ÇOCUKLAR ve DİN
Dindar olmak isterdim.
Dini bilmek isterdim.
İsterdim ki bana inanmayacak, benden kuşku duyacak insanlara, onların inanacağı ayetlerle, hadislerle seslenebileyim.
Eminim ki kutsal kitapların, kutsal sözlerin bir yerinde “din adına gösterişi” lanetleyen bir cümle vardır.
O cümleyi bilebilmek isterdim.
Ve, onlara o cümleyi söyleyebilmek isterdim.
Bir dağın yamacındaki bir binaya küçük kızları doldurup onlara Kuran öğretmeye kalkmanın bir amacı vardır.
Nedir o amaç?
O çocukları hayatın kötülüklerinden korumak mı?
Allah’ın büyüklüğünü onlara anlatmak mı?
Onlara cennete giden yolu göstermek mi?
Peki, o çocukları ölümden korumayı hiç düşünmeyen biri, onları hayatın kötülüklerinden koruyabilir mi?
Hayatın kötülüklerinden biri, çocukların hayatını hiçe saymak değil mi?
Dindar olmak isterdim.
Dini bilmek isterdim.
Asıl ibadetin, çocukları iyi ve güvenli yaşatmak olduğunu söyleme hakkına sahip olmak isterdim.
Yaptığın binaya aldırmadan Kuran dersi vermenin bir “şekil”, bir “gösteriş”, bir “günah” olduğunu söyleyebilecek bir bilgim, dağarcığımda söylediğime şahit gösterebileceğim “kutsal” bir cümle bulunsun isterdim.
Öyle bir bilgim yok.
Öyle bir cümle bilmiyorum.
Ne kadar çaresizim.
Bir günahkâra niçin inansınlar?
Bir günahkârın, günah bulduğuna onlar niçin “günah” desinler?
Ama içimden, ta derinimden o kadar eminim ki o çocukları o binaya sokmanın günah olduğuna.
Hiçbir ibadetin bu günahı silemeyeceğine o kadar eminim ki…
Ve, ben bunu anlatamadığım için o kadar çaresizim ki.
Ben dinden hiç korkmadım.
Ben dindarlardan hiç korkmadım.
Ama dini sadece bir şekil, bir gösteriş sananlar hep ürküttü beni.
“Din öyle bir şey değil,” diye bağırmak istedim.
Din öyle bir şey değil.
Din gösteriş değil.
Biliyorum, bunu söylemeye benim hakkım yok.
Ben bunu söyleyemem.
Ama dindar olmasam da ta içimden, ta derinimden biliyorum, “kul kula emanettir” ve biliyorum, “ibadet, sana emanet edileni korumakla başlar.”
O çocukları korumayan herkes, o binanın sağlam olmasını sağlamayan herkes, “dinin gösterişçiliği” tarafından mahkûm edilmekten korktuğu için o binayı kapatmayan herkes günahkârdır bence.
Ben dindar olmak isterdim.
Dini bilmek isterdim.
“Din adına yapılan her gösteriş, sevabı şekilde her arayan her davranış, insanı günaha götürür,” diyebilmek isterdim.
Bunu diyebilmek isterdim gerçekten, buna bütün kalbimle inanıyorum çünkü.
O çocukları öldürdüler.
Kazanacakları sevabı, çocukların hayatından daha fazla düşündükleri için öldürdüler.
Ve, o kadar çoklar ki…
Kimse o çocukları korumaya gitmedi.
Kimse o binayı kapatmadı.
Bunu yapmaya kalkana “dinsiz” diyeceklerdi çünkü.
“Asıl dindar, o binayı kapatacak cesarete ve dürüstlüğe sahip olandır” diyebilmek isterdim.
Ama diyemem ki…
Kim bana inanır?
Hangi dindar inanır bana?
Kutsal bir cümle bilmiyorum ki…
Tanrıya inanmasam da tanrıyla ilgili bir sezgim var ama benim.
Onun “benim yarattıklarımı koruyun, birbirinizi koruyun” diyeceğine eminim.
Böyle bir dua bilseydim, ben o duayı ederdim.
“Diğer kullarımı sevmeden, beni sevemezsiniz” diyeceğine eminim.
Bundan eminim.
Eğer varsa, O, benim bundan emin olduğumu biliyor.
Benim hiçbir dindara din anlatmaya hakkım yok.
Cahilim ve inançsızım.
Ama inansaydım ve bilseydim, “en büyük ibadetin insanları, çocukları korumak” olduğunu söyleyen bir cümle bulurdum.
Ve inansaydım ve bunu söylemeye hakkım olsaydı, ben hayatım boyunca bu cümleyi tekrarlar, bir tek çocuk ölmesin diye dinimden vazgeçmeye, onu kızdırmaya, en ağır cezalarla cezalandırılmaya razı olurdum.
Ve, bunun en büyük ibadet olduğuna ve bunun O’na duyulan en büyük sevgi olduğuna iman ederdim.
Ve, hiç kimse inanmasa da O buna inanırdı.
AHMET ALTAN