Toplumların yaşamlarında zaman zaman görülen çok hızlı dönüşümler hatta patlamalar biçiminde görülen dönüşümler gerçekte uzun süreçler boyunca alttan alta sessizce oluşmuştur. Ayrıştırıcı ve aynı zamanda bileştirici bir gözle bakamadığımız zaman bu gibi durumları birer devrim gibi hatta birer mucize gibi algılarız. İnsanların kısa ömürlerinde güzel günler adına evrimden çok devrimi kendilerine yakın bulmaları anlamlıdır: her şeyin çok uzun beklemeler sözkonusu olmadan değişmesi hepimizin dileğimizdir. Bunun en basit anlamı şudur: ölmeden biz de güzel günler görelim. Oysa bireylerin yaşamında olduğu gibi toplumların yaşamında da köklü dönüşümleri duyurmayan dural ya da durağan dönemler iniş ve çıkış dönemlerinden daha az değildir. Çünkü toplumlar da bireyler gibidirler: birbirini izleyen yeni durumların sarsıntılarını çok uzun süre yaşayamazlar. Bir etkinliği bir dinginlik izler. Öyle zamanlar olur ki bireyler de toplumlar da uzun süren başdöndürücü bir akışın getireceği iyiliklere durallığın verimsizliğini yeğ tutabilirler.
Gerçekte dönüşüm kaçınılmaz koşuldur: en tembel bilinç bile değişkendir. Zamanın akıp geçmesi demek bilincin kendini dağıtıp yeniden kurması demektir. Bilinç sürekli olarak kendini dağıtır ve yeniden kurar. Öğrenme süreçleri de bu dağılma ve yeniden kurulma olgusuyla gerçekleşir. Önemli olan görebilmektir hatta öngörebilmektir. Görmek yetmez, eğitim koşullarında sağlanmış görme yeteneğinin belirleyiciliğinde öngörebilmek gerekir. Bilinç açısından yetersiz kişiler gibi bilinç açısından yetersiz toplumlar da görmekte ve dolayısıyla öngörmekte yetersiz kalırlar. Bu yetersizlik onları kendilerine değil de kendi esenliklerini sağlamak adına başkalarına inanmak durumunda bırakır. Bu işin en basit mantığı şudur: biz yapamıyorsak bilen birinin bunu yapması gerekir. Gelişmemiş insan kendi yazgısını başkasına devretmeye hazırdır.
Oysa ben yetersizsem benzerlerim de üç aşağı beş yukarı benim kadar yetersiz olacaktır. Bir toplumda yoksul ve zengin, uzun boylu ve kısa boylu, köylü ve kentli, dingin ve sinirli, yürekli ve korkak ayrımının olması o toplumda birilerinin bilinç açısından çok yetkin öbürlerinin bilinç açısından tümden yetersiz olduğu anlamına gelmez. Burada belirgin bir biryapılılık vardır. Toplumun bu biryapılı görünümü toplumsal-siyasal çerçevede dağılır gider: yetersiz bilinçle yetinen birileri kendilerini çok zaman başkalarını yönetecek güçte görmekten geri kalmazlar ve bunun için öne çıkarlar. Onlar toplumda her zaman bir “vasi” rolü oynamaya hazırdırlar. Bilinçsiz kitlelerin ateşli yarı bilinçli önderleri tablosu böyle oluşur. Bu iş iyi iştir: hem kazanç hem uydurmadan da olsa bir saygınlık getirir. Bu kazancı ve bu saygınlığı elde etmenin bazı kolay görünen ve yüzde yüz karanlık yolları vardır.
Her birey kendi bilinç yapısı içinde toplumsal bilincin özel bir yorumunu ya da özel bir örneğini kendinde taşır. Birileri toplum içinde ayrıcalı insan oyunu oynayabilirler, bunun için onların kendilerine göre çok özel nedenleri ya da gene kendilerine göre çok üstün nitelikleri de olabilir. Önemli olan nedenler ya da nitelikler değildir, önemli olan yalnızca ve yalnızca uyum yeteneğidir. Akanla akabilmek, duranla durabilmek, yağanla yağabilmek, esenle esebilmek önemlidir. Her zaman bir takım tantanalı görünümler vardır. Bu çok bir şey anlatmaz. Her tantananın altında basitlikle belirgin bir bayağılık rengi yakalayabilirsiniz. Görünüşün pırıltılarını kazıdığınız zaman alttan pırıl pırıl bir bu toplumun insanı tablosu çıkacaktır. Toplumda kendini özenle çok ayrı ya da ayrıcalı bir yere koyan kişinin çok büyük boyutlarda toplumun öbür insanlarına benzediğini görürsünüz.
Bu karmaşık düzende gerçek insan tablosu toplumun kıyısında hatta oldukça dışında bir yere asılmıştır. Toplum gerçekte bağrına basması gereken bu yok denecek kadar az sayıda insanı kendinden ayıklamıştır. Yoksunluklarla dolu da olsa dingin bir yaşamımız olsun diyenler bu tablonun karşısında oldukça tedirgindirler, bu tedirginliklerini giderebilmek için yapay bir gerçek insan tablosu oluştururlar. Toplumun üvey kesiminde tutulurken gene de tarihe ağırlığını koyabilmiş insanların uydurma kopyalarıdır bunlar. Uydurma düşünürler ve uydurma sanat adamları tarihin acımasız ayıklayıcılığını bile bile şanslarını denerler. Toplumların açmazları kitlelerin gevşekliği kadar bu yapay kültür insanlarının varlığından kaynaklanır. Hiçbir toplum yetkin bir bilinç etkinliğinin ışığında kesintisiz sürecek olan alabildiğine bir gelişimin yükünü kaldıramaz. Bir toplumda yorulmadan dinlenenlerin sayısı az değildir.