Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Aralık 4, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeOshoGerçek Yüzünü Bul | Osho

Gerçek Yüzünü Bul | Osho

Neysen o ol ve dünyayı asla hiç umursama. O zaman derin bir rahatlık hissedeceksin ve kalbin huzurla dolacak. Zen insanlarının “gerçek yüz” dediği şey budur; gevşemiş, gerginlikten uzak, iddiasız, iki yüzlü olmayan ve nasıl davranman gerektiği hakkındaki sözde öğretiler olmadan varolmak.

Ve unutma, gerçek yüz çok şiirsel bir ifade ama bu, farklı bir yüzün olacağı anlamına gelmiyor. Aynı yüz bütün gerginliklerinden arınacak, aynı yüz gevşeyecek, aynı yüz önyargısız olacak, bu aynı yüz başkalarından üstün görmeyecek kendisini. Bu yeni değerlere sahip aynı yüz, senin gerçek yüzün olacak.

Çok eski bir atasözü vardır:

Birçok kişi, korkak olma cesaretini gösteremediği için kahraman olmuştur.

Eğer bir korkaksan, bunun neresi yanlış? Bir korkaksın. Ne güzel bir şey. Korkaklara da ihtiyaç vardır, aksi halde kahramanları nereden bulacaksın? Korkaklar, kahraman yaratmak için zorunlu olan temeli oluşturmak için kesinlikle gereklidir.

Sadece kendin ol, her kimsen. Asıl sorun daha önce hiç kimsenin sana kendin ol dememiş olması. Herkes burnunu sokuyor, en sıradan durumlarda bile herkes sana şöyle ya da böyle davranman gerektiğini söylüyor.

Ben okula giderken… küçük bir çocukken, bana nasıl olmam gerektiğinin söylenmesinden nefret ederdim. Öğretmenler bana rüşvet teklif etmeye başladı: “Eğer doğru davranırsan, bir dahi olabilirsin.”

Hemen karşılık verdim: “Dahiliğin canı cehenneme, ben sadece kendim olmak istiyorum.” Ayaklarımı masanın üstüne koyarak otururdum ve her öğretmen rahatsız olurdu. “Ne biçim davranıyorsun?” diye çıkışırlardı.

Ben de yanıt verirdim: “Masa bana yapma demiyor ki! Bu, masayla benim aramda olan bir konu, siz neden bu kadar kızıyorsunuz? Ayaklarımı sizin kafanıza koymuş değilim ki! Siz de tıpkı benim gibi rahat olmalısınız. Ayrıca bu şekilde sizin öğrettiğiniz saçmalıkları çok daha iyi anlayacağımı hissediyorum.”

Sınıfın bir duvarında çok güzel bir pencere vardı ve pencereden dışarıdaki ağaçlar, kuşlar ve guguk kuşları görünüyordu. Çoğunlukla pencereden dışarı bakardım ve öğretmen gelip, “Neden okula geliyorsun ki?” diye sorardı.

Hemen yanıtlardım: “Çünkü evimde böyle, bütün gökyüzünün göründüğü bir pencere yok. Ve evimin olduğu yerde guguk kuşları, kuşlar yok. Evim şehirde, etrafında bir sürü başka ev var, o kadar kalabalık ki kuşlar oraya gelmiyor. Guguk kuşları oradakilerin şarkılarıyla kutsayacakları insanlar olmadığını hissediyor.

Buraya sizi dinlemeye geldiğim fikrini unutun! Ücretim ödeniyor. Burada sadece bir hizmetçi olduğunuzu unutmayın. Eğer sınıfta kalırsam gelip size şikayette bulunmayacağım; sınıfta kalırsam üzülmeyeceğim. Ancak eğer bütün bir yıl boyunca aslında dışarıdaki guguk kuşlarını dinlerken sizi dinliyormuş gibi yaparsam, bu iki yüzlü bir yaşamın başlangıcı olur ve ben iki yüzlü olmak istemiyorum.”

Öğretmenler, profesörler her konuyu belirli bir şekilde yapmamı istedi. O günlerde benim okulumda -ve belki de hâlâ devam ediyordur- herkes kep takıyordu. Benim keplere karşı hiçbir husumetim yok; üniversiteden ayrıldıktan sonra kep giymeye başladım ama üniversiteden ayrılıncaya kadar hiç giymedim. Rahatsız olan ilk öğretmen geldi ve “Okulun disiplinini bozuyorsun. Kepin nerede?” diye sordu.

“Okul yönetmeliğini getirin. Orada her çocuğun kep giymesi gerektiğinden söz ediliyor mu? Eğer yoksa, okul kurallarına aykırı olan bir şeyi bana dikte ettirmeye çalışıyorsunuz.” dedim.

Beni müdüre götürdü ve ben de müdürle konuştum: “Ben hazırım. Bana kep takmanın mecburi olduğunu yazan maddeyi gösterin. Eğer mecburiyse okuldan ayrılmam gerekebilir ama önce kep takmanın mecburi olduğunun nerede yazdığını gösterin.”

Tabii böyle bir yazılı kural yoktu ve ben devam ettim: “Bana kep takmak için geçerliliği olan mantıklı bir neden gösterebilir misiniz? Zekâmı arttıracak mı? Hayatımı uzatacak mı? Beni daha sağlıklı mı yapacak, daha anlayışlı mı kılacak? Bildiğim kadarıyla Hindistan’da başa bir şey takılmadığı tek eyalet Bengal ve ülkenin en zeki bölgesi orası. Punjab ise tam tersi. Orada insanlar kep yerine sarık takıyor. O kadar büyük sarıklar kullanıyorlar ki, sanki kaçmaya çalışan zekalarını kafalarının içinde tutmaya çalışıyorlar. Sonuçta Punjab ülkenin en az zeki bölgesi.”

Müdür cevap verdi: “Söylediklerin mantıklı ama bu bir okul disiplini sorunu. Eğer sen kep takmazsan, başkaları da takmaz.”

Ben de, “O zaman neden korkuyorsunuz? Bu geleneği terk edin.” dedim.

Hiç kimse kesinlikle hiç önemi olmayan konularda bile kendin olmana izin vermek istemiyor.

Gençliğimde saçlarım uzundu. Sürekli babamın dükkanına girip çıkmak zorunda kalırdım çünkü evimize giriş sadece dükkandandı. Ev, dükkanın arkasındaydı ve dükkandan geçmek zorundaydık. İnsanlar “Bu kimin kızı?” diye sorardı. Saçlarım o kadar uzundu ki, bir oğlanın bu kadar uzun saçlı olabileceğini hayal bile edemiyorlardı.

Babam epey bir utana sıkıla, “O, oğlan.” demişti.

“Ama o zaman saçları neden bu kadar uzun?” diye sordular.

Bir gün – bu babamın normal tavrı değildi – o kadar utanıp, kızmıştı ki gelip saçlarımı kendi elleriyle kesmişti. Dükkanda kumaş kesmek için kullandığı makası alıp saçlarımı kesmişti. Ona bir şey söylemedim… buna şaşırdı. “Hiçbir şey söylemeyecek misin?” diye sordu.

“Kendi tarzımla söyleyeceğim.” diye yanıtladım.

“Ne demek istiyorsun?”

“Görürsün.” dedim. Evimizin karşısında dükkanı olan afyon müptelası berbere gittim. O, saygı duyduğum tek insandı. Yan yana bir sürü berber dükkanı vardı ama ben o ihtiyarı çok severdim. Şahsına münhasır bir adamdı ve beni çok severdi; saatlerce konuşurduk. Sürekli saçmalardı! Bir gün bana şöyle dedi: “Bütün afyon müptelaları bir araya gelip siyasi parti kurabilirse, ülkeyi ele geçirebilirdik!”

“Çok iyi bir fikir!” dedim.

“Ama” diye devam etti, “hepimiz afyon müptelası olduğumuz için, ben kendi fikirlerimi bile unutuyorum.”

“Endişe etme. Ben buradayım ve hatırlarım. Sen bana bu ülkede neleri değiştirmek istediğini, ne tür bir siyasi ideoloji istediğini söyle, ben hallederim.”

Ama o gün ona gidip saçlarımı kazımasını söyledim. Hindistan’da sadece babası ölenler saçlarını kazıtır. Bir an için afyon müptelası berber bile ayıldı ve “Ne oldu? Baban mı öldü?” diye sordu.

“Sen bunu kafana takma. Dediğimi yap yeter; gerisi seni ilgilendirmez! Saçlarımı kazımanı istiyorum” dedim.

“Tamam!” dedi. “En kolayı bu. Çoğu zaman başım derde giriyor, insanlar bana ‘sakalımı kes’ diyor ve ben unutup kafalarını kazıyorum. ‘Ne yaptın?’ diye kızıyorlar ve ben de ‘Ne kızıyorsun? Olan olmuş, bu yüzden senden para almayacağım.’ diyorum.”

Hep gidip dükkanında otururdum çünkü sürekli komik bir şeyler olurdu. Adamın bıyığının yarısını kestiği zaman birden aklına bir şey gelir ve, “Bekle, çok acil bir işim olduğunu hatırladım.” derdi. Adam arkasından bağırırdı: “Ama ben koltukta kaldım ve bıyığımın yarısı duruyor. Dükkandan dışarı çıkamam ki!” Berber, “Hemen geliyorum!” diye bağırırdı.

Ama saatler geçmesine rağmen dönmezdi ve koltuktaki adam söylenir dururdu: “Bu adam aptal mı ne?”

Bir keresinde, bir adamın bıyığının diğer yarısını ben kesmek zorunda kaldım. Ona, “Artık özgürsün. Bu dükkana bir daha gelme yeter. Adam sana çok büyük bir zarar vermedi, sadece çok unutkan, hepsi bu.” dedim.

Neyse. Berber, “Haklısın. Beni ilgilendirmez. Eğer ölmüşse, ölmüştür.” dedi.

Saçlarımı tamamen kazıdı ve ben de eve gittim. Dükkandan geçtim. Babam ve bütün müşteriler bana baktı. Müşteriler hemen sordu: “Ne oldu? Bu kimin oğlu? Babası ölmüş.”

Babam yanıtladı: “O benim oğlum ve ben yaşıyorum! Bir şeyler yapacağını biliyordum. Bana iyi bir cevap verdi.”

Nereye gidersem gideyim insanlar hemen soruyordu: “Ne oldu? Baban çok sağlıklı görünüyordu.”

“İnsanlar her yaşta ölebilir. Onun için endişeleniyorsunuz ama benim saçlarım için endişelenen yok.”

Bu, babamın bana yaptığı son müdahale oldu. Çünkü karşılığının daha tehlikeli olabileceğini anladı! Hatta gidip saçların çabuk uzaması için kullanılan belirli bir yağ aldı. Bu çok pahalı bir yağdır, Bengal’de yetişen javakusum adındaki bir çiçekten çıkartılır. Çok nadir bulunan, çok pahalı bir yağdır. Sadece en zenginler kullanırdı. Erkekler değil, kadınlar kullanırdı. Saçlarını mümkün olduğunca uzun tutmak için. Bengal’de saçları yerleri süpüren kadınlarla karşılaştım. Bir buçuk metre, iki metre uzunluğunda saçlar. O yağ, özellikle saçları çok güçlü yapıyor, hemen uzatıyordu.

“Şimdi anladın.” dedim.

“Evet, anladım.” dedi. “Bu yağı hemen kullan; birkaç ay sonra saçların geri gelecektir.”

“Bu durumu sen yarattın. Utanacak ne vardı? ‘Benim kızım’ diyebilirdin. Bu beni rahatsız etmezdi. Ama bana bu şekilde müdahale etmen çok yanlıştı. Şiddet dolu ve barbarcaydı. Bana hiçbir şey söylemeden gelip saçlarımı kesmeye başladın.” dedim.

Hiç kimse başkasının kendisi olmasına izin vermiyor. Bu fikirler o kadar derinine işlemiştir ki, sanki kendi fikrinmiş gibi görünür. Rahatla. Bütün bu şartlandırmaları unut, kuruyan yaprakların ağaçlardan yere düşmesi gibi onları bırak. Plastik yapraklara, plastik çiçeklere sahip olmaktansa, yapraksız, çıplak bir ağaç olmak daha iyidir.

Gerçek yüz sadece, herhangi bir ahlak kuralının, dinin, toplumun, ebeveynlerin, öğretmenlerin, rahiplerin sana hükmetmesine izin vermemek demektir. Hiç kimsenin hakimiyeti altında olmamak demektir. Sadece hayatını içsel duyarlılığına uygun olarak yaşa – ki bu duyarlılığın var – ve gerçek yüzüne sahip olacaksın.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments