Her medeniyetin kendine özgü insan algısı vardır. Bu algı medeniyetin kültürel, coğrafi, ekonomik, siyasi yapısıyla ilintilisidir. Zihnimizde batı terminolojisinin jargonuyla konuşacak olursak Doğu’nun İnsan’a ilişkin tanımlamalarda farklı bir yeri olduğunu araştırma yapan herkes farkındadır. Hint ve Çin medeniyeti halen etkisi devam eden alt yapısı güçlü, geleneğin birikimiyle biçimlenen ve yenilenen insan anlayışı vardır.
Tanımlamalar:
“İnsan ölünce seni ateşe, soluğu rüzgâra, aklı aya, özü esire, saçı otlara karışır. Peki insanı kendisi nerede? Elini ver dostum; bu sırrı ancak sana ben açıklayabilirim” der Upanişadlarda. Ve insanların içindeki sırrı açıklamaya başlar.
Kendimiz yazıyoruz alınyazımızı. Beden toprağa karışıyor. Amel kalıyor. Mezara atılan birkaç kürekle bitmiyor hayat. Düşüncelerimizle yaşıyor, kinlerimizle yaşıyor, rüyalarımızla yaşıyor. Hayatta çektiğimiz acıların tek sorumlusu bizi. Elde ettiğimiz huzur tesadüf değil, mükâfattır. Kendi ruh yapımızı önceki yaşantılarla yonttuk, heykelini dikmişiz. Rasgeleliğin olmadığı kâinatta yaptığımız her hareket gelecek hayatlarımızın kaderini çizmektedir. Bu bakış açısıyla insanın hayatının her yönde sorumluluk almasını tavsiye eder. Bu noktada batı düşüncesinden farklı olarak Hint düşüncesi önce amel sonra varlık derken, batı önce varlık sonra amelin geldiğini düşünür, tespitinde bulunur Cemil Meriç. Buna göre bilge düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevendir. Pencerelerini ışığa açarak hakikati bölmez, gerçeği tezatları ile kabul eder.
Hint düşüncesinde samsara önemli yer tutar. Sam- akmak, Sara- ezeli akış anlamına gelir. Buna göre yaşadığımız hayat, hayatın sonsuz şekillerinden bir tanesidir. Acıların kaynağı: canların canandan ayrılışı, çoğalış bölünüş. Zerre bütün (atman) la kaynaşıncaya kadar acılarımız sona ermeyecek. Bir nevi insan gurbetine çıktığı dünyada Allah ile buluştuğunda huzura erecektir. Bu bize İslam düşüncesindeki tasavvuftaki Vahdet- i Vücud’u hatırlamaktadır. Bu yönüyle Hint düşüncesinden etkilenmiştir.
Yine Hint düşüncesine göre insan iyi davranışlarla yaşamışsa sonraki hayatında iyi bir bedene, kötü davranışlarla yaşamışsa sonraki hayatında kötü bir bedene girecektir. Bu beden insan- hayvan fark etmez. Yaygın tanımıyla bildiğimiz reenkarnasyon ile ölüm düşüncesini tanımlamaya çalışır. Bu sonsuz akış(samsara) sonsuza kadar sürecektir.
Hint düşüncesini şekillendirenlerin başında Budha gelir. Budha’ya göre insan yaşantısı boyunca şu dört soylu gerçeğe varır.
1- Acı gerçeği: bizi kendilerine bağlayan tüm nesneler acı vericidir.
2- İstek gerçeği: acının kaynağı istektir. .
3- Acının yok edilmesi gerçeği: ancak her türlü acıdan vazgeçtiğimizde mutlu oluruz.
4- Arzuyu yok edebilmek için 8 aşamalı yol: doğru görüş, doğru kara, gerçek ve iyi söz, doğru davranış, doğru iş, doğru çaba, doğru bellek, temaşa(görme- erme)
Budhaa yaşamın son hedefinin Nirvana olduğunu düşünür. İnsana yaşamında iyi- mutluluk arayışının son basamağıdır. Çektiği acılar, yaptığı fedakârlıklar, verdiği adaklar onu mutlu sona ulaştırır. Herkes oraya yönelmiştir. Merkez orasıdır. Bütünleşme yeridir. Akıl- kalp- nefis orada bütünleşir. Budistler şu anki hayatımızda önceki yaşantımızda yazmış olduğumuz kitabı okuyor olduğumuzu söylerler. Ve şu anda yapıyor olduklarımız, bir sonraki yaşantınıza kadar gerçekliğe kavuşamayacaklardır.
Hint – Çin düşüncesine göre bütün var olanlar gibi insana da torak, su, ateş ve rüzgârdan müteşekkildir. Toprağa dayanıklılık, suya ıslaklık, ateşe aşırı sıcak, rüzgâra devinimi atfedilir. Ruhun en derin noktası; aslında insanlığın ruhudur. Bizi bağımlılıktan özgürlüğe, düşten uyanıklığa, zamandan sonsuzluğa, ölümden ölümsüzlüğe götüren kutsal aşkın ruhtur. İnsanın kendini kendini tanımasına olanak veren içe bakış teknikleri 3 tanedir. :
1- Evrenin insan içinde olduğu düşüncesi,
2- Bilgi yolu
3- Sevgi yolu
Çin düşüncesine göre Yin ve Yang dünyayı canlandıran güçleri anlatır. Enerji ya da Yang olayların ana biçimi. Yin’in karanlık zemininde parlaklığıyla kendini gösterir. Bu kutupluluk (mevsimler) ve insana özgü ardışık olguları ( erkek- dişi, sağlık- hastalık) düzene koyar.
Konfüçyüs’e göre bilge kişi kendi manevi varlığını işlemekle, çevresine bir düzen ilkesi yayar. Bu ilke de başka varlıklara geçerek kişiden bütün evrene uzanır.
Der ki: 15 yaşında kendini öğrenmeğe verdim. 30 yaşında irademe sahip olabildim. 40 yaşında şüphelerden uzaklaştım 50 yaşında göğün emrini öğrendim. 60 yaşında sezgi yoluyla her şeyi kavradım. 70 yaşında doğru olan şeylerde zarar vermeden kalbimin isteklerini gerçekleştirebildim” aslında bu biz insanların ortak kaderidir. Hepimiz farkında olmasak ta bu süreci yaşarız.
Konfüçyüs kurduğu okulda öğrettiği 4 şey: edebiyat, ahlaka, sadakat ve doğruluktur. Ahlaki prensiplere uymayı mutluluğun ön koşulu görür. Konfüçyüs’e göre büyük ve üstün insanın özellikleri:
1- gözlerinin iyi görmesi,
2- kulaklarının iyi duyması,
3 yüzünün yumuşa olması
4- davranışlarında saygılı olması,
5- konuşmalarında samimi olması
6- yaptığı işte dikkatli olmalı,
7- şüphede başkasını sorguya çekmemeli,
8- kızdığı zaman güçlükleri yenen,
9- kazanç gördüğünde doğruluktan ayrılmayan
Bugün için anlamı:
Doğu. Hint- Çin. İnsan yaratılışında iki temel mayanın çamur ve ruh( veya madde- ruh) olduğuna inanırız. Batı çamur-madde’yi, doğu(Hint- Çin) ruh- manayı temsil ediyor. İnsanın içsel yolculuğu, ruhi terbiye, nefsin isteklerini kontrol etme, yaratıcı olana ulaşma, acılarla sınanma, insanlarla olan ilişkilerde denge ve şiddetten uzaklaşma. Doğu medeniyetini insanın ruhunda- kalbinde, batı akılda- tabiatta inşa etmeye kalkışıyor. İnsana yaratıcıya ve tabiata ilişkin tasavvurlarında mistik değerler, insanüstü olaylar, mitolojik efsaneler ve metafizik düşünceler hâkimdir. Bu da birçok noktada gerçeklikten kopuşu kendisiyle beraber getirmiştir. Çeşitli dönemlerde ortaya çıkan önderler(Konfüçyüs- Budha- Lao Tseu, Tagore, Mahatma Gandhi) düşünsel gelişime farklı zenginlikler katarak olgunlaştırmışlardır. Bugünkü modern çağa cevabı henüz netlik kazanmamıştır. Gandi’nin yaptığı açılımlar tam anlamıyla geliştirilemedi. Madde de aradığını bulamayan Batı Doğu’nun değerlerini yeniden keşfetme ihtiyacı hissederken, doğu geç tanıştığı modernleşme olgusunu anlamaya çalışıyor. Ama bu konuda zihinlerin henüz berrak olduğu söylenemez. Ekonomiyi ve görselliği aşan düşünsel temeller henüz oluşmamıştır. Bir Japon modelinden bahsedilirse de maddenin manayı boğduğunu her halinden anlıyoruz. Oysaki doğu dünyanın vicdanıdır. Eğer onu yitirirse kendi de yitirecektir. Şairin dediği gibi: “sen, sen diye haykırırken bir de ne göreyim sen olmuşum. Ben kaybolmuşum oradan. Sen varsın nereye baksam”
“Yaratma gücüne sahip olmayan, yıkma gücüne de sahip değildir. Kötüyü zorlamaya hakkımız yok, ama suça iştirak etmemek ne pahasına olursa olsun ona kafa tutmak hakkımızdır. Düşman pişmanlık gösterince ona kucağımızı açmalıyız” Gandhi