1.KISIM , 5. BÖLÜM İLKEL TOPLULUĞUN PARÇALANIP DAĞILMASI
1. TUNÇ VE DEMİR DEVRİNDE ÜRETİCİ GÜÇLERİN İLERLEYİŞİ
MADENSEL AVADANLIKLARIN BULUNUŞU
Taştan yapılma avadanlıklar sürekli olarak yetkinleşmekle birlikte, emek üretkenliği son derece düşük olmakta devam ediyor. Toplumun üretici güçlerinin ileriye doğru gidişinde köklü bir değişiklik, ancak MÖ 5. ilâ 6. binyıllarında, madensel aletler yapılmaya başlandığı zaman, kendini gösterdi. Madensel aletlerin kullanılması, toplumun üretici güçlerinde genel bir ilerlemeye neden oldu, emek üretkenliğini hızla yükseltti ve, sonuç olarak da, üretim ilişkilerinde ve insanlığın bütün yaşam tarzında değişiklikleri zorunlu kıldı.
insanlar, avadanlıkları için hammaddeler ararken, taş balta vuruşları ile biçim verebildikleri bakırı buldular. Bakırdan [sayfa 49] baltalar, saldırmalar, ok ve mızrak başları yaptılar.
MÖ 6. binyıla doğru, Asya, Afrika ve Avrupa’da, avadanlıkların yapımı için yeni maddeler ve madenler kullanılmaya başlandı.
MÖ 4. binyılda, Afrika, Ön Asya ve Hindistan’da, ilk maden eritme, dökme yöntemleri uygulanmaya başlandığı zaman, madenlerin kullanılması daha da arttı. İnsan, alaşımları (özellikle bakır ve kalay alaşımını) öğrendi. Başlangıçta, madenler, çok az ve düşük nitelikteydi, ayrıca daha uzun bir zaman, insanlar, taş avadanlıklardan tamamıyla vazgeçemediler.
Bakır, tunç, daha sonra demirden aletlerin yardımıyla insan, taşı, tahtayı, kemiği ve boynuzu işleme sanatını yetkinleştirdi; şimdi artık madensel çapalar, oraklar, başka aletler ve kapkacak yapıyordu. Aynı çağa doğru ağaçtan büyük evler yapılmaya da başlandı.
İnsan, benzetmeye dayanan ilkel mekanizmaları, ellerinin yerine koymayı denedi. Böylelikle çömlekçi tornası (çıkrığı) ve ilkel dokuma tezgâhı icat edilmiş oldu. Bu ilk mekanizmalar, yalnız üretilen maddelerin niteliklerini iyileştirmekle kalmadı, insan emeğinin üretkenliğini de büyük ölçüde artırdı.
TOPRAĞIN İŞLENMESİNDE GELİŞME
Madenden aletlerin kullanımının yaygınlaşması, toprağın işlenmesinde çok büyük bir rol oynadı. Bu, Mısır’da, Filistin’de, İran yaylasında, Irak’ın dağ eteklerinde, Orta Asya’nın güneyinde, büyük ölçüde uygulanmaktaydı; daha sonra, Batı Asya’ya, Hindistan’a, Çin’e, Küçük Asya’ya, Balkan Yarımadasına, Avrupa’nın ormanlık bölgelerine ve orman stepleri bölgelerine, Kafkasya’ya ve Afrika’ya da yayıldı.
Kurak ve sıcak iklimlerde, toprağın işlenmesi, ancak yağmurların sık olduğu bölgelerde ve akarsuların seller gibi [sayfa 50] bol aktığı dağ eteklerinde olanaklıydı. Buralarda, insanlar, suyu, tarlalarına getirmek için arklar kazmaya başladılar. Daha sonra, barajlar ve bentler kurarak suların düzeyinin yükseltilmesi ve ayrıca bu suların özel su haznelerinde, büyük kayalara yontulmuş bir çeşit sarnıçlar içinde saklanması öğrenildi. Toprağı sulama yönteminin ilerlemesi, bir yandan tarımın yeni bölgelere yayılmasına, işlenen toprak alanının artmasına yardım etti, öte yandan da ürünü farkedilir bir şekilde iyileştirdi. Artık, tarım, doğanın kararsızlığına gitikçe daha az bağlı oluyor ve tarımın insanlara sağladığı zahire miktarı, durmadan artıyordu.
Tarımda ilerleme, özellikle büyük nehirlerin geçtiği verimli vadilerde çabuk oldu; nehirlerin yıllık kabarmaları, tarlalara, bitki besinleri bakımından zengin balçık ve lös bırakıyordu. Aynı tarla, arka arkaya birkaç mevsim ekilebiliyordu. Çiftçilerin yapacakları şey, yalnızca, sulama kanalları açmaktı; nehirlerin kabarması sırasında biriken su, kurak mevsimde, bu kanallarla, tarlalara geliyordu. Daha az verimli ülkelerde, insan, sık sık tarla değiştirmek zorunda kalıyordu. Ormandan tarla açıyor, ağaçlardan kalan çotukları, kökleri temizliyor ve sonunda toprağı ekime hazırlıyordu. Bu bölgelerde, tarlalar, ancak verimliliklerini korudukları birkaç yıl boyunca kullanılabiliyordu. Toprağın verimden düşmesi, çiftçileri, başka topraklara geçmeye zorluyordu. Terkedilen tarlalar, yıllar boyunca yeniden ormanla kaplanıncaya değin, malaz (sürülmemiş, ot bürümüş Tarla) halinde kalıyordu. Bu tarım sistemine, yakılarak yanmış ormanda gezici tarım denir. Dünyanın pek çok bölgesine yayılmış bir sistemdi. Sulu tarım ya da yakılarak açılmış orman tarlasında gezici tarım, madenden aletleri gerektiriyordu. Başlıca alet, önce taştan, sonra madenden yapılmış çapaydı. Bu yüzden, bu çağın tarımına, çok kez, çapalı tarım denir. Uygun bölgelerde, tarım, gitgide çok gelişmiş bir düzeye ulaştı ve insanların başlıca uğraşı oldu.[sayfa 51]
HAYVANCILIKTA İLERLEME
Doğal koşulların tarıma uygun olmadığı yerlerde, hayvan yetiştiriciliği gelişme gösterdi.
MÖ 5. ilâ 4. binyıllarına doğru subtropikal bölgenin birçok kabileleri, köpekten başka koyun, keçi, domuz, eşek, inek ve çeşitli antilop türlerini de evcilleştirmişlerdi. Sürü hayvanlarının yetiştirilmesi, avcılıktan daha çok ürün veren, daha üretken bir faaliyeti ve bu durum, kendilerini avcılığa vermiş olan step bölgelerindeki kabilelerin, gittikçe çoban kabileler haline dönüşmelerinin nedeni oldu. Bazı yerlerde hayvancılık, tarımdan daha üretkendi. Ve birçok kabile, kendilerini, yalnız hayvancılığa vererek, tarımı terekettiler. Kır kabileleri ya da çoban kabileler, özellikle et, süt, süt ürünleri, deri, yün vb. şeyler üretiyorlardı. Tarımcılar ise, tersine, oldukça önemli miktarlarda her çeşit tahıl, sebze ve meyve elde ediyorlardı.
Başlangıçta, hayvan yetiştiricisi kabileler, gezgin değillerdi ve otlak tümüyle tükenene değin aynı yerde oturuyorlardı. Buzulların gerilemesi sonunda, gittikçe sıklaşan kuraklıklar, özellikle Orta Asya’daki otlakları yoksullaştırıyordu. Kuzey Afrika ve Orta Asya bozkırlarını terkederek daha iyi alanlar aramak üzere yola çıkan çoban kabilelerin göçlerinin kökeninde, bu olay vardı. Bazan çoban kabileler, büyük nehirler havzasına yerleşiyor, ya tarıma geçerek ya da tarımla hayvancılığı birleştirerek yerli halk ile kanşıyorlardı. Başka yerlerde bunun tersi bir sürece raslanıyordu: tarımcılar, hayvan yetiştiricisi haline geçiyordu. Bu durum, çoban klan ve kabileleri ile tarım klan ve kabileleri arasında ilişkiler kurulmasında büyük bir rol oynadı, ama hayvan yetiştirici kabilelerin, klan topluluğu yığınından ayrılması genel olarak durmadı.
Tarımın ve hayvancılığın gelişmesi, insanlık tarihinde büyük bir ilerlemeydi. Zorlu bir çaba sürdürerek insanlar, [sayfa 52] yeni bitki türlerini ayırıp seçme ve kendilerine yeni hayvanların hizmetlerini sağlama durumuna geldiler. Şimdi artık maddî malları çok miktarda elde ediyorlardı. İlkel toplulukların emek üretkenliği, aynı zamanda, toplumun ileriye doğru genel gidişini belirleyerek, hızlı bir tempoya ulaşıyordu.
2. ÜRETİM İLİŞKİLERİNDE DEĞİŞİKLİK
İLK TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ
İnsanlığın tarımda ve hayvancılıkta uzmanlaşması, ilk toplumsal işbölümünü başlattı. Uzun bir pratik sonunda, çoban kabileler, uzmanlaşmanın ilerlemesi için zorunlu olan teknikleri, zamanla, oldukça geliştirdiler. Aynı zamanda üretkenlik arttı ve hayvan yetiştiricileri çok daha fazla ürün elde etmeye başladılar. Tarımcılar da kendi bakımlarından toprağın işlenmesini geliştirmişler ve ürünü iyileştirmişlerdi. Uzmanlaşma, üretkenliği oldukça yükselten aletlerin ve üretim araçlarının evrimine yardım ediyordu.
Çobanlar ile tarımcılar arasındaki ilişkiler, ayrıca, üretici güçlerin ilerlemesinde büyük rol oynadı. Çoban kabilelerin coğrafî yayılımı öyle oldu ki, antikçağ uygarlığının bütün bölgelerinde çoban kabileleri, tarımcıların yakınlarında yaşıyorlardı, bu durum da, buluşların ve iş deneyiminin değiş-tokuşuna katkıda bulunuyordu. Bu ilişkilerin, en başta, keçi, inek, eşek gibi hayvanların, tarımda çekim hayvanı olarak kullanılması sonucunu verdi. Kas gücü insanınkinden üstün olan çekim hayvanlarından yararlanılması, özellikle MÖ 3. binyıllarında Mezopotamya’da, ve İran aylasında ortaya çıkan ağaç karasaban gibi yeni aletlerin bulunuşuna ve yayılmasına olanak sağladı. Çeki hayvanlarının ve yeni avadanlıkların kullanılması, toprağın üretkenliğini daha da artırdı.
Demek ki, böylece, toplumun üretici güçlerinin yetkinleşmesinin [sayfa 53] ortaya çıkardığı ilk toplumsal işbölümü, üretimin ve emeğin üretkenliğinin genel ilerleyişine yardımcı oldu.
İKİNCİ TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ
Daha sonra, üretici güçlerdeki gelişme, özellikle madenden aletlerin yapımı için çeşitli madenlerin, çok geniş bir biçimde kullanılması sonucunu doğurdu. MÖ 14. yüzyılda ortaya çıkan demir aletler, tarımda, kayda değer hızlı bir ilerleme sağladı. Demirden balta ve kürekler, baltalık ormanların açılmasını ve toprağın otlaklar ve ekim tarlaları olarak hazırlanmasını çok kolaylaştırdı, ve böylece işlenen alanlar çok genişledi. Eskiden tarımda başlıca alet olan çapa, giderek yerini demirli sabana bırakmaya başladı.
Toprağın daha iyi işlenmesi olanağını sağlayan avadanlıklar ve çeki hayvanlarının önemli bir ölçüde yayılması, çiftçi emeğinin üretkenliğini hissedilir bir biçimde artırdı.
Demirden ve başka madenlerden yeni avadanlıklar kullanılması, alet yapımında yararlanılan ağaç, taş, kemik ve başka madenlerin işlenmesinde ileriye doğru bir atılım yarattı. Öte yandan, madenden avadanlıklar, eski avadanlıkların gelişmesine yardım etti, bu da, çalışma alışkanlıklarının ve teknik yöntemlerin duraksamadan gelişmesini sağladı.
Dökümcülük ve maden işlenmesi, çömlekçilik ve başka yeni sanayiler, özel donatımları gerektiriyordu. Demirci ocağına, çömlekçi tornasına vb. gereksinme duyuluyordu.
Nispeten yüksek üretken, karmaşık aygıtların bulunuşu, bunun gibi madenlerin, en başta demirin üretimi, bu sanayileri öğrenmiş olan kişileri özel bir duruma getirdi. Üretici güçlerin ilerlemesi, insanların, üretimin şu ya da bu kolunda uzmanlaşmasını gerektiriyordu.
Böylece, topluluğun bağrında, zanaatçılar tabakası belirdi. Aslında, zanaatçıların çalışması, bireysel tüketim mallarının üretimine değil, bütün topluluk için gerekli iş avadanlıklarının [sayfa 54] ve başka eşyaların üretimine ayrılmıştı. Meslekî ilk zanaatsal faaliyetler, madenlerin eritilmesi, madensel eşyanın yapımı, çömlekçilik ve dokumacılık oldu.
Emeğin üretkenliğinin yükselmesi, böylece, ikinci toplumsal işbölümüne götürdü.
Üretici güçlerin gelişmesi, dolaysız tüketim mallarının üretimine, doğrudan doğruya katılmasa da, gene de toplum bakımından daha az gerekli olmayan bir işi görenler de dahil olmak üzere, topluluğun bütün üyelerinin gereksinmelerini karşılayabilmek olanağını sağladığı zaman, ancak o zaman, bu olay, yani ikinci toplumsal işbölümü gerçekleşebildi.
DEĞİŞİMİN ORTAYA ÇIKIŞI
İlk toplumsal işbölümü, kabilelerin iki geniş grup halinde, hayvan yetiştiricileri ve çiftçiler olarak bölünmesi ile sonuçlandı. Öte yandan da, topluluklar arasındaki bağlan güçlendirme gereksinmesi kendini duyurdu. Çoban kabileler, şimdi, fazla miktarda hayvan, deri, yün, et ve benzeri hayvansal ürünleri ellerinde bulunduruyorlar, ama tahıl, sebze ve benzeri tarımsal ürünlere sahip bulunmuyorlardı. Tarımcı topluluklarda ise bunun tersi ortaya çıkıyordu. Ürünlerini birbirleriyle değişmek kabileler için zorunlu oldu.
İlk işbölümünden önce değişmeler daha çok raslansaldı. Ürünlerin tümü, topluluğun iç tüketimine ayrılmıştı. Yalnız raslantı sonucu fazla olan ürünler, değişime sunuluyordu. Bu ürünler, ortaklaşa elde edildiklerine ve onun için topluluğun tümüne ait olduklarına göre, değişimler de özel kişiler arasında değil, topluluklar arasında gerçekleştiriliyordu. Değişimle elde edilen ürünler de bütün toplumun malı oluyor, aynı şekilde, ortaklaşa elde edilen ürünler gibi bütün topluluk üyeleri arasında eşit paylarla üleştiriliyordu.
İkinci toplumsal işbölümü, değişimleri hızlandırdı, çünkü meslekten zanaatçılar, ürünlerinin büyük bir kısmını, [sayfa 55] topluluğun iç tüketimine değil, değişime ayırıyorlardı. Üretim geliştikçe, değişimler de ilerliyordu. Sürü hayvanları, daha sonra madenler, madensel avadanlıklar, süsler, vb., ilk değişim nesneleri oldular. Bu değişimlerle, nesneler, bir topluluktan ötekine geçiyor ve böylece geniş alanlar üzerinde yayılıyordu. Önceleri doğrudan trampa vardı, yani bir mal bir başka mal ile değişiliyordu. Ama, ilişkiler ve değişimler daha düzenli olduğu ölçüde, metaların değişimi, yani alım-satım ortaya çıktı. Böylece, genel eşdeğer bir karşılık kurulmaya, yani bütün nesneler, seçilen bir meta ile değişilmeye başlandı. Bu meta, bölgelere göre değişiyordu: bazı bölgelerde koyun, bazı bölgelerde tuz, bazı bölgelerde kürk. Daha sonra, değişim için genel eşdeğer olarak tek bir meta kabul edildi: para ortaya çıktı. Çeşitli madenler, az bulunur hayvan kabukları vb., para işini gördüler.
Değişim, üretici güçlerin ilerlemesiyle birlikte, giderek daha düzenli hale geliyordu; üretime sıkı sıkıya bağlıydı ve üretimin güçlü bir biçimde ilerlemesini etkiliyordu.
ATAERKİLLİK
İlk toplumsal işbölümü, yalnızca üretici güçlerin ilerlemesinin yeni bir dönemi olmadı; aynı zamanda ilkel topluluğun toplumsal yapısı üzerinde de önemli etkileri oldu. Çoban kabileler, bu anlamda, ilk örnekleri verdiler.
Avcılık, hayvancılık, gene eskisi gibi, erkeklere özgü bir uğraştı. Çoban kabilelerin ekonomisinde erkeklerin rolü artmış ve erkeklerin çalışması, yavaş yavaş, topluluk için maddî malların en başta gelen kaynağı olmuştu. Bu olgu, anaerkilliğin yerini, ataerkilliğin almasına yolaçtı. Tarımla uğraşan kabilelerde, bu değişiklik, daha sonra ve çok daha yavaş oldu. Ama orada da, erkek işinin rolü ve bununla birlikte erkeklerin topluluk içindeki önemi arttı. Tarım, ekonominin temelini oluşturduğu zaman da, topluluğun, tarlaların işlenmesiyle görevlendirdiği üyeleri, daha güçlü olan [sayfa 56] erkekler oldu. Yavaş yavaş, başlıca emek-gücünü erkekler sağladı ve onların emeği, artık ortak maddî gönençte belirleyici bir rol oynuyordu. Çeki hayvanlarından yararlanılması da, kendi payına, erkeğin tarımdaki önemini hissedilir bir biçimde artırdı. Toprağın büyük kas gücü gerektiren sabanla sürülüp bellenmesindeki gelişme ile birlikte, tarım, tümüyle erkeklere özgü bir iş haline geldi.
Kadınların çalışması, artık gittikçe evin bakımı ve düzeni içinde sınırlanıyordu ve daha önce topluluğun gönencinin başlıca öğesi olan kadın emeği, ikinci plana düşüyordu. Üretimde erkeğin rolünün önem kazanması ile birlikte, klan ve aile içindeki durumları da değişti: artık genel gönenç, erkek emeğine bağlıydı.
Erkek, yavaş yavaş aile reisi durumuna geçiyor ve klanın toplumsal yaşamında birinci rolü oynamaya başlıyor.
Ataerkilliğe dayanan toplumun başlangıç döneminde, her klan, tamamıyla anaerkil düzende olduğu gibi, oturduğu ve avlanma, tarım, hayvan yetiştirme için kullandığı toprakların ortaklaşa mülkiyetine sahipti. Klanın bütün üyeleri eşit haklara sahipti ve anlaşmazlıklar, klan genel meclisi toplantılarında sonuca bağlanıyordu. Klan başkanı, aralarında eşit olan ergin erkek ve kadınlar tarafından seçiliyordu. Başkanın elinde hiçbir baskı aracı bulunmuyordu, iktidarı, daha çok manevi bir iktidardı. Başkan, yeteneklerini, saygınlığını ve deneyimini kabul ettirdiği ölçüde, klan, onun görüşlerini hesaba katıyor ve kararlarına boyuneğiyordu. Savaş zamanında, klan, kendisine askerî bir şef seçiyordu, ki bu şefin gücü ve yetkisi de, aynı şekilde, saygınlığına ve deneyimine dayanıyordu. Askerî şef, klanın bütün güçlerini örgütlendirip düzene koymalı ve düşmana karşı yöneltmeliydi. Düşmanlığın bitip savaşın kesilmesi, aynı zamanda, şefin yetkesinin de son bulduğunu gösteriyordu. Bu düzen biçimi, klan demokrasisi -yani topluluğun kamu yararına bütün üyeleri tarafından yönetilmesi- adını alır. [sayfa 57]
3. İLKEL TOPLULUĞUN ÜRETİM İLİŞKİLERİNDE BUNALIM
ARTI-ÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKISI
Emeğin üretkenliği gittikçe öyle bir düzeye erişmişti ki, toplumun üyeleri yalnız geçim araçlarının sağlanması ile kalmıyorlar, kendi beslenmeleri için gerek duymadıkları ürünler de elde ediyorlardı. Bu ürün fazlalığı, artı-ürün; ve bunu yaratmak için harcanan emek de, artı-emek adını alır.
O çağda, üretim son derece ilkel niteliğini koruyordu. Gereksinmeler, üretici ve ailesinin yaşaması için en zorunlu maddeleri kapsıyordu. İlkel insan, hemen hemen daima eksik besleniyordu, düzenli konutu yoktu ve giysileri çok ilkeldi.
ÜRÜNLERİN ÜLEŞTİRİLMESİNDE DEĞİŞİKLİKLER
Toplumsal üretim düzeyinin, üreticilerin başlıca gereksinmelerini karşılamaya, giderek bir miktar artı-ürün elde etmeye yeter hale gelmesi ile birlikte, toplumun ilerleme yolu açılmış oldu.
Şimdi, artık, gerek topluluğun tümünün, gerek tek tek üyelerinin emek üretkenlikleri ve üretici güçleri, geçim araçlarının elde edilmesi için büyük topluluklar halinde bir araya toplanmalarını gerektirmiyordu.
Kalabalık ortaklık birliğinin bozulup dağılmasını çabuklaştıran başka bir olgu da, üretici güçlerdeki ilerlemenin, üretim araçlarının ve aletlerinin özelleşmesi yolunu izlemiş ve bunları bireyselleştirmiş olmasıdır. Bundan sonra, çalışmaların büyük kısmı, artık çok sayıda el emeği gerektirmiyordu. Klan üyeleri, çeşitli işlerle uğraşıyorlardı ve dolayısıyla, emeğin üretkenliği, üretimin bütün kesimlerinde aynı değildi: bazı üreticiler, ötekilerden daha iyi sonuç alıyorlardı. Bunun içindir ki, topluluğun şu ya da bu üyesinin emeği, birbirinden farklı olarak değerlendiriliyordu. Aynı şekilde, herbir üyenin rolü de, artık, ötekinin aynı değildi. [sayfa 58]
O andan başlayarak, toplulukta, eskiden geçerli olan ve topluluk üyelerinin herbirinin mal payının eşitliği ilkesini karşılayan, ürünün eşit olarak üleştirilmesi, artık üretici güçlerin ilerlemesinin gereklerine uygun düşmüyordu. Bunun için, topluluğa en yararlı olan, ötekilerden daha büyük bir pay alarak, üleştirmede değişiklikler yapıldığı görülüyor.
Şu halde, eşit üleştirme ilkesi sarsılmış bulunuyordu, ama ilk zamanlarda bu sistem, temelde, gene de tutundu; çünkü, başlıca ürünler, eşit paylar halinde dağıtılıyordu, ancak artı-ürünün üleştirilmesi, yapılan işin miktar ve değerine göre gerçekleştiriliyordu.
Emek ürünlerinin üleştirilmesini etkileyen değişiklikler, ilerici nitelikte pek önemli sonuçlar verdi; çünkü, en önemli ve en yeni ekonomik kesimleri uyarıp hızlandırdılar, aletlerin ve tekniklerin yetkinleşmesini kolaylaştırdılar ve bununla toplumun ilerlemesine katkıda bulundular.
YENİ ÜRETİCİ GÜÇLERLE ESKİ ÜRETİM İLİŞKİLERİ ARASINDA ÇELİŞKİLER
Üretici güçler, zamanla, öyle bir ölçüde geliştiler ki, artık ortalama bir üretkenlikle çalışan topluluğun her üyesinin yaşaması için zorunlu olanı elde etmeye gücü yetiyordu. Yeni üretim teknikleri, özellikle toprağın sabanla sürülmesi ve yerin çapa ile çapalanması, her işlemi iyi bir şekilde yürütmek için birçok kişinin çabalarının birleştirilmesini gerektirmiyordu. Elbirliği ile ortaklaşa çalışmanın ekonomik temeli gitgide kayboluyordu. Yeni avadanlıklarla bütün üyelerin çabalarının zamandaşlığı, yani aynı zamanda hep birden işe koyulma, artık gerekli değildi. Hatta ortaklaşa çalışma, üretici güçlerin ulaştıkları düzeyle çelişki haline geldi; çünkü, ortaklaşa çalışma, yeni avadanlıkların kullanılmasını sınırlandırıyor ve insanların modası geçmiş aletlerin yardımı ile geleneksel ortaklaşa çalışmalarını gerektiriyordu. [sayfa 59]
Böylece, toplumun üretici güçlerindeki ilerleme yüzünden, bu güçler ile üretim ilişkileri arasındaki denge bozuldu. Ortaklaşacılık ve üretim araçlarının ortak mülkiyeti ile nitelendirilen eski üretim ilişkileri, üretici güçlerin ilerlemesine karşı yavaş yavaş bir engel haline geliyordu ve bunun için de, kaçınılmaz bir biçimde, yerini yeni üretim ilişkilerine bırakmalıydı.
ATAERKİL AİLE
Üretimde bütün bu değişiklikler, bu kez, toplumsal yapıda olmak üzere başka değişiklikleri zorluyordu. Büyük klan topluluğu, gitgide sayı bakımdan daha zayıf başka bir toplum hücresine, yani yavaş yavaş bağımsız bir ekonomik birim olarak kendini gösteren ataerkil aileye yer hazırlıyor. Klan, artık, kapalı bir bütün değildir. Klanı sağlamlaştıran kan akrabalığı bağı, yerini, başka başka aileler arasında, edinilen başka bağlara bırakıyor. Aileler, aralarındaki akrabalık bağlarından çok, üretim ilişkileri ile bağlıydılar. Kan akrabalığına dayanan klan birliği, yerini, komşuluk ilişkilerine ve ortak ekonomik çıkarlara dayanan toprak birliğine bırakıyordu. ;
ÖZEL MÜLKİYETİN ORTAYA ÇIKIŞI
Eski ilişkiler, toprak ortaklığına dayanan toplulukta, bir ölçüde zaten korunmuştu. Bu arada, tarım kabilelerinin başlıca üretici gücü olan toprak, daima ortaklaşa mülkiyet sayılmıştı, ama her aile, kendisine ayrılan toprak parçasını ayrıca işler ve ayrı bir işletmeden yararlanır. Çoban kabilelerde, sürüler, yavaş yavaş aile mülkü haline geliyor. Ataerkil aileler, artık ortaklaşa üretime gitmeyip, kendi özel malları olarak kalan ürünleri, değişik miktarlarda üretmeye başlıyorlar. Özel mülkiyet, ilkin, sürü hayvanlarına, ev işlerinde kullanılan avadanlık ve kapkacağa ve bazı aletlere ve kişisel emek araçlarına kadar uzanıyor. [sayfa 60]
Toprak ortaklığına dayanan topluluk, gelecekteki dağılışının tohumlarını kendi içinde taşıyordu. Toprak, ortak mülkiyet olarak kaldığı halde, ailenin konutu, ailenin özel mülkü haline geliyor. Demek ki, özel mülkiyetin genişlemesi, ancak ortak malların zararına olanaklı olabilirdi.
Özel mülkiyetin gelişiyle birlikte, ailenin malları miras yoluyla ana-babadan çocuklara geçiyor, bu da topluluğun eskiden eşit olan üyeleri arasındaki servet eşitsizliğim derinleştiriyor.
Öte yandan, özel mülkiyetin yerleşmesi de, yeni bir değişim tipi yaratıyor: topluluğun kendi içinde, topluluğu oluşturan çeşitli aileler arasında değişim.
Demek ki, ilkel topluluğun üyeleri, geçimleri için gerekli bütün servetleri ortaklaşa ürettikleri sürece, özel mülkiyet olanaksızdı. Ama üretici güçlerin ilerlemesi ile birlikte, işbölümü, topluluğun birliğini parçaladığı ve topluluğun üyeleri, pazarda, değişime konulmuş maddeleri ayrı ayrı üretmeye başladıkları zaman, yeni bir kurumun, özel mülkiyetin ortaya çıktığı görüldü.
Komşuluk ilişkilerine dayanan topluluk, ortaklaşa mülkiyetten, özel mülkiyete dayalı başka bir toplum düzenine geçişin geçici bir formülü idi.
KÖLELİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI
Emek üretkenliğinin artması, insan üzerindeki mülkiyeti, maddî malların doğrudan üreticisi üzerindeki mülkiyeti ortaya çıkardı. Her kişinin, her bireyin, ancak açlıktan ölmemek için en gerekli olanı üretebildiği zamanlarda, insanın insan tarafından sömürüsü olanaksızdır. Bu yüzden savaş tutsakları hemen her zaman öldürülmekteydiler; yalnız topluluk, insan sayısını artırmakta yarar görüyorsa, o zaman, tutsakları topluluğa “kabul ediyor” ve onlara, öteki üyelerle eşit haklar veriyordu. Ama emek üretkenliğindeki ilerleyiş, bu duruma son verdi; çünkü tutsak, şimdi, [sayfa 61] kendi tükettiğinden daha fazla maddî değer üretiyordu. Toplumun bir bölümü, toplumsal artı-ürün payından yararlanma hakkını elinden alıp, tutsağı çalışmaya zorlayarak, tutsak tarafından yaratılan ürünleri kendine maledebiliyordu, yani bir başka deyişle, tutsağın emeğini sömürebiliyordu. Onun için, artık savaş tutsakları öldürülmediler, köle haline, yani haklardan yoksun hale ve artı-ürün sağladıkları süre ve ölçüde, topluluğun kendilerine hoşgörü gösterdiği emekçiler kategorisi haline getirildiler. Kölenin çalışması, efendisine artık yarar sağlamaz hale geldiği anda, efendisi, onu, öldürmekte serbestti.
Emeğin artı-ürün sağladığı, ama bunu doğrudan üreticinin bedensel ve manevî tam çöküntüsü pahasına sağladığı o çağda, kölelik olağan bir olguydu.
Demek ki, böylece, ilkel topluluğun diğer temel ilkelerinden biri, yani topluluğun bütün üyelerinin ortaklaşa ve kardeşçesine çalışmaları, hükümsüz (kadük) bir hale geliyor. Özgür üreticilerin yanında, çalışması, kendi özgereksinmelerini karşılamayı değil, başkasının yararına bir artı-ürün yaratmayı amaçlayan bir köle emeğinin ortaya çıktığı görülüyor. Kölelerin emeği, bir zenginlik kaynağı haline geliyor.
Başlangıçta, köleler, topluluğa ya da ataerkil aileye aittiler. Ama zamanla, ileri gelenler, hem topluluğun öteki mallarını, hem de kölelerini ele geçiriyorlar ve köleler, reislerin ve klan aristokrasisinin öteki temsilcilerinin özel mülkü haline geliyor. Köle emeğinin sömürülmesi, bu zümreyi zenginleştiriyor ve iktidarlarını daha güçlendiriyor.
Köleliğin kurumlaşması, insanın insan tarafından sömürüldüğü yeni bir tarih çağını başlattı. Bu, üretici güçlerin ilerlemesi için zorunlu ve tamamıyla olağan bir olgu oldu.
Aynı zamanda, üretim alet ve araçlarına da sahip bulunan efendiler için, kölelerin emeğinin maddî malları yaratması [sayfa 62] yanında, toplumda, bir başka maddî mallar yaratma kaynağı daha vardı. Bu, topluluğun sıradan üyelerinin emeğiydi, sahip bulundukları ilkel üretim alet ve araçları ile küçük özel ekonomilerini üretken kılan çiftçiler, çobanlar ve küçük zanaatçıların emeğiydi.
TOPLUMSAL SINIFLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
Önceleri üretim araç ve aletlerinin ortaklaşa mülkiyeti üzerine kurulu üretim ilişkileri biçiminden başka bir biçim tanımayan toplum, üretim araçları ve aletleri bakımından, durumlarındaki değişikliklere göre ortaya çıkan üç gruba bölünmeye başlıyor.
Bu gruplar, en başta, her çeşit mülkiyetten yoksun ve kendileri efendilerinin malı olan köleler, sonra, üretim alet ve araçlarını ellerinde bulundurdukları gibi aynı zamanda emeklerini sömürdükleri kölelerin de sahibi olan efendiler, ensonu, üretim alet ve araçlarının özel mülkiyetine sahip bulunan ve kendi küçük işletmelerinde üretim yapan topluluğun özgür üyeleri. Zamanla, bu küçük mülk sahiplerinin büyük çoğunluğunun ekonomileri yıkılıyor ve kendileri de köle haline geliyordu; çok küçük bir bölümü ise, tersine, zenginleşiyor ve kendileri de efendi ve köle sömürücüsü durumuna geçiyorlardı. Ama küçük mülk sahipleri, toplulukların içinde, her zaman bulunuyorlardı.
Artık, üretici güçlerin ilerlemesi, en kesin ve en son noktasında, üretim ilişkilerinin niteliği sorununa, üretim alet ve araçlarının kimin elinde bulunduğu sorununa gelip dayanıyordu. Ve işte toplum, insanlık tarihinde, ilk kez, üretim alet ve araçlarına sahip olanlar ile üretim araçlarına sahip olmayanlara göre, sınıflara bölündü.
Öte yandan, özel mülkiyet ve servet eşitsizliği de, toplum üyelerinin hakları ve buna dayanan yükümlülükleri üzerinde değişiklikler yaptı. Tarımcı toplulukların bütün işlerinin yönetimi, gerçekte, ileri gelenleri eline geçiyordu. [sayfa 63]
Yavaş yavaş zenginler ve nüfuzlu kimseler, topluluğun silahlı güçlerini de ellerine geçirdiler ve onları, topluluğun yararından çok kendi kişisel amaçları için, yeni zenginliklere elkoymak ve en başta yeni köleler, yani maddî değer üreticileri ele geçirmek için kullandılar. Servet eşitsizliğinin sonucunda, hukuksal eşitsizlik ortaya çıktı.
İlkel topluluk düzeni, son nefesini veriyordu. Topluluğun özgür üyelerinin emeği, artık toplum zenginliklerinin başlıca kaynağı değildi ve toplum, gelişmesinin yeni bir aşamasına giriyordu. Yeni toplumsal ve ekonomik ilişkiler kurulup yerleşmeye başlıyordu. [sayfa 64]