Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Ekim 17, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeOshoBütünleşmek ve Merkezine Dönmek | Osho

Bütünleşmek ve Merkezine Dönmek | Osho

Bütünleşme zaten varlığının en derin özünde vardır. Tam merkezinde bütünsün, aksi taktirde varlığını sürdüremezdin bile. Bir merkezin olmadan nasıl var olabilirsin? Tekerleğin hareket etmeyen bir merkezi olduğu için at arabası hareket edebilir; o, tekerleğin göbeğinde hareket eder. Bilsen de bilmesen de, şayet at arabası hareket ediyorsa tekerin göbeği vardır..

Canlısın, nefes alıyorsun, bilinçlisin; yaşam hareket ediyor, o halde yaşam tekerinin bir göbeği olmak zorunda. Farkında olmayabilirsin ama oradadır. Onsuz sen var olamazsın.

O halde ilk ve en temel olan şey şudur: Bir şey haline gelmek söz konusu değildir. Varsın. Yalnızca içeri git ve gör. Bu bir keşiftir, bir şeyi elde etmek değil. Başından beridir onu taşımaktasın. Ama çepere öylesine bağlandın ki ve sırtın da merkeze dönük. Çok fazla dışarı gider hale geldin, o yüzden içeri bakamıyorsun.

Biraz içgörü, kavrayış yarat. İçgörü sözcüğü güzeldir; “içerinin görünüşü, içeriye bakmak, içeriyi görmek” anlamına gelir. Gözler dışa doğru açıktır, eller dışarıya doğru uzanır, bacaklar senden uzaklaşır. Sessizce otur, çeperi rahatlat, gözlerini kapat ve içeri giriver… ve çaba sarf etmeden. Sadece rahatla; sanki kişi boğuluyormuş ve hiçbir şey yapamazmış gibi. Boğulurken bile bir şeyler yapmaya devam ederiz.

Onun olmasına basitçe izin verecek olsan, yüzeye çıkacaktır. Bulutların içinden merkezin ortaya çıktığını göreceksin.

Hayatın iki hali vardır. Birisi eylem hali; bir şey yaparsın. Diğeriyse alıcı olma hali; basitçe alırsın. Eylem hali dışadönüktür. Para istersen öylece oturamazsın. Bu şekilde gelmeyecek. Onun için mücadele etmelisin, rekabet etmelisin ve her türlü yolu ve aracı kullanmalısın; yasal, yasadışı, doğru, yanlış. Para öylece oturduğun yerden sana gelmeyecek. Kudretli olmak istersen, bir politikacı olmak istersen bunun için bir şey yapmak zorundasın. O kendiliğinden gelmeyecek.

Eylem hali vardır; eylem hali dışadönük haldir. Ve eylemsizlik hali de vardır: Bir şey yapmazsın, basitçe onun gerçekleşmesine izin verirsin. Biz bu lisanı unuttuk. Unutulmuş olan bu lisan yeniden öğrenilmelidir.

Bütünleşme geri getirilmek zorunda değil; o zaten orada. Biz ona nasıl bakacağımızı unutmuş durumdayız, onu nasıl anlayacağımızı unutmuş durumdayız. Eylem halinden giderek daha çok ve daha çok alıcı, edilgen haline geç.

Eylem dünyasını terk etmeni söylemiyorum çünkü bu seni yeniden yarım yapacaktır. Tam şu anda yarımsın. Hayatında sadece tek bir seçenek var ve bu da eylemdir, bir şey yapmaktır. Sessizce oturmayı düşünemeyen insanlar var; bu imkânsız. Kendilerine bir anlık gevşeme izni veremezler. Onlar sadece eylemle ilgilenirler. Bir şey yapılacaksa, o zaman ilgilenirler. Şayet sadece günbatımı varsa, o halde ona bakmanın ne anlamı olabilir ki?

Sen sadece eylemle, bir şey olup olmadığıyla ilgileniyorsun. Bu fazlasıyla sabitlenmiştir. Bunun gevşemesi gerekmektedir: Birkaç anlığına, birkaç saatliğine, bazen de birkaç günlüğüne tamamen hayatın diğer haline gitmelisin, öylece oturup her şeyin olup bitmesine izin vermelisin. Günbatımına baktığında hiçbir şey yapman gerekmez. Sadece bak. Bir çiçeğe bakarken ne yapman gerekir ki? Sadece bakarsın.

Aslında hiç çaba yoktur, çiçeklere bakarken bile. Çabasızdır. Gözlerin açık, çiçek orada… bakılanın ve bakanın beraberce kaybolduğu derin bir, bir olma anı gelir. O zaman güzellik vardır, o zaman kutsanma vardır. O zaman, ansızın sen gözleyen değilsin ve çiçek de gözlenen değil çünkü gözlemlemek için hâlâ bir eylem olmak zorundadır. Şimdi sen oradasın ve çiçek de orada ve bir şekilde ikiniz birbirinizin sınırlarının içine girersiniz. Çiçek senin içine girer, sen çiçeğin içine girersin ve ansızın bir ilham ortaya çıkar. Ona ister güzellik de, ister hakikat de, ister Tanrı de.

Bu ender anlara giderek daha çok izin vermek durumundasın.

Onları yetiştirmen gerekiyor diyemem, bu anlar için kendini eğitmen gerekir diyemem, bir şey yapman gerekiyor diyemem çünkü bu yine eylem halinin lisanını kullanmak olacaktır ve çok derin bir şekilde yanlış yorumlanmış olacaktır. Hayır, sadece bu anlara giderek daha çok izin ver diyebilirim. Bazen, basitçe hiçbir şey yapma. Çimlerin üzerinde rahat bir şekilde uzan ve gökyüzüne bak. Bazen gözlerini kapa ve iç dünyana bak; düşünceler hareket halinde, yüzüyor; arzular yükseliyor, gidiyor. İçinde sürekli devam eden renkli hayal dünyasına bak. Yalnızca bak. “Bu düşünceleri durdurmak istiyorum” deme; gene eylem haline yöneldin. “Meditasyon yapıyorum; git! Tüm düşünceler benden uzaklaşın” deme çünkü bunu söylemeye başlarsan, bir şey yapmaya başlamışsındır. Sanki değilmişsin gibi…

En eski meditasyonlardan bir tanesi Tibet’teki bazı manastırlarda hâlâ kullanılmaktadır. Sana söylediğim hakikat üzerine kuruludur bu meditasyon. Bazen basitçe ortadan kaybolabileceğini öğretirler. Bahçede otururken, ortadan kayboluverdiğini hissetmeye başla. Dünyadan gidince, artık burada olmadığında, kesinlikle görünmez olduğunda dünyanın nasıl göründüğünü gör sadece. Sadece tek bir saniye olmamanın nasıl olacağını dene.

Kendi evinde yokmuşsun gibi ol.

Bir düşün, bir gün olmayacaksın. Bir gün göçmüş olacaksın, ölmüş olacaksın; radyo yine çalmaya devam edecek, karın yine kahvaltıyı hazırlayacak, çocuklar yine okula hazırlanıyor olacak. Düşün: Bugün göçüp gittin, yoksun. Bir hayalet ol. Sadece sandalyende otururken, basitçe kaybol, sadece, “Artık gerçek değilim; ben yokum” diye düşün. Ve sadece gör nasıl ev devam ediyor. Muhteşem bir huzur ve sessizlik olacak. Her şey olduğu gibi devam edecek. Sensiz her şey aynen devam edecek. Hiçbir şey eksik olmayacak. O zaman sürekli meşgul olmanın, bir şey yapmanın, eyleme takıntılı olmanın anlamı ne? Ne anlamı var? Göçüp gideceksin ve ne yaptıysan ortadan kaybolacak; sanki kumlara imzanı atmışsın gibi ve rüzgâr gelir ve imzan kaybolur… ve her şey biter. Hiçbir zaman var olmamış gibi ol.

Bu gerçekten güzel bir meditasyondur. Yirmi dört saatte pek çok kez bunu deneyebilirsin. Yarım saniye bile işe yarayacaktır; yarım saniyeliğine basitçe dur… yoksun… ve dünya devam ediyor. Sen olmadan da dünyanın mükemmel bir biçimde sürüp gittiği gerçeğinin giderek daha çok farkına vardığında, işte o zaman varlığının çok uzun zamandır, pek çok hayattır ihmal edilmiş başka bir kısmı olduğunu öğrenebileceksin ve bu da alıcı olan seçenektir. Sen sadece izin ver, bir kapı ol. İşler sensiz olup bitecek.

Buda’nın, “Sürüklenmiş bir ağaç dalı ol. Akıntıdaki bir odun misali suyun üstünde yüz ve ne zaman akıntı giderse seni de götürsün; hiç çaba sarf etme” derken söylemek istediği budur. Budist yaklaşımının tamamı alıcı seçeneğe aittir. Bu yüzden Buda’yı bir ağacın altında otururken görürsün. Tüm heykelleri oturur, oturur ve hiçbir şey yapmaz. O basitçe orada oturuyor, hiçbir şey yapmıyor.

İsa’nın bu türden görüntüleri yoktur. O hâlâ eylem halini takip eder. Hıristiyanlığın en derindeki olasılığı kaçırdığı nokta da budur: Hıristiyanlık aktif hale geldi. Hıristiyan misyonerleri devamlı fakirlere hizmet ediyor, sürekli hastanelere gidiyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor ve iyi bir şey yapmak için tüm gayretini gösteriyor. Evet, çok güzel ama o eylem halinin içinde kalıyor ve Tanrı sadece alıcı haldeyken bilinebilir. O yüzden Hıristiyan misyoneri iyi bir adam, çok iyi bir adam olacaktır ama Doğulu anlamda bir aziz olmayacaktır.

Artık Doğuda bile sürekli bir şeyler yapan bir kişiye Mahatma olarak tapınılıyor çünkü Doğu yoksuldur, hastadır. Binlerce cüzamlı, kör, eğitimsiz insan var; onların eğitime ihtiyacı var, ilaca ihtiyacı var, hizmet edilmeye ihtiyacı var, bin bir tane şeye ihtiyaçları var. Birden aktif kişi önemli hale geldi; o yüzden Gandhi bir Mahatmadır ve Kalkütalı Rahibe Teresa çok önemli hale gelmiştir. Ama hiç kimse onların alıcı bir hale gelip gelmediğine bakmaz.

Şimdi Buda gelse hiç kimse ona saygı göstermez çünkü o bir okula ya da hastaneye koşarak gitmeyecek. O bir bodhi ağacının altında oturuyor olacak, öylece sessizce oturuyor olacak. Onun tarafından hiçbir şey yapılmadığından değil — onun varlığı tarafından inanılmaz titreşimler yaratılır— ama çok zor fark edilirler. Tüm dünyayı bir bodhi ağacının altında oturarak dönüştürür ama bu titreşimlere bakmak için akort olman gerekecektir, büyümen gerekecektir. Bir Buda’yı fark etmek halihazırda yola girmiş olmak demektir. Bir Rahibe Teresa’yı fark etmek çok kolaydır, bunda pek fazla bir şey yoktur. Herhangi birisi onun iyi bir iş yaptığını görebilir.

İyi bir iş yapmak bir şeydir ve iyi olmaksa tamamıyla bambaşka bir şeydir. İyi işler yapma demiyorum. Dediğim şey şu: Bırak iyi işler senin iyiliğinden çıksın.

Önce alıcı hale ulaş, önce edilgen hale ulaş, önce aktif olmama haline ulaş. Ve senin içsel varlığın çiçek açtığında ve içindeki bütünleşmeyi bildikten sonra —ki o her zaman oradadır, merkez her zaman oradadır— bu merkezi fark ettiğinde ansızın senin için ölüm kaybolur. Ansızın tüm kaygılar kaybolur çünkü artık sen bir beden değilsin ve artık bir zihin değilsin.

O zaman merhamet ortaya çıkar, sevgi ortaya çıkar, dua ortaya çıkar. Dünya için bir nimete, bir kutsamaya dönüşürsün. Şimdi, böyle bir adamın başına ne geleceğini kimse bilemez; İsa gibi bir devrimci olup tapınaktaki tefecileri mi kovalayacaktır, yoksa yoksul insanların hizmetine mi girecektir ya da yalnızca bodhi ağacının altında oturup güzel kokularını mı yayacaktır veya bir Meera olup Tanrının ihtişamına şarkılar söyleyip, dans mı edecektir. Hiç kimse bilemez, bu öngörülemez.

Benim buradaki tüm çabam hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını sana fark ettirmektir, başka hiçbir şeye ihtiyaç yok. Ona zaten orada sahipsin; içinde var oluyor. Ama senin onu keşfetmek için yaklaşımlar, kapılar, yollar yapman gerekiyor. Onun için kazmalısın; hazine orada.

Sana bir teknik vermek isterim. Bu çok basit bir teknik ama başlangıçta çok zor görünür. Denersen basit olduğunu göreceksin. Şayet denemezsen ve sadece onun hakkında düşünürsen çok zor görünecek. Teknik şudur: Sadece keyif aldığın şeyleri yap. Keyif almıyorsan yapma. Dene çünkü keyif alma sadece senin merkezinden gelir. Şayet bir şeyi yapıyorsan ve ondan hoşlanıyorsan, merkezle yeniden bağlantıya geçmeye başlıyorsundur. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey yaparsan merkezle bağlantın kopmuştur. Keyif merkezden yükselir ve başka da hiçbir yerden değil. O halde bu senin kriterin olsun ve bunun bir fanatiği ol.

Yolda yürüyorsun; ansızın yürümekten hoşlanmadığını fark ettin. Dur. Bitti; bunun yapılmaması gerekiyor.

Bunu üniversitedeyken yapardım ve insanlar benim deli olduğumu düşündüler. Ansızın dururdum ve sonra da o noktada yarım saat, bir saat dururdum, ta ki yeniden yürümekten keyif alana kadar. Profesörlerim o kadar endişelenirlerdi ki sınav olduğunda beni arabaya koyup üniversite amfisine götürürlerdi. Beni kapıda bırakıp orada beklerlerdi: Sırama ulaşıp ulaşmamış mıydım diye? Banyo yaparken ansızın hoşuma gitmediğini fark edersem, dururdum. O zaman ne ehemmiyeti var ki? Yiyorken hoşuma gitmediğini aniden fark edersem, o zaman dururdum.

Okulda matematik dersine girmeye başlamıştım. İlk gün içeri girdim, hoca konunun ne olduğunu anlatıyordu. Ortasında ayağa kalktım ve dışarı çıkmaya çalıştım. “Nereye gidiyorsun? İzin almazsan bir daha içeri girmene izin vermem” dedi. Ben de, “Endişelenmeyin yeniden gelmeyeceğim. O nedenle sormuyorum. Bitti; bundan zevk almıyorum! Hoşlanacağım başka bir konu bulacağım çünkü şayet hoşlanamazsam, onu yapmayacağım. Bu işkencedir, bu şiddettir” dedim.

Ve giderek bu bir anahtara dönüştü. Aniden fark ettim ki ne zaman bir şeyden hoşlanırsan, merkezlenmiş durumdasın. Hoşlanma merkezinde olmanın sesidir. Ne zaman bir şeyden hoşlanmazsan, merkezinin dışındasın. O zaman onu zorlama; buna gerek yok. Şayet insanlar delirdiğini düşünürlerse, bırak deli olduğunu düşünsünler. Birkaç gün içerisinde, kendi deneyimlerin sonucunda, kendini nasıl es geçtiğini göreceksin. Her zaman hoşlanmadığın bin bir tane şey yapıyordun ve hâlâ yapmaya devam ediyorsun çünkü sana böyle öğretilmişti. Sen yalnızca görevlerini yerine getiriyordun.

İnsanlar sevgi gibi güzel bir şeyi dahi mahvetmişlerdir. Eve geliyorsun ve karını öpüyorsun çünkü öyle olması gerekiyor, bunun yapılması gerekiyor. Şimdi, öpücük gibi güzel bir şey, çiçek gibi bir şey mahvedilmiştir. Yavaş yavaş zevk almadan karını öpmeye devam edeceksin; başka bir insanı öpmenin zevkini unutacaksın. Tanıştığın herhangi birinin elini soğuk, hiçbir anlam olmadan, hiç sıcaklık akışı olmadan sıkarsın. Sadece ölü eller el sıkışıyor ve merhaba diyor. O zaman yavaş yavaş bu ölü hareketi, bu soğuk hareketi öğrenmeye başlarsın. Donmuş hale gelirsin, bir buz kalıbı olursun. Ve sonra da dersin ki, “Nasıl merkeze girmeli?”

Merkez sen sıcak olduğunda, sen aktığında, eridiğinde, âşık olduğunda, keyif aldığında, dans ettiğinde, sevinç içinde olduğunda hazırdır. Bu sana kalmış. Sen sadece gerçekten hoşuna giden, yapmayı sevdiğin şeyleri yapmaya devam et. Hoşlanmıyorsan, dur. Hoşlanacağın başka bir şey bul. Hoşlanacağın bir şey olması kaçınılmaz. Hiçbir şeyden hoşlanmayan birisine hiç rastlamadım. Bir şeyden, başka bir şeyden, sonra da başka bir şeyden hoşlanmayan insanlar olabilir ama hayat engindir. Bir şeye saplanıp kalma; yüzeyde ak. Bırak daha fazla enerji akışı olsun. Bırak aksın, bırak etrafını çevreleyen başka enerjilerle buluşsun. Kısa süre sonra problemin nasıl olup da bütünleşmiş hale gelineceğinde değil, problemin senin nasıl akılacağını unutman olduğunu görebileceksin. Akan bir enerjide sen aniden bütünlenirsin. Bu bazen rastlantısal olarak da olur ama neden aynıdır.

Bazen bir adama ya da kadına âşık olursun ve ansızın kendini bütünleşmiş hissedersin, birden kendini ilk kez bir olmuş hissedersin. Gözlerinin bir parıltısı vardır, yüzünün bir ışıltısı vardır ve zekân artık donuk değildir. Varlığında parlak bir şey yanmaya başlar; bir şarkı yükselir, yürüyüşünün içinde bir dans niteliği vardır. Tamamen bambaşka bir varlıksın.

Ama bunlar zor bulunur anlardır çünkü sırrını bilmiyoruz. Sır şudur; hoşlanmaya başladığın bir şey olmalı. Tüm sır budur. Bir ressam belki açtır ve resim yapıyordur ve yine de sen onun yüzünde merkezinde olduğunu görebilirsin. Bir şair yoksul olabilir ama şarkısını söylediğinde dünyadaki en zengin adamdır. Hiç kimse ondan daha zengin değildir. Bunun sırrı nedir? Andan zevk almasıdır onun sırrı. Ne zaman bir şeyden hoşlanırsan kendinle ahenk içindesin ve evrenle ahenk içindesin çünkü senin merkezin her şeyin merkezidir.

O nedenle bu küçük kavrayışın sende bir ortam yaratmasına izin ver: Sadece zevk aldığın şeyleri yap, öyle değilse de dur. Gazete okuyorsun ve yarısına geldiğinde ansızın hoşuna gitmediğini fark ettin, o halde bir zorunluluk yok. O zaman neden okuyorsun? Şimdi, burada bırak onu. Birisiyle konuşuyorsun ve tam ortasında hoşuna gitmediğini anladın, tam cümlenin yarısını söyledin, orada ve o zaman dur. Hoşuna gitmiyor, devam etme zorunluluğun yok. Başlangıçta biraz garip gözükecek. Ama bir sorun olduğunu zannetmiyorum. Bunu deneyebilirsin.

Birkaç gün içinde merkezle pek çok temas yapılacak ve o zaman aradığın şeyin içinde olduğunu tekrar tekrar söylediğimde ne demek istediğimi anlayacaksın. O gelecekte değildir. Onun gelecekle hiçbir ilişkisi yoktur. O zaten şimdi buradadır, o zaten olandır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments