Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaBilimPsikolojiYetişkinlik Psikolojisi | Dr.Bekir Onur

Yetişkinlik Psikolojisi | Dr.Bekir Onur

Bilimsel yayınlarda “yetişkinlik” terimi genellikle “bebeklik”, “çocukluk”, “ergenlik” terimleri kadar açık ve somut değildir. Örneğin Freud, yetişkin yaşamı daha önce oluşmuş kişilik yapısının yüzeyinde sadece bir dalgalanma olarak görür. Piaget ergenlikten sonra önemli bilişsel değişimlerin oluşmadığını varsayar; Kohlberg ahlak gelişiminin erken yetişkinlik yıllarında tamamlandığını kabul eder. Bilim dünyası, Erikson, Bühler, Jung gibi psikologları izleyerek, yetişkinliğin tek başına duran, ergenlikle yaşlılık arasında ayrımlaşmamış bir biçimde yer alan bir evre olmadığını kabul etmeye başlamıştır. Yetişkinliğin bir “varlık durumu” olduğu anlayışı, yerini yetişkinliğin bir “oluşum süreci” olduğu görüşüne bırakmaktadır.

1. Yetişkinliğin Tanımlanması Yetişkin (adult) sözcüğü Latince büyümek (adolescere) fiilinin geçmiş zaman ortacından türemiştir, dolayısıyla “yetişkin” bir kişi “büyümüş” bir kişi sayılır. Buradaki tanım sorunu, yetişkinin sadece fiziksel özellikler bakımından değil, psikolojik özellikler bakımından da dikkate alınması gereğinden doğmaktadır. Yetişkin kişinin fiziksel ve psikolojik bakımdan olgunlaşmış olduğu varsayılır. Oysa fiziksel olgunlaşmayı ölçmek güçtür, psikolojik olgunlaşmayı tanımlamak bile güçtür, çünkü birtakım psikolojik süreçler yaşlılık yıllarına dek gelişmeyi sürdürmektedir. Fiziksel ve psikolojik olgunlaşmayı ölçme güçlüğü nedeniyle birçok gelişimci sorunu atlamış ve sadece yaş düzeyine dayalı bir tanımı benimsemiştir.

Oysa yaş ve yaş sınırları konusunda da bir anlaşmanın olduğu söylenemez. Birçok toplumda yetişkinliğin başlangıcı, öğrenim yaşamını bitirmiş, tam-zamanlı bir işe girmiş ve evlenmiş olmakla tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, bir yetişkin olmak toplumun farklı kesimleri için çok farklı bir konudur. Üstelik yetişkinliğin kendisi de toplumdaki farklı yaş grupları için farklı anlamlara gelir. Yetişkinlik bir tek değil birçok yaşantı içerdiği için herkesin yetişkinlik anlayışı önemli ölçüde farklılaşır. Halkın yetişkinlik konusundaki duyguları, tutumları ve inançları toplum içinde yetişkin olan bireylerin oranından da etkilenir. Günümüzde gençliğe yönelik vurgulamanın çeşitli koşullar düzeldikçe gelecekte yetişkinliğe yöneleceği beklenebilir. Öte yandan, yetişkinliğin yaşlılıkla, biyolojik ve toplumsal değişimle bir tutulması da ortak bir yönelimdir. “Biyolojik yaşlanma”, insan organizmasının yapı ve işleyişinin zaman içindeki değişimlerine dayanır. “Toplumsal yaşlanma” ise, bir bireyin zaman içinde rolleri üstlenmesindeki ve terketmesindeki değişimlere dayanır.

Bir birey, doğumdan ölüme, hem toplum tarafından düzenlenmiş evrelerden, hem de biyolojik evrelerden geçer. Dolayısıyla, bireyin yaşam döngüsü geçiş noktalarıyla işaretlenmiştir. Toplumun gözünde yaş, yaşam süresindeki belirli noktalarla bağlantılı bir davranış beklentileri dizisidir. Toplum, değişik yaşlarda olunacak ve yapılacak uygun şeyleri tanımlar, buna “yaş normları” adı verilir. Örneğin bir erkek ya da kadın için “en uygun” evlenme, okulu bitirme, çocuk sahibi olma, emekliye ayrılma yaşını toplum belirler. Bireyler kişisel isteklerini (kendi içselleşmiş yaş normlarını) toplumun yaş normlarına uydurmaya yönelirler. Yaş normları bir role ilişkin “resmi” kurallarla düzenlendikleri zaman çok açıktırlar. Örneğin, seçimlerde oy verme yaşı, emekliye ayrılma yaşı böyledir. Yaş normları değişik yaşlara uygun roller konusundaki beklentiler açısından ise “gayriresmi” olurlar; kişilerin bazı etkinlikler için “çok genç”, “çok yaşlı”, “tam yaşında” olduğunu söylemek g gibi. “Yaşına göre davran!” uyarısı yaşam beklentilerinin çoğunu etkiler.

2. Yetişkinliğin Evreleri Evre kuramcıları çocuk gelişimi gibi yetişkin gelişiminin de birbirini izleyen evrelerden oluştuğunu kabul ederler. 1970’lerde Daniel J. Levinson ve Yale araştırmacıları yetişkinlikteki gelişim evrelerini saptamaya çalıştılar ve erkek yetişkinin gelişiminde altı evre saptadılar. Levinson ve arkadaşları yetişkinliğin tcmel görevinin yaşamboyu süren bir yapı yaratmak olduğunu kabul ederler. Bir erkek, yeni bir yapı yaratarak ya da eskisini yeniden değerlendirerek yaşamını dönem dönem yeniden kurmalıdır. Levinson’un, Erikson’un psikososyal kuramına dayanan gelişim kuramında yerleşik evreler ile geçiş evreleri birbirini düzenli bir sıra içinde izler. Yerleşik evrelerde insanlar amaçlarını az çok sakin bir biçimde izlerler; geçiş evrelerinde ise insanın yaşam yapısında büyük değişimler olur. İlerde açıklanacağı gibi, Levinson’un evre kuramında temel kavram yaşam yapısı kavramıdır. Yaşam yapısı, bireyin topluma girme yolları (roller, üyelikler, ilgiler, yaşam üslubu, amaçlar), aynı zamanda bireyin yaşadığı kişisel anlamlar, düşlemler, değerler olarak tanımlanır. Bu kuram ilk ve orta yetişkinlikte ortaya çıkan çeşitli evreleri ve geçişleri saptamaktadır.
Betimlenen yaşam akışı, huzurlu ya da kargaşalı olabilen geçişlerle kesintiye uğrayan görece kararlı dönemlerden oluşmaktadır. Geçiş’ler bir insanın yaşamını yeniden değerlendirmesine ve varolan ya da yeni bir yaşam yapısına yeniden bağlanmasına ilişkin bir bunalımı içerir. Yeni bir yaşam yapısı seçilirse meslekte, yaşam üslubunda, evlilikte dramatik değişimler olabilir. Levinson’un erkek yetişkinin gelişimi dönemleri tablosu aşağıda yer almaktadır . Levinson’un erkek yetişkinin gelişim dönemlerine ilişkin açıklamaları şöyledir: a. Aileden ayrılma. Onlu yılların sonu ve yirmilerin başlarında başlayan bu dönem, aile odaklı ergen yaşamı ile yetişkin dünyasına girme arasındaki geçiş dönemidir. Genç erkek askerlik ya da üniversite gibi bir geçiş kurumu seçebilir ya da evde kalmayı sürdürerek çalışmaya koyulabilir. Bu dönem sırasında ailede kalmak ile dışarıya gitmek arasında hemen hemen eşit bir denge vardır. Ailenin sınırını tam olarak aşmak temel bir gelişim görevidir. Çünkü bu değişiklik yeni roller edinmeyi, yaşam düzenlemeleri yapmayı, daha özerk ve sorumlu olmayı gerektirir. Bu dönem aşağı yukarı üç-beş yıl sürer.

Yetişkinin Gelişim Dönemleri Dönemler
– Yaşlar Aileden ayrılma; aileden bağımsız olma çabası
– 16-18’den 20-24’e Yetişkin dünyasına katılma; yeni bir ev, yetişkin rollerinin keşfi ve üstlenilmesi, ilk yaşam yapısının biçimlendirilmesi
– 20’lerin başlarından 28’e Otuz yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden değerlendirilmesi – 28’den 30’a Durulma; kararlı bir yuva kurma, başına buyruk olma
– 30’ların başlarından 38’e Orta yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden değerlendirilmesi
– 38’den 40’ların başlarına Orta yetişkinliğin kararlılık kazanması
– 40’lann ortaları Kaynak: Levinson ve ark., 1974. Aktaran Liebert ve Wicks-Nelson, 1981
– Yetişkin dünyasına katılma. Bu dönem erkeğin yaşamında ailesinin odak noktası olmaktan çıkmasıyla başlar. Yetişkin arkadaşlar, cinsel ilişkiler ve çalışma yaşamıyla erkek kendini bir yetişkin olarak tanımlamaya başlar. Bu yeni tanım ona, onu geniş topluma götürecek geçici yaşam yapısını biçimlendirme olanağını verir. Bu dönem sırasında erkek, yetişkin rollerini, sorumluluklarını keşfeder ve üstlenir. Bir iş kurabilir, bir meslek geliştirebilir, sonra onu terkedebilir; otuz yaş dolaylarında, yaşamına daha fazla düzen ve kararlılık getirmesi konusunda baskılar artıncaya dek, bunalımını artıran bir başıboşluğa kapılabilir.
– Durulma. Bu dönem genellikle otuzlu yılların başlarında başlar. Erkek, toplum içindeki yerini almış, bir yuva kurmuş, uzun süreli planlar yapmış ve bunların peşine düşmüş, geleceğine ilişkin bir görüş, bir düş geliştirmiştir. Sonraki yıllarda yaşam çizgisinde temel değişiklik, düş kırıklığına uğrama, aldanma ya da ilk düşe yeterince ulaşamama ile ortaya çıkar.
– Başına buyruk olma. Bu dönem otuzlu yılların ortasıyla sonları arasında ortaya çıkar, erken yetişkinliğinin en yüksek noktasını ve geleceğin başlangıcını temsil eder. Bu dönemde erkek, ne elde etmiş olursa olsun yeterince bağımsız olmadığını düşünür. Üstündekilerin otoritesinden kurtulmak ister, genellikle üstlerinin kendisini çok fazla kontrol ettiklerini ve ona çok az serbestlik tanıdıklarını düşünür. Kendi kararlarını verebileceği ve işi gerçekten yürütebileceği zamanı sabırsızlıkla bekler. Eğer birlikte çalıştığı daha deneyimli bir arkadaşı ya da patronu varsa, bu dönemde onlardan uzaklaşır. Bu dönemde erkekler toplum tarafından, en çok değer verdikleri rolleri içinde tanınmak isterler. Önemli bir ilerleme, terfi ya da bir başka yolla tanınmak isterler.
– Orta yaş geçişi. Bu dönem, daha kararlı iki dönem arasına gelişimsel bir geçiş dönemi, dönüm noktası, sınırdır. Bu dönem çoğunlukla erkek kırklarındayken ortaya çıkar ve erkek başarılı da başarısız da olsa gerçekleşir. Bir erkek son derece başarılı olabilir, yine de bir boşluk ve acı bir tat duyar. Eğer başarısızsa bir türlü köşeyi dönememenin acısını yaşar. Genel olarak, “şimdi elimde ne var?” sorusu ile “gerçekten istediğim ne?” sorusu arasındaki farklılık erkekte bir ruh arayışı ara dönemi yaratır.
– Yeniden kararlılık kazanma. Kırk beş yaş dolaylarında orta yetişkinlik yaşamına temel oluşturacak yeni bir yaşam yapısı biçimlenmeye başlar ve üç-dört yıl sürer. Bu, son gelişim dönemi değildir, ancak Yale araştırmacılarının incelediği son dönemdir. Bu dönem, yeniden meydan okunan, yeni bunalımların yaşandığı, benliğe yönelik tehdidin oluştuğu bir dönemdir. Freud, Jung, Goya, Gandhi gibi erkekler derin bir orta yaş bunalımı yaşamışlar ve bundan müthiş yaratıcı kazançlar elde etmişlerdir. Dylan Thomas, F. Scott Fitzgerald, Sinclair Lewis gibi erkekler ise bu bunalımla başa çıkamamışlar ve bundan zarar görmüşlerdir (Vander Zanden, 1981). Yetişkin gelişimi konusunun gitgide daha fazla ilgi çekmesine karşın, yetişkin kadının gelişim evrelerinin henüz pek araştırılmamış olduğu söylenebilir.

Levinson’un erkek yetişkinin gelişiminde saptadığı evrelerin kadın yetişkine uygulanamayacağı da açıktır. Kadına yüklenen geleneksel rollerin günümüzde hızla değişmesi ve yerini daha çağdaş rollere ve anlayışlara bırakmasıyla, kadının yetişkinlik deneyiminin artık erkeğinkinden çok farklı olacağı, dolayısıyla farklı bir evreler kuramını gerektireceği söylenebilir. Nitekim, araştırmalar kadınların da benzer evrelerden, ama birtakım önemli farklılıklarla geçtiklerini göstermektedir. Örneğin, kadınlar otuzlu yaşlarında “durulma” yerine yaşam yapılarına yeni bağlanımlar getirmeyi denemektedirler. Öte yandan, yetişkin gelişiminde evre yaklaşımının yetişkin yaşamını aşırı ölçüde basitleştirdİği ileri sürülmektedir. Bernice L. Neugarten bu sava üç kanıt getirmektedir. Birincisi, yaşam olayları zaman dizisinin gitgide daha az düzenli olması ve genel çizgilerin daha akıcı bir yaşam döngüsüne yönelmesidir. İkincisi, her yaştan yetişkinlerin bildirdiği psikolojik temaların, tek bir sabit düzen içinde tipik bir biçimde gelişmeyen ve durmadan yeni biçimlerde ortaya çıkan temalar olmasıdır. Üçüncüsü, yaşam süresi boyunca pek çok içsel değişimin evreye benzemeyen biçimde yavaş yavaş ortaya çıkmasıdır.

Lawrence Kohlberg, doğru bir evre kuramının şu dört niteliği taşıdığını savunmaktadır:

1) Bir evre kuramı gelişimin belirli noktalarında yer alan yapılarda niteliksel farklılıklar içerir.
2) Bu farklı yapılar bireysel gelişimde değişmez bir sıra, düzen ya da ardarda geliş gösterir; kültürel etkenler gelişimi hızlandırabilir, yavaşlatabilir ya da durdurabilir, ama sırasını değiştiremez.
3) Farklı bir yapıyı oluşturan değişik ögeler bütünleşmiş bir yanıtlar demeti olarak ortaya çıkarlar.
4) Evreler hiyerarşik bir bütünleşme gösterirler; daha yüksek evreler daha aşağı evrelerdeki yapıların yerini alır ya da onlarla bütünleşirler. Neugarten doğru bir evre kuramının bu niteliklerinin genellikle yetişkinliğe uygulanamayacağını ileri sürmektedir. Çünkü niteliksel değişimleri farketmek çoğu zaman güçtür; katı bir biçimde belirlenmiş biyolojik bir zaman düzeni yoktur; önemli yaşam olayları çocukluktakinden daha değişken bir düzen içinde ortaya çıkar. Levinson da, bir evre kuramının yetişkinlerin bir dizi evre içinde değişmez adımlarla ilerledikleri anlamına gelmediğini kabul etmektedir. Bir insanın yaşamındaki değişimin derecesi ve hızı kişilikten ve çevresel etkenlerden etkilenir. Levinson, insanların farklılığı nedeniyle yetişkinlikteki gelişimin düzenden yoksun olduğunu ileri sürenlere de katılmamakta, görevinin insanların yaşamının zaman içindeki açılımının temel ilkelerini bulmak olduğunu savunmaktadır (Vander Zanden, 1981).

Yetişkinlik Kuramları Bu bölümde aktarılacak kuramlar, aslında tüm yaşam döngüsünü açıklayan ama (örneğin Freud ya da Piaget’den farklı olarak) yetişkinlik yıllarıda da önemle eğilen kuramlardır. a. Bühler’in İnsan Yaşamının Akışı Kuramı. Charlotte Bühler ve öğrencileri yaşam akışını (life course) 1930’larda Viyana da topladıkları yaşam öyküsü ve özyaşam öyküsü verilerini kullanarak incelemişlerdir. Yaşam döngüsünde meydana çıkan olaylar, tutumlar ve başarılardaki değişimlere dayanan evrelerin düzenli akışını ortaya koyan bir yöntembilim geliştirmişlerdir. Aynı zamanda, yaşamöykülerinde ortaya çıkan yaşam akışı ile biyolojik yaşam akışı arasındaki koşutlukla da ilgilenmişlerdir. Böylece beş biyolojik dönem saptamışlardır.

1) İlerleyici büyüme, 15 yaşına kadar;
2) Büyümenin cinsel üretme yeteneğiyle birlikte sürmesi, 15-25 yaşlar;
3) Büyümede kararlılık, 25-45 yaşlar;
4) Cinsel üretme yeteneğinin yitirilmesi, 45-65 yaşlar;
5) Gerileyen büyüme ve biyolojik iniş, 65 yaş ve ötesi. Tablo 8 Bühler’in Yaşam Dönemleri Yaşlar – Dönemler 0-15 – Evdeki çocuk, kendi belirlediği amaçlardan yoksun. 15-25 – Genişleme hazırlığı ve kendi belirlediği amaçları deneme. 25-45 – Yükselme: Amaçlannı özel ve kesin biçimde kendinin belirlemesi. 45-65 – Bu amaçlar için çabalamanın sonuçlarını kendinin değerlendirmesi. 65 ve sonrası – “Doyum ve başarısızlığın yaşanması: Kalan yıllarının süregiden uğraşlarla veya çocukluğun gereksinim giderici yönelimlerine geri dönüşle geçirilmesi.” Kaynak: A.J. Horner, 1968, aktaran Kimmel, 1974. Dört yüz yaşamöyküsünün incelenmesine dayandırdıkları araştırmalarında Bühler ve ekibi, bu beş biyolojik döneme karşılık olan beş yaşam dönemi önermişlerdir. Bühler’in öğrencilerinden Frenkel gelişimsel ilerlemeyi aşağıdaki biçimde açıklamaktadır: “Çocukluktan -yaşamın birinci döneminden- yeni kurtulmuş genç insan yaşamı konusunda ilk planları yapar ve ilk kararları alır; bu, ergenlikte ya da hemen sonrasında gerçekleşir. Hemen ardından yaşamın ikinci dönemi başlar. Bu dönem genç insanın gerçeklikle karşılaşma -temas kurma- isteğiyle nitelenir. İnsanlarla ve mesleklerle ilişkisi bu amaca dönüktür. Kişiliğinde bir ‘genişleme’ olur. Yaşamının ne getireceğini öğrenebilmek için tutumlarında gösterdiği geçicilik de karakteristiktir.

İkinci dönemin sonunda bireyler yaşama karşı kesin bir tutum sahibi olmuşlardır. Üçüncü dönemde canlılık hala en yüksek noktasındadır, ama artık belirli bir yön ve özellik kazanmıştır. Bu nedenle bu dönem çoğu zaman öznel deneyimlerin en yoğun olduğu dönem olma özelliğini taşır. Dördüncü döneme geçiş genellikle bir bunalımla kendini gösterir, çünkü bireyin gittikçe açılan güçleri bu noktada duraklamaya başlamıştır, fiziksel yeteneğe ya da biyolojik gereksinmelere bağlı birçok şeyden vazgeçmesi gerekmiştir. Biyolojik eğrideki ve onunla bağlantılı etkinliklerdeki düşüşe karşın, bu dönem yaşamın üretkenliği ve yararları konusunda yükselen bir ilgi çizgisi gösterir. Beşinci dönem en çok sözü edilen dönem olarak, ölümün yakınlaşması, yalnızlık yakınmaları nedeniyle dinsel sorunların ağırlık kazandığı dönemdir. Bu son dönem genellikle geçmişe ilişkin yaşantılar ve geleceğe ilişkin düşüncelerle, yani ölümün yaklaşmasına ve insanın geçmiş yaşamına ilişkin düşüncelerle doludur.” (Frenkel, 1936) Bühler’in görüşü, büyüme, kararlılık kazanma ve inişe geçme gibi biyolojik süreçler ile, etkinlik ve başarılarda genişleme, yükselme ve daralma gibi psikososyal süreçler arasındaki koşutluğu vurgular.

Çoğu zaman biyolojik eğri psikososyal eğriden daha ilerdedir; bu, zihinsel yeteneklerine güvenen bir insanın fiziksel güçleri inişe geçmeye başladıktan sonra bile daha yıllarca yüksek bir üretkenlik düzeyi sürdürmesi durumunda doğrudur. Bühler, kuramın yeniden düzenlenmesinde, bir bireyin kendi yaşamı için amaçlar saptaması sürecini vurgulamaktadır. Böylece bu gelişim sıralaması yaşamın farklı dönemlerinde bir bireyin amaç saptamadaki farklı bakış açılarını da yansıtmaktadır. Örneğin, yükselme döneminde özdoyuma ideal biçimde yol gösteren amaçlar yaşamın ilk on yılında derece derece kurulmaktadır; bazı enerjik insanlar bu amaçları dördüncü dönemde yeniden gözden geçirebilir ve yeni amaçlar saptayabilirler; fakat birçok insan için yaşamın ikinci yarısında amaçlar büyük olasılıkla durağanlık ve emeklilikle yer değiştirir. Kuhlen bu büyüme, yükselme ve daralma kuramını biraz değiştirdi. Kuhlen’e göre büyüme-genişleme güdüleri (başarı, güç, yaratıcılık ve kendini gerçekleştirme) bireyin davranışına yaşamının ilk yarısında egemendirler; bunlar, göreli olarak doyuruldukları (başarı ya da seks gereksinmesinde olduğu gibi) ve kişi yeni toplumsal konumlara geldiği için (anne olmak ya da bir kuruluşun başkanı olmak örneklerinde olduğu gibi) kişinin yaşamı boyunca değişebilirler. Kuhlen, yaşın ilerlemesiyle birlikte gereksinmelerin “doğrudan” doyurulmasının yerini “dolaylı” ya da “başkalarının doyumu ile” doyurulmasının aldığını belirtmektedir.

Dolayısıyla insanın yaşam döngüsü bir “genişleme ve daralma eğrisi” olarak nitelenebilir. Kuhlen’in açıklama modelinde, yaşamın ikinci yarısında anksiyete ve tehdit daha önemli bir güdülenme kaynağı olmaktadır. Bu, genişlemenin sona ereceğini hissettiği ve yerine konmaz yitimlerle karşılaştığı orta yaşlarda başlayabilir. Kuhlen, ilerleyen yaşla birlikte bireylerin daha az mutlu olduğunu, kendilerini daha olumsuz gördüklerini ve özgüvenlerini yitirdiklerini belirten pek çok araştırmadan söz etmektedir; yaşlı insanlardaki anksiyete belirtilerinin artışı dikkati çekmektedir. Bu veriler, erkeklerle ve aşağı sınıftan kişilerle karşılaştırıldığında, kadınların ve yukarı sınıftan kişilerin yaşlanmaktan daha fazla etkilendiğini göstermektedir. Özet olarak, yetişkin gelişimine ilişkin bu görüş, yaşam döngüsünün iki genel eğilim içinde görülebileceğini belirtmektedir: Büyüme-genişleme ve daralma.

Yaşamın ortalarında bir yerde bu iki karşıt eğilim arasında büyük bir dönüm noktası yer alabilir. Bühler bu dönüm noktasını, orta yılların -yaklaşık 40-45 yaşlar- yükselme dönemini izleyen kendini değerlendirme döneminde görmektedir. Kuhlen bu dönüm noktasının daha az belirgin olduğunu söylemektedir; bu nokta, ilk büyüme-genişleme güdülerinin doyurulması sonucu yeni güdülerin ortaya çıkması olabilir, fiziksel ve toplumsal yitimler sonucu ortaya çıkabilir, belirli bir duruma “kapanmış olma” duygusundan doğabilir, yaşamın yarısını yaşamış olmanın sonucu olabilir. Büyük olasılıkla, bu dönüm noktası biyolojik, psikolojik ve toplumsal etkenlerin etkileşiminden doğmaktadır. Bühler, araştırmaları sonucunda, amaç saptamadaki -ya da güdülenmedeki- bu değişiklik kadar önemli bir diğer konunun da, bireyin amaçları doğrultusunda doyuma ulaşıp ulaşmadığını değerlendimmesi olduğunu belirtmektedir; bu değerlendirme, yaşlılık uyumsuzluğunda biyolojik gerileme ve güvensizlikten çok daha etkili (kritik) olmaktadır. 

Jung’un Yaşam Evreleri Anlayışı Bühler’in yaşam döngüsüne ilişkin görüşü sistemli yaşamöyküsü incelemelerine, Kuhlen’inki görgül araştırmalara dayanırken, Jung’un yaşam evrelerine ilişkin görüşü öncelikle klinik çalışmalarına ve kendi psikoloji kuramına dayanmaktadır. Jung yaşam evrelerini açıklamaya “gençlik” ile başlar ve bu evreyi erinlik sonrasından orta yıllara (35-40 yaşları) dek uzatır. Jung psyche’nin sorunlarına eğilmiş, ancak çocukluğu bu incelemeye katmamıştır. Jung’a göre çocuk, anababasına, eğitimcilere ve doktorlara sorun olabilir, ama çocuğun kendi sorunları yoktur; yalnızca yetişkin “kendi hakkında kuşkular duyabilir”. Gençlik dönemi, çocukluğun cinsel içgüdü ve aşağılık duygularına ilişkin düşün terkedildiği ve genel olarak yaşam ufkunun genişlediği dönemdir. Bundan sonraki önemli değişik 35-40 yaşları arasında başlar. Jung bu değişimi şöyle anlatır: “Başlangıçta bu değişim belirgin ve bilinçli değildir. Daha çok, değişimin dolaylı belirtileri bilinçdışında meydana gelen değişimden kaynaklanırlar. Çoğu zaman, sanki kişinin karakterinin yavaş yavaş değişmesi gibidir.

Bazen çocukluktan beri kaybolmuş bazı özelliklerin su yüzüne çıktığı görülür, bazen kişinin önceki eğilim ve ilgileri zayıflar ve yerini yenilerine bırakır. Bazen de tersine -bu çok sık olur- kişinin inanç ve ilkeleri, özellikle ahlaki olanlar güçlenir, gittikçe sertleşir ve 50 yaş dolayında birey hoşgörüsüzlük ve fanatiklik dönemine girer; sanki bu ilkelerin varlığı tehdit altındadır ve onları daha bir güçle korumak gerekmektedir.” (Jung, 1933) Jung, nörotik hastalıkları, “gençlik evresinin psikolojisi”nin orta yıllara taşınmak istenmesi olarak görür -tıpkı gençlikteki nörotik rahatsızlıkların çocukluğu terk edememekten kaynaklanması gibi-. Yaşlılıkta ise Jung, “psyche’de derin ve garip değişimler” görür. İnsanlarda özellikle psyche alanı içinde karşıtlarına doğru değişme eğilimi vardır. Örneğin yaşlı erkekler gittikçe daha “dişil”, yaşlı kadınlar da gittikçe daha “eril” olmaktadırlar. Jung, “yaşamın çelişkisini pekiştiren güçlü bir içsel süreç”ten söz eder. Genel olarak Jung, “yaşamın öğleden sonrasını sabah programına göre yaşayamayacağımızı” ileri sürer, “sabah büyük olan akşamüstü küçülecek ve sabah doğru olan akşamüstü yalan olacaktır.”

İnsan yaşamının ileri yaşlara dek sürmesinin çocuklara bakmak gibi bir amacı olmalıdır. Ancak bu görev de yerine getirildikten sonra yaşamın amacı ne olacaktır’? Bu amaç Batı toplumlarında sıklıkla görüldüğü gibi gençlerle rekabete girmek midir? Jung, birçok ilkel toplumlarda yaşlı insanların bilgelik kaynağı olduklarını, “kavmin kültürel mirasını dile getiren gizlerin ve yasaların bekçileri” olarak görev yaptıklarını belirtir. Buna karşılık modern insan, yaşama ilişkin belirli bir amacı ve anlayışı olmadığı için, ileriye bakacağına yaşamın ilk yarısına takılıp kalmaktadır. Jung, pek çok insanın ileri yaşlara doyurulmamış isteklerle ulaştığını, ancak geriye bakmalarının tehlikeli olduğunu ve geleceğe ilişkin bir amaç edinmeleri gerekğini savunur. Bütün büyük dinlerin ölümden sonra da bir yaşam vadetmeleri bu yüzdendir ve insanların yaşamlarının ikinci yarısında da bir amaç edinmelerini sağlar. Jung, ölümde bir amaç bulmanın sağlıklı olduğunu ve bundan kaçınmanın yaşamın ikinci yarısını amaçtan yoksun bırakarak sağlıksız kıldığını ileri sürer. Jung, yaşamın ikinci yarısında bireyin dikkatinin kendi iç dünyasına yöneldiğini ve bu iç keşfin yaşama bütünlük ve anlam kazandırarak ölümü kabullenmede yardımcı olduğunu savunur. Özetle, Jung’a göre kişilik, yaşam döngüsünün birinci ve ikinci döneminde farklı yönlerde gelişir. Birinci dönemde birey dış dünyaya doğru açılır, dış dünyayla ilişki kurma kapasitesini geliştirir, toplumsal ödüller kazanmaya çalışır.

Ayrıca, böyle davranmak kadın ve erkek cinsel kimliğinin geliştirilmesi için de gereklidir. Bu dönemde tek yanlılık bir bakıma gerekli, hatta zorunludur. Genç insanların iç doğalarıyla ilgilenmelerinin bir yararı yoktur; görevleri şimdilik yalnızca dış dünyanın istemlerini karşılamaktır. Ruhsal yaşamda 40 yaşına doğru başlayan değişimde birey artık hedeflerinin ve hırslarının önemini yitirdiğini hisseder, kendisini durgun, çökkün ve eksik olarak algılar. Jung’a göre bu olgu toplumsal başarı kazanmış insanlarda bile gözlemlenebilir, çünkü bu toplumsal başarılar kişilikte yaşanmadan kalan özelliklerin bedeli olarak kazanılmıştır. Ancak insan bu bunalımdan çıkış yolunu bulabilir. Bilinçdışı kişiyi iç dünyasına dönmesi ve yaşamın anlamını araştırması için yüreklendirir. Bu dönemde enerjimizi dış dünyayla başetme çabasından uzaklaştırıp iç dünyamızda odaklaştırmaya başlarız. Böylece ne zamandır gerçekleştirilmemiş gizilgüçlerimizi tanımak için bilinçdışını dinlemeye yöneliriz. c. Erikson: İnsanın Sekiz Çağı Erikson’un insan gelişimi kuramı da öncelikle klinik gözlemlerine ve kuramsal psikolojisine dayanır.

Yine de bu kuram bu konuda bugüne kadar ileri sürülmüş en kapsamlı açıklamadır. Bunun nedeni, Erikson’un tüm yaşam boyunca gelişimin çeşitli yönleri (bilişsel, duygusal, toplumsal yönleri) arasında bağlantılar kurabilmiş ve disiplinlerarası bir kuram geliştirebilmiş olmasıdır. Erikson’un bu başarısı meslektaşlarının -aşağıda kendi sözleriyle aktarılan- tanıklığıyla da vurgulanmaktadır: “Psikososyal evreler sırası içinde içgüdüsel güçlerle organizma tarzlarının bağlantısını açıklamaya çalıştık. Listelenen evrelerin kesin sayısında ya da kullanılan bütün terimlerde ısrar edemesek bile, formüle edildikleri zaman disiplinlerarası kabul gören bazı gelişim ilkelerini vurguladık; açıkçası, şemamızın genel kabulü için diğer bazı (daha önce sözü edilen) disiplinlere bağlı olmak durumundayız. Psikolojik yönde ise, gerçek dünya ile kesin ve kavramsal ilişki kapasitesi olan ve her evrede gelişen bilişsel büyüme’nin geçerli gücü vardır. Bu Hartmann’ın (1939) tanımladığı anlamda en vazgeçilmez bir “ego aygıtı”dır. Böylece, Piaget’in tanımladığı anlamda zekanın “duyusal-devinimsel” yönleri ile temel güven, “sezgisel-simgesel” yönler ile oyun ve girişim, “somut-işlemsel” başarı ile çalışkanlık duygusu ve son olarak “soyut işlemler” ve “mantıksal evirmeler” ile kimlik gelişimi arasındaki ilişkiyi izlemek yararlı olabilir. Burada belirtilenleri bazı disiplinlerarası toplantılarda sabırla dinleyen Piaget, daha sonra, kendi evreleri ile bizimkiler arasında en azından çelişki görmediğini kabul etmiştir. Greenspan, “Piaget’in; Erikson’un, Freud’un kuramının psikososyal yönlere uzantısı olan kuramına oldukça sempati duyduğunu” (1979) belirtmiştir.

Ve ondan şunu nakletmektedir: “Erikson’un evrelerinin en büyük başarısı, kesinlikle, Freud’un mekanizmalarını daha genel davranış tipleri içine yerleştirerek önceki kazanımların sonraki düzeylerle sürekli olarak bütünleşmesini göstermeye çalışmasıdır (Piaget, 1960)” (Erikson, 1982). Erikson’un epigenetik kuramı da Freud’un psikanalitik kuramı gibi çocukluk gelişimine ağırlık verir ve ilk dört evresi büyük ölçüde Freud’un çocukluk evrelerinin genişletilmiş biçimidir. Bu nedenle aşağıda yalnızca -ergenliği de içine alan- son dört evre özetlenecektir.

Kimliğe karşı rol karmaşası. Erikson’un beşinci evresi, erinliğin başlamasıyla birlikte, bireyin toplumsal bir gereksinme olarak yaşamdaki rolünü tanımlaması çabasıyla başlar ve genellikle öğrenimini bitirmesi, bir işe girmesi ve bir eş seçimiyle sonlanır. Bu evre bireyin kimliğinin birçok yönünün çözüme bağlandığı bir evredir, ama bu oluşum tek bir etkene bağlanamaz ve tek bir olay diğer bir evreye geçişin nedeni olamaz. Aslında yetişkinlik evreleri birçok bakımdan birbirleri üzerine binişirler ya da aynı zamanda yer alırlar. Ancak, kimlik sorunları yaşam boyunca sürseler de, en çok bu evrede ağırlık taşırlar. Birey bu bunalımını olumlu bir biçimde çözemezse kimlik karışıklığı içine düşecek, bunun sonucu olarak da yaşam çerçevesi içinde oynadığı rolden hiçbir zaman emin olamayacaktır. Bu karışıklığın çözülmesi, soyut düşünme yeteneğinin yansıtıldığı ilgi ve uğraşlarla olabileceği gibi, duygusal bağlanımlarla da olabilir.

Yakınlığa karşı yalıtılmışlık. Cinsel yakınlık kapasitesi ergenlikte başlıyor olsa da, birey kimlik karışıklığı sorununu yeterince çözmeden tam bir yakınlık ilişkisi kurmayı başaramaz. Dolayısıyla, bireyin bir başkasının özel (tek) oluşunu ve insanlığını değerlendirerek onunla kaynaşabilmesi için önce kendisinin tam olduğu konusunda belirli bir görüş sahibi olması gereklidir. Daha önceki romantik yakınlıklar genellikle bireyin kendini romantik ilişki aracılığıyla tanıma çabalarından başka birşey değildir. Erikson (1968), “cinsel yakınlık anlatmak istediğim yakınlığın sadece bir parçasıdır” demektedir; “cinsel yakınlıklar bireyin gerçek ve karşılıklı psikososyal yakınlık kapasitesi geliştirmesinden önce de yaşanabilir. Arkadaşlıkta olsun, erotik karşılaşmada ya da ortak çalışmada olsun, kendi kimliğinden emin olmayan genç, kişilerarası yakınlıktan kaçınacak ya da gerçekten birleşemeden ve kendisinden kurtulamadan sürekli olarak yüzeysel ilişkilere girecektir.”

Üretkenliğe karşı durgunluk. Yaşamın bu yedinci evresi en uzun evre olabilir, çünkü insanın anabalalık ve iş başarıları ile kendisinden de çok yaşayacak bir şeyler üretmesi olanağını içerir. Bu evre, bireyin tüm üretkenliğini kapsayan ve genç yetişkinlikten yaşlılığa dek uzayan bir evredir ve yaşamda doyuma ulaşma duygusunu sağlamada önemli bir yer tutar. Bu evrenin olumsuz çözümü ya da çözümsüzlüğü, durgunluk, sıkılma, yoksullaşma duygularıyla ve bireyin fiziksel ve psikolojik gerileyişiyle aşırı uğraşmasıyla kendini gösterir. – Bütünleşmeye karşı umutsuzluk. Bu evre, gittikçe artan bir biçimde yaşamın sınırlı olduğu ve ölüme yakınlaşıldığı duygusuyla yaşanır. Bu oluşum çoğu zaman emekliye ayrılma ya da bir sağlık bozukluğuyla hızlanır. Bu evrenin en önemli görevi, bireyin kendi yaşamını ve elde ettiklerini değerlendirerek yaşamının tarih içinde anlamlı bir serüven olduğu sonucuna ulaşmasıdır. Önceki evrelerdeki başarılar ve elde edilenler bu bunalımın atlatılmasında önemli bir rol oynarlar. Bu evrenin olumsuz çözümü ise umutsuzluk, çaresizlik duygularıdır. Bu, varoluşçu anlamda tam bir anlamsızlık duygusudur, bütün yaşamının boşa gitmiş olduğu ya da başka türlü yaşanmış olması gerektiği duygusudur. Erikson’un kuramında son iki evre yaşam döngüsünün orta ve ileri yıllarnı içermektedir. Robert Peck, orta ve ileri yaşların önemli dönüm noktalarını daha kesin olarak belirleyebilmek için yeni bir düzenleme gerçekleştirmiştir. Orta yaştaki sorunlar:

Akla karşı fiziksel güce değer verme. Kırk yaş dolaylarında bir dönüm noktası yer almaktadır. Fiziksel güçlerine sıkı sıkıya sarılan ve bu güçler azaldıkça çöküntüye uğrayan bireyler ile zihinsel güçlerini öne alarak daha başarıyla yaşlanan bireyler söz konusudur. – İnsan ilişkilerinde toplumsallaşmaya karşı cinselleşme. Erkek ve kadınlar bu evrede cinselliğin gittikçe daha az yoğunluk taşıdığı arkadaşlar olarak kendilerini yeniden düzenleyebilirlerse, kişilerarası ilişkiler daha bir derinlik ve anlayış kazanmakta ve evliliğe yeni bir boyut katmaktadır. – Duygusal esnekliğe karşı duygusal yoksullaşma. Bu evrede duygusal alanda bir açıklık öngörülmektedir. Bu, anababanın ölmesi, eski dost çevresinin dağılması, çocukların evden ayrılması ile bireylerin daha önce hiç yaşamadıkları çeşitli insan çevrelerine uzanmalarına olanak sağlar. Yetişkinler çocuklarının aileleriyle yine duygusal bağlar oluşturabilirler. – Zihinsel esnekliğe karşı zihinsel katılık. Bu evrede bireyin yeni deneyim ve yorumlara açık olabilmesi ya da geçmiş yaşantıların bireyi güncel sorunlara farklı yanıtlar bulmaktan alıkoyması söz konusudur. Yaşlılıktaki sorunlar: 

Ego ayrışmasına karşı iş rolünün ağırlık kazanması. Buradaki görev değişik etkinlikler edinebilmektir. Bu etkinlikler, işin yitirilmesi (emeklilik) ya da alışılmış rollerin yitirilmesi (çocukların evden ayrılması) durumlarında insanı doyum duygusuna ulaştırabilirler. – Bedenin aşılmasına karşı bedene aşırı ilgi. Hemen bütün yaşlı insanlar hastalıktan, artan ağrılardan ve çeşitli rahatsızlıklardan geçerler. Buna karşın bazıları insan ilişkileri ve yaratıcı etkinlikleriyle yaşamdan tat almayı sürdürerek yaşlanan bedenlerini aşmayı başarırlar. – Ego aşkınlığına karşı egoya aşırı ilgi. Çocuklarla, kültüre yaptıkları katkıyla ve dostluklarıyla insanlar kendi davranışlarının önemini yaşamlarından sonraya da uzatabilirler. Ölüm kaçınılmazdır ve bu gerçek bütün ağırlığıyla ilk kez ancak yaşlılıkta algılanabilir; ama insan yine de ailesinin ve insan tümünün gelecek kuşaklarında, ürettiği kendi fikirlerinde yaşamına doyurucu bir anlam katabilir. Yetişkin gelişimi konusunda yukarıda özetlenen kuramlar, insan yaşam döngüsünün sırasal ilerleyişini anlamada yararlı olabilecek ana çizgileri vermektedir. Ancak bu kuramlar, yalnızca çok “genel” olmakla kalmayıp, aynı zamanda çok “idealist”tirler. Çünkü bu kuramlar “doyumlu bir gelişim”den ve “başarılı bir yaşlanma”dan söz etmekte, ancak tarihsel, toplumsal, kültürel, ekonomik farklılıkların olası etkilerini hesaba katmamaktadırlar.

Gerçi toplumsal sınıf, etnik özellik, erkek-kadın farklılığı gibi etkenlerin yetişkinlik gelişimindeki etkilerini araştıran çalışmalar yapılmaktadır, ama bunların sonuçları henüz elde değildir, dolayısıyla bu spekülatif kuramların bütün koşullarda bütün insanları kapsadığı savından sakınmak gerekmektedir (D.C. Kimmel, 1974). Nitekim, yetişkin gelişimini boylamsal yaklaşımla ele alan araştırmacılar, Erikson’un çizdiği kişilik tablosunun yalnızca bireyciliğin egemen olduğu ve bireysel rollerin toplum tarafından sıkıca denetlenmediği kültürlerde geçerli olduğunu düşünmektedirler. Öte yandan, gelişimin her evresinde karşılaşılan gelişim görevleri de cinsler arasında farklılık göstermektedir (farklı toplumsallaşma yaşantısı nedeniyle). Dolayısıyla, günümüzde artık bütün toplumlara ve bütün insanlara aynı anda uygulanabilecek evrensel kuramlardan söz etmeye olanak yoktur. d. Levinson’un yaşam yapısı kuramı: Daniel J. Levinson, yetişkin gelişiminin incelenmesinin henüz çok yeni olduğunu belirtmektedir. Yaklaşık 1950’lerden beri konuyla ilgilenilmekle birlikte, genel bir yetişkin gelişimi kuramı oluşturmakta çok az yol alınmıştır. Bu süre içinde psikolojinin birçok alanında bir yetişkin gelişimi yaklaşımına gereksinme duyulduğu gitgide daha fazla farkedilmiştir.

Levinson’a göre yetişkin gelişimi, bir disiplin olarak psikoloji için anlamlı bir sorundur ve psikolojiyle sosyoloji, biyoloji, tarih gibi diğer disiplinler arasında önemli bir bağlantı halkasıdır. İlk çalışmalarından yaklaşık on beş yıl sonra yeni bulgularını yayınlayan Levinson’un yetişkin gelişimi kuramı şu ögeleri içermektedir:

a) Yetişkin gelişimi alanına temel bir çerçeve sağlayan “yaşam akışı” ve “yaşam döngüsü” kavramları;
b) Kişiliğin ve dış dünyanın birçok yönünü içeren, ama bunların hiçbiriyle aynı olmayan ve kendi farklı yolunda gelişen “bireysel yaşam yapısı” kavramı;
c) Bireysel yaşam yapısının ilk ve orta yetişkinlikteki gelişimini dile getiren bir “yetişkin gelişimi” anlayışı. Yaşam yapısı gelişimi kişilik gelişiminden, toplumsal rollerden farklıdır ve onlarla karıştırılmamalıdır. Aşağıda bu kavramlar Levinson’un kendi anlatımıyla birer birer açıklanmaktadır. Yaşam akışı (life course). Yaşam akışı yüksek düzeyde bir soyutlama olmayıp betimsel bir terimdir ve bir yaşamın başlangıçtan sona gelişimi içindeki somut özelliğine dayanır. Terimin içindeki her iki sözcüğü de dikkatle kullanmak gerekir. “Akış” sözcüğü sırayı, geçici dalgayı, yaşamın yıllar boyunca açılımını inceleme gereksinmesini belirtmektedir. Bir yaşamın akıcılığının incelenmesi, kararlılığı ve değişimi, sürekliliği ve süreksizliği, düzenli ilerlemeyi ve kaotik dalgalanmayı dikkate almayı gerektirmektedir. Yalnızca belirli bir an üzerinde odaklanmak ya da üç dört anı birbirinden kopuk olarak incelemek yeterli değildir. Yaşamı ilerleyişi içinde incelemek ve geçici sıralar yaşam boyunca ayrıntısıyla izlemek gerekmektedir. “Yaşam” sözcüğü de çok önemlidir. Yaşam akışı konusundaki bir araştırma yaşamın bütün yönlerini içermelidir: İç dilekler ve fantaziler, aşk ilişkileri, aileye, işe, diğer toplumsal sistemlere katılım, beden değişimleri, iyi ve kötü zamanlar, yaşamda anlamı olan her şey.

Yaşam akışının incelenmesinde, önce yaşama belirli bir zamandaki bütün karmaşıklığıyla bakmak, bütün ögelerini ve bunların bütüne etkilerini içermek zorunludur. İkinci olarak bu bütünün zaman içindeki evrimini belirlemek gerekmektedir. Yaşam akışının incelenmesi, insan bilimlerinin her biri, kişilik, toplumsal rol ya da biyolojik işleyiş gibi yaşamın bir yönünü ele aldığı, diğerlerini ihmal ettiği için güç olmaktadır. Her disiplin yaşam akışını çocukluk ya da yaşlılık gibi ayrı parçalara bölmektedir. Böylece araştırmalar aralarındaki etkileşimi pek dikkate almadan, biyolojik yaşlanma, ahlak gelişimi, meslek gelişimi, yetişkin toplumsallaşması, kültürlenme, yitirme ya da strese uyum sağlama gibi çeşitli kuramsal açılardan yapılmaktadır. Değişik kuramsal yaklaşımların birbirinden yalıtılmış birimler değil, tek bir alanın değişik yönleri olduğu görüşü yeni yeni kazanılmaktadır. Levinson’a göre, bireysel yaşam akışının araştırılması insan bilimlerinde çeşitli disiplinleri birleştiren yeni bir çok-disiplinli alan olarak yakın gelecekte ortaya çıkacaktır.

Yaşam döngüsü (life cycle). Yaşam döngüsü düşüncesi yaşam akışı düşüncesinin ötesine gitmektedir. “Döngü” imgesi insanın yaşam akışında alttan alta bir düzenin var olduğunu telkin etmektedir; her bireysel yaşam biricik olmakla birlikte, herkes aynı temel sıra içinde yaşar. Yaşam akışı basit, sürekli bir süreç değildir; niteliksel açıdan farklı evreleri ya da mevsimleri vardır. Yıl içinde (örneğin bahar yaşam döngüsünün çiçeklenme mevsimidir) ya da gün içinde (örneğin gündoğumu, öğle vakti, alaca karanlık, karanlık gibi) mevsimler vardır. Aşkta, savaşta, politikada, sanatsal yaratışta ve hastalıkta da mevsimler vardır. Yaşam döngüsü imgesi yaşam akışının belirli bir sıra içinde geliştiğini düşündürmektedir. Bir mevsim toplam döngünün büyük bir parçasıdır; bütünün parçası olsa da her mevsimin kendi zamanı vardır, hiçbiri diğerinden daha iyi ya da önemli değildir, her birinin kendi gerekli yeri ve bütüne özel katkısı vardır.

Yaşam döngüsünde önemli mevsimlerin neler olduğu konusunda ne popüler kültür ne de insan bilimleri açık bir yanıt getirebilmiştir. Modern dünya bir bütün olarak ve evreleriyle kurulu bir yaşam döngüsü anlayışına -bilimsel, dinsel, felsefi ya da edebi- sahip değildir. Yaşam döngüsünün çeşitli büyük parçalarını belirten standart bir dil de yoktur. Egemen görüş yaşam döngüsünü üç bölüme ayırmaktadır:

a) Çocukluğu ve ergenliği içeren yaklaşık 20 yıllık ilk bölüm (yetişkinlik öncesi);
b) 65 yaşında başlayan sonuncu bölüm (yaşlılık);
c) bu bölümler arasında yer alan, yetişkinlik olarak bilinen biçimlenmemiş zaman. Bir yüzyıldan beri insan gelişiminde en önemli araştırma alanını oluşturan yetişkinlik öncesi yıllar çok iyi bilinmektedir.

Kabul edilen görüşe göre ilk yirmi yıl içinde bütün insanlar aynı dönemleri izlerler: Doğum öncesi, bebeklik, ilk çocukluk, orta çocukluk, önergenlik ve ergenlik. Her ne kadar bütün çocuklar ortak gelişim dönemlerinden geçiyorlarsa da, biyolojik, psikolojik ve toplumsal koşullardaki farklılıkların sonucu olarak tamamen farklı yönlerde büyürler. Somut biçimi içinde her bireysel yaşam akışı tektir. Yetişkinlik öncesi gelişimin incelenmesi evrensel düzeni belirlemeyi ve her insanın yaşamını gitgide bireyselleştiren süreci yöneten genel gelişim ilkelerini saptamayı amaçlar. Çocuk gelişimi araştırmalarının Freud ve Piaget gibi önemli adları gelişimin ergenliğin sonunda büyük ölçüde tamamlandığını ileri sürerler; bu sayıltıya dayanarak yetişkin gelişimiyle ya da bir bütün olarak yaşam döngüsüyle ilgilenmezler. 1950’lerden başlayarak gerontoloji konuyla ilgilenmiş, ama bir yaşam döngüsü anlayışı geliştirecek kadar ileri gitmemiştir. Belki bunun bir nedeni yetişkinlik yıllarını incelemeden çocukluktan yaşlılığa atlamasıdır. Levinson’a göre yetişkinlik konusunda daha fazla şey öğrendiğimizde şimdiki yaşlılık anlayışı da değişecektir.

Günümüzde yaşam döngüsünün bir mevsimi (ya da mevsimleri olarak) yetişkinlik konusunda çok az kuram ya da araştırma var. Ergenlikten sonraki yaş düzeylerini betimleyen popüler bir dil yok. “Gençlik”, “olgunluk”, “orta yaş” gibi sözcüklerin anlamı çok belirsiz. Dildeki bu belirsizlik, yetişkinliğin kültürel bir tanımının olmamasından ve insan yaşamının bunun içinde nasıl geliştiğinin bilinmemesinden doğmaktadır. İnsan bilimlerinde de yetişkinliğin doğası konusunda uygun bir anlayışa sahip değiliz. Levinson, yaşam döngüsü kuramının kendi araştırmasından ve Erikson, Jung, Neugarten, Ortega y Gasset gibi yazarların görüşlerinden doğduğunu açıklamaktadır. Yaşam döngüsünü bir çağlar sıralaması olarak kabul eden Levinson’a göre her çağın kendi biyo-psikososyal niteliği vardır ve her biri bütüne farklı katkılarda bulunur. Bir çağdan diğerine yaşamımızda önemli değişimler olur. Çağlar birbiriyle kısmen çakışır, yeni bir çağ bir önceki çağ sonlara yaklaşırken başlar. Genellikle beş yıl süren geçiş çağı önceki çağı bitirir ve sonrakini başlatır. Çağlar ve geçiş dönemleri, her insanın yaşamının altındaki düzeni sağlayan ve bireysel yaşam akışındaki ince farklılıklara izin veren yaşam döngüsünün makro yapısına biçim verir.

Her çağ ve gelişim dönemi iyi tanımlanmış bir ortalama yaşta başlar ve biter. Birinci çağ olan Yetişkinlik Öncesi, döllenme ile aşağı yukarı 22 yaş arasında yer alır. Bu “oluşum yılları” sırasında birey yüksek ölçüde bağımlı, farklılaşmamış bebeklikten yola çıkıp, çocukluktan ve ergenlikten geçerek, yetişkin yaşamının daha bağımsız ve sorumlu başlangıcına doğru büyür. Bu, en hızlı biyo-psikososyal büyümenin olduğu çağdır. Yaşamın ilk birkaç yılı çocukluğa geçişi sağlar, bu zaman içinde yenidoğan biyolojik ve psikolojik açıdan anneden ayrılır ve ‘ben’ ile ‘ben-olmayan’ arasındaki ilk ayırımı gerçekleştirir, bu da sürekli bireyleşme sürecinde ilk adımdır. Yaklaşık 17-22 yaşları insanın İlk Yetişkinliğe Geçiş dönemini oluşturur, bu gelişim döneminde önyetişkinlik sona erer ve ilk yetişkinlik çağının temelleri atılır. Dolayısıyla bu dönem her iki çağın da parçasıdır, ama tam olarak ikisinin de parçası değildir. Bireyleşmede yeni bir aşama aileyle ilişkilerin değişmesi ve önyetişkinlik dünyasının diğer ögeleri olarak kazanılır ve yetişkine yetişkinler dünyasında bir yer oluşturmaya başlar. Çocuğu merkez alan bakış açısından gelişimin büyük ölçüde tamamlandığı ve çocuğun bir yetişkin olarak olgunluk kazandığı söylenebilir. Gelişim (çocuk) psikolojisi geleneksel olarak bu görüşü benimsemiştir:

Levinson’un yaşam döngüsünü bir bütün olarak alan bakış açısı ise ilk çağın gelişimsel kazanımlarının yalnızca bir temel, bir sonraki çağı başlatan bir hareket noktası sağladığını kabul etmektedir. İlk Yetişkinliğe Geçiş hem önyetişkinliğin tam olgunluğunu, hem de yeni bir çağın bebekliğini temsil eder. İkinci çağ olan İlk Yetişkinlik yaklaşık 17-45 yaşlar arasında yer alır ve İlk Yetişkinliğe Geçiş’le başlar. Bu, en büyük enerji ve bolluğun, en büyük çelişki ve stresin yetişkin çağıdır. Biyolojik açıdan 20’li ve 30’lu yaşlar yaşam döngüsünün doruk yıllarıdır. Toplumsal ve psikolojik açıdan ilk yetişkinlik güçlü dileklerin biçimlendirilmesi ve izlenmesi, toplumda uygun bir yer kazanılması, bir aile kurulması ve çağın sonunda yetişkin dünyasında daha saygın bir konuma ulaşılması mevsimidir. Bu çağ, aşk, cinsellik, aile yaşamı, mesleki ilerleme, yaratıcılık ve yaşamın büyük hedeflerinin gerçekleştirilmesi konusunda zengin bir doyum zamanı olabilir. Buna karşılık, ezici stresler de burada yer alabilir. İlk yetişkinlik bizim kendi tutkularımızın ve isteklerimizin darbesini en çok yediğimiz çağdır. Uygun koşullar altında bu çağda yaşamanın ödülleri de çok büyüktür, ama bedel çoğu zaman yarara denktir, hatta onu aşar.

Yaklaşık 40-45 yaşlar arasında yer alan Orta Yaş Geçişi ilk yetişkinliği sona erdirir ve orta yetişkinliği başlatır. Bu iki çağ arasındaki ayırım ve onları ayıran ve birleştiren gelişim dönemi olarak Orta Yaş Geçişi kavramı bu şemanın en tartışmalı konuları arasındadır. Bununla birlikte, araştırmalar yaşamın niteliğinin ilk ve orta yetişkinlik arasında farkedilir derecede değiştiğini göstermektedir. Benzer gözlemler Jung’un, Erikson’un, Ortega’nın çalışmalarında da yer almaktadır. Değişim süreci Orta Yaş Geçişi’nde başlamakta ve çağ boyunca sürmektedir. Bu geçişin gelişim görevlerinden biri bireyleşmede yeni bir aşamaya başlamaktır. Bu olgu bizi daha sevecen, daha düşünceli ve tedbirli, iç çatışmalardan ve dış istemlerden daha az etkilenmiş, kendimizi ve başkalarını daha içtenlikle seven biri yapabilir. Bu olmaksızın yaşamımız saçma ve tatsız olur. Üçüncü çağ olan Orta Yetişkinlik yaklaşık 40-65 yaşlar arasında yer alır. Bu çağ boyunca biyolojik kapasitelerimiz ilk yetişkinlikten daha aşağıdır, ama normalde enerjik, kişisel olarak doyum verici ve toplumsal olarak değerli bir yaşam için hala yeterlidir. Biz yalnız kendimizin ve başkalarının işinden sorumlu değiliz, aynı zamanda yakında egemen kuşağa katılacak olan şimdiki genç yetişkinler kuşağının gelişiminden de sorumluyuz.

Bir sonraki çağ olan Son Yetişkinlik yaklaşık 60 yaşında başlar. 60-65 yaşlar arasında yer alan Son Yetişkinlik Geçişi orta ve son yetişkinliği birleştirir ve her ikisinin de parçasıdır. Levinson son yetişkinlikle ilgili görüşlerini daha önceki kitabında (1978) tartışmıştı. Yaşam yapısı (life structure). Levinson öncelikle bir kişinin özel bir zamandaki yaşamının doğasıyla ve bu yaşamın yıllar içindeki akışıyla ilgilendiğini belirtmektedir. Araştırmalarının anahtar kavramı olan “yaşam yapısı” kavramı, bir kişinin belirli bir zamandaki yaşamının temelini oluşturan örüntüyü dile getirir. Levinson bu kavramın kendi yetişkin gelişimi anlayışının temel direği olduğunu söylemektedir. Ona göre yetişkin gelişimindeki dönemler yaşam yapısının evrimindeki dönemlerdir. Yaşam yapısı teriminin anlamı kişilik terimiyle karşılaştırılarak anlaşılabilir. Bir kişilik yapısı kuramı somut bir “Ben ne tür bir kişiyim?” sorusuna verilen yanıtı kavramlaştırma yoludur. Çeşitli kuramlar bu soruyu, örneğin özellikler, beceriler, dilekler, çatışmalar, savunmalar ya da değerler doğrultusunda düşünme ve birini ya da diğerlerini belirleme yollarını sunarlar. Bir yaşam yapısı kuramı ise daha fazla bir soru olan “Şu anda yaşamım neye benziyor?” sorusuna verilen yanıtı kavramlaştırma yoludur. Bu soruyu düşünmeye başladığımızda başka pek çok soru da aklımıza gelir: Yaşamımın en önemli bölümleri hangileridir ve aralarındaki ilişki nasıldır? Zamanımın ve enerjimin çoğunu nereye harcıyorum? Daha doyumlu ya da anlamlı kılmak istediğim ilişkiler (eş, aşk, aile, meslek, din, boş zaman vb.) var mıdır? Yaşamıma katmak istediğim şeyler var mı? Yaşamımda şu andaki yeri küçük olan, ama daha fazla yer tutmasını istediğim ilgiler, ilişkiler var mı? Bu soruları düşünürken dış dünyanın bizim için en anlamlı olan yönlerini farketmeye başlar, bunların her biriyle ilişkimizi belirler ve çeşitli ilişkilerin müdahalesini değerlendiririz. Kendi ilişkilerimizin bir tek örüntü ya da yapıyla eksik biçimde bütünleştiğini görürüz. Yaşam yapısının birincil ögeleri kişinin dış dünyada başkalarıyla “ilişkiler”idir. Başkası bir kişi, bir grup, kurum ya da kültür, özel bir nesne ya da yer olabilir. Anlamlı bir ilişki, bir benlik yatırımı (istekler, değerler, bağlanma, enerji, beceri), diğer kişinin ya da varlığın karşılıklı yatırımını, ilişkiyi içeren, biçimlendiren ve onun bir parçası olan bir ya da daha fazla toplumsal bağlamı içine alır. Her ilişki zaman içinde hem istikrar, hem değişim gösterir ve yaşam yapısının kendisinin değişmesi nedeniyle kişinin yaşamında değişik işlevleri vardır. Bir bireyin pek çok değişik “başkası” ile anlamlı ilişkileri olabilir. Anlamlı bir başkası bireyin gündelik yaşamındaki güncel bir kişi olabilir. Dostlar, sevgililer, eşler arasındaki, ana baba ve onların değişik yaşlardaki çocukları arasındaki, amirler ve astlar, öğretmenler ve öğrenciler arasındaki kişilerarası ilişkileri incelememiz gerekmektedir. Anlamlı başkası geçmişten biri ya da dinden, mitostan, düş ürünlerinden ya da özel düşlemden alınmış simgesel ya da imgesel bir kişi olabilir. Bir grup, kurum ya da toplumsal hareket gibi bir kollektif varlık da başkası olabilir: Bir bütün olarak doğa ya da okyanus, dağlar, yabanıl yaşam, genel olarak vadiler ya da özel olarak Moby Dick (ünlü balina) gibi bir doğa parçası; bir çiftlik, bir kent, bir ülke, “kişinin kendi odası” ya da bir kitap ya da tablo gibi bir nesne ya da yer. Yaşam yapısı kavramı, bir yetişkinin bütün anlamlı başkalarıyla ilişkilerinin doğasını ve örüntüleşmesini ve bu ilişkilerin yıllar boyunca gösterdiği evrimi incelememizi gerektirir.

Bu ilişkiler yaşamımızın örüldüğü kumaşı oluşturur, yaşam akışına biçim verirler, onlar aracılığıyla çevremizdeki dünyaya -iyi ya da kötü biçimde- katılırız. Bir yaşam yapısı herhangi bir zamanda birçok ve çeşitli ögeler içerebilir. Ama sadece bir ya da iki -nadiren üç- ögenin bu yapıda merkezi bir yer tuttuğu görülmektedir. Çoğu zaman evlilik -aile ve meslek bir kişinin yaşamının merkezi ögeleridir- Merkezi ögeler benlik için en anlamlı ve yaşam akışmı geliştiren ögelerdir; bireyin zamanını ve enerjisini en çok bunlar alır ve diğer ögelerin niteliğini güçlü bir biçimde etkilerler. Yan ögelerin değiştirilmesi ya da bırakılması kolaydır, bunlara benliğin yatırımı çok azdır ve kişinin yaşamına az bir etkiyle değiştirilmeleri olanaklıdır. İlk ve orta yetişkinlikte gelişim dönemleri. Levinson erkeklerin ve kadınların yaşamındaki yaşam yapısının evrimini izlerken temel bir değişmez örüntü bulduğunu belirtmektedir: Yaşam yapısı yetişkinlik yılları boyunca yaşa bağlı dönemlerle görece düzenli bir sıra içinde gelişmektedir. Şaşırtıcı olan, böyle bir düzenliliğin yetişkin gelişiminde ortaya çıkması, ego gelişiminde, ahlak gelişiminde, meslek gelişiminde ve yaşamın diğer özel yönlerinde var olmamasıdır. Sıra, bir yapı-kurma ve yapı-değiştirme dizisinden ibarettir. Yapı kurma (structure-building) döneminde ilk görevimiz bir yaşam yapısı oluşturmak ve yaşamımızı onun içine koymaktır.

Bazı temel seçimleri yapmak, onların çevresinde bir yapı oluşturmak, değerlerimizi ve amaçlarımızı bu yapının dışında izlemektir. Bir yapı kurmayı başardığımızda yaşamın mutlaka rahat olması gerekmez. Bir yapı kurma görevi çoğu zaman çok zahmetlidir ve umduğumuz kadar doyurucu olmadığını görebiliriz. Yapı-kurma dönemi genellikle 5-7, en fazla 10 yıl sürer. Bir geçiş dönemi varolan yaşam yapısını sona erdirir ve bir yenisi için olanak yaratır. Her geçiş döneminin birincil görevleri, varolan yapıyı yeniden değerlendirmek, benlikte ve dünyada değişim olanaklarını araştırmak ve sonraki dönemdeki yeni bir yaşam yapısına temel oluşturacak önemli seçimleri yapmaya yönelmektir. Geçiş dönemleri genellikle beş yıl sürer. Yetişkinlik yaşamımızın yaklaşık yarısı gelişimsel geçişlere harcanır. Hiçbir yaşam yapısı sürekli değildir, periyodik değişim varoluşumuzun doğasında vardır. Bir geçiş döneminin sonlarında kişi önemli seçimler yapmaya, onlara anlam vermeye ve onların çevresinde bir yaşam yapısı kurmaya başlar. Bu seçimler bir anlamda geçişin en önemli ürünüdür. Geçişin bütün çabaları -işi ve evliliği iyileştirme, seçenek yaşam biçimlerini keşfetme, kendisiyle barışık olma çabaları- gösterildiğinde seçimler yapılmalı ve en iyisine yer verilmelidir. Kişi sonraki aşamaya geçmesine aracı olacak bir yaşam yapısını yaratmaya başlamalıdır. Levinson’un ilk ve orta yetişkinlikteki gelişim dönemleri  aşağıda sıralanmıştır; her dönem belirli ortalama yaşlarda başlayıp bitmekte, ortalamanın altında ve üstünde en fazla iki yıllık bir farklılık olmaktadır.  Levinson’a göre ilk ve orta yetişkinlikte gelişim dönemleri

ONYETİŞKİNLİK ÇAĞI: 0-22
İLK YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 17-45 İlk Yetişkinlik Geçişi:
17-22 ORTA YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 40-65 İlk yetişkinlik için yaşam yapısına giriş: 22-28 30 yaş geçişi: 28-33 İlk yetişkinliğin yaşam yapısını sonuçlandırma: 33-40 Orta Yaş Geçişi: 40-45 GEÇ YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 60-? Orta yetişkinlik için yaşam yapısına giriş: 45-50 50 yaş geçişi: 50-55 Orta yetişkinkinliğin yaşam yapısını sonuçlandırma: 55-60 İleri Yaş Geçişi: 60-65 Kaynak: D.J. Levinson. 1986.

1. İlk Yetişkinliğe Geçiş: 17-22 yaşlar arasında yer alır, yetişkinlik öncesi ile ilk yetişkinlik arasında gelişimsel bir köprü görevi görür.
2. İlk Yetişkinlik İçin Yaşam Yapısı Girişi: 22-28 yaşlar arasında yer alır, yetişkin yaşamının ilk biçimini oluşturma ve sürdürme dönemidir.
3. 30 Yaş Geçişi: 28-33 yaşlar arasındadır. Giriş yapısını yeniden değerlendirme, değiştirme ve sonraki yaşam yapısına temel yaratma olanağı sağlar.
4. İlk Yetişkinliğin Yaşam Yapısını Sonuçlandırma: 33-40 yaşlar. İlk yetişkinlik çağını tamamlama ve gençlik dileklerimizi gerçekleştirme aracıdır.
5. Orta Yaş Geçişi: 40-45 yaşlar. Hem ilk yetişkinliği bitirmeye, hem de orta yetişkinliği başlatmaya yarayan bir başka büyük geçiş çağıdır.
6. Orta Yetişkinlik İçin Yaşam Yapısına Giriş: 45-50 yaşlar. Önceki dönemin benzeridir, yeni bir çağdaki yaşama ilk temellerini sağlar.
7. 50 Yaş Geçişi: 50-55 yaşlar. Yaşam yapısına girişi değiştirmek ve belki iyileştirmek için bir orta yaş olanağı sunar.
8. Orta Yaşın Yaşam Yapısını Sonuçlandırma. 55-60 yaşlar. Orta yetişkinlik çağını sona erdirmemizin çerçevesini oluşturur.
9. Son Yetişkinlik Geçişi. 60-65 yaşlar. Orta ve son yetişkinlik arasında yer alarak iki dönemi ayıran ve bağlayan sınır dönemidir.

İlk yetişkinliğin yaklaşık 17-33 yaşlar arasında yer alan baştaki üç dönemi bu çağın ‘acemilik evresi’ni oluşturur. Bu dönemler, ergenliğin ötesine geçme, geçici ama zorunlu olarak bir yaşam yapısı girişi oluşturma ve bu yapının sınırlarını öğrenme olanağını sağlar. 33-45 yaşlar arasındaki son iki dönem bu çağın çabalarının getirdiği “sonuçlandırma evresi”dir. Benzer bir sıra orta yetişkinlikte de vardır. Orta yetişkinlik de 40-55 yaşlar arasında üç dönemlik bir acemilik evresiyle başlar. Orta Yaş Geçişi hem sona erme hem de başlamadır. 40 yaşlarımızın başında ilk yetişkinliğimizin olgunluğu ve orta yetişkinliğin bebekliği içindeyizdir. Her çağdaki acemilikleri, bir yaşam yapısı girişini deneme ve bunu orta çağ geçişinde sınama ve değiştirme olanağını buluncaya kadar sürdürürüz. Yalnızca yaşam yapısını sonuçlandırma döneminde ve onu izleyen geçiş çağında bu mevsimin sonucunu almaya ve sonraki basamağa geçmeye başlarız. e. Gould’un dönüşüm kuramı Roger L. Gould’un (1972-1975) yetişkinin gelişimine ilişkin kuramı bu gelişimin bir dizi dönüşümden (transformations) geçerek oluştuğunu kabul etmektedir. İnsanlar her dönüşümde benlik-kavramlarını yeniden biçimlendirir, çatışmaları yeniden çözerler. Gould’un kuramı Levinson’unkiyle aynı tarihlerde (1970’ler) kurulmuştur ve onunkiyle koşutluk gösterir (ancak Gould’un kuramı her iki cinsi de ele almaktadır); Levinson gibi Gould da yetişkinliği kararlı bir duygular ve güdüler zamanı olmaktan çok, bir değişim zamanı olarak görür.

Gould’un dönüşüm kuramına göre genç yetişkinler dört evreden geçerler. Ergenliğin sonunda başlayıp 22 yaşına kadar giden birinci evrede (16-22 yaşlar) insanlar anababalarının dünyasından ayrılır ve kimliklerini güçlendirirler. Özerkliğin yerleşmesiyle birlikte ikinci evreye (22-28 yaşlar) geçer ve amaçlarını gerçekleştirmeye girişirler. 28-34 yaşlar arasında (Levinson’un 30 yaş geçişine benzer) bir geçiş evresinden geçer ve önceki amaçlarını, evliliklerini yeniden değerlendirmeye koyulurlar. Yaklaşık 35 yaşında hoşnutsuzlukları artar ve yaklaşan orta yaşların farkına varmaya başlarlar; yaşam şimdi onlara zor, belirsiz ve acılı gelebilir. 45 yaşına kadar süren bu istikrarsız evrede bazı bekarlar evlenebilir, bazı evliler boşanabilir, bir ev kadını çalışmaya başlayabilir, çocuksuz bir çift çocuk yapmaya karar verebilir. Bu evrede tabloya yeni bir öge katılır: Zaman kavramı. Zamanın baskısı hissedilmeye başlanır ve yaşamda yapılacak önemli değişimlerin hemen yapılması gerektiği farkedilir. Çalışma güdüsü değişir, meslek yaşamı sıkıcı gelmeye başlar. Yaşamın bu evresi, Levinson’un orta yaş geçişinde olduğu gibi, kararsız, çalkantılı, sıkıntılı bir evredir. Buna karşılık 45-50 yaşlar kararlı yıllardır.

Evlilik doyumu artar, dostlar daha önemli olur, paranın önemi azalır, yaşama olumlu bakılır. Yaşama bu olumlu yaklaşım ellili yaşlarda artma eğilimi gösterir. Kuramların Değerlendirilmesi. Yetişkin gelişimine ilişkin kuramlarda önümüze en çok çıkan kavram geçiş (transition) kavramıdır. Geçişler, değişen yaşantılara tepki olarak yaşamımızı yeniden düzenlememizi ya da amaçlarımızı yeniden yapılandırmamızı içeren değişimlerdir. Evlenmek, işe girmek, çocuk sahibi olmak, ev satın almak gelişimsel geçişlere yol açan olaylardır. Hoffman ve arkadaşlarına (1994) göre, bu değişimlerin ne derece stres kaynağı olduğu konusu geçişlerin doğasına ilişkin en önemli kuramsal sorundur. Geçişlerin fiziksel ve psikolojik sıkıntıların yaşandığı dönemler olduğu konusunda görüş birliği yoktur. Levinson’a göre geçişler yüksek derecede stresli zamanlardır. Örneğin, onun incelediği erkek deneklerin çoğu “30 yaş geçişi” sırasında ılımlı ya da ciddi bunalımlar yaşamışlardır. Oysa, daha önce de belirtildiği gibi, Neugarten bu görüşe katılmamaktadır.

Neugarten’e göre geçişler ancak önceden beklenmedikleri zaman yüksek derecede stres kaynağı olurlar. Eğer bir olay önceden bekleniyorsa ve yaşam akışının normal bir parçası olarak görülüyorsa çok az strese yol açabilir. Buna karşılık, eğer bir olay normal yaşam akışmın parçası değilse, beklenen bir olay ortaya çıkmıyorsa ya da bir olay erken ya da geç gelerek kişinin toplumsal saatiyle çatışıyorsa büyük bir strese yol açabilir ve duygusal bunalımı körükleyebilir. Örneğin, kadınlara yaşamlarındaki bunalımların sorulduğu araştırmalarda, kadınların evlenmeyi ya da çocuk doğurmayı değil, boşanmayı, trafik kazasını, iş değiştirmeyi ya da anababa ölümünü yaşam akışlarını altüst eden olaylar saydıkları görülmektedir. İki kuramcının görüşleri arasındaki fark geçişin kaynağı konusunda ortaya çıkmaktadır. Neugarten’e göre geçişin nedeni fiziksel ya da toplumsal olaylardır. Levinson’a göre ise kişinin içinde oluşan süreçlerdir; çünkü eski gelişim görevleri uygunluğunu yitirmekte, yeni görevler ortaya çıkmaktadır.

Ona göre, örneğin boşanma içsel süreçlerin nedeni değil sonucudur. Hoffman ve arkadaşlarına (1994) göre geçişlerin doğası yanında bir başka konu da, yetişkinliğin zamanı sorunudur. İlerde göreceğimiz gibi, bir kişinin ne zaman olgun sayılacağı sorusunun yanıtı kolay değildir (kronolojik yaşın iyi bir ölçüt olmadığını biliyoruz). Bütün yetişkin gelişimi kuramlarında olgunluğun bazı ögeleri ortaktır: Yakınlık kurma, sevme ve sevilme, cinsel tepki verme gibi. Yine bütün kuramlar toplumsallığı, arkadaşları olmayı, özveride bulunmayı vurgulamaktadır. Ayrıca, olgun insanlar yeteneklerini ve amaçlarını bilen, üretici bir işe ilgi duyan ve onu yapmaya yeteneği olan kişilerdir. Olgunluk sorununu incelemenin yollarından biri, yaşamın özel bir anında karşılaşılan olaylarla başarılı biçimde başa çıkma yeteneğini ele almaktır. Söz gelimi, Erikson’un kuramında erken yetişkinlikte olgunluk başkasıyla yakın ilişki kurabilme yeteneğidir. Olgunluğu incelemenin bir başka yolu da kişilerin benlik algılarına bakmaktır. Büyüdüğümüzü hissetmemizi sağlayan nedir? Araştırmalar anababa olmanın ve kendi gücüne dayanmanın en kesin olgunluk belirtisi olduğunu göstermektedir. Olgunluk durmadan değişen beklentilere ve sorumluluklara sürekli bir uyum sağlama sürecini içerir. İnsanlar evlenmeden ya da çocuk sahibi olmadan, bir işte çalışmadan da olgun olabilirler; onları olgun yapan, kim olduklarını, nereye gittiklerini, hangi amaçlar için çalıştıklarını bilmeleridir (Hoffman ve ark., 1994).

4. Yetişkin Psikolojisinin Temel Sorunları İlerde ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, yetişkin psikolojisinin ele aldığı iki temel sorun vardır. Bunlardan biri kişiliğin zaman içinde değişip değişmediği sorunu, diğeri de zekanın yaşla birlikte azalıp azalmadığı sorunudur. a. Kişilik sorunu. İnsanlar ergenlikten yetişkinliğe geçerken ergen ve yetişkin benlikleri arasında kesin bir süreksizlik yaşamazlar genellikle. Bununla birlikte benlik-kavramı (self-concept) bazı değişimler gösterebilir (benlik-kavramı, benliğe ilişkin algıların örgütlenmiş, bütünleşmiş, tutarlı örüntüsü olarak tanımlanır). Çünkü benlik kavramı içinde benliğe ilişkin şimdiki görüşler bulunduğu gibi, geleceğe ilişkin olası değerlendirmeler de vardır. Bu olası benlikler önemlidir, çünkü bunlar bir kişinin yapacağı ve yapmayacağı eylemleri etkileyerek şimdiki davranışa yol gösterirler. Öte yandan, kişinin fiziksel görünümü, yetenekleri, rolleri benlik-kavramıyla yakından ilişkilidir ve bunlar da genç yetişkinlik sırasında kişilikte hem süreklilik hem de değişim olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, kişiliğin zaman içinde hem değişen hem de sabit kalan yönleri vardır. Kişiliğin sürekliliği sorunu asıl orta yetişkinlik dönemi açısından tartışılmaktadır. Orta yetişkinlik dönemine ulaşan bir birey kişiliğinin ergenlikten beri önemli ölçüde değiştiğini düşünür; buna karşılık kişilik orta yıllar boyunca oldukça sabit kalıyor görünmektedir. Araştırmalar deneklerin aynı kişilik testine 20 yaşında ve 45 yaşında aslında aynı yanıtları verdiğini, görünürdeki farklılığın bireyin gençlikteki benliğine orta yaşlardaki bakışında ortaya çıktığını göstermektedir. Kişilikleri yıllar boyunca görece aynı kaldığı halde insanlar kendilerini değişmiş olarak algılamaktadırlar. Buradaki temel sorun değişimin olası olup olmadığı değil, ne kadar olduğu ve önceden kestirilip kestirilemeyeceği sorunudur. Araştırmalar kişiliğin bellibaşlı yönlerinin yetişkinlik dönemi boyunca genellikle sabit kaldığını ortaya koymaktadır.

Örneğin, içtepisel ergenler içtepisel yetişkinler olmakta, utangaç ergenler yine utangaç yetişkinler olarak kalmaktadır. Bu konuda boylamsal araştırmaların kesitsel araştırmalardan daha güvenilir sonuçlar verdiği de bilinmektedir. Kişiliğin en az sabit göründüğü dönem, bireylerin meslek rollerine ve evliliğe girdiği genç yetişkinliğe geçiş dönemidir; bu geçiş tamamlandıktan sonra kişilik yine kararlılık kazanmaktadır. Bazı kişiler kişilik değişimleri gösterseler bile bunların genellikle beklenmedik (eşin erken ölümü gibi) yaşantılarla bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde, kişinin yaşamı köklü bir biçimde değişmedikçe kişiliği de görece sabit kalmaktadır. Bu durumda orta yaş bunalımı yaşantısı nasıl açıklanacaktır? Bilindiği gibi, orta yaş bunalımı kavramı, orta yaşın gelişim görevleri bir kişinin içsel kaynaklarını ve toplumsal desteklerini aşma tehdidini yarattığında ortaya çıkan fiziksel ve psikolojik rahatsızlık durumunu dile getirir. Levinson’un ve Gould’un yetişkinlik kuramlarında bu durumun orta yaş geçişine eşlik ettiği kabul edilmektedir. Ayrıca popüler yayınlar da böyle bir bunalımı yaşamın kaçınılmaz bir yönü olarak sunmaktadırlar. Oysa boylamsal araştırmaların çoğu genel bir orta yaş bunalımının varlığını saptayabilmiş değildir. Ne orta yıllarda ne de başka bir dönemde böyle bir duygusal karışıklık zorunlu olarak yaşanmaktadır. Bazı kişilerin kırklı yaşlarında yaşadığı bunalımlar insanların otuzlarında ya da altmışlarında yaşadığı çalkantılardan daha fazla olası değildir. Üstelik orta yaşların yaşamın en doyumlu dönemi olduğunu kabul eden araştırmacılar da vardır. İlerde göreceğimiz gibi, birtakım gelişimsel olaylar (evlenme, menopoza girme, emekli olma, vb.) benlik-kavramında ve kimlikte değişimler yaratabilir, ama bunlar beklenen zamanlarda geldiğinde bunalıma yol açmazlar; ayrıca beklenmeyen değişimler bile her zaman kötü değildir. Bilindiği gibi, yaşamdaki değişimlerle başetme yollarımız benliğimizi nasıl algıladığımızı da etkilemektedir. Yetişkinlerin çoğu benlikleri hakkında orta yaşların sonlarında yetişkinliğin başlarında olduğundan daha iyi duygulara sahiptir.

Araştırmalara göre yaşamdan en az doyum alan kişiler genç yetişkinler, en doyumlu kişiler de elli yaşını geçmiş yetişkinlerdir. Doyumdaki bu artışın kısmen benlik denetimindeki artışın sonucu olduğu düşünülmektedir. İnsanlar orta yaşlarda ilerledikçe sorularla başetmede ergenliktekinden ve genç yetişkinliktekinden daha olgun yollar kullanmakta, daha gerçekçi olmaktadırlar. İleri yaşlardaki duruma gelince, yetişkinlik kuramları yaşlanmanın kişilik üzerindeki etkisinin cinsler açısından farklılık gösterdiğini öne sürmektedirler. Benlik-kavramındaki cinsiyet farklılıkları yetişkinliğin ileri yıllarına doğru ilerledikçe azalmaktadır. Buna göre, erkekler ve kadınlar ergenliğin sonlarında ve yetişkinliğin başlarında tamamen farklıdırlar, buna karşılık ileri yıllarda birbirlerine benzer olurlar. Yaşlı erkekler kendilerini eskisinden daha az egemen ve daha fazla işbirliğine yatkın görürler; yaşlı kadınlar ise kendilerini gençliklerindekinden daha az boyun eğici ve daha fazla atılgan, otoriter ve yetenekli bulurlar. Bu değişimin olası nedenleri ilgili bölümlerde tartışılmaktadır. Öte yandan, benlik-kavramında ve benlik saygısında sorunlar yaşandığında yaşlı erkeklerin ve kadınların tepkisi farklı olmaktadır.

Örneğin, yaşlı erkekler kadınlardan daha fazla alkole yönelmekte, yaşlı kadınlar da erkeklerden daha fazla depresyona girmektedir. Stres, özellikle denetim duygusu aşındığı ya da toplumsal destek yitirildiği zaman yıkıcı olmaktadır. b. Zeka sorunu. Kişilikte olduğu gibi zeka alanında da değişim sorununu bakış açısına göre yorumlamak olanaklıdır. Zekaya testlerdeki başarı açısından bakıldığında yaşla birlikte düzenli bir düşüs görülür, buna karşılık deneyim bu tabloyu tersine çevirmektedir. İleri yaşlardaki birçok yetişkinin üretici etkinliği nicelik açısından azalmakta, ama nitelik açısından sabit kalmaktadır. Bilindiği gibi, psikometrik ölçümlerdeki puanlar yaşla birlikte azalma eğilimi göstermekte, buna karşılık yetişkinlerin edimi (performans) yüksek düzeyde kalabilmektedir. Şu halde, yalnızca ZB puanının ölçülmesi yetişkin zekasının belirlenmesinde yeterli bir yol değildir. Zekanın çeşitli görünümleri farklı yönlerde değiştiğine göre, aynı bir ZB puanının farklı yaşlarda farklı anlamlara geleceği söylenebilir. Kesitsel araştırmalar, birçok yeteneğin orta yaşların başlarında en üst noktaya çıktığını, sonra ellilerin sonlarına ya da altmışların başlarına kadar süren bir platonun geldiğini, bunu yetmişlerden sonra hızlanan aşamalı bir düşüşün izlediğini göstermektedir.

Ancak zekanın bütün yönlerinin aynı biçimde yaşlanmadığı puanların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin, birikimli zeka’yı ölçen sözel ölçeklerin puanları altmışlı yaşların ortalarına kadar artmayı sürdürmektedir. Buna karşılık akıcı zeka puanları orta yetişkinlikte sabit kalmakta, ama yaşamın geri kalan yıllarında düşüş göstermektedir. Klasik yaşlanma örüntüsü adı verilen bu örüntünün evrensel olduğu kabul edilmektedir; yani bu örüntü cinsiyet, sosyoekonomik düzey, toplumsal sınıf, etnik köken farkı tanımaksızın geçerli görünmektedir. Öte yandan, boylamsal araştırmalar zeka bölümü puanlarındaki bölük farklıklarını ve bireysel farklılıkları göstermektedir. Hem zekanın farklı yönlerindeki değişimler, hem de farklı araştırma türlerinin ortaya koyduğu farklı bulgular ilgili bölümlerde ele alınmaktadır. Burada ele alacağımız son bir olgu sonul düşüş kavramıyla ilgilidir. Bu kavram sağlık ile zeka bölümü arasındaki bağlantıya dayanmakta ve ZB puanlarında ölümden hemen önce ortaya çıkan önemli düşüşü dile getirmektedir. Buradaki düşüş yaşa değil, ölümlülüğe bağlıdır ve açık bir biçimde bedensel bozulmanın ya da hasarın sonucudur. Bazı boylamsal araştırmalara göre bu keskin düşüş ölümden önceki beş yıl süresince ortaya çıkmaktadır, bazılarına göre de yaşamın son on ayı ile sınırlıdır (Hoffman ve ark., 1994).

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments