Antoine Marie Joseph Artaud Antonin Artaud (d. Marsilya, 5 Eylül 1896 – ö. Paris 1948) Fransız oyun yazarı, aktör, yönetmen ve şair. Artaud un ailesi İzmir den göç etmiş Yunanlılar dandır.
Dört yaşında geçirdiği menenjit hastalığı onu ergenlik dönemine kadar takip eder. Yine bu dönemde girdiği depresyonlardan kaynaklı sanatoryuma yatırılır. Burada Jean Nicolas Arthur Rimbaud, Charles-Pierre Baudelaire ve Edgar Allan Poe okumaya başlayan Artaud aynı zamanda şiir de yazmaya başlar.
27 yaşında Paris e taşınan Artaud burada tiyatro yazarlığı ve film yönetmenliğine başlar. Nazilerin Fransa yı işgal ettiği dönemde Rodez deki bir psikiyatri kliniğine yatırılır. Burada sanat terapisi yanında elektro şok tedavisi gören Artaud resim çizmeye ve yazmaya başlar. Bugünkü Psikologlar Artaud un hastalığının Şizofreni olduğu kanısındalar.
1948 yılında yakalandığı bağırsak kanserinden kısa bir süre sonra ölür. Yatağında oturmuş, bir elinde ayakkabısı olacak şekilde bulunan Artaud’un ölüm nedeni aşırı derecede uyuşturucudur. Fakat Artaud uzun süreden beri kronik ağrılarından dolayı Laudanum, Opium, Eroin ve Peyote gibi uyuşturucular kullanmaktadır ve bu dozun öldürücü olduğunu bilip bilmediği tartışılmaktadır. (1930′ a kadar Eroin yasak değildir ve Artaud René Crevel ile birlikte yasağa karşı mücadele eder)
Sanat Yaşamı
Artaud, 1920’de Paris’e gelmiş, ünlü yönetmenlerden Charles Dullin’in yanında öğrenim görmüştür. Lugne-Poe ve Louis Jouvet gibi yönetmenlerle çalışmış; Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la beraber sürrealizm hareketini başlatmıştır. Révolution Surréaliste ve Nouvelle Revue Française’i yazan Artaud, 1927 yılında sürrealistlerden bağını koparmıştır. 1928 yılında Çılgın Anne (La Mére folle) oyununu sergiledi. 1930’lu yılların sessiz filmlerinde oynadı. 1936-37’de Meksika ve İrlanda’ya geziler yaptı, ancak sinirsel rahatsızlıkları yüzünden 1943’e kadar psikiyatri kliniklerinde yatmak durumunda kaldı.
Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirileri yayınlayarak (Le manifest du théatre de la cruauté), tiyatro görüşlerini “Tiyatro ve İkiz” (Le théâtre et son double) adlı kuramsal kitabında dile getirmiştir. Bu görüşlerine yer vermeye yeltendiği tek oyunu, Shelley ile Stendhal’in yapıtlarına dayanan Les Cenci olmuştur. Avangart tiyatronun kuramcısıdır.
Oyunları
- L’ombilic des limbes: Ventre brule, La mére folle, Le jet de sang (1925, Yanık Karın, Kan Fışkırması: Koyunların Omurgası)
- La coquille et le clergyman (senaryo, 1927, Deniz Kabuğu ve Mollalık)
- Le pierre philosophale, (sözlü pantomim, 1933, Tılsımlı Taş)
- Atrée Thyeste (Seneca’dan uyarlama, 1934, Atrée ve Thyeste)
Kitapları
- Tiyatro ve İkizi, Yapı Kredi Yayınları. ISBN 975-363-073-5
- Tanrı Yargısının İşini Bitirmek İçin, Sel Yayıncılık. Çev. Esra Özdoğan, 2002. ISBN 975-570-176-1
- Yaşayan Mumya, Yaba Yayınları. ISBN 975-386-025-0
- Suç Ortakları ve İşkenceler, Nisan Yayınları, 1992. ISBN 975-7496-20-0
- Toplumun İntihar Ettirdiği Van Gogh (Van Gogh/Le Suicidé de la Société), Nisan Yayınları, 1991. ISBN 975-7496-18-9
- Heliogabalos Taşlı Anarşist (Héliogabale ou l’Anarchiste couronné), Dost Kitabevi, 2001. ISBN 975-8457-57-8
Antonin Artaud: Afyon Savunması
Genel güvenlik / Afyon’un ortadan kaldırılması
Sonsuza dek rahat bırakılmamız için uyuşturucunun sözümona tehlikeleriyle ilgili sorunu didik didik etmek istiyorum gizli saklı bir şey bırakmadan. Benim bakış açım toplum karşıtıdır açıkça. Afyona saldırıda yalnızca bir neden vardır. Bu neden, afyon kullanımının toplum bütünlüğünü tehlikeye sokma tehlikesidir.
Oysa bu tehlike yanlıştır.
Ruhta ve bedende çürümüş olarak doğduk, anadan doğma uyumsuzuz; afyonu yok ederek suç işleme gereksinimini, beden ve ruh kanserlerini, umutsuzluğa eğilimi, doğuştan alıklığı, kalıtımsal frengiyi, içgüdülerin ezilgenliğini ortadan kaldırmayacaksınız; herhangi bir zehre, morfin zehrine, okuma zehrine, inziva zehrine, otuzbir zehrine, sürekli düzüşme zehrine, ruhun köksüz zayıflığının zehrine, alkol zehrine, tütün zehrine, toplum karşıtlığı zehrine güdümlü ruhların varolmasını engellemeyeceksiniz. Toplumun geri kalanı için iyileşmez ve yitik ruhlar vardır.
Onların çıldırmalarına yol açan bir yolu ortadan kaldırın, on bin tane başka yol yaratacaklardır. Daha etkili, daha şiddetli yollar, kesinlikle umutsuz yollar bulacaklardır. Doğanın kendisi de ruhen toplum karşıtıdır, yalnızca örgütlenmiş toplumsal birlik, güçlerin zorbalığıyla insanoğlunun doğal eğilimine karşı hareket eder.
Bırakalım yitikler yitsinler, olanaksız, üstelik gereksiz, çekilmez ve zararlı bir yenilemeyle uğraşmaktan daha iyi değerlendirebiliriz zamanımızı.
İnsan umutsuzluğunun nedenlerinden hiçbirini ortadan kaldırmadığımız sürece, insanın kendisini umutsuzluktan kurtarmak için kullandığı yolları yok etmeye hakkımız olmayacaktır.
Çünkü öncelikle bu doğal ve saklı itkiyi, insanın kendisini bir yol bulmaya iten, hastalıklarından kurtulmanın yollarını arama fikrini ona kazandıran bu yanıltıcı eğilimini ortadan kaldırmak gerekirdi.
Ayrıca, yitikler doğaları gereği yitiktirler, hiçbir ahlaksal yenilenme düşüncesi bunu değiştiremez, yaratılıştan bir gereklilik söz konusudur, intiharın, suçun, aptallığın, deliliğin tartışılmaz bir onulmazlığı söz konusudur; insanın başa çıkamayacağı bir ihanet söz konusudur, bir karakter ezilgenliği söz konusudur, tinin iğdiş edilmesi söz konusudur.
Söz yitimi varlığını sürdürür, omur iliği hastalıkları, frengili menenjit, hırsızlık, zorbalık varlığını sürdürür.
Cehennem şimdiden bu dünyanın ve zavallı cehennem kaçkını insanların içindedir, kaçışlarına bitimsizce yeniden başlamaya güdümlü kaçkınların içinde. Bu konuda bu kadar yeter.
İnsan sefildir, ruh zayıftır, her zaman yolunu kaybedecek insanlar vardır. Yollarını nasıl kaybettikleri önemli değildir; bu toplumu ilgilendirmez.
Yenilemenin bu konuda hiçbir şey yapamayacağını açık açık gösterdik, öyle değil mi, zaman kaybeder, dolayısıyla artık aptallığını derinleştirmede diretmeyeceğini gösterdik.
Sonuç olarak zararlıdır.
Gerçeğe doğrudan bakmaya cesareti olanlar tarafından, Amerika Birleşik Devletleri’nde alkolün yasaklanmasının sonuçları bilinir, öyle değil mi?
Deliliğin bir üst-üretimi: eter rejiminde bira, el altından satılan kokainle dolu alkol, katlanan esriklik, bir tür genel esriklik. Kısaca, yasak meyve yasası.
Afyon için de aynı şey geçerli.
Uyuşturucuya duyulan merakı arttıran yasak bugüne dek tıbbın, gazetelerin, edebiyatın pezevenklerine yaradı yalnızca. Uyuşturucu lanetlilerinin oluşturduğu savunmasız ve aşağı mezhebe karşı (savunmasızlar çünkü aşağı sınıftan onlar ve çünkü her zaman bir istisna söz konusu), o tin, ruh, hastalık lanetlilerine gösterdikleri sözümona kızgınlık üstünden kendilerine ustalıkla boktan ünler sağlamış insanlar var.
Ah onların ahlaksal göbek kordonları nasıl da iyi düğümlenmiştir. Analarından doğduktan sonra, hiç günah işlememişlerdir, öyle değil mi? Onlar havaridirler, yol göstericilerin soyundan gelirler; sadece öfkelerini nereye harcadıklarını, özellikle bunun için ne kadar para aldıklarını ve her şekilde bunun onlara neler sağladığını sorabilir insan kendine. Öte yandan asıl sorun bu değildir.
Gerçekte, zehirlere karşı gösterilen bu aşırı öfke ve birbirini izleyen aptal yasalar:
1. Zehir ihtiyacına karşı etkisizdirler, bu ihtiyaç giderilse de giderilmese de ruhta doğuştan varolur ve ruhu kesin biçimde toplum karşıtı hareketlere sürükler, hatta zehir varolmasa bile.
2. Toplumun zehir ihtiyacını arttırır, ve onu gizlenen bir kötülüğe dönüştürür.
3. Gerçek hastalığa zarar verir, çünkü asıl sorun, hayati düğüm, tehlikeli nokta buradadır:
Tıp için ne yazık ki hastalık varlığını sürdürmektedir.
Bağımlılara karşı olan tüm yasalar, tüm kısıtlamalar, tüm kampanyalar, toplumsal durum içinde zaman aşımına uğramayacak haklara sahip, insanlık acısının yarattığı bütün yoksunların elinden hastalıklarının ilacını, onlar için ekmekten de değerli olan bir besini, sonuç olarak yaşama yeniden dahil olmalarını sağlayacak aracı almaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Morfin yerine veba, diye uluyor resmi tıp, yaşam yerine cehennem. Hastaların hastalıkları içinde yatırılıp bekletilmeleri gerektiğini ileri sürecek J.-P. Liausu (kendisi ayrıca cahil bir cücedir) türünden gerizekalılar vardır yalnızca.
Bir yandan da bu mühim kişinin tüm ukalalığı burada kendini gösterir ve bütünüyle serbest davranır: genel iyilik adına, diye ileri sürer.
İntihar edin umutsuzlar, ve siz, bedenen ve ruhen işkenceye uğramış olanlar, bütün umudunuzu yitirin. Bu dünyada sizi rahatlatacak bir şey yok artık. Dünya sizin ölü kemiklerinizle yaşıyor.
Size gelince, açık bilinçli, tabesli, kanserli, kronik menenjitli deliler, siz anlaşılmadınız. Sizde öyle bir nokta var ki hiçbir doktor asla onu kavramayacak ve bana göre o nokta sizi kurtarıyor, sizi yüce, arı, mükemmel kılıyor: siz yaşamın dışındasınız, yaşamın üstündesiniz, sıradan insanın tanımadığı hastalıklarınız var, ortalama düzeyi aşıyorsunuz ve bu yüzden insanlar size diş biliyor, onların rahatlarını zehirliyorsunuz, onların düzenlerini altüst ediyorsunuz. Özünde bilinen hiçbir duruma uyum sağlayamamanızın yattığı, sözcüklerle anlatılamayacak, önüne geçilmez acılarınız var.
Tekrarlanan ve sabit durmayan acılarınız var, çözünmez acılar, düşüncenin dışında kalan acılar, ne bedenden ne de ruhtan kaynaklanan, ama ikisinden birden doğan acılar. Ben de hastalıklarınızı paylaşıyorum ve soruyorum sizlere: kim yatıştırıcının miktarını belirlemeye cüret edebilir? Hangi üst düzey aydınlık adına? Ruhlar bizim, biz bilginin ve aydınlığın kendisinin kökünde duruyoruz.
Bunu da ayak dirememize, acı çekmekte diretmemize borçluyuz. Acı bizlere tutunacağımız huzur dolu bir yerin arayışıyla, ötekilerin iyilik içinde aradıkları düzenin kötülük içindeki arayışıyla, ruhumuz içinde yolculuklar yaptırıyor. Biz deli değiliz, biz harika hekimleriz, ruhun, duyarlılığın, özün, düşüncenin dozajını biliyoruz. Rahat bırakılmamız gerekiyor, hastaların rahat bırakılmaları gerek, insanlardan hiçbir şey istemiyoruz, onlardan yalnızca hastalığımıza iyi gelen şeyleri istiyoruz. Biz yaşamımızı gayet iyi hesapladık, yaşamımızın ötekiler karşısında, özellikle de kendimize karşı kısıtlamalar getirdiğini biliyoruz.
Hastalığımızın bize her gün zorunlu kıldığı kabul edilmiş ölgünlüğün, kendimizden el etek çekmenin, incelikler konusunda felce uğramanın ne demek olduğunu biliyoruz. Hemen intihar etmeyeceğiz. Bizi rahat bırakmanızı bekliyoruz.
1 Ocak 1925
Çeviren: Orçun Türkay
Kaynak: kitaplık, Sayı:64 Eylül 2003
Diğer bir mektubu
Sayın Yasamacı Beyefendi,
Temmuz 1917 kararnamesiyle süslenen 1916 yasasını çıkartan beyefendi, sen bir salaksın.
Çıkardığın yasa ulusun uyuşturucu bağımlılığı oranında bir azalma yaratmaksızın, sadece eczacılığa dünya çapında zarar vermeye yaradı, çünkü:
1. İhtiyacını eczaneden temin eden bağımlı sayısı çok azdır;
2. Gerçek bağımlılar ihtiyaçlarını eczaneden temin etmezler;
3. İhtiyaçlarını eczaneden temin eden bağımlıların hepsi hastadır;
4. Gönüllü bağımlılara göre hasta bağımlıların sayısı çok daha düşüktür;
5. Eczanelerden uyuşturucu alımının kısıtlanması asla gönüllü ve örgütlenmiş bağımlılara engel olmayacaktır;
6. Her zaman uyuşturucu kaçakçıları olacaktır;
7. Her zaman davranış bozukluğundan, tutkuyla bağımlı durumunda olan kişiler olacaktır;
8. Hasta bağımlıların toplum içinde zamanaşımına uğramayacak bir hakları vardır, bu da rahat bırakılma hakkıdır.
Bu her şeyden önce bir vicdan sorunudur. Uyuşturuculara ilişkin yasa, insanların acısına sahip olma hakkını kamu sağlığının zorba-müfettişlerinin eline düşürdü; çağdaş tıbbın kendi görevlerini her bireyin vicdanına zorla kabul ettirmeye çalışması tuhaf bir çaba. Resmi yasanın tüm melemeleri bu vicdan olgusu karşısında etki gücünden yoksundur: şu da bilinmelidir ki, ölümden bile daha fazla acımın efendisiyim ben. Her insan fiziksel acının ya da açıkyüreklilikle katlanabileceği düşünsel boşluğun oranı konusunda yargıç, hatta tek yargıçtır.
Bilincin açık olması halinde de, kapalı olması halinde de, hiçbir hastalığın elimden alamayacağı bir bilinç vardır, fiziksel yaşantımı bana duyumsatan bilinçtir bu. Eğer bilincimi yitirdiysem, tıbbın yapacağı tek bir şey vardır, o da bu bilinci yeniden elde etmemi sağlayacak maddeleri bana vermektir.
Fransa Eczacılık Okulu Diktatörü Beyefendiler,
sizler huysuz ukalalarsınız: öncelikle göz önünde bulundurmanız gereken bir şey vardı; ruhunu yitirmiş olmanın acısını tatmış olanların ruhsal yaşantıya dahil olmalarını sağlayacak, zamana direnen eşsiz madde afyondur.
Afyonun kesin olarak etki ettiği bir hastalık vardır ve bu hastalığın adı düşünsel, tıbbi, fizyolojik, mantıksal ya da ilaçlara ilişkin biçimiyle, her nasıl isterseniz, İçsıkıntısıdır.
İçsıkıntısı delirtir.
İçsıkıntısı intihar ettirir.
İçsıkıntısı lanetler.
İçsıkıntısını tıp bilmez.
İçsıkıntısını doktorunuz duymamıştır.
İçsıkıntısı yaşamı yaralar.
İçsıkıntısı yaşamın göbek kordonunu düğümler.
Haktan hukuktan uzak yasanızla benim içsıkıntımı, cehennemin tüm pusula iğneleri kadar ince bir içsıkıntısını en ufak bir güven duymadığım insanların, tıbbi salakların, gübre eczacılarının, adaletsiz yargıçların, doktorların, ebelerin, tıp müfettişlerinin eline bıraktınız.
Bedende ya da ruhta meydana gelen sarsıntılar, insan elinden çıkma hiçbir sismograf yok ki benim acımı tinimin yıldırımlar saçan acısı kadar kesin biçimde hesaplasın.
İnsanların hiçbir rastlantısal bilimi benim kendi varlığıma ilişkin sahip olabileceğim kesin bilgiden daha üstün değildir. Bende olan ne varsa hepsinin tek yargıcı benim. Ambarlarınıza dönün tıbbi kokuşmuşluklar, ve sen de, Sayın Bay Yasamacı Koyun, senin saçmalamanın nedeni insan sevgisi değil, bunu gerizekâlılık geleneğinden yapıyorsun. Bir insanın ne olduğu konusundaki cehaletin, yalnızca insanı sınırlayarak gösterdiğin aptallıkla eşdeğer tutulabilir. Umarım çıkardığın yasa dönüp dolaşıp babanın, ananın, karının, çocuklarının ve bütün torunlarının başına dert olur. Şimdi yut bakalım yasanı.