Konusu yalnızca anlaşılmaz şeyler olan bir bilim vardır. Bütün bilimlerin dışında olan bu sözde “bilim”, duygularımızla, araştırılmayan ve değerlendirilmeyen şeylerle uğraşır. Hobbs bu bilime Melekülüzzulümat (Royaume de tenebres) adını verir. Bu ülke, herkesin, oturmakta olduğu alemde tanıdıkları yasalara muhalif olan yasalara bağlı olduğu bir ülkedir. Bu tuhaf ülkede ışık, karanlıktır; sağduyu, deliliğe dönüşür. Bu bilime, teoloji (ilahiyat) denir ve bu teoloji, insan aklına sürekli bir hakarettir.
“Eğer”leri, “belki”leri birbiri üzerine yığa yığa, en açık bilgileri unutturacak ve en olumlu gerçekleri kuşkuya düşürecek ölçüde insanların zihnini karıştırmaya yetenekli, birleşme ve ilerlemeden yoksun hoyrat bir sistem, bir manzume vücuda getirebilmişlerdir. Bu düzenlenmiş Galimatias* ile, doğa, insan için açıklanması mümkün olmayan bir muamma olmuştur; gerçek alem, gerçek dışı alemlere yer açmak için takatsiz bırakılmıştır; tek bulucusu olduğu kuruntular ülkesinin yegane yol göstericisi olan hayal gücüne yerini terk etmeye, akıl mecbur edilmiştir.
* Galimatias, açık olmayan, belirsiz, karmakarışık söz demektir. (A.C.)
TEOLOJİ FELSEFEYİ HEP GERÇEK YOLUNDAN ÇEVİRMİŞTİR
En eski zamandan günümüze gelinceye kadar, felsefenin seyrini düzenleme yetkisine özellikle teoloji sahip olmuştur. Teoloji, felsefeye ne katkıda bulundu? Teoloji, felsefeyi anlaşılmaz ve en açık gerçekleri kuşkulu yapmaya özgü bir jargona dönüştürdü. Akıl yürütme sanatını bir sözcük bilimine çevirdi. İnsan zekasını, metafiziğin hayali ve yasak bölgelerine attı. Burada, yararsız ve tehlikeli girdapları, başarısız bir şekilde sonda etmekle ilgilendi. Doğal ve basit nedenler yerine, doğaüstü ya da gizli nedenler koydu. Zor olayları, anlaşılması bu olayların anlaşılmasından daha zor olan etkenlerle açıkladı. Sözü; anlamsız ve eşyanın içyüzünü ifadeden aciz olan, açıklamaktan çok karıştıran, insan cesaretini kıran, zekasının gücüne güvensizliğe iten, akla ve apaçık ilkelere karşı insanı güvensiz yapan, gerçeği aşılması olanaksız surlarla kuşatmak için özel olarak icat edilmiş görünen kelimelerle doldurdu…
TEOLOJİ, DÜNYADA VE DOĞADA HİÇBİR ŞEYİ AÇIKLAMAZ VE AYDINLATMAZ
Din taraftarlarına bakılırsa, teolojisiz, dünyada hiçbir şey açıklanamaz; doğa, sürekli anlaşılmayan bir hal alır; insan kendi kendini anlamak imkansızlığına düşer. Ancak, gerçekte dinin bize “açıkladığı” nedir? Din ne kadar çok incelenirse, o oranda, teolojik nosyonların bütün fikirlerimizi karıştırmaktan başka bir sonuca ulaştırmadığı görülür. Bu nosyonlar, her şeyi sırra dönüştürür. Zor şeyleri, bize olanaksız şeylerle açıklar. Sorarım: Eşyayı birtakım meçhul etkenlere, görülemeyen kudretlere, maddi olmayan etkenlere bağlamak ve dayandırmak, eşyayı, eşyanın içyüzünü açıklamak mıdır? Üzerine küstah bakışlarını boşuna yönelteceği kendisine her dakika tekrar edilen “hikmetirabbaniye” haynelerinin derinliklerine başvurulduğu zaman, hayret durumunda, insan zekası daha çok aydınlatılmış olur. Kesinlikle akıl erdirilemeyen tanrısal içerik, zaten açıklanması zor görünen insan içeriğini anlatabilir mi? Bir Hıristiyana sorunuz: Dünyanın kökeni nedir? Size cevap olarak, “Kainatı yaratan Allah’tır” diyecek. Allah nedir? Bu konuda hiçbir şey bilinmez. Yaratmak nedir? Bu konuda hiçbir fikre sahip olunmaz. Vebanın, koleranın, kıtlıkların, savaşların, kuraklıkların, su baskınlarının, depremlerin nedenleri nedir? “Allah’ın gazabı”. Bu felaketlere karşı ne çareye başvurulmalı? Duaların, namazların, kurbanların, hacların, adakların, tanrısal gazabı yatıştırmak için gerçek çareler olduğunu bize söylerler. Ancak, Allah neden gazaba gelmiştir? Çünkü insanlar kötüdür. İnsanlar neden kötüdür? Avrupalı bir teoloji bilgini size hemen der ki; “İlk kadın tarafından aldatılan ilk erkek, Allah’ın dokunmayı yasakladığı bir elmadan yedi”. Bu kadını böyle bir budalalık yapmaya kim yöneltti? “Şeytan”. Ancak şeytanı kim yarattı? “Allah”. İnsan türünü bozmaya özgü bir şeytanı Allah neden yarattı? Bu konuda bilinen hiçbir şey yoktur, tanrısallığın sinesinde gizli bir sırdır.
Yerküre güneşin çevresinde döner mi? Böyle bir sistem, bizzat tanrısallık tarafından bildirilmiş olmakla kutsadığı mukaddes kitaba uygun olmadığından, iki yüzyıl önce sofu bir fizikçi, bunun, küfür ve itaatsizliğe düşmeksizin düşünülemeyeceğini söyledi. Bugün bu konuda ne düşünülüyor? Tanrısal bildirime rağmen, bugün Hıristiyan filozoflar, vahiyeser kitaplarının tanıklığından çok açıklığa teslim olmaya erişmişlerdir.
İnsan vücudunun eylem ve hareketlerinin gizli ilkesi ve gizli etkeni nedir? “Ruhtur”. Bir ruh nedir? Maddi olmayan bir varlıktır. Ne rengi, ne şekli, ne hacmi, ne organı bulunan bir cevherdir. Böyle bir cevheri akıl alabilir mi? Bu konuda bir şey bilinmez; bu bir sırdır. Hayvanların ruhları var mıdır? Hayvanların makineler olduğunu Karteziyen* size temin eder. Ancak, hayvanın da insanlara çok benzer bir şekilde hareket ettiğini, hissettiğini, düşündüğünü görmüyor muyuz? Sorumuza cevap olarak, tam hayal derler. Ancak, hakkında hiçbir şey bilmeden insana uygun gördüğünüz ruhtan, hayvanı ne hakla mahrum ediyorsunuz? Şu nedenle olacak ki, insanların ölümsüz ruhlarını korkutmakla yetinen ve hayvanların ruhları konusunda aynı çıkara sahip olmayan ilahiyatçılarımızı, hayvanların ruhları, mantık açısından zor bir duruma düşürebilir!
Yuları hep teolojinin elinde olarak çekilip götürülen felsefenin, dünyanın maddi ve ruhani meselelerini açıklamak için doğurmak zorunda olduğu çocukça durumun örnekleri işte bunlardır.
* Karteziyen, ünlü filozof Descartes’ın felsefe mesleğinin taraftarı ya da bu felsefeye mensup demektir. (A.C)
İNSAN RUHUNUN MANEVİYATINI, İLAHİYATİN NE KADAR KISITLADIĞI VE KÜLTÜR, AKIL VE GERÇEK IŞIKLARININ İLERLEMESİNİ NE KADAR ERTELEDİĞİ HAKKINDA
Her dönemde düşüncenin gerçek zorbaları olmuş olan ruhanilerle, tanrıların göstericileriyle çekişmeye, dövüşmeye ve düşmanlığa düşmekten çekinmek için, eski ve yeni bütün düşünürler ne kaçamaklar, ne maharetler kullanmışlardır! Buluşlarını dinlerin kutsallaştırdığı ham hayallerle, fahiş hatalarla birleştirmek için, Descartes’lar, Malebranche’ler ve diğer birçoğu ne kadar varsayımlar, dolambaçlar hayal etmek zorunda kalmışlardır! En büyük filozoflar, fikirleri teolojinin ilkeleriyle her çatıştıkça, hatta saçma, çelişkili, mantıksız olmak tehlikesine düştüğü ölçüde, kendi kendilerini ne kadar yedek önlemlerle kuşatmışlardır! Bazı açıkgöz rahipler, çıkarlarına uymayan sistemleri söndürmeye hep özen göstermişlerdir. Teoloji, her dönemde “Procuste’ün Yatağı” olmuştur. (Bu haydut, bu yatağa yabancıları yatırırdı; ayakları yataktan uzun olursa keserdi. Üzerine yatmak zorunda bıraktığı kimsenin ayakları yataktan kısa olursa, atlarla çektirerek ayalkarını uzatırdı.)
Yüzyıllardan beri, hep yararsız ve çoğu kez türümüze zararlı kuruntular üzerinde delice hayat tüketen birçok çalışkan kafaların kaybedilmesini, acı ve sıkıntı duymaksızın düşünebilecek, aklı başında insan, hangi insandır? Bunca ünlü düşünür, boş bir teoloji ve küstah tartışmalarla ilgilenecek yerde, fikirlere ne kadar ışık saçabilirdi! Dini görüşlerinin mal olduğu çabaların yarısı ve kültlerin milletlere gerektirdiği masrafın yarısı; ahlak, siyaset, fizik, tıp, ziraat vb. hakkında dahileri aydınlatmaya yeterli olmaz mıydı? Hurafe hemen hep kavimlerin dikkatini, hayranlıklarını, hazinelerini yutar. Onların çok masraflı bir dinleri vardır. Ancak etkenleri olarak ne ışıkları, ne erdemleri, ne mutlulukları vardır.
Bazı eski ve yeni filozoflar, tecrübe ve aklı rehber yapmak ve hurafelerin zincirinden kurtulmak cesaretini gösterdiler. Lencippe, Straton, Epicure, Democrite ve öteki bazı Yunan bilginleri, batıl fikirlerin kalın perdesini yırtmaya ve felsefeyi ilahiyatın engellerinden kurtarmaya cüret ettiler. Ancak kuruntuya aşık muhayyileler için fazla sade, duygusal mucizelerden ve keramet içeren şeylerden fazla arınmış olan sistemleri, yerlerini, Platon’ların, Socrates’ların, Zenon’ların, masal içerikli varsayımlarına ve tahminlerine terk etmek zorunda kaldı. Yenilerden Hobbes, Spinoza ve Bayle vb. Epicüre’ün izleri üzerinde yürüdüler. Ancak felsefeleri, aklı dinlemeyecek ölçüde masallarla henüz keyf halinde olunan bir dünyada çok az izleciyi buldu.
Bütün dönemlerde, halkın kutsallaştırdığı batıl fikirlerden hiçbir tehlike olmaksızın ayrılmak mümkün olmamıştır. Hiçbir türden buluş yapmaya asla izin verilmedi. En aydın adamların bütün yapabildikleri, kapalı kelimelerle konuşmak, çoğu kez korkak bir gönül okşacılığıyla, utanç içinde, yalanı gerçekle karıştırmak oldu; birçoklarının biri açık öteki gizli çifte inancı oldu. Gizli olan inançlarının anahtarı kaybolduğundan, bu kişilerin gerçek duyguları çoğu kez anlaşılmaz ve dolayısıyla bizim için yararsızdır.
En acımasız tarzda yok edilmek tehdidi altında, akıl ve muhakemeden vazgeçmeleri ve akıl ve muhakemeyi imana boyun eğdirmeleri kendilerine bağrılarak söylenen yeni filozoflar, dehalarına nasıl özgürce gezinti verebilir, akıl ve muhakemeyi nasıl olgunluğa yöneltebilir, insan zekasının ilerlemesi nasıl hızlandırılabilir? Büyük insanlar gerçeği, ancak korkuyla titreyerek, aralıktan gördüler; gerçeği ifade etmek cesaretine çok ender olarak sahip oldular. Bunu yapmaya cesaret edenler, “küstahlıklarından” dolayı, genellikle cezaya çarpıldılar. Din, hiçbir zaman özgürlük olgunluğuyla düşünmeye, ya da düşünüleni açıkça söylemeye, ya da insanın her yerde kurbanı ve şaşkını olduğu batıl fikirleri eleştirmeye asla elverişli olmadı.