Marx’tan çok önce yaşayan Shakespeare elbette Marksist değildi. Sanatıyla yoksulların sözcülüğüne soyunmamıştı. Hatta siyasi açıdan muhalif bile sayılmazdı. Buna karşılık Marx’ın iyi bir Shakespeare okuyucusu olduğunu, ardında sistematik bir edebiyat kuramı bırakmamışsa da, edebiyat ve sanata büyük ilgi duyduğunu biliyoruz. Kitaplarındaki etkileyici, canlı, zaman zaman imgesel üslubunu kuşkusuz bu ilgisine borçludur. Ekonomi, tarih ya da siyaset, Marx, ele aldığı meseleleri edebiyat yapıtlarına göndermelerle zenginleştirmiş, üstelik kendisi de bütün eserlerini edebi bir dille yazmıştır. Mesela 1844 Felsefe Elyazmaları’nda burjuva toplumunda paranın gücünü incelerken Goethe’nin Faust’undan ya da Shakespeare’in Atinalı Timon’undan alıntılara rastlarız. Birkaç satır aşağıda, “Shakespeare, paranın gerçek doğasını mükemmel betimliyor” diyecektir Marx. Elbette teorik bir kavrayıştan, politik bir tavırdan söz etmiyor. Zaten edebiyatla politika arasındaki ilişki ne yazarın politik görüşleriyle açıklanabilir ne de yazarların toplumsal/siyasal olaylara ve yaşadıkları dönemin mücadelelerine olan bireysel bağlılıklarıyla…
Marksist kuramın sanatsal seyri
Marx’ın Shakespeare, Engels’in Balzac ya da Lenin’in Tolstoy sevgisi, edebiyatı toplumsal tarihin ya da bilimin sözcülüğüne indirgemelerinden kabarmamıştır. Onlar sanat ve edebiyatın var olan gerçekliğin bir parçası olduğunu, var olanın parçası olarak var olana karşı konuştuğunu görecek olgunluktaydılar. Değer verdikleri yapıtların politik önemlerinin böyle bir özerklik konumundan kaynaklandığını biliyorlardı. Öyleyse Marx’ın Shakespeare ilgisi, basit bir parayla ilgilenme meselesi değildi. Tersine, Marx’a göre de Shakespeare’de paranın gerçek doğasının kavranışı hiç kuşkusuz sanatsal düzeyde, estetik bir kavrayıştı. Shakespeare ile Marx’ı birleştirense -birisinin sanatsal diğerinin kuramsal düzlemde gerçekleşen- bireyi tarihsel ve toplumsal değişimle ilişkilendirme biçimleridir. Her ikisi de gerçek bireylerden, onların etkinliklerinden, hem hazır buldukları hem kendi etkinlikleriyle yarattıkları ve içinde yaşadıkları maddi koşullardan hareketle yola çıkmışlardı. Shakespeare’de sanatsal olarak ifade edilen toplumsallık anlayışına, Marx sağlam bir mantıksal ve tarihsel temel sağladı. Ve sonuçta bireyselliğin en tam ifadesinin ancak başka insanlarla ilişkilerimiz aracılığıyla mümkün olduğunu gösterdiler.
Terry Eagleton Edebiyat Kuramı adlı kitabında edebiyat kuramını “başlı başına bir entelektüel araştırma nesnesi olmaktan ziyade, kendi tarihimize bakarken başvurduğumuz belirli bir perspektif” biçimde tanımlar. Shakespeare ve Marx incelemesinde Gabriel Egan da benzer bir perspektif sergiliyor. Shakespeare’in yapıtlarının çeşitli dönemlerdeki Marksist çözümlemelerinin kapsamlı bir incelemesini/eleştirisini yaparken, hem Marksizmin geçmişteki ve şimdiki nüfuzunu Shakespearecilere açıklamayı hem de siyasal bağlanımlı edebiyat ve drama eleştirisi ile kültürel çözümlemenin geleceğinde Marksizmin ne şekilde bir rol oynayabileceğini göstermeyi amaçlamış. Sunduğu okumalar bir yandan Marksist bir yaklaşımın ilgilenebileceği şeylerin genişliğini, diğer yandan Shakespeare eleştirisindeki pratik rolleriyle çeşitli Marksist kavram ve ilkeleri gösteriyor. Bir başka iddiası daha var; yazar, Marx’ın düşüncelerinin Shakespeare eleştirileri üzerindeki etkisiyle ilgili bir araştırmanın, daha önceki her tarihsel değişimi bugünün yeni dünya düzenine doğru ilerleme olarak anlayan teololojik burjuva ideolojisini teşhir edeceğini de ifade ediyor.
Karışıklığa meydan vermemek için tam bu noktada bir hatırlatma yapmak istiyorum; Marksizm, Shakespeare kilidini açan sihirli bir anahtar olarak sunulmamış. “Ekonomik gerçekliklere, düşüncelere, dile ve tüm biçimleriyle sanata yaklaşım, tartışmakta olduğumuz kavram ve ilkelerden (ideoloji, diyalektik, değişim, yabancılaşma, meta fetişizmi ve şeyleşme gibi) yararlanan ve Shakespeare’in tarihsel, kültürel ve entelektüel bağlamını ürettiği yaratıcı eserlerle ilişkilendirebilen bir yaklaşım” olarak düşünülmelidir. Bu yaklaşımı Eagleton’un cümleleriyle tamamlayacağım; “insani anlam, değer, dil, duygu ve deneyimlerle ilgili olan her kuram kaçınılmaz olarak insan bireylerinin ve toplumlarının doğasına dair daha geniş, daha kapsamlı inançlarla, iktidar ve cinsellik sorunlarıyla, geçmiş tarihe dair yorumlarla, bugünün farklı versiyonlarıyla ve geleceğe dönük umutlarla da hesaplaşacaktır.”
Egan’ın çalışması Marx’ın düşüncelerini ve bu düşüncelerin edebiyata/sanata yansıma biçimlerini özetleyerek başlıyor. Üzerinde durduğu temel mesele Marx’ın, yaratıcılık ile ekonomik üretim arasında kurduğu ilişki: Gerçekten de, toplumsal varoluşun bilinci belirlediği iddiası, Marksizmin merkezi bir ilkesidir, ancak kesin anlamı sürekli tartışılagelmiş, kimi indirgemeci yorumlarınınsa Marksist düşünceye büyük zararı dokunmuştur. Egan, yirminci yüzyıl Shakespeare incelemelerinde Marx’ın yerinin izini sürerken, siyasal soldan ya da sağdan, insan yaratıcılığıyla ilgili işte bu mekanikçi/indirgemeci görüşlerin köreltici etkisini de saptamaya çalışıyor. Marx’ın belirlenim görüşünün iyimser ve özgürleştirici olduğu ama yanlış uygulandığı, bunun da Marx’ın niyetlediğinin tam tersi sonuçlar doğurduğu fikriyatından hareketle Marx’ın ekonomik alt yapıyla sanatsal üretim gibi üstyapı kurumları arasındaki ilişkiyle ilgili düşüncelerinin ana hatlarını açıklamaya geniş bir yer ayırmış.
Shakespeare oyunları
Kitabın ilerleyen bölümleri Marx’ın sanat ve edebiyat alanındaki etkilerine odaklanıyor. Bernard Shaw’dan başlayarak, Shakespeare’le ilgili çalışmaları bakımından özel öneme sahip mesela Brecht gibi- kişilikler ele alınmış ve Marx’ın düşüncelerinin onun ölümünden sonra başkaları tarafindan geliştirilmesinin izi sürülmüş. İlk üç bölümde incelenen düşüncelerden yararlanarak, yapılan okumalarda Shakespeare’in yedi oyunu çözümleniyor. Kitabın sonunda özetleri de verilen bu oyunlar şöyle sıralanıyor; Venedik Taciri, Atinalı Timon, Kral Lear, Hamlet, Yeter ki Sonu İyi Bitsin, Yanlışlıklar Komedyası ve Kış Masalı.
Egan’ın oyunlarıyla ilgili okumalarının tamamında, maddi gerçeklik ile düşünceler dünyası arasındaki belirleyici ilişkiye vurgu yapılıyor. Venedik Taciri ile Atinalı Timon’da, doğrudan bireylerin parayla ilişkilerini konu alınırken, paradan yararlanmanın farklı yolları, karşılıklı toplumsal etkileşim bağlarıyla ilişki içinde araştırılmış. Venedik Taciri’nde etkili olan ekonomik zorunluluklar, parayı doğru kullanmak konusunda kapitalist ve kapitalizm öncesi anlayışlar arasında bir gerilim, parayı yastık altı etmeyi, onu kaybetmenin güvenli bir yolu haline getiren çağdaş fiyat enflasyonu deneyiminin daha da arttırdığı bir gerilim olarak anlaşılabilir.
‘Kral Lear’ ve ‘Hamlet’ okumalarının merkezinde oyunların temsilleri var; ‘Kral Lear’da oyunun gelecekteki değişimin olanaklarını araştırmasına odaklanılmış. ‘Hamlet’ okuması, ‘hakikate ulaşmanın aracı olarak temsillerin sınırlamaları’ ile ilgili Jacques Derrida çalışmasına yönelik bir eleştiri. Yeter ki Sonu İyi Bitsin, askeri varlık nedeni ortadan kalkan aristokrat bir sınıfın -insan bireyselliğine korkunç bir aldırmazlıkla- ‘çalışmak ve kendilerini göstermek’ uğruna savaş yürütmesine bir eleştiri olarak okunabilir. Yanlışlıklar Komedyası’nda üzerinde durulan mesele Marksist bir bakış açısından öznellik algımız. Egan’a göre oyunda, Marx’ın meta fetişizmi dediği şeyin temelinde yatan mübadele edilebilirlik ilkesi öne çıkıyor. ‘Kış Masalı’nda ise, Shakespeare’in zamanının güncel sorunu olan toplumsal hareketlilikle uğraştığı ve burjuvazinin yükselen gücünü özünde muhafazar bir bir siyasal bakışla uzlaştırmanın bir yolunu aradığı sorgulanmış.
Özellikle kültürel çalışmalarla ilgilenen araştırmacıların kayıtsız kalmaması gereken Shakespeare ve Marx kitabında Shakespeare oyunları üzerinden Marksist düşüncenin çeşitli yorumlarının ve sanatın toplumsal işlevinin sorgulanmasını birlikte yürüten Gabriel Egan, “özünde aynı görüngüleri ifade etmenin iki yolunu temsil ettikleri için, geçmişe değil geleceğe iyimser bir bakışla Shakespeare’i Marx üzerinden, Marx’ı da Shakespeare üzerinden okuyabiliriz” çıkarımıyla noktalamış sözlerini. Sanat ve siyaset tarihinin, özellikle de Marksizmin temel sorunlarını, farklı tarihsel dönemlerde ortaya çıkan siyasi ve sanatsal eğilimleri entelektüel bir tartışmanın konusu haline getirecek ve Türk edebiyatı özelinde yapılacak benzer bir çalışmanın Türk solunu kavramak açısından çok verimkâr bir açılım olacağını düşünüyorum.