Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Kasım 28, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeOshoOlgun Kişi | Osho

Olgun Kişi | Osho

Olgun bir kimsenin nitelikleri çok gariptir. Birincisi, o bir kişi değildir. O artık bir benlik değildir; bir mevcudiyeti vardır ama o bir kişi değildir.

İkincisi, o daha çok bir çocuk gibidir, basit ve masumdur. Bu nedenle olgun bir kimsenin nitelikleri çok gariptir dedim. Çünkü olgunluk, sanki o kişi görmüş geçirmiş, yaşlanmış, ihtiyarlamış gibi bir duygu verir. Fiziksel olarak yaşlı olabilir ama manevi olarak masum bir çocuktur. Onun olgunluğu sadece hayat aracılığıyla edinilmiş deneyimler değildir —o zaman bir çocuk gibi olmazdı, o zaman bir mevcudiyet olmazdı— görmüş geçirmiş bir kişi olurdu, bilgili ama olgun değil.

Olgunluğun senin yaşam deneyimlerinle hiçbir ilgisi yoktur. Onun senin kendi içsel yolculuğunla, manevi deneyimlerinle bir ilgisi vardır.

Bir insan ne kadar kendi içinde derine giderse, o kadar olgundur. Kendi varlığının tam özüne ulaştığında, mükemmelen olgunlaşmıştır. Fakat o anda kişi kaybolur, yalnızca mevcudiyet kalır. Benlik kaybolur, yalnızca sessizlik kalır. Bilgi kaybolur, yalnızca masumiyet kalır.

Bana göre olgunluk gerçekleştirmenin diğer adıdır: Potansiyelinin hayata geçmesini sağladın, o gerçek oldu. Tohum çok uzun bir yolculuktan geçti ve çiçek açtı.

Olgunluğun güzel bir kokusu vardır. Bireye muazzam bir güzellik verir. Zekâ verir, mümkün olan en keskin zekâyı verir. Onu saf sevgiye dönüştür. Onun eylemi sevgidir, onun eylemsizliği sevgidir; onun hayatı sevgidir, onun ölümü sevgidir. O bir sevgi çiçeğidir.

Batının olgunluk için çok çocukça tanımları vardır. Batı, olgunluk dendiğinde senin artık masum olmadığını, yaşam deneyimleri sayesinde hamlıktan çıktığını, kolaylıkla kandırılmayacağını, kullanılamayacağını, içindeki bir şeylerin katı bir taş gibi bir korunma, bir güvenlik olduğunu söylemek ister. Bu tanım çok sıradan, çok dünyevi. Evet, dünyada bu tip olgun insanlar bulacaksın. Ama benim olgunluğa bakışım tamamıyla farklı, bu tanımın yüz seksen derece zıttı. Benim bahsettiğim olgunluk seni bir taş yapmayacak; o seni son derece incinebilir, çok yumuşak, çok basit yapacak.

Aklıma geldi de… Bir hırsız bir mistiğin barakasına girmişti. Bir dolunay gecesiydi ve o yanlışlıkla girmişti; yoksa bir mistiğin evinde ne bulabilirsin ki? Hırsız bakınıyordu ve hiçbir şey olmadığını görüp şaşırdı. Ve, ansızın elinde bir mumla gelen adamı gördü. “Karanlıkta ne arıyorsun? Neden beni uyandırmadın? Tam ön kapının yakınında uyuyordum ve sana tüm evi gösterebilirdim” dedi adam. Ve o kadar basit ve masum görünüyordu ki, sanki hiç kimsenin hırsız olabileceği aklına bile gelmiyormuş gibiydi.

Böylesi bir masumiyet ve basitliğin karşısında hırsız, “Belki de benim bir hırsız olduğumu bilmiyorsunuzdur” dedi.

Mistik, “Bu önemli değil, herkes bir şey olmak zorunda. Esas nokta şu ki, ben otuz yıldır evdeyim ve bir şey bulamadım, öyleyse hadi beraber arayalım! Ve şayet bir şey bulabilirsek ortak olabiliriz. Ben bu evde bir şey bulamadım; o bomboş” dedi. Hırsız biraz korkmuştu; bu adam biraz garip görünüyordu! Ya çıldırmıştı… kim bilir ne tür bir adamdı? Kaçmak istedi. Yanında önceki iki evden getirmiş olduğu şeyleri evin dışında bırakmıştı.

Mistiğin sadece bir battaniyesi vardı —sahip olduğu tek şey buydu— ve soğuk bir geceydi, o yüzden hırsıza, “Bu şekilde ayrılma, beni bu şekilde aşağılama; aksi taktirde gece yarısı evime gelmiş zavallı bir adamı eli boş gönderdiğim için kendimi hiç affedemeyeceğim. Bu battaniyeyi alıver. Ve böylesi iyi olacak; dışarıda hava soğuk. Ben evin içindeyim, burası daha ılık” dedi.

Hırsızı battaniyeyle sardı. Hırsız aklını kaçırmak üzereydi! “Ne yapıyorsunuz? Ben bir hırsızım!” dedi.

Mistik, “Bu önemli değil. Bu dünyada herkes birisi olmak, bir şey yapmak zorunda. Belki sen çalıyorsun, bu önemli değil; meslek meslektir. Sen onu iyi yap yeter, seni kutsuyorum. Onu mükemmelen yap, yakalanma; yoksa başın derde girer” dedi.

“Sen garipsin. Çıplaksın ve hiçbir şeyin yok…” dedi hırsız.

Mistik, “Endişelenme çünkü ben de seninle geliyorum! Sadece battaniye beni bu evde tutuyordu; yoksa bu evde hiçbir şey yok ve battaniyeyi de sana verdim. Seninle geliyorum; beraber yaşayacağız! Ve anlaşılıyor ki senin pek çok şeyin var; bu iyi bir ortaklık. Ben her şeyimi sana verdim, sen bana birazcık verebilirsin; bu adil olur” dedi.

Hırsız buna inanamadı. Sadece bu yerden ve bu adamdan kaçmak istedi. “Hayır, seni götüremem. Benim karım var, çocuklarım var. Ve komşular evime çıplak bir adam götürürsem ne der…?” dedi.

“Bu doğru. Seni utanılacak bir duruma sokmayacağım. O zaman sen gidebilirsin, ben bu evde kalacağım” dedi mistik. Ve hırsız giderken mistik bağırdı, “Hey! Geri gel!” Hırsız hiç bu kadar güçlü bir ses duymamıştı; tıpkı bir bıçak gibi çıkmıştı. Geri dönmek zorunda kalmıştı. Mistik, “Biraz nezaket öğren. Sana battaniyeyi verdim ve sen bana teşekkür bile etmedin. O yüzden önce teşekkür et; bunun sana epey bir yardımı olur. İkincisi, içeri girerken kapıyı açtın… dışarı çıkarken kapıyı kapa! Gecenin çok soğuk olduğunu göremiyor musun ve sana battaniyeyi verdiğimi ve çıplak olduğumu göremiyor musun? Bir hırsız olmanda bir şey yok ama davranışlar konusunda ben zor bir adamımdır. Bu tür davranışları kaldıramam. Teşekkür et!” dedi.

Hırsız, “Teşekkür ederim efendim” demek zorunda kaldı ve kapıyı kapatıp sıvıştı. Olanlara inanamadı! Tüm gece uyuyamadı. Tekrar tekrar hatırladı… hiç bu kadar güçlü bir ses, böylesi bir kudret görmemişti. Ve adamın hiçbir şeyi yoktu!

Ertesi gün araştırdı ve onun eşsiz bir Usta olduğunu öğrendi. İyi bir şey yapmamıştı; bu yoksul adama gitmek çok çirkindi, hiçbir şeyi yoktu. Ama o çok büyük bir Ustaydı.

“Çok garip bir adam olduğunu kendi kendime bile anlıyorum. Hayatım boyunca en zengininden en fakirine kadar her türden, çeşit çeşit insanla temas kurdum ama hiç… hatırlamak bile bedenimde bir ürperti oluşturuyor. Beni geri çağırdığında kaçıp gidemedim. Kesinlikle özgürdüm, eşyaları alıp koşarak uzaklaşabilirdim ama yapamadım. Onun sesinde beni geri doğru çeken bir şey vardı” dedi hırsız kendi kendine.

Birkaç ay sonra hırsız yakalandı ve mahkemede hâkim ona sordu: “Bu civarda seni tanıyan birisinin adını söyleyebilir misin?”

O da, “Evet, bir kişi beni tanıyor” dedi ve Ustanın adını söyledi.

Hâkim de, “Bu yeterli; Ustayı çağırın. Onun tanıklığı on bin kişinin tanıklığına bedeldir. Onun senin hakkında söyleyeceği şeyler yargıda bulunmak için yeterli olacaktır” dedi. Hâkim Ustaya, “Bu adamı tanıyor musunuz” diye sordu. “Tanımak mı? Biz ortağız! O benim arkadaşım, hatta bir seferinde gecenin bir yarısında beni ziyarete bile geldi. O kadar soğuktu ki ona battaniyemi verdim. Onu kullanıyor, görebilirsiniz. Bu battaniye tüm ülkede meşhurdur, herkes onun benim olduğunu bilir” dedi mistik.

Hâkim, “O sizin arkadaşınız mı? Peki, o hırsızlık yapar mı?” diye sordu.

Usta, “Asla! O hiçbir zaman çalamaz. O öylesine nazik bir adam ki, battaniyeyi ona verdiğimde bana, ‘Teşekkür ederim efendim’ dedi. Evden dışarı çıktığında sessizce kapıyı kapadı. O çok kibar, hoş bir adam” dedi.

Hâkim, “Eğer siz öyle diyorsanız, onun bir hırsız olduğunu söyleyen tüm tanıkların ifadeleri iptal oldu. O özgür” dedi. Mistik dışarı çıktı ve hırsız da onu takip etti.

Mistik, “Ne yapıyorsun? Neden benimle geliyorsun?” diye sordu.

“Artık seni asla terk edemem. Beni arkadaşın olarak adlandırdın, bana ortağım dedin. Kimse bana hiçbir saygı göstermemişti. Benim nazik bir adam, hoş bir insan olduğumu söyleyen ilk kişisin. Senin dizlerinin dibinde oturacağım ve senin gibi olmayı öğreneceğim. Bu olgunluğu, bu kudreti, bu direnci, bu her şeyi tamamen farklı bir şekilde görebilmeyi nereden edindin?” dedi, o da.

“O gece ne kadar kötü hissettiğimi biliyor musun? Gitmiştin; battaniyesiz uyumanın mümkün olmadığı kadar çok soğuktu. Pencerenin kenarında dolunayı seyrederek oturuyordum ve bir şiir yazdım: ‘Yeterince zengin olsaydım, yoksul bir adamın evine karanlıkta gelip bir şeyler arayan bu zavallı adama şu mükemmel Ay’ı verirdim. Yeterince zengin olmuş olsaydım Ay’ı verirdim ama ben kendim de fakirim.’ Sana şiiri göstereceğim, benimle gel.

Hırsızların bazı şeyleri öğrenmesi gerekir diyerek ağladım o gece. Benim gibi bir adama geleceklerinde en azından bir ya da iki gün önceden haber vermeliler ki, bu sayede bizler de onları elleri boş göndermeyeceğimiz bir şeyler ayarlayalım. Ve mahkemede beni hatırladığın iyi oldu; yoksa bu adamlar tehlikelidir, sana kötü davranabilirlerdi. O gece seninle birlikte gelmeyi ve ortak olmayı teklif ettim ama sen beni reddettin. Şimdi de sen benimle gelmek istiyorsun! Bir sorun yok, gelebilirsin; neyim varsa seninle paylaşacağım. Ama o maddi bir şey değil, o görünmez bir şey” diye yanıtladı mistik.

Hırsız, “Bunu hissedebiliyorum; o görünmez bir şey. Ama sen benim hayatımı kurtardın ve hayatım senindir. Onunla ne yapmak istersen yap, ben onu heba edip duruyordum. Seni gördükçe, gözlerine baktıkça, bir şey kesin; beni tamamıyla dönüştürebilirsin. O geceden beridir sevdalandım” dedi.

Olgunluk bana göre manevi bir olgudur.

RUHUN OLGUNLUĞU, İÇİNDEKİ GÖKYÜZÜNE DOKUNUYOR. Bir kez içindeki göğe yerleştin mi, bir yuva buldun mu, eylemlerinde ve davranışlarında muhteşem bir olgunluk yükselir. O zaman yaptığın her şeyde bir zarafet vardır. O zaman yaptığın her şeyin ta kendisi bir şiirdir. Şiiri yaşarsın; yürümen dans olur; sessizliğinse müziktir.

Olgunluk, evine döndüğün anlamına gelir. Artık büyümek zorunda olan bir çocuk değilsin, büyüdün. Potansiyelinin yüksekliklerine değdin. Çok garip bir şekilde, ilk kez yoksun —ve varsın. Eski fikirlerinde, hayallerinde, kendini kavramada yoksun; hepsi lağıma gitti. Şimdi sende yeni bir şey doğuyor, tüm yaşamını bir keyfe dönüştürecek, kesinkes yepyeni ve bakire bir şey. Istırap dolu dünyaya yabancı hale geldin, kendin ve başka kimse için ıstırap yaratmıyorsun. Hayatını başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan tam bir özgürlükle yaşıyorsun.

Sürekli başkalarının fikirlerini hesaba katan insanlar olgunlaşmamıştır. Onlar başkalarının ne düşündüğüne bağımlıdır. Onlar hiçbir şeyi özgün bir biçimde yapamazlar, dürüstçe söylemek istediklerini söyleyemezler; başkalarının duymak istediklerini söylerler. Senin politikacıların sana duymak istediklerini söylerler. Senin istediğin şeyleri vaat ederler. Onlar bu sözleri yerine getiremeyeceklerini mükemmelen bilirler; zaten onları yerine getirme niyetleri de yoktur. Ama eğer tam olarak, dürüstçe durumun ne olduğunu söyleyecek olsalar ve istediğin şeylerin pek çoğunun mümkün olmadığını, yapılamayacağını net bir şekilde sana ifade etseler, iktidardan alaşağı edilecekler. Dürüst bir politikacıyı seçmeyeceksin.

Çok garip bir dünya. Neredeyse bir tımarhane. Şayet bu tımarhanede kendi içsel varlığının farkına varır ve uyanık olursan kutsanmışsın demektir.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments