Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaFelsefeEstetikÇağdaş burjuva sanatında bunalım ve estetik teorisi | Stanka Simeonova

Çağdaş burjuva sanatında bunalım ve estetik teorisi | Stanka Simeonova

” Yüzyılı belirleyen ilke değil, ilkeyi belirleyen yüzyıldır.”( Marks)Bu bakımdan, çağdaş burjuva sanatındaki bunalımın ve bunun kişi ile toplumun gelişmesindeki rolünün açıklanması için çağdaş ideolojik savaşta öncelikle emperyalist döneminin ve onu yaratan sınıfın amaçlarının göz önünde bulundurulması gerekir.(1)
Tekel öncesi kapitalizmin emperyalizme dönüşmesini Lenin ” her yönde tepki” olarak niteler.Emperyalizmin tüm burjuva sistemi ile kültürünü derin bir genel bunalıma sürüklemiştir.Çağdaş dekadan burjuva sanatının ” modernizm ve yığın kültürü” denilen şekli bu bunalımın ürünüdür.

Bu bunalımın toplumsal-tarihsel temeli emperyalizmdir.Kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olan emperyalizm,çözümlenemez iç çelişkilerle dolu bir aşamadır.Bunalımın toplumsal temeli emperyalist burjuvazidir.Bu sınıf,öznel olarak meydana gelen değişikliklere bir anlam vermek ve kendi ideolojisini kapitalizmin en yüksek aşamasının gerekleriyle bağdaştırmak zorundadır.Öte yandan, küçük burjuvazi ve psikolojisi de modernizmi ve ” yığın kültürü”nü besleyen bir kaynaktır.

Modernizm ve ” yığın kültürü” genellikle kapitalist şartların sanata düşmanlığının belirtisidir. Bu düşmanlığı bir zamanlar, Ruso,Şiller,Göte,Hegel sezmiş ve ilk kez ” ekdeğer teorileri”nde onu açıklamıştır.(2) Aslında, yaslandıkları doktrinlerle birlikte bunlar burjuva kültürünün içine düştüğü genel bunalımın ve tarihsel süreçte burjuvazinin yerini algılamasının edebi ve estetik bir anlatımıdır. Şüphesiz, bunlar estetik birer yorumlamadır ve birer sanat yaratıcılığıdır. Birçok durumda burjuvaziye özgü birer sanattır ve burjuva bilincinin sınırları içinde kalmaktadır.Burjuvazi bu sanatın aracılığıyla bunalımdan kendine bir çıkış yolu arar. Bunun için gerçekdışı tarihsel isteklerini gerçek diye göstermeye, emperyalizmin çözülemeyen çelişkilerini çözmeye, gerçeği gizlemeye çalışır; kapitalizmde bulunmayan kişi özgürlüğünden , sanat özgürlüğünden dem vurur.

Gerçi, dekadan burjuva sanatı emperyalizm çağıyla bağımlıdır. Ama bunu yalnızca sosyoloji ile, yani doğrudan doğruya çıkarla sınırlandırmamalıdır. Toplumsal kökenlerinden başka onun teknik ilerlemede, burjuvazinin ruhsal hayatında, ideolojisinde ve sanatın gelişmesinde olduğu gibi özellikle felsefe ile estetiğin gelişmesinde de kendine özgü şartları vardır. 

Sanatta Modernizm Nedir? 

Modernizm kavramının Marksist ve burjuva estetiğinde ayrı bir anlam ve önemi vardır.İlk kez Bodler’in kullandığı ” modernizm” terimi,semantik bakımdan ” çağdaş”, ” yeni” demektir.Bununla birlikte, modernizm kavramı ne modern üslup kavramıyla, ne de çağdaş sanat kavramıyla karıştırılmamalıdır.Marksist estetikte ” modernizm”, çağdaş sanatın gelişmesindeki bunalımlı olayları dile getiren bir terimdir.(3)Bu emperyalizm döneminde gerici burjuva sanat ve edebiyatında görülen birçok dekadan okul ve akımın da genel adıdır.Modernizme, sembolizm,fütürizm. ekspresyonizm,konstrüktivizm, kübizm, fovizm, taizm,dadaizm, anarşik dadaizm, abstraksioizm, sürrealizm, hiperrealizm, ”yeni roman”, ” mantıkdışı edebiyat”, ” mantıkdışı dram”,” somut müzik”, ” pop-art”, ” op-art”, ” hepening” gibi akımlar sokulabilir.(4) Bunlar ”öncü sanat ”, ”seçkinler için sanat ” diye de adlandırılan başlıca biçimci akımlardır.

Modernizm terimi burjuva ideologlarının ve modernist ressamların dilinden düşmeyen bir terimdir. Modern sözü altında onlar kendilerinin çağdaş olduklarını göstermek isterler.Bazıları seçtikleri alanın ileri ve özgür olduğuna, sanatta yeni bir dönemi başlattıklarına büyük bir içtenlikle inanırlar.Nitekim, Fransız öncüleri böyle düşünüyorlardı.Aslında, modernizm onların sahte ilericiliklerini ve gerici düşüncelerini gizlemeye yaramıştır. Tanınmış Sovyet bilgini Mihail Lifsits şöyle yazıyor: ” Biz, modernizmi sanatçının kendisini temize çıkarması için yarattığı bir üslup sistemi ve kendisini ilerici, özgür göstermesine yarayan özel bir poz diye anlıyoruz.”(5)

Modern olmak iddiasıyla dekadan sanat, yeni bir aşama sanatın gelişiminde bir doruk olarak görünmek amacını güder. Bu sebeple çağdaş sanat kavramı içeriğini tamamlanmış sayar.

Çoğu kez tümüyle tek taraflı ve keyif olarak bütün gerçekçi sanat terk edilir; edebiyatın çağdaş dönemine yalnızca Kafka, Joys, Prust ile izleyicilerinin yapıtları sokulur.1963 yılında Avrupalı yazarların Leningrat’ta yapılan toplantısında bazı batılı yazarlar zamanımız sanatın, yani yeni sanatın ancak çağdaş sanatın manevi babaları denilen Joys, Prust ve Kafka’nın yapıtlarındaki geleneklerin sürdürülmesiyle yaratılabileceğini ileri sürmüşler, gerçekliğin aşılmış bir akım olduğunu, eskidiğini ve bir sanat yöntemi olarak gücünü yitirdiğini açıkça söylemişlerdir. 
Kübizm ve genellikle soyutçuluğun belirmesi Rönesans’tan sonra sanatta büyük devrim olarak ele alınmaktadır.Fransız sanat bilgini Mişel Ragon, çağımız için soyutçuluğun öneminin ancak Rönesans çağındaki yetenekli, usta sanatçıların sanata yaptıkları devrimle kıyaslanabileceğini söylüyor.Ancak modernizmin bazı okullarında yetişmiş yaratıcıların sanata yeni bir şeyler katabileceklerini ileri sürüyor.

Bu şüphesiz , gerçeğe uymamaktadır.Böyle bir iddia çağdaş eleştirici gerçekliğe ve özellikle sosyalist gerçekliğe aykırı bir yöneliştir.Herkesçe bilinmektedir ki, R.Rolan, M.Şolohov, D. Furmanov,T, Man, T.Drayzer ve daha bir çok büyük sanatçılar modernizmin okullarından geçmemişlerdir.Ayrıca çok yetenekli ve güçlü bazı sanatçıların modernizmden uzaklaşarak gerçekçi sanata yöneldikleri de görülmektedir. Nitekim A.Blok, Stoyanof, sembolizmden; Lui Aragon, P. Eluard, sürrealizmden ; Mayakovski fütürizmden; Y. Beher, Geo Milev ekspresyonizmden; A. Adamov mantıkdışı tiyatrodan vazgeçmişlerdir.Üstelik,en değerli yapıtlarını sosyalist gerçeklik içinde vermişlerdir.

Bu sebeple, bazı büyük sanatçıların modern akımlardan geçmiş olması modernizme güç katmaz.Modernizmi, dünya sanatında ilerlemelere yol açan gerçekliğin zorunlu bir karşıtı olarak ele almak da doğru değildir.Gerçi modernizm hemen hemen , bütün burjuva dünyasına yayılmıştır.(6) Ama sanatın gelişmesinde bir zorunluluk olarak, hatta dünya sanatında zorunlu bir aşama olarak kabul edilmesi gerekmez.Çünkü bu zorunluluk hiç bir zaman gerçek bir yenilikçiliğin belirtisi olamaz.

Son yıllarda dekadan sanat sorununun yeniden değerlendirilmesi ve genellikle buna değinilmemesi eğilimleri göze çarpmaktadır.Franz Kafka’nın 80. doğum yıldönümü dolayısıyla düzenlenen Prag Konferansında (1963) dekadan sanat kavramının bırakılması önerildi.Çünkü bu sanat insafsızlığa ve iğrençliğe yönelişi, kişisel ve toplumsal ilişkilerde küstahlıkları bağrında toplayarak kapitalist topluma karşı eleştirilerde bulunuyormuş. Bundan ötürü de dekadan değilmiş.Görüldüğü üzere, modernizm terimi ” düşkünleşmiş sanat” demek olan dekadan teriminden kaçınmaya yardım ettiği gibi, modernizmin sanat metodunu doğrudan doğruya ” biçimci”( formalist) olarak nitelendiren ” biçimci sanat teriminden de kaçınmaya yardım etmektedir.Modernizmin ideolojik estetik özünü gizlemekle ideoloji kundakçılığı yapılmaktadır. 

Çağdaş burjuva teoricileri  burjuva sanatı teriminden kaçınmak için, sınırlarını tarih dışına kaydırarak kullanıyorlar modernizm  kavramını. ‘’ Sanat Psikolojisi’’ adlı kitabında Malro birçok durumlarda modernizmi yeni ile bir tutuyor ve onu tüm ulusların, tüm çağların sanat ve kültüründe yeni bir devrimci biçim olarak gösteriyor.

Aslında modernizm gerçekçi sanata, değerli her sanata ve gerçeğe öznel bağlılığıyla, insana ilişkin bilimdışı görüşleriyle, genel tarihsel süreçte gerici bir rol oynamaktadır. Hayatta olumsuza, iğrence olan yakınlığı ve sanata doğruluğu, insancıl coşkuyu inkar etmesi onu bir sanat olarak küçültmekte ve hatta çoğu kez o sanatın sınırları dışına çıkarmaktadır. Bu sorunlar; biçim yaratma araçları, teknik yöntemler, üslup, şu ya da bu sanatçının üslubu sorun değildir.Bunlar; dünya görüşü ile sanat yöntemi ve sanatın ideolojik işlev sorunlarıdır.

Bütün bunlar modernizmin  gerçekçi felsefi- estetik özündeki ortaklıktan, modernistlerin dünya görüşü ve yöntemindeki ortaklıktan söz etmemize hak vermektedir. Burada sorun, dekadan yapıtların ve yazarların kime hizmet ettikleri sorunu değildir.Asıl sorun; onların toplumsal şartlara ve sınıfsal çıkarlara bağımlılığıdır.Çeşitli felsefe-estetik ve sanat kurallarında ve dallarında insanlığın büyük bir kesiminin sanatsal gelişimini sürekli olarak engelleyen mutlaklaşma ve bağımsızlaşmanın birer sistem haline gelmesine burjuva sanatının  olanak vermesidir.

Modernizmin felsefi-estetik özü burjuva ideolojisinin çökmesiyle ve kültürel değerlerin burjuva ölçülerine göre yeniden değerlendirilmesiyle oluşmaya başlar. Sopenhauer’in kötümser teorileri ile Marks Ştiner’in savaşçı bireyciliği ve bencilliğinden Niçe’nin gerici felsefesi doğmuştur. Bu felsefenin mit ve anti-realizm teorisi modernizmin felsefe ve yönteminin temeline yerleşti. Bu felsefe halk yığınlarını ve hayatı küçümseme, aklın insanlara hizmet edemeyeceğini gösterme, aklın yerine bilinçaltını ve içgüdüyü koyma teorileriyle, gerçekliği ve sanat doğruluğunu aşağılama eğilimiyle birleşti.Şopenhauer’e ve Niçe’ye  A. Bergson, B. Kroçe, Z.Froyd, K.Yung vb. yardım ettiler.Niçe ‘’ tanrı öldü!’’ diye haykırdı. Bugün de Erıch From ‘’ insan öldü’’ ve M.Makluin  ‘’ sağduyu öldü’’ diye.

Sanat alanında burjuvazinin edepsizlikleri işte böyle aldı yürüdü.

Modernizm felsefesi öznel idealizm egemenliğindeki idealist,vülgermateryalist, pozitivist,

pragmatik, agnostik, skeptik vb. akımlardan oluşmuş bir eklektizmdir. Bu bakımdan modernizme eski şema uygulanamaz. Çünkü, bu şemaya göre felsefi  materyalizme sanatta hep gerçekçilik, felsefi  idealizme ise hep gerçeküstücülük uygun gelmiştir. Modernizm kendi içinde çelişkilidir. Belki onda gerçekçi anlar da, sanat doğruluğu anları da bulunur, ama gerçeğin yozlaştırılmış, öznelci yansıması hep ağır basar.

Sanatın görece bağımsızlığı kendine, özgü yaşam ve gelişimi toplum bilinci sınırları içinde ve özellikle toplumsal ideolojide bir bütün olarak bulunmaktadır. Onun için  modernizmin kökleri burjuva sanatının özgül (spesifik) gelişiminde ve onun ortak mantığında da aranmalıdır. XIX.yüzyılın ikinci yarısında ( özellikle Paris Komünü bozgunundan sonra ) dekadanlık doğmuştur.A.V.Lunaçarski’ye göre ilk dekadan Bodler’dir. ( ‘’ Kötülük Çiçekleri’’-1875). Ondan sonra Rembo, Malarme, Verlen vb. gelir. Dekadanlık XX. Yüzyıl sanatında modernizmin önceli ve sanat kaynaklarından biridir. Dekadanlar gibi kübistler ve sürrealistler de yaratıcılıklarının çoğuna burjuva düzenini eleştirmekle başlarlar. Fakat  onların sanatı genellikle ‘’ yaltakçı başkaldırma’’dır.Nesnel olarak kapitalist düzene hizmet eder ve çokluk kapitalizmin savunusu haline gelirler. Çünkü eleştiri burjuvazi ile küçük burjuvazinin çıkarları arasından yapılır. Modernizmin yaptığı eleştiri ve sosyal protesto biçimsel araştırmalara, kendi amacına yarayan deneylere dönüşür.

Modernizmin felsefi özü öznel ve nesnel idealizmden vülger maddeciliğe kadar yayılırken, modernizmin  sanat yöntemi de sonunda katıksız biçimciliğe ve vülger doğalcılığa kadar uzanır.

Modernizmin yöntemi gerçeğin değişik yönlerinin görece bağımsızlığı ile sanatın görece bağımsızlığından çıkar. Fakat o bu göreve bağımsızlığı  mutlaklaştırır, sanat tipine yaraşan dengeyi bozar. Bu mutlaklaştırma ressamlıkta taşizmi, edebiyatta letrizmi, müzikte dodekafoniyi yaratmıştır.

Modernizmi ve ‘’ yığınsal kültürü’’ savunan çağdaş burjuva estetiğinin genel niteliğine gelince , her şeyden önce belirtmek gerekir ki, o kapitalizmden sosyalizme tarihsel geçiş döneminde  emperyalist  burjuvazinin estetik görüşlerinin teorik alandaki kristalizasyonudur. Üstelik,  bu estetik

kendi  kuramsal kalıntının yeniden  değerlendirilerek gözden geçirilmesine ve burjuvazinin çağdaş emperyalist toplumun derin çelişkilerini yansıtan düşünceleriyle ve karamsar kararlarıyla donatılmasına çalışır. Ayrıca, Çağdaş burjuva estetiği, çağdaş estetik kavrayışta ilerlemenin taşıyıcısı ve savunucusu olan Marksist-Leninist  estetikle çılgınca savaşır.(7)

Modernizm Sanatı Bozar

Marksist-Leninist estetiğe göre sanatın öznel ve nesnel, ayrık ve ortak, soyut ve somut, ussal ve duygusal yanları vardır. Sanatta içerik ile biçim arasında karmaşık bir diyalektik birlik meydana getirir. Adı geçen yanlar arasında bir sanat ölçülülüğü varsa sanat tipi de vardır. Akademisyen Todos Pavlov’un, sanat ölçülülüğünü her gerçek sanat yaratıcılığının genel kanunu olarak ele alması boşuna değildir.

Modernizm ise yapıttaki sanat biçimi ile düşünce-sanat birliği arasındaki ölçülülüğü bozar.

Modernizm aşırı özelciliği ile, özne ile nesne arasındaki gerçek çelişkiyi aşırılaştırarak sanatın içeriğini bozar. Modernist sanatçı, yansıma teorisini inkar eder ve ‘’ gerçek olmayanı’’ dile getirmeye çalışır. Dekadan sanatın türlü ‘’ izm’’leri ‘’ anti’’leri XX. yüzyılda öznelciliği, sanatla gerçeklik arasındaki uyumsuzluğu durmadan derinleştirmektedir. Usdışçılığa (irasyonalizme) kesin sapmalarda  buradan ileri gelmektedir. Sanatın özgürlüğü, bilinçaltından sağduyuya aykırı durum ve tipler çıkarma özgürlüğüne dönüşmektedir. Sembolistler, Bergsoncular, çağdaş Froydistler sağduyu alanını daraltarak bilinçaltı alanını sınırsız yaptılar. Yaratıcılıktan gitgide bilinçsiz bir süreç diye bahsetmeye başladılar. Özne, bilinçaltının  acayiplikleri ardında yürüyen  iradesiz bir kişilik olarak ele alındı. Hatta, kitap ve resimlerde anlamsız ve anlaşılmaz ‘’ indexler’’ varsa bunları, okuyucunun çözmesi ve böylece yazarın ne yazdığını, ressamın ne resmettiğini anlamasına yardım etmesi istendi. Bu yüzden, artık sanatçı kendi hayal kırıklığı ve korkuları ile yetiniyor, hayallerin kölesi olarak kalıyor, sözüm ona kurtarıcı soyutlama tedavisine inanıyor. Yalnızlık içinde yalnızca kendine ya da bir ‘’ seçkinler’’ çevresine sorumlu olduğunu, halka karşı sorulu olmadığını düşünüyor.

Öznelcilik, nesnel dünyayı bir sanat konusu olmaktan uzaklaştırıyor.XIX.yüzyılda dekadan Bodler, Materlink, Malarme öznelcilikle işe başladılar. Kafka, Joys gibi yazarlar , özellikle soyutçular ve sürrealistler ise öznelcilikle başlayıp öznelcilikle bitirdiler işi.Gel gelelim, başlangıçta nesnel alem öznel sanatta teşvik edici bir rol oynasa bile, sonraları bu teşvik de yok oluyor. Elbette, öznelciliğin de dereceleri var.Bir zamanlar Malarme  gerçek varlıkların tasvir edilmemelerini istiyor, eşyaların şairin iç dünyasına yaptığı etkinin dile getirilmesinde ayak diriyordu. Kafka da dış dünyadan söz ediyor fakat bunu ancak kendi başına tanıyacağını sanıyordu. Günümüzde ise Alen Rob-Griye ‘’ tümel öznelcilik’’ çağrısında bulunuyor. Beket ise,dış dünyanın var olmadığı kanısında. Ona göre, kendisinden ve kendi bilincinden  başka hiçbir şey yoktur.’’ Sanat hiçbir şey ifade etmediği gibi,hiçbir şey yansıtmazdı…’’

T.Gotye’nin ‘’ sanat için sanat’’ ilkesi Niçe ve Ortega Gaset ‘ te ‘’ sanatçıdan sanatçıya sanat biçimini aldı. Sanatçılardan birçoğu yapıtlarında nasıl bir gerçeği yansıttıklarını, gerçeğe nasıl bir anlam verdiklerini ve sanat yapıtlarının  ne gibi toplumsal bir rol oynayacağını araştırmamamızı istediler.Onlara göre sanat prensip olarak ‘’ öğretmeye, yol göstermeye, açıklamaya ‘’ zorunlu değildir. Sanatın anlamı yalnızca ‘’ yaratmaktır’’.( V.Pengo),  ‘’ neden yazmak istediğimi öğrenmek’’tir.(Rob Griye ) Bu anlayışa göre, sanat yalnızca sanatçının zevki ve haz duyması içindir.Şüphesiz böyle bir anlayış, toplumsal rol oynaması gereken yapıt verme sorumluluğunu kaldırır. Gel gelelim, sanatçı ne düşünürse düşünsün, bu biçimdeki yapıtı belirli bir toplumsal rol oynar.

Sorumluluğun küçümsenmesi ve öznelcilik sanatçının özgül sanattan uzaklaşmasında çok açık olarak belirmektedir. Sanat konusu ne türlü de belirlenirse belirlensin , teoride ne kadar tartışmalı yönleri bulunursa bulunsun, sanat pratiği açıkça şunu gösteriyor: Sanat alanında doğal ve toplumsal gerçeğin estetik yönleriyle birlikte insanların yaşantıları, dilek ve ülküleri de özel bir yer almaktadır.Fakat çağımızda dekadan sanatta ise ‘’ genel yıkımın kahinleri’’ tarafından yükseltilen sloganlar ile sanatın insansızlaştırılması yolundaki felsefi-estetik anlayışların gerçekleştiğini görüyoruz.

İnsansızlaştırma, çağdaş burjuva sanatında gittikçe derinleşen bir eğilimdir.Bu eğilim yabancılaşan dekadan sanatın çekirdeğidir.Sanatçının toplumsal insanın tipik yaşantılarını, ülkülerini ve etik yada  estetik yönlerini  yansıtmayı reddetmesi, yaratıcı eylemden yüz çevirmesi, sanatın insandan uzaklaşması demektir.Eşyalaştırma ve kişisizleştirme sonunda insan kendi adını bile kaybediyor.Yazarlar ona artık ‘’ Falan,Filan, X ‘’ demeye başlıyorlar. İnsansızlaştırma her şeyden önce sanatın içerik yönünü yıkar. Giderek, sanat ‘’ insan bilgisi’’ olmaktan çıkar. Sanatçının insan karşısındaki yani toplum karşısındaki sorumluluğu ya küçümsenir, yada büsbütün yok edilir. Nitekim, fütüristler ‘’ insan şimdi bizde hiçbir ilgi uyandırmıyor’’ dediler. Böylece, attılar onu edebiyattan. Salvador  Dali: ‘’ Ben insanları alıklaştırmayı seviyorum’’ diyor hiç sıkılmadan. Rob Griye, insana da eşya gibi, öteki eşyalar arasında yer veriyor. Konserve kutularının ressamı Endi Uoril ise: ‘’ makineler insanlar kadar çok sorunla uğramıyor. Onun için ben de makine olmayı isterdim.’’ diyor. Gerçekten de modernist  sanatta insan peyzajlardan,  ıssız sokaklarıyla büyük şehir resimlerinden atılmış bulunmaktadır. Öteki eşyalar arasında o da bir eşyaya, öbür lekeler arasında o da bir lekeye dönüşmektedir.

Zamanın teknik ve dinamiğine tapmak, ırkçılık teorisi önünde eğilmek, nezakete ve romantiğe karşı çıkmak çabası birçok fütüristi yığınsal cinayetlerin, savaşın ve faşizmin övgüsüne kadar götürmüştür.

Hayatın yanlış, tek taraflı ve gelişigüzel biçimde gösterilmesiyle sanatın içeriği bozulmaktadır.İnsanlara hayatın sözde mantıksızlığı  ve onun bir kaos olduğu düşüncesinin aşılanması amacıyla konular keyfi olarak seçilip işlenmektedir. Tipik olan araştırılmakta, gelişme eğilimi duyulmamaktadır.

Modernizmin amaçlarından biri toplumsal hayata karışmamaktır.Nitekim, çağdaş modernistlerin çoğu büyük toplumsal konuları ele almayı kabul etmezler. Fakat meydana getirdikleri yapıtlarında, dolaylı ya da dolaysız olarak, kişiye karşı, toplumun tarihsel sorunlarına karşı ve ilerici sanata karşı çıkarlar…’’Sanat oldum olası bir tarafı tutar, toplumun kaderine kayıtsız kalamaz ‘’ diyen M.Gorki ne kadar da haklı.

Sanatçının öznelliği, us dışına kayması ve özgül sanat doğrultusundan ayrılması ne derece çoğalırsa, sanatın içeriği de yaratıcılık da toplumsal önemini o derece kaybeder. Pşebisevski,D. Anuntsio gibi bazı dekadan ressamları değerlendirirken: ‘’ Ressamın, parlak bir kişiliğe kavuşması ve dünyanın bir aynası olabilmesi için ilerici toplumsal savaşlarla ilişki kurması gerekir.Gerçek ressam yapıtını milyonlarca insan için , modernist ressam ise soyutlanmış, insanlıktan çıkmış insan için yapar.’’

Modernizm, sanatın biçimi karşısında da nihilist ve keyfidir. Sanat araçlarının  keyfi kullanışlarıyla yansıma teorisinde bu nihilizm  belirmektedir. Modernist sanatçıların kendileri de sık sık deformasyondan, denatüralizasyon yönteminden söz ederler.

Edebiyatta biçimcilik edebi dili bozar, sözdizimini alt  üst eder, sözcükleri başıboş bırakır. Ve sonunda birtakım anlamsız ses dizileri ortaya çıkar.Bunun birçok örnekleri vardır. Coys’un ‘’ Ulis’’ romanında noktalama işaretleri yoktur. Dadaizm anlamsız ses dizileri kurar.Sürrealist yapıtlar da mantıksız ve saçmadır. Fütürizmin temsilcisi Marinetti sözdiziminin kalkması ve sözcüklerin  gelişigüzel dizilmesi için savaşıyor. Ona göre, ilkönce noktalama işaretleri kaldırılmalı ve yalnızca cins isimler kullanılmalı, zarflar ve sıfatlar atılmalıdır. Fiilin yalnızca mastar şekli kullanılmamalıdır…İşte Marineti’nin çizdiği bir peyzaj: 22Ufuk, güneşin en parlak ışığı, üç tane üçgen biçiminde gölge, gül rengi üç eşkenar dörtgen, beş tepe kesiti,50 duman sütunu,23 ateş parıltısı”(8)

Resim sanatında deformasyon resmin aslına, resmedilene benzerliği ortadan kaldırmakla,alabildiğine mantıksız ve soyut, bağlantısız öğelerin resmedilmesine yol açmaktadır.

Modernist akımların biçimciliği ve yenilikçi diye öne sürmelerine karşın sanat araçlarıyla hazır konstrüksiyonlar kullanılmaktadır. Batı’da, örneğin resim alanında soyutçuluğa ressamlıkta ‘’ felsefi grafik’’ yada ‘’ yeni estetik tanrıcılık’’ adı verilmektedir.

Modernist anlamlılığı çoğun canlılığa aykırı görürler. Örneğin, ekspresyonistler ressamlıkta anlamlılıktan yanadırlar ama canlılığa da karşıdırlar. Sürrealistler ayrıntıları güzel ve canlı resmeder, fakat onları mantıksızca birbirine bağlarlar. Sanatın  bütün tarihi gösteriyor ki, hayatın görünür yanı onun zorunlu bir örneğidir.Örneğin ay, cansız bir cisim de olsa, gözlerimiz onu nasıl görmüşse, sanata öyle girmiştir. Fakat modernistler buna uymazlar.ressamlıkta , onlara göre, en büyük tehlike normal insanın gerçek  dünyayı görsel olarak algılaması imiş.Gerçeği gözlem yolu ile canlandırmaktan kaçınmaları da güya nesnelerin aslını katıksız duyguları , katıksız yaşantıları verdiklerini düşünür ve onları her türlü nesnellikten sıyırır, resme ve sanata özgü araçların sınırları dışına çıkarlar. Böylece, modernizm yapıtın içeriğini de, sanatsal biçimini de sakatlamış olur.

Mecaz ve kinayelerde, mantıksız bağlantı ve durumlara, değişik semboller yaratmaya, anlaşılmaz mitler kurmaya düşkünlük, modernizmi sanatın garip bir mezhebi durumuna dönüştürmektedir. Örneğin Prust, Kafka ve çağdaş anti-romancılar kendi yapıtlarında çağdaş insanın özünü keşfettikleri iddiasındadırlar.

Modernizm bütünü parça ile, nesnelerin özünü başka gerçeklerle değiştirir.Ve bütün bunlar;modernizm kuramcılarının iddia ettikleri gibi uzay uçuşları döneminde gerçeğin ve insanın daha az anlaşılır olmasından, yahut çağın usdışı olmasından değil, modernizmin bir yöntem olarak nesnelerin özüne ulaştıracak bir yol olmamasından ileri gelmektedir.Kaldı ki, gereklerin bozularak sakat biçimde gösterilmesi de burjuvazinin çıkarlarına uygun gelmektedir.

Ünlü sanat bilgini T.Motilöva modernizmin genel teorik esasını sağduyuya güvensizlik , gerçek dünyayı bilmemek, tanımamak, bütünüyle bir mantıksızlık, bir kaos olan bir hayat görüşü diye tanımlamaktadır.Moral nihilizmi  de içine alan  şüphecilik bu esası tamamlamaktadır. Estetik planda ise gerçekliğin geleneklerinden ayrılma, tipleri yıkma, tek amaç haline getirilmiştir. Bütün bunlar yetenekli sanatçılarda, özellikle edebiyat alanında saf biçimde değil, öznel içtenlikle,insancıl ve anti burjuva eğilimleri ile çelişkili bir karışım halinde görülmektedir. O kadar ki bu aldatıcı estetik görüşler çokluk tanınmış bazı sanatçıları  bile çıkmaza götürmektedir.(9)

Tek amaçlı deneyler birçok modernist ressam ve yazarı ilgi çekmek için Diana Efeska  tapınağını tutuşturan eski Herostrat’ın durumuna düşürmektedir. Modernist felsefi-estetik ilkelere dayanan ve modernist üsluplarla yaratılan  ‘’ sanat  eserleri’’ olanlarda, sergi salonlarında, kim ne isterse onu görsün  diye, boş, temiz bezler halinde sergileniyor.Konser salonlarında dinleyici istediği müziği tasarlasın diye hiçbir şey çalınmıyor,konser boş zamanla geçiriliyor. Güzel  resim , yerine soyutlamacılık birtakım lekeler, zikzaklar, üçgenler, pop-art konserve kutuları, eski diş protezleri, eski pantolonlar, ‘’ gülen gözlüklü ayakkabılar’’, eski tenekeler, tahta parçaları koymaktadır.’’ Layf Şou’’, ‘’ çıplak tiyatro’’ vb. temsilleri belirmiştir.

Sovyet bilgini A.M.Zverev: “hepening hiç de sanatın gerçeğe yaklaşması olmayıp dramaturjiden, rejiden, aktörden  vazgeçmesidir. Kendine özgü  estetik bir  hunveybinliktir. Hepeninglerin oyunları çoğunca içkili, gürültülü ziyafetlerle, kırıp dökmelerle ve polisin müdahalesiyle sonuçlanmaktadır.’’ diyor. (10)

Modernizm ve Estetik Eğitim

M-L teoriye göre sanat toplumsal bilincil özgül (spesifik) bir biçimi ve sanat pratiğidir. Gerçekliği sanat yoluyla yansıtır ; toplumun, kişinin gelişmesinde karmaşık, çok planlı bir etkisi bulunur. Geçerli sanat ,gerçekliği tanımada ,emekçilerin estetik eğitiminde ,onları dünyayı devrimsel değiştirme eylemine sokmada ve seferber etmede güçlü bir silahtır. Sanat gerçeği özgül olarak kavrama ve yeniden yaratmadır. Belirli anlamda hayatı yeniden yaratır; insanların deneylerini genişletir. Ayrıca, sanatın inandırma ve taklide özendirerek eğitme gücü vardır. Siyasal, ahlaksal, duygusal vb. yönlülüğü sanat tiplerinden ve durumlarından geldiği için insanlara türlü toplumsal olguların değerini kendi kendilerine özgürce duyup anlamalarına ,buna göre siyasal, ahlaksal, estetik vb. sonuç ve karara varmalarına yardım eder.

Sanat hem duyarlık ve irade enerjisi, hem de estetik tatmin kaynağıdır. Özel bir manevi haz verir;insanın kişiliğini etkiler, yaratıcı güçlerini, sanat yeteneklerini uyandırır, devrimcileri yetiştirir, insanları manen yükseltir, insancıl yapar. Sanat insana işte bu dinlenmede, barışta ve savaşta, sevinçte ve üzünçte eşlik eder. Sanat hikayeyle, şiirle, müzikle, şarkı ve danslarla, mimari ve heykeltıraş yapıtlarıyla hayatı daha dolgun, daha anlamlı, daha güzel,daha yaşanası kılar.(11) İşte bunun için sanat birçok alandan biri değil, “insan kişiliği yaratmada temel alandır ve çözümleyici etkenlerden biridir” diyor T.Jivkov(12)

Estetik eğitim insanın tümel eğitiminin bir yanı olduğuna göre ,estetik ülkü de – her ne kadar kendine göre bir bağımsızlığı olsa da- tüm toplumsal-politik ,etik vb. ülkülere bağlıdır. İnsanların moral ,politik , sınıfsal, yurtseverlik ve evrensellik eğitimine ,bütün toplumsal ülkülerinin biçimlenmesine sanatın katkıda bulunduğu açıktır. Ülkü, sanatın tüm yönlerinin ,doğruluk ve güzelliğinin, türlü siyasal ,ahlaksal vb. düşüncelerin kesiştiği bir odaktır.

Şurası su götürmez bir gerçektir: Toplumsal bilincin her biçimi getirdiği şey ile insanı etkiler. Yansıttığı gerçekler ve yansıtma biçimi ve iletişim yolu ile insana etki yapar.

Sanatın öğretici ve duygulandırıcı niteliği eğitici rolünün temelidir. Modernist yapıtlar insana hayatı tanımada da, ilericiliğe dönüştürmede de yardımcı olmazlar. Öznelci süreçler sanatın doğruluğunu yok eder. Soyutçuluk ve sürrealizm , konusuz film ve saçmalık tiyatrosu en iyi durumlarda bile ancak tek tük gerçekler ,ufak tefek bilgiler verir. Burjuvaziye de lazım olan budur.

“Alman İdeolojisi”nde Marks işaret etmiştir ki, burjuvazi kendi egemenliğini sürdürebilmek için yalandan yararlanmak zorundadır. Bu, herhangi bir mutlak yalan değil, büyük yalanı gizleyecek, bir sürü ufak tefek gerçeklerdir.

Usdışına, karamsarlığa ve umutsuzluğa inanmış modernist sanat kendisinde suçluluk düşüncesini, yok olma duygusunu taşır. Öyle ki, burjuva düzeninin yok olması, bütün dünyanın yok olması, batması gibi gösterilir modernist sanatta.

Güzellik, organik olarak, her gerçek sanatın niteliğidir. Sanatta önemli yer tutar ,sanatın aracıdır. Belki çirkinin ve kötünün de sanatta yeri vardır ama yaratıcılıkla değerlendirilmesi,sanatlı biçimde verilmesi şarttır. Hayatta iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini insanlara göstermek sanatın görevidir. Modernist sanatta üstünkörü ve bozulmuş, değiştirilmiş olarak yapılan yansıtmaların yanında kötüye, çirkine ve deforme edilmiş olana üstünlük verilir. Yakışıksız biçimde kötü varlıklar ,çirkin, deforme olmuş figürler, parça parça kesilmiş gövdeler ,eğri büğrü, kırık eşyalar yada eşya parçaları insana anti-estetik etki yapmaktadır. Modernist sanat sadizmi ve gaddarlığı övmeye kadar götürmüştür işi.

Sanatın işlevi, hayatı zenginleştirip tamamlamak, belirli anlamda güzelleştirip insana manevi sevinç ve estetik haz vermektir. Modernist sanat ise insanlara hiçbir sevinç getirmez.  

(…)

Bütün sanat tarihi gösteriyor ki, b,r sanat yapıtı ancak hayatı doğru olarak yansıtırsa eğitici etkisi olur. Sahtekarlık, kasıtlılık, bayağılık ve ilkellik hiçbir zaman doğru ve insancıl bir eğitim sağlayamaz. İğrenç bir kakofoni hiçbir zaman müziksel bir kulak yetiştiremez, taşist lekeler göze zevk veremez. Her gün korkunç biçimli modernist heykeller görmek hoşa gitmez. Konserve kutusu, mumyalanmış tavuk gibi “sanat” yapıtlarından estetik eğitim beklemek yersiz ve gülünçtür.

Modernist yapıtların dünya üstüne verdikleri yanlış izlenimler insanlardaki gerçeklik duygusunu köreltir. Kafka’nın “Avcı Grakhus” adlı hikayesinin kahramanı ölü bir insan mı , diri bir insan mı olduğunu kavramaksızın hayatla ölüm arasında yüzer durur.(14) Resim, şiir ve sinemada sürrealistlerin verdiği yapıtlar da aynı rolü oynamaktadır. İnsanın manevi yaşantısı ile çağın ruhuna ilişkin gerçeğin yokluğu hayatı yanlış değerlendirmeye götürmekte, insanların  sosyalleştirilmesini yanlış yola sürüklemektedir. Konunun kasıtlı olarak seçilmesi, hayata verilen öznelci estetik değer, hayalin başıboş bırakılması gerçekle, sanat araçlarıyla alay etme… İşte, bunların sonucu olarak meydana gelen modernist yapıtlar hayal gücünü baştan çıkartmakta , sağduyuyu küçümsemekte ve pratikle uyuşmazlığa, iyi ile kötünün ,gerçek ile yalanın, güzellik ile çirkinliğin nesnel ölçüsüne aykırı düşmektedir.

Modernist sanat insanların zevkini bozmakta ve duyguca yoksullaşmaya, geriye, ilkelliğe götürmektedir. Modernistlerin düşünceden yoksun “tablolarında” yer alan bir takım lekeler, halkacıklar ,zikzaklar insanda yüksek toplumsal ülkülerin oluşmasına yardım edemez.

Modernist sanat bilime, usa, ilerici politikaya,gerçek halkçılığa, ulusallığa ters düşer.   İnsanların ilerici sınıf partilerinde, yurtseverlik ve evrensellik yolunda eğitilmesine engel olur. Modernist sanatta olduğu gibi insancıllığını, ilerici düşünce ve ulusal niteliğini yitirmiş bir sanat insana halk ve yurt sevgisi aşılayamaz. Modernist sanat, ulusal geleneklere boş verir. Halkın yaşantısını doğru yansıtmaz. Tarihteki sınıf savaşlarını,halkın kahramanlığını, yüksekliğini yansıtmaz, halka tipik olanı vermez. Örneğin Kafka’nın yapıtlarında eski Avusturya-Macaristan’ı bulmak çok güçtür. M.Prust’un yapıtlarında Paris varoşlarından yalnızca soyut, kopuk ayrıntılar vardır. Biçimcilikle resmedilmiş, soyut tablolar ulusal özellik taşıyamaz. Bilincin doğalcı kopuk akışı halkın psikolojisi üstüne bir düşünce edinmeye, onun kaderini duyup yaşamaya olanak vermez. Sonuç olarak, ne biçimci, ne de kaba doğalcı (natüralist) akımlar insanların estetik eğitimine doğru dürüst yardım edemez…

Kaynak : Yeni Dünya Sosyalizm Sorunları, Şubat 1975, çeviri Hüseyin Çelikkaya

1. Çağdaş ideolojik savaş sorunlarını okuyanlara yardımcı kitap
2. Bkz. Marks ve Engels, c.26 ,b.l s.280
3. At.Stoykof, Modernizm kavramı ve çağdaş bazı modernist akımlar 1970, BKP yayınları
4. Önceleri bazı yazarlar empresionizmi de modernist doğrultuya katıyorlardı. Gerçekten  empresionizm  burjuva sistemi ve kültürünün çöküşünü haber vermiştir.Empresionizm akademik resmi sanata karşı 19.yy. sonlarında Klasizmin epigonluguna karşı bir protestodur.Elebaşılığını ressam Kurbe’nin (Paris Komün’üne katılmıştır) yaptığı bu protesto, aynı zamanda gözlemciliğin gerçekle bireyci, kuşkucu bir uzlaşmasıdır.Empresionistler için renk her şeydir, içerikten üstündür.
5. M.Lifşist, L.Leyngord,Krizis Bezobraziya, 1968 s.9
6. Savunuculuğunu yapan  uluslar arası kongreler bile düzenlenmektedir. Örneğin 1964’te Amsterdam’da düzenlenen beşinci uluslar arası estetik kongresi modernizmi savunan, öven bir kongre idi.
7. Al. Lilov, Sanatla ilgili çağdaş burjuva estetik anlayışlarının eleştirisi. N.İzkustvo y. 1971
8. Fr.Şiler , Batı Avrupa Edebiyatı Tarihi 1939, c.3, s.212
9. T.Motilova, Bugünkü Yabancı Roman,Sovyet Yazarları Yayınları 1966, s. 119-120
10. A. Zverev , İdeolojik Savaş ve Çağdaş Kültür, derleme Nauka y. 1972 s.194
11. Felsefenin İlkeleri, Partizdat 1972
12. Jivkov, Partizdat 1969
13. Lenin, Edebiyat ve Sanat Üstüne, GİHL, 1957 s.583

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments