Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaBilimPsikolojiIrkçılığın psikolojik ve sosyal psikolojik açıklamaları | Alaeddin Şenel

Irkçılığın psikolojik ve sosyal psikolojik açıklamaları | Alaeddin Şenel

Irkçılık bazı yazarlarca, korku, nefret, güvensizlik, dayanışma, fazla enerji, tutku gibi psikolojik ve sosyal psikolojik etmenlerle açıklanır. Pek çok açıklama bu başlık altında toplanabilir. Ortaya atıldıkları tarih sırasına göre üç örnek ile yetiniyoruz. a-Wilhelm Reich’ın Orta Sınıf İnsanının Bastırılmış Cinselliğinin Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı.b- Adorno ve Arkadaşlarının Etnosantrizm ve Yetkeci Kişiliğin Bir Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı. c-Krech ve Crutchfıeld’ın Psikolojik, Sosyal Psikolojik, Psikanalitik Bir Hastalık Olarak Irkçılık Kuramı.

a. Wilhelm Reich’ın Orta Sınıf İnsanının Bastırılmış Cinselliğinin Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı

Wilhelm Reich (1897-1957) Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı adlı yapıtında, ırkçılığı faşizmin bir öğesi, ancak (s. 112’de) “Alman faşizminin tutunduğu ana menteşe ırk kuramıdır”diyecek kadar önemli, asal bir öğesi olarak görür. Reich bir öğretinin ekonomik temelinin onun somut dayanağını açıkladığını, ama bize onun akıldışı çekirdeği konusunda bir şey öğretmediğini (s. 118’de) söyler. Bir öğretinin maddesel, ekonomik temeli iki yönlüdür, öğreti dolaylı yoldan toplumun ekonomik yapısına bağlıdır; dolaysız yoldan bu öğretiyi üreten ve toplumun ekonomik yapısıyla belirlenen insanlann kendilerine özgü zihinsel yapılarına bağlıdır. Böylece, akıldışı, ideolojik bir ortamla yetişen insanlar, akıldışı “kişilik yapılan” kazanırlar.

Reich’a göre emperyalizmin görüş açısını anlamak için onu doğuran ekonomik temele bakmalıyız. O zaman faşist ırk kuramı ile ulusçu öğretinin, ekonomik güçlüklerle karşılaşan bir egemen katmanın emperyalist amaçlarına bağlı oldukları görülür. Ancak bu ekonomik etmenler öğretinin özünü oluşturmaz, yalnızca yeşereceği toprağı oluştururlar. Faşist öğretinin akıldışı çekirdeği, faşist kişilik yapısıdır.
Reich, yapıtının (1942 yılında yapılan) birinci baskısında faşizmi, bir siyasal ideolojiyi örgütlü bir biçimde temsil eden siyasal partilerden biri gibi gördüğünü söyler. Her katmandan, her ırktan, her ulustan ve mezhepten insanları kapsayan hekimlik deneyimi, kendisine bu eski görüşünün yanlışlığını göstermiştir; faşizmin, orta sınıf insanının kişilik yapısının siyasal alanda örgütlenmiş görünümünden başka bir şey olmadığını öğretmiştir. Faşist kişilik yapısı belli partilere, ırklara, uluslara özgü değildir. Dahası, kişilik çözümlemesi alanında yaptığı deneylerle, faşist duyarlılığın ve düşüncenin bazı öğelerini taşımayan tek bir canlının (insanın) bile bulunmadığı sonucuna varmıştır. Irksal önyargıların etkilerinin genişliği, dünyanın dört bir yanına yayılmış bulunmaları, bunlann kaynağının insan beynindeki akıldışı kesim olduğunu göstermektedir, öyle ki, ırklar kuramı faşizmin uydurduğu bir şey değildir; tam tersine, ırksal nefret, bu nefretin siyasal alanda dile getiriliş biçimi olan faşizmi doğurmuştur. Irkçı öğreti orgazm güçsüzlüğü çeken insanın kişiliğinde dışa vuran biyolojik bir hastalıktır. Faşizm, makineci buyurgan uygarlıkla onun makineci gizemci öğretisi tarafından .ezilen insanın temel coşkusal tutumudur, bir “coşkusal veba”dır.
Ne var ki bu hastalığın kökleri derindedir. Bu bakımdan faşizm, ilk güdüleri, biyolojik güdüleri, binlerce yıldır baskı altında tutulan sıradan bireyin akıldışı kişilik yapısının dile gelmesidir. Buraya kadar düşüncelerini daha çok kendi sözlerinden izlediğimiz, bundan sonra izlemekte güçlük çekip yazdıklarını daha çok yorumlama yoluna gideceğimiz Reich, faşizmi, nesnel koşullar bakımından ekonomik bunalıma ve emperyalist eğilime bağlayan (Marksist) öznel koşullar bakımından cinsel güdüleri bastırılmış insanın akıldışı, gizemci kişilik yapısına bağlayan (Freudcu) bir sentezle açıklamaya çalışmaktadır. Bu iki olgu arasındaki bağlantıyı, anlayabildiğimiz kadar, ırkçılık kuramının sağladığını düşünmektedir. Ekonomik ve psikolojik öğelere bu ideolojik öğenin de katılmasıyla Faşizm, Reich’a göre, bir kitle eylemine dönüşmüştür. Hitler. geleneksel toplumsal yapılar arasında, özellikle aile içinde sıkışıp kalan cinsel enerjiyi açığa çıkarmış, harekete geçirmiştir.
Reich, yapıtının üçüncü baskısına yazdığı önsözde (s. 20’de) on yıl önceye (birinci baskının yapıldığı yıla) oranla ırkçı kuramın biyolojik gizemcilikten başka bir şey olmadığının daha iyi görüldüğünü söyler. Irkçılık kuramının dile getirdiği bu biyolojik gizemcilik şöyle işler: Saf Aryan ırkı düşüncesinin içindeki saflık kavramıyla, ırkın karışması korkusu yaratılarak, cinsel imsak yüceltilmiş, daha doğrusu geleneksel cinsel baskılara İdeolojik bir biçim verilmiş olur. Naziler arasında cinsel ilişkilere ancak ırk, ulus, parti gibi belli kültür değerlerine katkıda bulunmak için izin verilmesiyle de. cinsel enerji parti yararına kullanılmış olur. Cinsel baskının biriktirdiği öfke ise, imsakçı davranmayan ırkı karışık halklarla, kendilerinden Aryan ırkının saflığını bozma tehlikesi gelen Yahudiler’e yöneltilir. Bu öfke kendini Yahudiler’e eziyet etmek gibi sadist biçimlerde ortaya koyabilir. Irkçı kuram içinde Cermen kanının Yahudi kanıyla zehirlendiği görüşü, Alman düşünüşünün de Yahudi Marx tarafından zehirlendiği çağrışımını yaptırmaktadır.
Öte yandan efendiler ırkının üstünlüğüne inanmak, nasyonal sosyalist kitlelerin, kendilerini bu ırkın simgesi olarak sunulan führer ile özdeşleştirmelerine varır. Böylece, bir yandan yığın içindeki önemsiz kimselerin kendilerini führer oldukları düşüne kaptıracak kadar körleşmelerine; öte yandan führere bağlanarak tutsaklıklarını seve seve benimsemelerine yolaçar. Irkçı öğretide ırkların karışması kavramının toplumun egemen sınıfıyla ezilen sınıfların karışmaması kavramını gizleyişinde, sınıflı toplumda cinsel baskının oynadığı önemli rolü görürüz.
Cinsel baskı sonucunda biriken enerjileri böylece yücelten ya da saptıran nasyonal sosyalizmin ırk kuramının çekirdeği, ataerkil ailenin cinsel baskı ile bilinçaltına soktuğu “doğal cinsel yaşam ile orgazm işlevi karşısında duyulan öldürücü korkudur”. Böylece Reich Alman faşizminin tutunduğu ana menteşenin ırk kuramı olduğunu ortaya koymuş olduğunu düşünür.
Reich’a göre, Naziler’in emperyalizme hizmet eden ırkçılık öğretisi, tüm çelişkileriyle ve saçmalıklarıyla, akıldışı kökenlidir; olguları kendi kanıtlarına göre eğer büker. Böyle özünde irrasyonel olan bir düşünüşü rasyonel kanıtlarla çürütemezsiniz. bunu çürütmek için akıldışı işlevlerini günışığına çıkarmak gerekir, iki akıldışı işlevi vardır: 1. emperyalist özlemlere biyolojik bir kanıt kazandırmak, 2. ulusçu duyarlılığın bilinçdışı duygusal güdülerini dile getirip bazı ruhsal eğilimleri gizlemek.

b. Adorno ve Arkadaşlarının Etnosantrizm ve Yetkeci Kişiliğin Bir Ürünü Olarak Irkçılık Kuramı

Reich ırkçılığı, kökleri binlerce yıl gerilere dayanan cinsel duyguların bastırılmasıyla ilişkilendirdiği faşizmin, coşkusal veba dediği faşizmin dayanağı olan bir hastalık gibi görürken; faşizmi ve ırkçılığı Reich gibi kişilik yapısı ile açıklamaya çalışan Adorno ve arkadaşları onu bir hastalık olarak görmezler.
Adorno ve arkadaşları. The Authoritarian Personality (1950) (Yetkeci Kişilik) adlı yapıtlarında, siyasal ve ekonomik güçlerin etnosantrizmin hem kurumsal hem de bireysel psikolojik biçimlerinin gelişmesinde yaşamsal bir rol oynadığını (s. 151’de) kabul ederler, önyargıların toplumun genel örgütlenmesinin [düzeninin) ürünü olduğunu ve ancak toplumun gelişmesiyle değişebileceklerini (s. 975’de) teslim ederler. Ama etnosantrizm dedikleri ırkçı düşünüşün ve tutumun yalnız açıklanmasını değil, engellenmesini, önlenebildiği kadar önlenmesini de (s. vıı’de) amaçladıkları için, konunun bu boyutlarını dışarıda bırakıp, kendi grubuna olumlu, öteki gruplara olumsuz önyargılarla bakan etnosantrik kişilik yapısı üzerinde dururlar. Freudcu bir kişilik yapısı kuramına (s. 5’de) dayanarak, etnosantrik (etnik benmerkezci) kişilik yapısının öğelerini açıklamaya girişirler. Vardıkları sonuç (s. 150’de) etnosantrik davranışın, düşüncenin her noktasına işleyen katı bir içgrup (ingroıtp benim grubum) dışgrup (out group başka gruplar) ayrımına dayandığı, dışgruplara karşı basmakalıplaşmış olumsuz, .düşmanca hayaller; içgruba karşı basmakalıplaşmış. olumlu, boyuneğici tutumlar takındığı, gruplararası ilişkilerde icgrubun haklı olarak başat konumda olması, dışgruplann ona boyun eğmesi biçiminde sıradüzenci. yetkeci bir görüşü içerdiğidir. Böylece, “yetkeci kişilik” dedikleri bir tipi ortaya çıkarırlar. Bu yeni “antropolojik” tür, eski bağnaz tipten farklı olarak, yüksek düzeyde endûstrileşmiş bir toplumun irrasyonel ve antirasyonel inançlarını blraraya getirebilmektedir. Aynı zamanda hem aydınlanmıştır hem boşinançlıdır; bireyci olmaktan onur duyar, ama öteki insanlara benzememekten korkar, öte yandan erke ve yetkeye körükörüne boyuneğme eğilimindedir.
“Potansiyel faşist” dedikleri, etnosantrik düşünüş ve tutumları olan bu kişilik yapısı; hemen her toplumda görülebilir. Toplumsal durum ve koşullar (s. vıı) ile içinde yaşanılan toplumsal _ye siyasal düzen (s. 975) bu potansiyel faşist kişilik yapısının o ya da bu ölçüde su yüzüne çıkmasına yolaçabilir. öte yandan, yetkeci kişilik yapısı ile etnosantrik önyargılar ve benimsenen ideoloji arasında bağlantı vardır, öyle anlaşılıyor ki, Adorno ve arkadaşlarının yorumuna göre, etnosantrik (ırkçı) düşünüş ve tutumlar, bir yanda kişilik yapısı ve toplumsal ve siyasal düzen jle öte yanda önyargılarla ideolojinin, bazı toplumsal koşulların .ve olayların katalizörlüğü ile birleşerek, egemen düşünüş ve tutumlar durumuna gelmesiyle doğmaktadır.
Etnosantrik (ırkçı) eğilimlerin belli (sıradüzenci) dünya görüşleri ile birlikte görüldüğünü, sağ toplumsal ve siyasal ideolojilerin bir parçası olduğunu söyledikleri halde (s. 104’te) etnosantrizmin gruplarda ve gruplar arası ilişkilerde varlığını sürdüren bir “ideolojik sistem” olduğunu da söylerler. Sonuç olarak, antisemitizmi, ırkçılığı da içeren bir kapsamı olan etnosantrizm” Adorno ve arkadaşları için, kişilik yapısı yetkeci olan potansiyel faşist kişilerde görülen düşünüş ve davranış biçimidir.

c. Krech ve Crutchfıeld’ın Psikolojik, Sosyal Psikolojik, Psikanalitik Bir Hastalık Olarak Irkçılık Kuramı

David Krech ve Richard S. Crutchfıeld. Sosyal Psikoloji Teori ve Sorunlar adlı yapıtlarında (s. 505 vd’de) Amerika’da ırkçılığa sosyal psikolojik açıdan yaklaşan bilim çevrelerinin tipik tutumunu yansıtmaktadırlar. Bu yazarlara göre ırkçılık bir .önyargıdır. Ancak Adorno ve arkadaşlarından farklı olarak, bu _önyargıyı (s. 505’te) bir “hastalık” olarak görmektedirler. Böyle görmeleri onu düzenin normal bir ürünü olarak görmediklerini gösterir. Irkçılığın tarihsel kaynaklarının önemini kabul ederler ve karmaşık bir biçim almış olan bu sorunun zenciler bakımından yalın ve asal bir ekonomik uygulama ile [kölelikle] başladığından kuşku duymazlar. Irkçılığın tarihsel açıklamasında ise Tannebaum’un daha önce ele aldığımız “tarihsel rastlantı” kuramını benimser görünürler. Ancak, kitaplarının konusu gereği, olguyu bir bireysel psikoloji ve sosyal psikoloji sorunu olarak ele alırlar. Böyle alınca da ırkçılığı, “başıbozukluk ve saldırganlık”. “paranoya”, engellenen gereksinimlerin yolaçtığı sadırganlığı destekleyen, bastırılmış gerilimlerin hizmetine giren, belirsiz bunalım durumlarına hazır yorum olan bir “önyargı” vb. olarak görüp, psikolojik, sosyal psikolojik, psikanalitik açılardan incelemeye, yorumlamaya girişirler.
Irk önyargısının Amerikan halkının heterojenliği gibi çevresel desteklerine de değindikten sonra, ırka bakarak fark gözetmenin Amerikan toplumunun öteki kesimleri yanı sıra işçi(sendika) hareketinde, silahlı kuvvetlerde de her zaman görüldüğünü anlatır (s. 561’de) bu “hastalığın” tüm sınıflarına yayılmış olarak Amerikan halkının %80’inde bulunduğunu söylerler ve yapıtlarının bir bölümünü ırk önyargısının denetlenmesine ayırırlar.

IRKÇILIĞIN SİYASAL, SOSYOLOJİK AÇILARDAN YAPILAN AÇIKLAMALARI

Irkçılığı otoriter düzenli toplumların bir ürünü olan saldırganlık biçimi olarak yorumlayan yazarlar da vardır.Bazı yazarlar, korkunun ve endişenin, güvensizliğin grup içi duyguları güçlendirip öteki grupları aşağı görmelerine neden olduğunu söylediler. Bazıları, savaş vb. olağanüstü durumlardaki endişelerin ve gerginliklerin ırkçı önyargılara etkisini araştırdılar. Bunlara “bunalım ırkçılığı kuramları” diyebiliriz. Irkçılığı etnosantrizmin bir görünümü ya da bir parçası sayan görüş bu başlık altına da sokulabilir. Bazı yazarlar, ırkçılığı, tabakalı toplumlarda gruplar, örneğin sınıflar içinde, soy düşüncesinden yararlanılarak grup üyeliğini ve grupla özdeşleşmeyi sürdürme amaçlı ideolojik bir araç olarak görürler. Bu görüşü savunanlar, “biyolojik ırk”-“sosyal ırk” ayrımı yapıp bu tür ırkçılığın “sosyal ırk” ile ilgili olduğunu eklerler. Birçok yazar da ırkçılığı ulusçuluğun, aşırı ulusçuluğun, şovenizmin bir uzantısı, bir ürünü olarak görür.

IRKÇILIĞI EKONOMİK AÇIDAN ELE ALAN AÇIKLAMALAR

Irkçılığı açıklayan görüşlerin çoğu bu başlık altında toplanabilir. Marksizm ırkçılığı kapitalizmin ve emperyalizmin bir ideolojik ürünü olarak görür. Bu görüşlerde, genel olarak iç ekonomik bunalımlardan, uluslararası ekonomik bunalımlara; ekonomik bunalımlardan ekonomik yayılmaya dek çeşitli bunalımların çeşitli ırkçılık akımlarına ve düşüncelerine yol açtığı ileri sürülür, özel olarak da ırkçılığın tarihsel kökenlerinde koloniciliğin, köleciliğin ve emperyalizmin yattığı söylenir. J. Huxley’in 19. yüzyıl ekonomik akımlarının, eski siyasal bağlantıları altüst ederken doğan çatışmaların, nüfusun “ırksal” öğelerinin uyuşmazlığıyla açıklandığı yorumu,Popper’ın hayvan yetiştiricilerinin ırkçılıklarını, yukarı sınıfın ırkça üstünlüğüne inanışlarını açıklayan görüşleri,ırkçılığın ekonomik (aynı zamanda ideolojik) açıklamaları içine sokulabilir.
Irkçılığa ekonomik açıdan yaklaşan yazarlardan biri olan Cox. onun kökeninde köle ticaretini bulur. Irk düşmanlığını toplumsal içgüdüde ya da halklar arası antipatide aramanın kavram kargaşasına yol açacağını söyleyen Cox, etnosantrizmden farklı olarak “ırk ilişkileri” dediği ilişkilerin ilkin, Amerika’da geniş toprakların işletilmesi için emek gereksiniminin yarattığı köle ticaretinde görüldüğünü belirtiyor. Böylece ırkçılığı, kökeninde kapitalizme ve emeğin sömürülmesine bağlamış oluyor. Irk ilişkisini araştırarak, böyle bir ilişkiyi yağlayıcı düşüncelere olan gereksinimin ırk önyargılarını yarattığını ekliyor. Sepulveda’yı ilk ırkçı düşünür olarak gören Cox, ırkçı düşünceleri ve önyargıları yayıp savunan kimselerin, çoğu zaman kendilerinin bile önyargılarının temelindeki amacın bilincinde olmayabileceklerini söyledikten sonra, emeği ve öteki kaynakları her türlü yola başvurarak elinde tutmaya çalışırken, bu yolda ırk önyargısını icat edip kullanacakları; dolayısıyla ırk düşmanlığının özünde siyasal ve sınıfsal bir çatışma olduğu sonucuna varıyor.

IRKÇILIĞI İDEOLOJİK AÇIDAN ELE ALAN AÇIKLAMALAR

Irkçılığı, ideolojik yönünden yaklaşarak açıklayan görüşlere gelince, aşağıdaki açıklamalar bu yaklaşımın örneği olarak verilebilir:
a UNESCO’nun, ırkçılık sorununu tartışmak için 1967’de Paris’e çağırdığı bilginlerin toplantısında hazırlanan raporda, ırkçılığın, fetihi, zenci köleliğini, koloniciliği haklı göstermeye çalışan bir kuram olduğu kabul edilmiştir.
b. Boas, ırkçı düşünürlerin, kültürel farklılıkları, etnik grupları, farklı dil konuşan grupları, ulusları, ırkla karıştırdıklarını; kültürel farklılıkların biyolojik farklılıklardan kaynaklandığını sandıklarını; ailede kalıtımla bir halk içinde kalıtımı karıştırdıklarını; farklı giyinen, farklı kültürden olduklarından farklı davranan grupları (görüntüyü) ırkla karıştırdıklarını; renge, giysiye takılarak epifenomeni neden sayma, kültür farklılığının nedenleri olarak bunları görme yanılgılarına düştükleri için ırkçı düşüncelere kapıldıklarını söyler. Bunlara, durumu (o tarihteki halklar, ırklar arasındaki teknik, kültürel farklılıkları) doğal, değişmeyecek durum sanma ve sonucu (örneğin ırk ayrımcılığının yol açtığı eğitim vb. farklarını) neden sayma yanılgılarının da eklenmesi, ırkçı düşünüşün ideolojik yönünün kavranmasına yardımcı olabilir.
c. Birçok yazar, ırkçılığı faşizm ile ilişkilendirip ırkçılığın açıklanmasını faşizmin açıklanmasına bağlarken, Ernst Cassier. The Myth of the State adlı yapıtında ırkçılığı, çağdaş mitoscu, irrasyonel düşünüşü, çağdaş siyasal mitosların görünümlerinden biri olarak görür. Çağdaş mitoscu düşünüşün kökenlerini araştırmak için ilkel topluluklar dönemine, dilin doğuşuna ve ilk işlevlerine dek gerilere gider. Vardığı sonuç, düşüncenin simgesel araçları olan sözcüklerin 1. semantik, 2. majik işlevlerinin olduğu; buna uygun olarak insan düşünüşünün” rasyonel ve mitoscu düşünüş olmak üzere iki çizgide geliştiğidir! İlkel topluluklarda bile günlük işler rasyonel tekniklerle yapılırken, olağanüstü durumlarda sihire başvurulur. Tarihte bazı düşünürler insanlığın rasyonel, bazıları irrasyonel, mitosçu düşünüşüne katkıda bulunmuşlardır. Carlyle kahramana tapış kuramı ile çağdaş ırkçı mitoslara varacak yolu açmıştır. Gobineau kahramana tapışın yerine ırka tapışı koymuştur. Spengler bilimsel yöntemlere meydan okuyup, tarihe ozanca yaklaşarak, tarihin itici gücünün nedensellik değil yazgı olduğunu söylemiştir. Batı kültürünün çökmekte, Prusya’da yeni bir kültürün doğmakta olduğu kehanetinde bulunmuştur. Alman ırkçıları da, ondan aldıkları bu umut ışığıyla, dünyanın Alman ırkınca fethedileceğini ileri sürmüşlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanlar, enflasyon, işsizlik, tüm toplumsal düzenin çökmesi gibi normal yollarla çözülemeyecek şiddette sorunlarla karşılaşınca, siyasal mitosların gelişeceği ortam doğmuştur. Bu bunalım, umutsuzluk durumunda, umutsuz araçlara başvurulmuştur.Uygar insanın en şiddetli tutkuları en irrasyonel itilere boyun eğmiştir. Gene de çağdaş insan rasyonelliğini tümüyle unutmayıp başvurduğu umutsuz, gizemli araçlara inanmak için bazı kuramlar kurmuştur. Irkçılık öğretisi böyle oluşturulmuş bir “toplumsal mitos” olmuştur. Böylece eskiden beri birikegelen irrasyonel düşünceler, elemin katalizörlüğünde harekete geçirilmiştir. Bu tür siyasal mitoslara rasyonel kanıtların işlemeyeceğini söyleyen Cassier. felsefenin, bize onlann güçlü ve zayıf yanlarını göstererek, düşmanı tanımamıza yardımcı olacağını söyler.
Irkçılığın ideolojik açıdan açıklanmasında, ideolojik yönlerinin ortaya konmasında, Althusser’in genel ideoloji içinde çeşitli sınıfların sınıf ideolojilerini oluşturmak üzere seçip alarak eklemlendirecekleri ideolojik öğelerin bulunduğu görüşünden çıkılarak, ırkçılığın hangi ideolojilerle, hangi koşullarda nasıl eklemlendirildiği gösterilebilir. Gene ırkçılığa, Poulantzas’ın, faşizmin hiç bir sınıfın ideolojisinin hegemonya kuramamasıyla doğan ideolojik bunalım, işçi sınıfı ideolojisinin içine burjuva ideolojisinin öğelerinin sızması açısından yaklaşılabilir. Barrington Moore, Jr.’un, faşizmin burjuva devrimlerini üstünkörü geçiren, burjuvazinin aristokrasinin kanadı altında geliştiği ülkelerde, işçi sınıfından gelen bir tehdit karşısında bir kolu orduda olan aristokrasiyi yardıma çağırmasıyla oluşan koalisyonun, Moore’un deyişiyle “Çavdarla demirin izdivacı”nın ürünü olduğu yorumu kabul edilirse, ırkçılık bu izdivaçta aristokrasinin getirdiği ideolojik çeyiz olarak görülecektir. Son olarak, ırkçılığın, egemen sınıfların bilinçli ideolojileri ile halk kültürünün önyargılarının birleşmesinin ürünü olduğu da söylenebilir.

IRKÇILIĞIN BAZI BOYUTLARINI AÇIKLAYAN KURAMLAR

Irkçılık, kapitalizm, emperyalizm, ulusçuluk gibi daha büyük ideolojik sistemlerin bir öğesini oluşturduğu ölçüde, ırkçılığı açıklayan kuramların çoğu, onun bağlı olduğu bütünü açıklayan kuramların bir parçası olmak durumundadır. Bunların yanı sıra, ırkçılığın o ya da bu ideolojik sistemin parçası olmasına bakılmaksızın ve tüm boyutlarını açıklama çabasında olmayan, bazı boyutlarım aydınlatmaya çalışan; “ırkçılığın kısmi kuramları” diyebileceğimiz bazı kuramlar ileri sürülmüştür. Bunlardan yalnızca birkaçına değinmekle yetineceğiz.
Örneğin, ırkçıların, uygarlığın karmaşıklık derecesinin bazı ırkların onu kavrayabilecek düzeyin üstünde olduğunu ileri sürüp, ırk ayrımını bu görüşe dayandıran kuramları bunlardan biridir. Gossett, göçmen akışının hızıyla ırk düşmanlığının yaygınlaşması ve yoğunlaşması arasında bir bağlantının bulunduğunu ileri sürmüştür. Gene, savaşların, ulusların birbirlerine karşı duydukları nefretin dizginlerini salıverip, ırksal gerginliklerin kabarmasına ve taşmasına yol açtığı söylenmektedir.
Gunnar Myrdal, ırk sorununu bir sınıf sorunu olarak ele alışa karşı çıkıp, bunu “idealist Marksist” bakış açısı olarak niteledikten sonra, kendisinin “birikerek çoğalan etkiler kuramı” ya da “kısır döngü kuramı” dediği, “sarmal etkileşim kuramı” adının anlattıklarını daha iyi dile getiren bir kavram olacağını sandığım bir kuram geliştirir. Buna göre, zenci sorununda tüm etmenler arasında karşılıklı bir bağlantı ve etkileşim vardır. Beyaz önyargısı ve ayrımcılığı, zenciyi düşük yaşam, eğitim, davranış, ahlâk düzeyinde tutar; bu standartlardaki düşüklük ise, sırası gelince, Beyaz önyargısını destekler, pekiştirir, artırır. Söz konusu etmenlerden hiç birisi belirleyici etmen değildir. Dolayısıyla herhangi birisindeki olumlu ya da olumsuz yöndeki bir değişme, öteki etmenleri de zincirleme olarak ve sarmal bir hareketle değiştirecektir, örneğin herhangi bir nedenle Beyaz önyargısı azalsa, ırk ayrımcılığı hafiflese, zenci standartları yükselecek, bu da önyargının daha da hafiflemesine yol açacaktır, önyargıdaki herhangi bir artış, zenci standartlarını düşürerek, bu kez geriye doğru, olumsuz yönde bir değişmeyi başlatacaktır.Bu kuramın, “yapılar arası genel etkileşim kuramı”nın ırkçılık sorununa uygulanmasından başka birşey olmadığı gözden kaçmamış olsa gerek…

Irk ve ırkçılık düşüncesi

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments