yiyorlar. Dersim’den birileri geldi insan yiyorlarmış’ diye… Samsun’da büyük bir köprü vardı. Bizden korktukları için akşam olduğu zaman kimse o köprüden geçemiyordu. Devlet bizimle ilgili halka yalan-yanlış bilgiler vermiş ve halkı korkutmuştu. Biz bir süre bu hanın içinde hiçbir ihtiyacımızı karşılayamadan kaldık. Sonra oradakileri dağ başında Belalan isminde bir köye yerleştirdiler. Biz hem dil bilmediğimiz hem de orada yaşayan halkın bize yaklaşımı yüzünden geçimizi sağlayamaz hale geldik.’
‘HIRSIZLIK YAPTIK, DİLENDİK…’
Sürgünde yaşamanın çok büyük acılar verdiğini dile getiren Şirin, ‘Aç kalınca bazen gidip hırsızlık yapıyorduk, dilencilik yapıyorduk. Bir süre sonra biraz dil öğrenince orada en çok yapılan işe talip olduk. Öğrendiğimiz iki kelimeyi söyleyerek dolaşıyorduk; ‘Mısır toplar’ Samsun’da en çok mısır ekiliyordu ve bunun hasat zamanı biz de iş için kapı kapı dolaşıyorduk. Sonra bizde oranın koşullarına uyum sağlamaya başladık. Mısır toplayıp yiyorduk. Açlıktan kısmi olarak kurtulmuştuk. En azından artık yiyecek bir şeyimiz olmuştu. Halkla yavaş yavaş kaynaşmaya başladık. Baktılar ki, biz de onlar gibiyiz. Kimseyi yemiyoruz. Artık bizden korkmamaya başladılar. Gençler şehirde esnafların yanında çalışmaya başladı’ diye konuştu.
KIZ KARDEŞİNİN İZİNİ BULDU
Koşullara alıştıktan sonra babasını ve kız kardeşini aramaya başladığını söyleyen Şirin, ‘Ben o süreçte babamla kız kardeşimin akıbetini merak ediyordum. Çünkü duyduğum kadarıyla babam ve kız kardeşim Ovacık’a götürülmüşlerdi. Sonra öğrendim ki, babam orada kısa bir süre içinde ölmüş ve kız kardeşime Ovacık’ın köylerinde aileler sahip çıkmış. Yani benim kız kardeşim başka bir ailenin evinde evlatlık gibi kaldı. Daha sonra oradan bir çobanla evlendirildi. Zaten annem sürgünden önce vefat ettiği için çok şükür ki, bizim yaşadıklarımızı yaşamadı’ diye konuştu.
SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ
Devletin 1947 yılında ‘dönüş’ için yasa çıkarttığını hatırlatan Şirin, ‘Daha sonra 1947 yılında dönüş için devlet bize izin verdi. Biz gittik ama bizi yine köyümüze sokmadılar. Erzincan’da Tercan’a verdiler. Tercan’da 1 yıl kaldık. Düzen tutturamayınca biz tekrar Samsun’a dönmek zorunda kaldık. Son olarak 1951 yılında köyümüze giriş-çıkış artık serbest olunca tekrar köyümüze dönebildik’ dedi.
Köyüne döndükten sonra kız kardeşini aramaya başladığını ifade eden Şirin şunları söyledi: ‘Bu sırada tabi kız kardeşimin nerede olduğu sorduk. Bilenler kardeşimin Çermik’in bir köyünde olduğunu söylediler. Oradan evlendirdiklerini söylediler. Amcamla birlikte 3 gün yaya olarak yol gittik. Kız kardeşimin kaldığı köye gittik ve bulduk. Yıllar sonra insanın kardeşini bulması çok ilginç bir duyguydu. Hem seviniyorduk, hem üzülüyorduk. Tek tesellimiz kardeşimin iyi olmasıydı.’
Dersim 38 Katliamının yaşamında geriye dönüşü olmayan yaralar açtığını vurgulayan Şirin sözlerini şöyle bitirdi:
‘Bize yapılan sürgün hayatımızı altüst etti. Her şeyimizi elimizden aldılar. Her tarafa savurdular. İnsanlığa sığmayan şeyler yaşadık. O günleri asla unutamayacağım’
UMUT AKPINAR
ANF
http://www.gundem-online.net