Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaEdebiyatKuramHelbesta Kurdî a Herî Kevn û Pêşveçûna Helbesta Kurdî (Bilinen İlk Kürtçe...

Helbesta Kurdî a Herî Kevn û Pêşveçûna Helbesta Kurdî (Bilinen İlk Kürtçe Şiir ve Kürt Şiirinin Gelişim Seyri)

Bi Hevre

Xwazdî ez tu hevre bin
Bi hevreherin xorînê
Wer dê bihêrin kotra bin
Bang dîn bi hevre narînê

Dwînî kotra hêra bûm
Awaz ji cir dixwînê

Fîrabîl û beyaban
Hawar ji dest evînê

Ez tu watu yek dil wîn
Hêzan cwadi wînê

Vêra pêkra hıfne wîn
Bircînê ya binvînê

M.Ö. 330

Boraboz

*******************************

Türkçe Çevirisi

Birlikte…

Birlikte geçen günleri özlüyorum
Hele sabah çıkıp gidişimizi

Seninle dağlara çıkar dolaşırdık
Birlikte söylerdik şarkılarımızı

Ben o dağların ruhundan öğrenmiştim
Ta yürekten candan söylemeyi

Hem dağlarda hem kırlarda hem sahralarda
El aman, medet aşkın elinden yani

İkimiz tekbir gönül olmuşken
Sonbahar gelip böyle ayırdı bizi

Ancak birlikte olunca küflenmez aşk
Ya bağır bir ses ver ya da uyu hadi

 

Kürt Şiirinin Gelişim Seyri

İslamiyet’in kabulüyle Kürt şiirinde göreceli bir değişim gözlemlense de Yaresan’cı Goranlar uzun zaman edebi merkez olmayı sürdürdüler. Hemedan, Hewraman, Loristan ve Kîrmanşah bu döneme beşiklik ettiler. Maruf Xaznedar “Kürt Edebiyatı Goranî Lehçesi ve Ehl-i Hakka dayanır” derken bu gerçekliğe işaret eder. Kuşkusuz bu dönemin en kayda değer ve ünlü şairi Baba Tahirê Ûryan’dır…

“Edebiyat bir anlamda bir milletin günlüğüdür, onun geçmişinin, şimdisinin ve geleceğinin hikayesini anlatır” der Gregory Jusdanis. Kürt edebiyatına -ister sözlü, ister yazılı olsun- baktığımızda tam da bunu doğrulayan bir gerçeklikle karşılaşırız. Özellikle de kürt şiiri açısından. Edebiyatın-şiirin halkın yaşamında önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Çünkü edebiyat bir halkın varoluşundan günümüze kadar ki tarihidir; edebiyatta özlemleri, acıları, istekleri ve gelecekleriyle ilgili projelerini görürüz.

Yüz yıllarca dili-kültürü, hatta varlığı bile inkar edilen bir halkın kendini koruyabilmenin ve geleceğe taşıyabilmenin zorlukları inkar edilemez. Ancak her halk gibi Kürt halkı da bu uzun ve meşakatli serüvenini (sözlü ve yazılı) edebiyatına dayanarak sürdürecektir. Bu nedenle Kürt sözlü edebiyatı tarih boyunca çok güçlü şekilde yaşamını sürdürdü.
Sözlü edebiyat; destan, efsane, türkü, tekerleme, ağıt v.b. şekilde varlığını bu güne ulaştırabildi. Yazılı Kürt şiiri hakkında çeşitli spekülasyonlar olsa da dünyanın en eski edebi metinlerine sahip oldukları hakkında kuşku yoktur. Yukarıda yer alan ve M.Ö. 330 yılında yazıldığı kesinleşen şiiri ve bu günkü Kürtçeyi karşılaştırırsanız değişmeden bir dilin bu günlere ulaşmasındaki direnci de görürsünüz. Boraboz’un mezar taşına işlenen şiir aynı zamanda Kürtlerin edebi söylemdeki ustalık ve imgesel yetkinliğine de tanıklık etmektedir.

Keza 1950’li yıllarda Süleymaniye yakınlarında Şikefta Cêşanê’de Gorani (Hewrami) lehçesiyle kaleme alınmış bir metnin ceylan derisine yazıldığı belirtilmekte ve bu şiirde (M.S. 7. yy’da) İslam ordularıyla karşılaşan Zerdûştî toplulukların yaşadıkları katliamlar anlatılmaktadır:

Yakıldı Hurmizgan, söndü ateşgehler
Herkesten saklandı namlı büyükler

Zalim Araplar girdi ta Fırat’a dek
Köylerden tut da ta Şarezor’a dek
Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar
Kendi kanında boğuldu özgür adamlar
Kimsesiz kaldı Zerdüşt’ün töresi, dini
Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini

Bu olaydan sonra hızla İslamiyetin etkisine giren Kürt coğrafyasında Yaresan’cı Goranlar İslamiyete hep uzak kaldılar ve kendi dilleriyle (Kürtçe) düşündüler ve yazdılar. Yaresancıların aynı zamanda şair de olan pir ve uluları, dinlerinin inanç ve esaslarını halk şarkısı formunda şiirlerle anlatıyorlardı. Bu metinler aynı zamanda kayıt altına alındıkları için Kürt edebiyatının en önemli kaynakları olarak kabul edilmektedirler. Bu eserlerden bazıları; Serencam, Dewrey Balûl, Defterî Sawa, Kelamî Newroz…
İslamiyetin kabulüyle Kürt şiirinde göreceli bir değişim gözlemlense de Yaresan’cı Goranlar uzun zaman edebi merkez olmayı sürdürdüler. Hemedan, Hewraman, Loristan ve Kîrmanşah bu döneme beşiklik ettiler. Maruf Xaznedar “Kürt Edebiyatı Goranî Lehçesi ve Ehl-i Hakka dayanır” derken bu gerçekliğe işaret eder. Kuşkusuz bu dönemin en kayda değer ve ünlü şairi Baba Tahirê Ûryan’dır;

“Nezanîn kêmasiyek e, nehînbûn kêmasiyek dubare ye”

Kendi benliğinden, varlığından kurtulup; ilahi mutlak varlıkta var olmayı ıstıraplarının, acılarının, yersizliğinin tek çözümü olarak gören Baba Tahirê Ûryan, İran’ın Lûristan ve Hemedan bölgelerinde 940-1010 yılları arasında yaşamış, İran edebiyatının kurucusu olan bir derviş, bir şair ve bir Kürt filozoftur..

Ünsüz ve üne ihtiyacı olmayan bu şair, derviş ve filozofun yaptığı çözümlemeleri şiirinden ve özlü sözlerinden anlamak mümkün değil diyen ya ahmaktır ya da bir daha ahmaktır… “Hiç kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir”:

“Delal, her du çavên min qesra te ne
Nav du çavên min cihê piyên te ne
Ditirsim tu xafil gav bavêjî û
Bi mijangê min biêşin piyên te”

Bu dörtlüğü ve yukarıda verdiğim diğer dörtlükle ilgili ne yorum yapacağım ne de Türkçe çevirisini yapacağım…Zira bu, benim şiir anlayışıma aykırı bir durum olmanın yanında şair ve filozof Baba Tahirê Ûryan’a da saygısızlık olur diye düşünüyorum. Bu dörtlükle ilgili hatırlanmasını istediğim şey, burada Aristoteles’in M.Ö. 4’üncü yüzyılda dostluk için söylemiş olduğu şu sözlerdir:

“İki bedendeki tek ruh gibidir dostluk…”

Şimdi yukarıdaki dörtlüğü bir daha okuduğunuzda Baba Tahir ve Aristoteles’in dostluk için aynı şeyleri söylediğini anlayacaksınız. Demek istediğim; Aristoteles’in, Sokrates’in ve diğer büyük filozofların felsefesine yabancı olan bir insan bu dörtlüğü yazabilir miydi? İşte burada Baba Tahirê Ûryan’ın felsefi kişiliğini ve kimi dörtlüklerinde metafiziğe olan merakını hissetmemek, ya da kendine soru sorduğu kimi dörtlüklerinde felsefe yapmadığını söylemek ne mümkün?

Baba Tahir’in aşka, sevgiye ve sevgiliye bakışını açık bir şekilde hissettiğimiz dörtlüklerinden ‘Aşkın Metafiziği’ni yazan Schopenhauer’ın, ‘Sevme Sanatı’nın yazarı Erich Fromm’un ve ‘Sevgili Milenaya Mektuplar’ kitabını yutarak okuduğumuz Kafka’nın haberleri olmuş mudur acaba? Eğer olmuş olsaydı yine aynı şeyi mi yazarlardı, bilmiyorum… Ya da Kafka’nın sayfaları kaybolur muydu yine de? Herhalde Erasmus’un ‘Deliliğe Övgü’ kitabının Baba’nın bir dörtlüğünden esinlenerek yazıldığını anlamaları güç olmazdı aydınlarımızın, eğer okumuş olsalardı… Ya da Halil Cibran biraz daha anlaşılır olamaz mıydı herkes bu adamı okusaydı… Ya da Aragon Elsa’yı mı severdi hala… Rimbaud daha mı az serüven yaşardı… Virginia Wolf hele…

Kuşkusuz edebiyat da diğer kültür öğeleri gibi toplumsal ve siyasal gelişmeyle başat bir gelişme gösterir. Bu anlamda Kürt şiiri de genel toplumsal gelişim ve değişim doğrultusunda yön ve yatak değiştirmiştir. İslamiyetin Kürt coğrafyasında kök salması ve siyasal otoritenin dinsel kurallara göre şekillenmesi beraberinde farklı otoriteler ve edebi merkezleri yaratmıştır.

Daha önceleri Goranî lehçesi olan bu merkezler, farklı başka etkenlerin de etkisiyle yerini Kurmancî lehçesine ve merkez olarak da Botan’a bırakmıştır. Evdilsemedê Babek ile başlayan bu ‘ekol’ Tassavuf şairi Melayê Cizîrî, doğa ve yoksulların şairi Feqiyê Teyran ile ‘Kürt ulusalcılığının mimarı’ Ehmedê Xanî ile doruğa çıkmıştır. Bütün bu farklılıklara rağmen, ilginiçtir ki ancak modern şiirde rastladığımız bu ‘milliyetçilik’ kimliği bu dönemin en belirgin özelliğidir. Ve bütün bu dönem şairlerinde toplumsal yarar ile ‘ulusalcılık’ at başı gitmiştir.

Ger lûlûy mensur ji nezmê tu dixwazî
Wer şi’rê Melê bîn, te bi şîrazî çi hacet
(Melayê Cizîrî)

Mela bu beyitiyle Kürtçe’yi Farsça, Arapça, Türkçe gibi egemen dillerle karşılaştırır ve şairleriyle tartışmaya gider. Aynı zamanda Arap, Acem, Türk ve Moğol etkisine şiddetle karşı çıkar. Mela aynı zamanda çağdaşlarından farklı olarak tassavufa farklı bir bakış açısı getirir. İslamiyetin yanında diğer dinleri küçümsememiş. İlahi aşka inanan herkesi dost ve yaren bilmiş. Esas aşkın kuralının da bu olması gerektiğini savunmuş;

Hûn ji dêrêve tên, qesta keniştê hin dikin
Ney ji wanim, ney ji wanim, min derê xemmarê bes.
Dilkeştîme ji dêrê naçim kenişteyê qet
Xirqe vaye bi min ra wer da biçine Laleş
(Melayê Cizîrî)

Bu beyitlerden anlaşılıyor ki Mela ilahi aşkı sadece bir dine aitmiş gibi göstermiyor. Her dinden insanın bu saf aşk yoluyla Allah’a kavuşabileceğini söylüyor. Üstelik tanrı ve kul arasında hiçbir canlının olamayacağına işaret ediyor. Bu nedenle de Seyit, Şeyh, Pir, Rahip vb. ünvanları rededdiyor. Keza Feqiyê Teyran’ın Şêxê Sen’an’ı buna örnektir.

Feqiyê Teyran’ın eserlerinde düşünsel, felsefi ve siyasal tespitlere rastlamaktayız. Dünyanın varoluşu, insanın varlık ve toplumsal yaşayış sorunlarına ilişkin belirlemelerinin yanında ölüm, aşk, sınıfsal çelişkiler gibi konulara değinen şiirlerini görmekteyiz. Çoğu zaman Eflatun, Sokrates gibi filozoflara atıfta bulunur ve onları kendi düşüncelerine dayanak yapar. Dönemin Avrupası’nda halk Engizisyon Mahkemelerinden inim inim inlerken Feqî ‘Yoksulların Ozanı’, ‘Göçmen’, ‘Dewran’, ‘Gelecekler’ gibi şiirlerinde bugün bile özlemini ve hayalini düşlediğimiz ‘hakça’ bir düzenin gerekliliğini vurgular ve bunun için halkı mücadeleye çağırır. Çocuk haklarından, cins eşitliğine kadar çok sayıda toplumsal ek***likten söz eder.

“Ez dengbêjim hatim vir a
heta hebin dengê mîra
ezê binivîsim ser kaxeta
ne diçim dêra ne mizgefta”

Ehmedê Xanî o çağın aristokratik modasına uymamış ve diğer bilginler gibi eserlerini Arapça ve Farsça değil, halk diliyle, kendi anadiliyle, Kürtçe olarak yazmış ve Kürt edebiyatının öncülerinden biri olmuştur. Xanî, derin bir felsefeye ve geniş bir kültüre sahipti.

17. yüzyılda Kürdistan Kürtler ve Acemler arasında bölünmüştü. Bu ülkeler, büyük zorbalıklarla, Kürdistan’ı elde etmeye çalışmışlardı. Öyle bir hal almıştı ki, Kürdü Kürde vurdurtma politikaları ortalıkta dolanıp duruyordu. Bu kötü durum, bu bozuk düzen, Şêx Ehmedê Xanî’nin üzerinde çok etkili oldu. Şêx Ehmedê Xanî Kürtlerin birlik olmayışından çok fazla yakınmaktaydı.

Ehmedê Xanî yalnız yazar değildi. O aynı zamanda filozof, uzman ve politik bir şahsiyetti. O, kendi zamanında Kürdistan’ın özgürleşmesi ve bağımsızlığı için elinden gelen her şeyi bir bir yerine getiriyordu. Bu yüzden de vatansever biri ve kendi ülkesinde olan zulümlere karşı yüreği yanan bir kişiydi. O, kendi tüm varlığını ülkesinin özgürleşmesi yoluna feda etmişti. ‘Mem û Zîn’ bugün Kürt edebiyatının baş tacı olmuş ve kendi güzelliğinden, değerliliğinden ve herkes için ölmeyen bir eser haline gelmiştir.

“ger dê hebûya me îttîfaqek
vêk ra bikira me înqiyadek
tekmîlê dikir me dîn û dewlet
teshîlê dikir me îlm û hîkmet”

Fransız İhtilali, öngördüğü insan hakları ve olumlu düşünceleriyle kısa zamanda bütün Avrupa’yı sarstı ve toplumsal, siyasal, kültürel dönüşümlere neden oldu. Edebiyatta değişik ekollerin (romantizm, realizm, natüralizm vs.) ortaya çıkmasına yol açtı. Birçok halk kendi ulusal devletini kurdu ve bir statüye kavuştular. Elbette bu olumlu dalga kısa zamanda coğrafyamıza da ulaştı. Ehmedê Xanî ile başlayan ‘ulusalcılık’ kimliği bu dalga ile Kürt ulusal istemlerinin ivme kazanmasına neden oldu. 1858 yılında toprak alanında çıkarılan yeni yasa ve toprak reformu Kürdistan’da mirliklerin ve beyliklerin sonunu getirdi. Bu uygulamalar ve hızla gelişen toplumsal çalkalanmalar Kürt şiirinde kendine önemli bir yer buldu. Şêx Rıza Talabanî bu uygulamalara karşı çıkan Babanların yenilgisini şu beyitle dile getirir;

“Ke Ebdulla Paşa leşkerî waliy Siney şir kird
Riza ew weqtê ‘umrî pênc û şeş, tiflî debistan bû”

1898’de Kahire’de ‘Kurdistan’ gazetesi yayın hayatına başladı. Peşi sıra ‘Şark ve Kurdistan’, ‘Kurd Teavun ve Terrakî’, ‘Amîd-î Sevda’, ‘Peyman’, ‘Rojî Kurd’, ‘Yekbûn’, ‘Hetawî Kurd’, ‘Kurdistan’ ve ‘Jîn’. Bu yayınlardan da anlaşılıyor ki, Kürt edebiyatı -ki çoğunlukla şiirdir- hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Modern anlamda şiir nüveleri Doğu Kürdistan’da adına ‘Mukriyani Okulu’ denilen gruptan çıkar. Başını Seyfi Qazî’nin çektiği bu akım Hêjar, Hêmin, Awat, Ebas Heqîqî, Xalidê Hosamî ile devam eder. Bu öncülerin şiirlerinde Kürtlerin ulusal talepleri, şêx, ağa ve beylerin halka yaptığı zulüm, okumanın önemi, kadın hakları vb. konulara rastlıyoruz.

Sovyet Ekim Devrimi Kürt halkını derinden etkiledi. Aydın ve entelektüel çevre kısa zamanda bu yeni oluşumu ve sınıfsal ideolojiyi benimsedi. Kürt şiiri de bu yeni gelişmeye paralel kendini yenileme çalışmalarına girişti. Özellikle bir matbaanın Süleymaniye’ye getirilmesiyle beraber bu aydınlanmacı hareket hız kazandı. Mukriyani ve Pîremerd ‘Jîn’ adlı bir gazete çıkardılar ve bu gazete aracılığıyla Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne destek oldular. Pîremerd, Dildar, Goran gibi şairler şiirlerinde ulusal taleplerin yanında doğa, güneş ve onun bitkiler üzerindeki etkileri, okumanın önemi ve kadın-erkek eşitliği gibi konularda yazarak yeni ufukları tanımaya giriştiler.

Bu dönem aynı zamanda Kürt halkının ulusal taleplerinin şaha kalktığı dönemdir. Sason, Beytüşşebap, Dersim, Şeyh Sait, Ağrı isyanlarının Kürt şairlerini etkilememesi düşünülemezdi. Çünkü bu isyanların önder ve kadroları aynı zamanda şair ve entelektüel Kürtlerden oluşmaktaydı. 1932 yılında Şam’da ‘Xoybûn’ örgütünün kurucusu Celadet Bedîrxan tarafından yayınlanmaya başlayan Hawar yeni bir dönemin ve sıçrayışın da habercisiydi. İleride Kürt şiirinde bir çığır açacak olan bu ekol aynı zamanda Kürt başkaldırışının da örgütleyicisiydi. Bu ekolün şairleri Kürt dilinin ve kültürünün korunması ve geliştirilmesini öne çıkararak yeni bir şiirin de kapılarını araladılar.

Cîgerxwîn gibi bir ulusal ve sosyalist şair bu ekolün kuşkusuz en önde olanlarındandı. O, her şiirinde halkı ulusal talepleri için mücadeleye çağırır ve sınıfsal sömürünün de bitmesini isterdi. O, yıllarca İslamiyetin ve soyut şiirin kalıplarını kırarak Kürt şiirini kendi kaynaklarına götürerek sözlü halk şiirine bağladı. Göklerde gezinen ve toplumsal ayağı sakat olan şiiri gerçek sahiplerine, yani halkına geri getirdi. ‘Kîne Em’ adlı şiiri Kürt ulusalcılığının en güçlü dile geldiği şiirlerinden biridir. ‘Ey Heval Robson’ şiiri de evrensel ve sosyalist şiir örneklerinden biridir. Aynı ekolün kurucularından Osman Sebrî ve Qedrîcan gibileri hem aktivist hem de şair olarak bu ekolün modern şiirle buluşmasına öncülük ettiler. Onlar şiirin dar kalıplarını ve biçimsel sıkıntılarını aşarak serbest şiirin yerleşmesine ön ayak oldular.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra Kürt şairler genel olarak Güney Kürdistan’da boy veren başkaldırıların yarattığı olumlu havayla güneyde çalışmalarını hızlandırdılar. Soranî lehçesinin yüzyılın başında Mukriyani ekolüyle elde ettiği olanaklara Kürt şiirinde yenileşmenin olanaklarını zorladılar. 1970 yılında Letif Hamlet ve Ferhat Şakelli ‘Ruwange Manifestosu’yla yeni ve modern bir şiirin manifestosunu yayınladılar.

Bu manifesto Kürt şiirinin, ritim, biçim, üslup ve içerik olarak değişmesi gerektiğini ve Arap aruzunun reddedilerek yerine serbest şiirin olanaklarının konulması gerektiğini dile getirdiler. Bu değişim arzusu kısa zamanda etksini gösterdi ve Kurmancî lehçesinde de Xelîl Dihokî, Heme Emer Osman, Mihisn Qoçan, Mueyyed Teyîb gibi şairler şiirleriyle bu harekete katıldılar. Bugün görece özgür olan güneyde evrensel şiirle atbaşı giden güçlü imzalara rastlamaktayız.

Özellikle Kürt kadın şairler giderek daha çok ön plana çıkmaktalar. Sebriya Hekarî, Nezîre Ehmed, Hêvî Berwarî, Hîwa Qadir, Kejal Ehmed gibi kadın şairler şiirleriyle acının ve isyanın olgunlaştırdığı bu topraklara portakal tadında şiirleriyle yeni bir dönemin müjdesini vermektedirler.

Türkiye ve Suriye’deki Kürtlerin her başkaldırısının kanla boğdurulması ve dili ile kültürünün yok sayılması temelinde uzun zaman Kürt şiiri nefes alamadı. Tek tük medreselerde kla*** şiir yazıldıysa da güçlü bir nitelik kazanamadı. 1970’lerden itibaren siyasal gelişmeye koşut Kürt şiiri de kendine yeni bir çıkış yolu aramaya başladı. Genel olarak siyasal örgütlerde kümelenen şairler daha çok siyasal şiir örnekleri sundular. 1979’da ilk kez kuzeyde iki lehçenin de yer aldığı ‘Tîrêj’ adlı bir dergi yayın hayatına başladı. Rojen Barnas, Arjen Arî, Mem Ronga, Berken Bereh, Malmîsanij gibi şairlerin yer aldığı bu dergi güçlü, modern ve üretken bir kuşağın muştucusu olarak göründüler.

Ancak 12 Eylül darbesi ile bu genç ve dinamik nüve daha başta boğduruldu. 1990’lı yıllara kadar bir suskunluk dönemi yaşayan Kürt şiiri ‘Welat’, ‘Azadiya Welat’, ‘Nubihar’, ‘Rewşen’, ‘Pelîn’ gibi dergi ve gazetelerde bu kez daha güçlü olarak görünmeye başladı. Bugün sayıları hızla artan şairlerimiz – örneğin Rênas Jiyan, Kawa Nemir, Îrfan Amîda, Lal Laleş ve Fatma Savcı- yıllardır bir zulüm cenderesi altında yaşayan Kürt şiirine yeni olanaklar yaratma mücadelesi veriyorlar.

Kürt şiirinden söz ederken kuşkusuz Sovyetler’de ve Avrupa’da yaşayan Kürt şiirinden söz etmemek olmaz. Daha yüzyılın başından itibaren Sovyetler’deki Kürtler dil ve kültür konusunda yoğun bir çaba gösterdiler; Ereb Şemo, Casimê Celîl, Celalî, Eskerê Boyîk, Qaçaxê Mirad, Tosinê Reşîd vb. şair ve yazarlar Kürt edebiyatına önemli katkıda bulundular.

‘Rêya Teze’ adlı gazete Sovyetler’deki Kürt şiirinin ve kültürünün gelişmesi ve tanıtımı için önemli bir görev üstlendi. Daha çok folklorik ve sözlü edebiyatın olanaklarından yararlanan bu şairler aynı zamanda Sovyetler’deki yaşam ve değişimini de eserlerinde işleyerek diğer parçalardaki şiire de katkı sundular. Zira bu şairler aynı zamanda eserlerini ‘Ronahî’, ‘Gelawêj’, ‘Gurzekgul’ vb. yayınlarda yayınlayarak karşılıklı etkileşimde bulundular.

Keza Avrupa’da yaşayan ve dilsel çalışmaları yanında biçimdeki değişiklikleriyle yeni bir çıkış sağlayan Ehmed Huseynî, yeni anlatım teknikleriyle Tengezar Marînî, Selwa Gulî gibi şairler de çok güçlü ürünlerle hızla modernleşen Kürt şiirine katkı sunmaktalar. Bugün Kürt şiiri bütün suni sınırları yıkarak hızla ulusal ve evrensel bir şiire doğru yol almaktadır.

Yeterince araştırılmamış ve incelenmemiş bu şiir birikiminin insanlığa ve dünya şiirine önemli katkılar sunacağının inancıyla…buyurun Kürtçe şiire

 

kaynak:agireserhildan.net

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments