bir gelincik tarlasıyla bir molotof
kokteylini karıştırırsak aynı cezvede
fincana dökülen ben oluyorum
öfke’ye yaslanarak dik
durabiliyor hayatın ortasında kalbim
parmaklarımın arasından sızan uçurtma
gölgeleri, mor bir düğme
gibiyim yalnızlığa ilikli
bu gece kadehlere bölüştürdüğüm
Güzel şarabın Marmara’lı Nilgün’ü
Ömer Hayyam ve ben şarâbi
rubailer okuyoruz hüznün yüzüne karşı
Aşk yakamızdan düşsün için
( aslında her Aşk yanmaya bir bahanedir
kendine dönen bir pervaneyim
nârım özümdedir )
bu gece dalgın gemiler
geçiyor yine kıyılarından gözlerimin
gene de tek başıma Çin
ordusuyum karşısında kederin
keder ki acı’nın ağır abisi
kim hesaplayabilir ki hayal kırıklığımın hacmini
( yüklemi hep aynı nesnesi çok
bir cümle Aşk dediğin
aslında ben nâra aşıkım
Aşk bana nâr )
bu gece buruk bir anons
olup geçiyorum
haber ajanslarının sarhoşluğundan :
– dikkat ! kederden kanayan ağır
bir yalnız için acele Aşk aranıyor…
( aslında her Aşk ‘görülmüş’
eski bir mektuptur, kalbimin
köhne çekmecelerinin dibinde
hangi birinize ağlayayım
ne çok terk ettiniz beni be ! )