Hegel’in felsefesi yalın, kendi içine kapalı bilinçten, nesnel dünya/ ötekiyle dolayımlanıp yani diyalektik olarak karşıtından geçerek yine kendi üzerine dönme sürecini anlatır. Bu dolayımlanma sürekli daha karmaşığa doğru ilerleyen ve ilerledikçe kendini açan,genişleyen bir ilerleyiştir. Bilinç kendini var edebilmesi için bir karşıtlığı içermesi gerekir. Kendi içine kapalı, saltık bir bilinç olumsuzluktur.
Hegel’in diyalektiği bir aşma, oluş diyalektiğidir. Karşıtlık bir biriyle ilişkiye girdikten sonra birbirine içselleşerek bir başka basamağa yükselir. Bu ilişki bir yok ediş halinde gelişmez. Dolayımlamanın sonucunda, ilişki halindeki unsurlar, sonucun içinde barınmaya devam ederler. Başka bir ifadeyle “öteki”, “ben” ile karşıtlık halinde bir varoluşa sahiptir, aynı şekilde “ben”de ancak “öteki”yle mümkün olabilir. Karşıtını ortadan kaldırma anlamındaki olumsuzlayıcı diyalektik anlayış Hegelyen açıdan kendini de ortadan kaldıran bir anlayışa denk düşecektir.
Hegel’in felsefesinin temeli olan çatışma/çarpışma kavramı onun tragedyayı değerlendirişinde de etkindir. Çatışmayı şu şekilde tanımlar:
“Çarpışma, temelini, olduğu gibi kalamayacak, ama aşılmak zorunda olan bir ihlalde bulur; çarpışma, öyle bir şey-durumunun başkalaşımıdır ki, bu şey-durumu kendi başına uyumludur ve onun başkalaştırılması gerekir.”( Hegel,Estetik-1, ,s.203)
İhlal edici kuvvet tragedya karakteridir ve etkinlikte bulunması yani yaşamına tutkularının belirlenimde devam etmesiyle ister istemez bir başka gücün hakkını ihlal etmeye başlar. Bu durum çatışmayı doğurur ve sonuçta iki taraftan biri başkalaşarak uyumlu hale gelir. Hegel’e göre tragedyayı tragedya yapan temel, bu çatışma olgusudur.
“Şimdi kendi sıfatıyla çarpışma, karşıtlar savaşını izleyen bir çözüm gerektirdiği için; çarpışmayla yüklü bir durum, her şeyden önce, güzelliği en tam ve derin gelişimi içerisinde tasarımlama ayrıcalığına sahip olan dramatik sanatın konusudur.”( Hegel,Estetik-1, ,s.203)
Tragedya karakterinin bir çatışma içinde olup dramatik bir eylemi başlatması için onun kendinin sahibi olması gerekir. Güçsüz bir karakter daha en başından dönüşmüş olacağı için tragedyanın devamını getirecek çatışmacı bir niteliğe sahip olamaz. Bundan dolayı Hegel için tragedya kahramanları, kendilerini sonuna kadar götüren bir kararlılık ve tutku ile var ederler.
“tragedya kahramanları kadere yenilecek şekilde betimlendiklerinde bile; kahramanın yüreği, ‘Yazgı böyle’ dediğinde, kendisiyle yalın birliğe geri çekilir. Bu durumda özne yine de daima kendisine sadık kalır; o, yoksun bırakıldığı şeyden feragat eder, yine de peşinden koştuğu amaçlar, tamamen kendisinden alınmakla kendisini yitirmez. Kaderin kölesi olan insan yaşamını yitirebilir, ama özgürlüğünü değil. Onun, kederde bile, huzurun neşesin ve sükûnetini korumasını olanaklı kılan, işte bu özgüvenidir.”( Hegel,Estetik-1, ,s.156)
Hegel’in tragedya yorumunda bilinç sorunu önemli yer tutar. Temelde birincisi bilinçle hareket eden Antigone tipi ve ikincisi ondan faklı olarak bilgi ve bilinç eksikliğiyle hata yapan Oidipus tipi bulunur. Ancak kahramanlar ister bilerek ister bilmeyerek eylemde bulunsunlar bütün kişilikleriyle yaptıkları eylemlerden sorumludurlar.
Hegel, Estetik ve Tinin Görüngübilimi adlı yapıtlarında tragedyadan ve onun özelinde Antigone’den bahseder. Kendi diyalektik çatışmacı teorik yaklaşımından hareketle Antigone ve Kreon’u iki farklı dünyanın bir çatışması olarak tanımlar. Hegel’e göre Antigone aile tininin temsilcisi ve onun korucusudur. Antigone’nin eylemi ailenin bir evladı olan kişiye karşı görevidir…