Sovyet edebiyatının ve toplumcu gerçekçi romanın en büyük isimlerinden birisi de hiç kuşku yok ki Şolohov’dur. 24 mayıs 1905’de, neredeyse bütün hikaye ve romanlarına konu olan Don Irmağı havzasındaki Rostov ilinin Krulijin köyünde doğdu. Rusya’nın en çalkantılı döneminde geçti çocukluğu. On beş yaşında okulu bırakıp Kızıl Ordu’ya katıldı. 1924’te yeniden köyüne döndü ve devlet memuru olarak çalıştı. Moskova’dayken çeşitli dergilerde yazı ve röportajları yayınlanmaya başlamıştı, ancak edebiyatla bir daha hiç kopmayacak olan ilişkisi 1924’ten sonra kuruldu. 1932’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne katıldı. 1928’de ilk cildi basılan “Ve Durgun Akardı Don” romanından sonra ünü Moskova’ya kadar yayıldı. Bu romanını 1940 yılında dört ciltte tamamladı Şolohov ve ülkenin en büyük ödüllerinden olan Stalin Ödülüne değer bulundu. 1941’de II.Dünya savaşı başlayınca Pravda gazetesinde savaş muhabirliği yaptı. Savaşın ertesinde, 1949 yılında SSCB Bilimler Akademisi’ne, 1954’te Sovyet Yazarlar Birliği Prezidyumuna ve nihayet 1961’de Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne üye seçildi. 1954’de Lenin Nişanı aldı. 1965 yılında ise Nobel Edebiyat ödülü sahibi oldu. 20 Şubat 1984’de, yine Rostov ilinde öldü.
Durgun Don
Türkçe’ye “Ve Durgun Akardı Don” adıyla çevrilen “Durgun Don” romanı, Don kıyılarında yaşayan Kazak köylülerini 1900’lerin başından 1918’e kadar uzanan bir zaman diliminde Ekim devrimi ile ilişkileri içerisinde anlatır. Bir yandan I.Dünya Savaşı ve Bolşevik devrimi, diğer yandan sürdürülmeye çalışılan geleneksel hayat arasında sıkışan Kazaklar, belki de Tolstoy’un “Kazaklar”ından bile daha gerçek ve canlıdır Şolohov’un romanında. Yazar, Rus Çarı’na, dine, gelenek ve göreneklerine bağlılıkları ile tanınan bu topluluğu, Gregor Melekhov adlı genç bir kazakla tipleştirir.
Sıradan bir kazak köyünde çiftçi bir ailedir Melekhov’lar. Oğul Gregor, hem yakışıklı, hem de çapkındır. Kocası askerde olan güzel Aksinia ile ilişkisi vardır, ama ailesi onu genç bir kızla -Natalia’yla- evlenmeye zorlar. Ne Gregor, ne de cephedeki kocası dönen Aksinia mutlu değildir bu durumdan, kaçarlar ve bir çocukları olur. Tam bu sırada I.Dünya savaşı başlamıştır. Gregor cepheye gider. Sıcak savaşın bütün vahşetine tanık olan genç kazak, ordu içerisinde propaganda çalışması yapan Bolşeviklerle ve onların barış çağrılarıyla karşılaşır. Daha savaş bitmeden Çar istifa etmiş, hükümet karışıklıkları başlamış ve Bolşeviklerin gücü artmıştır. Kendileri de bağımsız bir devlet hayali kuran Kazak süvarileri bu karışıklıkta ne tarafı seçeceklerine karar veremez, ayaklanmayı bastırmaya gitmezler; Kışlık Saray düşmüş Devrim gerçekleşmiştir…
Romanın dördüncü cildinde, Şolohov devrimin ardından başlayan iç savaş günlerini ele alıyor. Savaştan bıkıp biran önce köyüne dönmek isteyen Gregor, şimdi Bolşevik saflardadır. Ancak yıllardır süren bu şiddet ortamında filizlenen devrimcilerin yöntemleri de farklı değildir Çar askerlerinden. Gregor, birliğinden ayrılıp Don bölgesine, köyüne dönünce, karşı devrimci bir hareket başlatan kazaklara katılır. Alman kuvvetleri ile de savaşmak zorunda kalan Bolşevikler Don bölgesinde yenilgiye uğrarlar. Ancak Şolohov, gelecekte devrimcilerin kazanacağına ilişkin bir vurgu ile bitirir romanını.
Devrimin şiirsel tarihi
19.yüzyılın ikinci yarısı Rus romanının en parlak dönemiydi. Tolstoy’la kapanan bu altın çağın 20.yüzyıldaki son örneğidir Şolohov. Belki de “Durgun Don” demek daha doğru olur; çünkü Şolohov’un diğer romanlarında aynı başarıyı göremeyiz. Hemen hemen bütün edebiyat incelemelerinde, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı ile karşılaştırılan “Durgun Don” ve Şolohov’daki Tolstoy etkileri çok açıktır. Savaş sahneleri, kazak hayatı üzerine ayrıntılı gözlemler, savaşın yıktığı hayatlar, yitirilen sevgiler, her iki romanın da en çarpıcı sahneleridir. Ancak önemli bir farkın altını çizmek gerekiyor; Tolstoy’un kişilerinde 19.yüzyıl geleneğine uygun olarak insan psikolojisi toplumsal belirlenimin önündedir. “Durgun Don”da ise, Şolohov sosyalizmin ruhuna uygun olarak, bireyin gelişiminde toplumsal etkileri vurgular. Suçkov’un sözleri ile; “Şolohov’un romanındaki Tolstoy’cu gelenek, bir öykünme değil, geçmişten alınmış bir mirastır; yeni bir toplumsal ve kişisel görüş açısından, yazarın kendi bağımsız düşüncesinden hareketle, tarihsel olaylar ile bunların bireylerin ve kitlelerin düşünce tarzı üstündeki etkisini araştırmaya başladığı çıkış noktasıdır”.
Hikayenin arkasındaki tarih çok net bir biçimde görülür “Durgun Don”da, ama bu tarihi kuru bir belgeselci yaklaşım ya da tarihin ilerlemeci mantığı içerisinde yansıtmaz Şolohov. Bireysel kaderler, kendilerinin dışında gelişen ve asla önünde durma imkanı olmayan bu muazzam devinim içerisinde belirlenir. Romanın girişindeki o basit köy yaşamı ve inanç biçimlerinin adım adım tasfiye oluşunu, o dönemin siyasal ve toplumsal tarihi içerisinde şiirsel bir hüzünle anlatır yazar. Devrim saflarındadır, ama devrimin pek çok insanın hayatına, geçmişine, geleceğine, sevdiklerine mal olduğunu izlemiş ve romanında yan tutmadan sergilemiştir. Bu nedenle, Toplumcu Gerçekçilik için yeteri kadar olumlu bir tip olmasa bile, kazak köylüsü Gregor, devrim sürecinin bir tipiği olarak kabul görmüş, bireysel yazgısı trajik olarak algılanmıştır.
Siyasi tarihin baş köşeye oturduğu bir romanı insanileştiren en önemli tema aşktır “Durgun Don”da. Aksinya, Geregor ve Natalia arasındaki üçgen, pek çok aşk romanında rastladığımızdan farklı değildir aslında, ama yazarın bu ilişkileri simgeleştirişi, ilişkilerle toplumsal düzen ve ahlak anlayışı arasında kurduğu özdeşleştirmeler ve bütün bunları resmederken yarattığı tutkulu atmosfer, “Durgun Don”un yasak aşkını benzersiz kılar. Şolohov, Çarlık Rusyası’ndan Sovyetler Birliği’ne geçiş sürecindeki pek çok parçalanmış toplumsal yapıyı ve ilişki biçimini eksiksiz olarak ve kendi dinamikleri içerisinde hareket halinde yansıtarak, devrimin romanını/şiirini yazmıştır.
Yazıldığı yıllarda, edebiyat dışı etkileri ve anlamı, edebi değerlerinin çok ötesindeydi “Durgun Don”un. Ekim devriminden sonra, edebiyat ve sanatı yeni bir insan tipi ve toplumun yaratılması için çok önemsemişti Komünist Parti. Toplumcu Gerçekçilik akımı, bu ihtiyacın bir ürünüydü. Bir önceki dönemde yetişen ve devrimci hareketle iyi ilişkiler içerisinde olan tek yazar Maksim Gorki, klasik roman tekniğine kattığı sosyalist temalarla, akımın başlatıcısı oldu. Ancak Gorki’nin yapıtlarının heyecan vermekten uzak olduğunu söylemeliyim. Şolohov ise gerçek bir devrim çocuğuydu. Sosyalizmin ve Sovyetler Birliği’nin ihtiyacı olan taze kandı o. Teorik olarak var olan Toplumcu Gerçekçilik, “Durgun Don” ile pratik örneğini bulmuştu. Yalnızca Sovyetler Birliği için değil, dünya sosyalist hareketi açısından da yeni bir edebi çığır açılıyordu…
Eserleri
* Ve Durgun Akardı Don- Durgun Don
* Uyandırılmış Toprak
* Don Kıyısında Hasat
* Don Öyküleri
* Vatan İçin Döğüştüler
* Mavi Bozkır
* İnsanın Kaderi