Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkİlkel Köleci Feodal Toplum - Zubritski Mitropolski Kerov2.Kısım , 4. Bölüm | Eski Roma'da Köleci Düzenin Bellibaşlı Çizgileri

2.Kısım , 4. Bölüm | Eski Roma’da Köleci Düzenin Bellibaşlı Çizgileri

2.KISIM , 4. BÖLÜM ESKİ ROMA’DA KÖLECİ DÜZENİN BELLİBAŞLI ÇİZGİLERİ

ESKİ Yunanistan, Kuzey Afrika ve eski Asya devletlerinden farklı olarak, Roma, en üstün derecedeki köleci devleti kurdu: Roma’da, köleler, maddî servetlerin başlıca üreticileridirler. Köleler ile köle sahipleri arasındaki sınıf savaşımlarının özellikle en acımasız biçimleri Roma’da ortaya çıkmıştır.
Roma tarihi, köleci toplumun iktisadî, toplumsal ve siyasal süreçlerini, en ayırdedici çizgileri ile gösterir.

1. KÖLECİ TOPLUMUN VE KÖLECİ DEVLETİN YAPISI

ROMA TOPLUMUNUN İLK AŞAMASI (İMPARATORLUK ÇAĞI)
İlk aşamada, Roma’da, köleci ilişkilerin hızlı evrimi [sayfa 129] daha çok gelişmiş başka toplumların etkisi ile açıklanır, İtalya’da (Sicilya’da), köleci düzenin egemen olduğu Fenike kolonileri ve Yunan kolonileri vardır. Etrüsklerin köleci toplumu, Apenin yarımadasının kuzeyinde yerleşmişti. Bu toplum, MÖ 6. yüzyılda gelişmesinin doruğuna ulaştı ve sonra geriledi.
Roma’daki ve Yunanistan’daki köleci devletlerin biçimlenmelerinde, pek çok ortak noktalar vardı. Bu çağda, Romalılar, klanlar (gentes) halinde, efsaneye göre, 300 klan, küriler (10 klandan kurulu eski Roma boyları) halinde ve kabileler halinde toplanmışlardı. Kabileler, Roma halkı denilen topluluğu oluşturmakta olan kabile federasyonları halinde birleşmişlerdi.
Kral (federasyon şefi), bu federasyonların başı idi. Kral comices (halk meclisleri) tarafından seçilmekteydi. Yaşlılar Konseyi, giderek, kralla birlikte, en yüksek iktidarı elinde bulunduran senato haline dönüşecektir. Yaşlılar ve onların aileleri, Roma aristokrasisinin, patrisyenlerin çekirdeğini oluşturdu.
Nüfusun büyük bir bölümü bu klan ilişkilerinin dışında kaldı. Bunlar, plebyenler, eski savaş tutsakları, Roma’nın ele geçirdiği toprakların sakinleri ve göçmenlerdi; bunların kişisel özgürlükleri vardı, ama bütün siyasal haklardan yoksundular. Yavaş yavaş plebyenler, yoksul düşmüş Roma yurttaşları ile kaynaştılar.
Roma toplumunda, köleler, az sayıdaydı. Kölelik, ataerkildi. Sınıf çatışmaları henüz başlangıcındaydı.

KLAN ARİSTOKRASİSİNE KARSI HALKIN SAVAŞIMI
Yoksul düşmüş yurttaşların desteklediği plebyenler, doğuştan aristokrat olanlara, patrisyenlere karşı acımasız bir savaş yürütüyorlardı. Servet eşitsizliklerinin artmasına sıkı sıkıya bağlı olan bu savaşım, sonunda, klan ilişkilerinin çökmesi sonucunu doğurdu. Topluluk, bütün toprak sahiplerini, [sayfa 130] plebyenleri olduğu kadar patrisyenleri de biraraya toplamaya başlıyordu. Toplumsal farklılaşmanın ölçütü servet durumu oldu.
Efsaneye göre, MÖ 6. yüzyılda, sondan bir önceki Roma Kralı Servius Tullius tarafından gerçekleştirilen reform, Umun topluluğunun yeniden örgütlenmesinde önemli bir aşama oldu. Bu reform, bütün Roma nüfusunu servet durumlarına göre birçok gruplara (“sınıflara”) bölüyordu. En zengin sınıftan olan yurttaşlar, askerî birliklerin (santüri”ler – yüz kişilik takımlar) en büyük bir miktarını sağlıyordu. Daha az zengin ama sayıları daha çok olan yurttaşlar, daha az santüri veriyorlardı. Yeteneği olmayan, yoksul tabakalar, proleterler, yani zürriyetlerinden başka bir şeyleri olmayan kişiler, bir tek santüri oluşturuyorlardı.
Toplumun bu bölünme düzeninin büyük bir siyasal anlamı vardı. Halk Meclislerinde yurttaşlar, santüri (yüzde, yüzdelik) hesabıyla oy veriyorlardı; her sınıf, çıkardığı santüriler sayısı ile orantılı bir oy miktarına sahipti.
Artık, mülk sahiplerinin maddî malları, onların toplum indeki yerlerini, nüfuzlarını, etkilerini, ve rollerini belirliyordu. En zengin plebyenler, patrisyenler arasına karışmaya başlıyorlardı. Pleblerin başlıca yığınına gelince, onların sefaleti gittikçe artıyordu. MÖ 509’da, krallık iktidarının düşüşü ve cumhuriyetin kuruluşu, bu durumda hiç değişiklik yapmadı.

CUMHURİYETİN BAŞLANGICI
Roma toplumunun, zanaatçılıkla toprak işinin birbirinden ayrılmasına bağlı olan ekonomik gelişmesi, köle emenin rolünün derece derece güçlenmesi sonucunu doğurdu. Bu da, devletin, köle sahipleri sınıfının ve nüfusun öteki varlıklı tabakalarının siyasal egemenliğinin aygıtı olarak güçlenmesi sonucunu verdi.
Senato, Roma Cumhuriyetinde en yüksek kurumdu. [sayfa 131] Krallık iktidarı, yerini, önceleri pretörler (eski Roma yargıçları), sonraları da konsüller denen iki majistranın (yüksek görevlinin) iktidarına bıraktı. Bu majistralar, senatoya başkanlık ve askerî birliklere de komutanlık ediyorlardı. Yavaş yavaş daha aşağı kademede majistralık görevleri, meclislerde idare amirlikleri, belediye meclis üyelikleri kuruldu. Bu görevler, ücret karşılığında olmadığı için gene varlıklı sınıfın temsilcilerine düşüyordu. Yüksek görevler gibi senatoya seçilmek hakkı da patrisyenlere özgü bir ayrıcalıktı.
Patrisyenler ile plebyenler arasında hiçbir zaman sönmeyen savaşım, başlıca iki sorunun çevresinde dönüyordu: özellikle borçlar yüzünden köleliğin yasaklanmasına bağlı olan toprakla ilgili sorun ve plebyenlerin siyasal hakları sorunu. Ekonomik durumları ve borçları ağırlaşmış olan küçük toprak sahipleri plebyenler, büyük toprak sahiplerine, patrisyenlere karşı çıkıyorlardı. Bu savaşım, bizzat halkın (plebin) bağrında oluşmakta olan toplumsal farklılaşma ile daha karmaşık bir hal almıştı.
Sonunda, plebyenler, en başta geleni borç yüzünden köleleştirmenin yasaklanması olan çeşitli ödünler kopardılar. Kendilerine yüksek görevlerin kapısını açtırdılar ve halk mahkemelerinin kurulmasını elde ettiler. Halk mahkemeleri, patrisyen majistraların kararlarını, eğer halkın çıkarlarına aykırı ise ertelemek hakkına sahip bulunuyorlardı.
Patrisyenler ile plebyenler arasındaki savaşım, toplumun servete göre bölünmesini tamamladı. Eski patrisyen ailelerin ve zenginleşmiş plebyenlerin çocukları, birbirinden ayrılmamacasına kaynaştılar, yeni bir ayrıcalıklı kastı, yani soyluluğu oluşturdular. Pleb (halk) terimi, ilk anlamını yitirdi ve nüfusun sömürülen aşağı tabakalarını belirtmeye başladı.
Dış siyaset alanında MÖ 5. ve 3. yüzyıllar arasındaki dönem, Romalıların, İtalya yarımadası üzerindeki egemenliklerini [sayfa 132] sağlamak için hemen hemen aralıksız sürdürdükleri savaşlarla belirlenir.
İşte o zamanlardadır ki, Roma köleci toplumunun ve devletinin billurlaşması, tamamlanmış oldu.

2. KÖLECİ TOPLUMUN EN YÜKSEK AŞAMASI

AKDENİZİN ROMALILAR TARAFINDAN FETHİ
Köleci ilişkilerin gelişmesi ve bunun gibi egemen simin toprak sorununu, koloniler kurarak çözümleme isteği, Roma’yı, askerî bakımdan İtalya yarımadasının dışına yayılma siyasetine yöneltti. MÖ 3. yüzyılın ilk yarısının sonlarında, Roma, Kuzey Afrika’nın büyük bir köleci devleti olan Kartaca’ya karşı savaşa giriyor. Bunlar, Kartaca’nın çökmesi (MÖ 146) ve Batı Akdenize Roma egemenliğinin yerleşmesi ile sonuçlanan (birinci, ikinci, üçüncü) Kartaca savaşlarıdır. Aynı sıralarda, Romalılar, Balkan yarımadasını da ele geçirdiler. Daha sonra, egemenliklerini, Doğu Akdenize, Küçük Asya’ya, İzlanda’ya, bugünkü Belçika topraklarına, vb. değin genişlettiler. Ele geçirilen ülkeler, Roma eyaleti haline getiriliyor ve bu eyaletler, iktidarda bulunan sınıfın sürekli zenginleşme kaynağı oluyordu.
Zaferle biten bu savaşlar, Roma’ya çok ucuz bir köle el emeği sağladı. Örneğin, Sardinya’ya yapılan tenkil (terleme) seferinden sonra, 80.000 kişi köleleştirildi; Yunan paleti Epir’in (MÖ 167’de) ele geçirilişi sırasında, 150.000 kişi satılmıştı. Köle akını, Roma devletinin ekonomisinde, ile emeği payının artmasına yardım etti.

KÖLE EMEĞİNİN AĞIR BASMASI
Köle emeği, özgür yurttaşların emeğinin yerini alıyordu. Bir tarım ülkesi sözkonusu olduğu için, bu olgu, güçlü şekilde, tarımda kendini gösterdi. Yığın halinde köle el emeğine başvurulması, büyük toprak yurtluklarını, özellikle [sayfa 133] pazar için üretim yapmakta olan latifundiaları doğurdu. Büyük malikâneler, yalnız, köle sahiplerinin, latifundiacıların, “komünal” denen tarlaları kendilerine maletmelerinin değil, aynı zamanda küçük ve orta işletmelerin yıkılışının da sonucu oldu. Eski gelir kaynakları ellerinden giden köylüler, büyük toprak sahiplerinden aldıkları tarlanın yarıcısı haline dönüştüler ya da kentlere sürülmek zorunda kaldılar. Bazıları kentlerde zanaatçı oluyorlardı, ama çoğu düşkünleşiyor ve ancak iktidardaki sınıfın kendilerine attığı sadakalarla yaşayabilen alt-proletarya saflarına katılıyorlardı.
Kent zanaatçıları, kölelerin de yavaş yavaş yerlerini aldıkları loncalar halinde birleşiyorlardı.
MÖ 2. yüzyıl, köleci toplumda, bir dönüm noktası oldu. Bu andan başlayarak, köleler, gittikçe, maddî servetlerin başlıca üreticileri haline geldiler.

TİCARET VE TEFECİLİKTE HIZLANIŞ
Köleci düzenin gelişmesi, gerçek bir köle alışverişi sisteminin kurulmasına vardı. Roma’da ve başka yerlerde, köle pazarları ortaya çıktı.
Dış ticaret, iç ticarete üstün geliyordu. Tarım ürünleri ve lüks eşya, pek çok eyaletlerden, yani ele geçirilen ya da bağımlı ülkelerden Roma’ya akıyordu: Roma da, karşılık olarak, onlara, madenî eşyalar, şarap ve zeytinyağı veriyordu. İthalât, ihracata üstün geliyordu. Ama ihracat açığı, ele geçirilen ülkelerin yağma edilmesi ve özellikle büyük paraların Roma’ya akması ile kapatılıyordu. Gümüş ocaklarıyla, İspanya’nın ele geçirilmesi, Roma devletine para basmak için sürekli kaynak sağladı.
Ticaretin ve para dolaşımının gelişmesi, tefeciliğin açılmasının, genişlemesinin nedeni oluyor; kesenek karşılığında vergi tahsilini üzerlerine alan ve aynı zamanda tefecilik yapan aşarcı-sarraf ortaklıklarının kurulduğu görülüyor. [sayfa 134]
Roma’da, geniş bir sarraf dükkânları ağı vardı. Sarraflar, değiş-tokuş dışında, para saklama, onları transfer etme ve aynı zamanda faizle ödünç verme işlerini de görüyorlardı.
Tacirler ve tefeciler, yavaş yavaş egemen sınıftan ayrı bir tabaka haline geliyor ve soylu şövalyeler kategorisini oluşturuyorlar.

ROMA TOPLUMUNDA ÇELİŞKİLERİN YEĞİNLEŞMESİ
Kölelerin aşırı derecede sömürülmesi, köle sahipleri ile maddî malların doğrudan üreticisi köleler arasındaki temel çelişkileri gittikçe ağırlaştırıyordu. Kölelerin ayaklanmaları gün geçtikçe daha sık oluyordu.
Bu isyanların en büyüğü Spartaküs isyanı oldu.
Bir gladyatör olan Spartaküs, MÖ 74 yılında, Kapu (Capııe) kenti gladyatörleri arasında bir suikast düzenledi. Suikast açığa çıkarılınca, kentten, ancak birkaç düzine köle kaçabildi ve şefleri ile birlikte Vezüv yamacına varmayı başardılar. Bu bir avuç insanın çevresinde, İtalya’nın güneyinde ve kuzeyinde, kölecilerin birliklerini ezen 60.000 kişilik bir ordu toplandı. Ancak 71 yılında, Roma kölecileri, büyük çabalar harcayarak, isyanı bastırdılar. Kölelik düzeni henüz sağlamdı ve köleler bu düzeni yıkamayacak durumdaydı. Ama 74-71 ayaklanmasının tarihsel bir önemi oldu: o zamanın toplumsal düzenine korkunç bir darbe indirdi. Bu ayaklanmanın başka bir değeri de, özgürlük uğruna savaş geleneklerini güçlendirmiş olmasıdır. Spartaküs adı, sömürücülerin baskısına karşı, amansız savaşımın bir simgesi olarak kaldı.
Bu arada, Roma ile eyaletleri arasındaki gerilim artıyordu. Köleleştirilmiş halkların isyanlarının biri bastırılmadan öteki alevleniyordu. Latifundiaların efendileri ile onların iflâsa sürükledikleri küçük özgür köylüler arasındaki çelişkiler şiddetleniyordu. Köleciler tarafından elkonulmuş [sayfa 135] topluluğa ait toprakların yeniden üleştirilmesini isteyen Roma plebinin toprak hareketi, MÖ 2. yüzyılın sonuna doğru, önemli bir genişlik kazandı.
Ama toplumsal çelişkilerin bu genel derinleşmesi, henüz köleliğin rejim olarak bunalım içinde olduğu anlamına gelmiyordu. Eğer bir bunalım sözkonusu idiyse, bu, ancak Roma Cumhuriyetinin köleci devletinin içinde bulunduğu bunalımdı. Ama bu bunalım da, kölelerin emeği üzerine kurulu toplumsal sistemin gelecekteki parçalanışının bir belirtisinden başka bir şey değildi,

CUMHURİYETİN DÜŞÜŞÜ VE İMPARATORLUĞUN GELİŞİ
Cumhuriyetin bunalımı, MÖ 1. yüzyılın yarısına doğru, egemen sınıfın başka başka gruplarını tehlikeye koyan gerçek bir iç savaşa doğru gitmeye başladı.
Bu bunalım gösteriyordu ki, site-devletin geleneksel kuruluşlarını koruyan Roma Cumhuriyeti, artık, kurmuş olduğu koskoca koloniler imparatorluğu içinde, köle sahiplerinin egemenliğini sürdürecek güçte değildi. Bu yüzden, köle sahipleri, kendi durumlarını sağlamlaştırmak için bir askerî diktatörlükten başka çare göremiyorlardı. Bundan sonra, taşranın büyük toprak sahipleri de devlet yönetimine katıldılar, İmparatorluk, köleci devletin bu yeni biçimi, gerek Romalı, gerek taşralı köle sahipleri sınıfının egemenlik aracı olmaktan başka bir şey değildi.
Roma devletinin yeni yapısı, genel çizgileri ile, Jül Sezar’ın (MÖ 1. yüzyılın ikinci yarısı) ve manevî oğlu ve resmî ardılı Oktavius Ogüstus’un (MÖ 1. yüzyıl) diktatörlüğünde ifadesini buldu. Gerçi biçimsel olarak, senato, devletin en yüksek gücü sayılmakta idiyse de, Oktavius, imparatorluğun biricik ve karşı konulmaz efendisi idi. Halkın koruyucusu olmak iktidarı yanında, Ogüstus, yüksek askerî iktidarı da kendi elinde topladı. İlk olarak Roma’da, zafer kazanmış bir generale, belirli bir süre için verilen imparator [sayfa 136] unvanı, Ogüstus’tan başlayarak Roma İmparatorluğunun şef hükümdarı tarafından taşınan bir unvan oldu.
İmparatorların, desteğini kazanmaya çalıştıkları ordu, şimdi artık, büyük bir toplumsal ve siyasal güç olmuştu.
İmparatora bağlı ve az sonra cumhuriyetçi kuruluşların yerini alacak olan bir yönetim aygıtının doğduğu görüldü.
MS 1. yüzyılın ikinci yarısında ve bütün 2. yüzyılda, Roma İmparatorluğunun, kudret ve zenginliğinin doruğuna vardığı ve toprakların en büyük genişliğe ulaştığı görülür.

3. KÖLECİ ROMA DEVLETİNİN ÇÖKÜŞÜ
Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun parçalanışı ve yıkılışı, hiçbir zaman, birdenbire olmaz. Bu, zaman içinde yayılmış, yoğunluğu bir dönemden ötekine değişen yoğun bir olgudur. Roma İmparatorluğunun gerileyişinin belirtileri, hiçbir şeyin bu koskoca yapıyı sarsamaz gibi göründüğü bir çağda ortaya çıktı.

BÜYÜK İŞLETMELERİN ÇÖKÜŞÜNÜN BAŞLANGICI VE KOLONLUĞUN DOĞUŞU
MS 1. yüzyılın sonu ve 2. yüzyılın başında günışığına çıkan bu belirtilerden biri, çalışmalarının sonuçları ile hiç bir biçimde ilgilenmeyen kölelerin zarar verdiği büyük işletmelerin rolünün gitgide azalması oldu. Latifundia sahipleri, köleleri gözetlemek ve çalışmaya zorlamak için karmaşık bir baskı aygıtını hazır bulundurmak zorunluluğu duyuyorlar, bu da üretimi daha pahalı kılıyordu.
Bunun için, büyük toprak sahipleri, çok kez latifundia çerçevesi içinde küçük özel işletmeleri korumayı daha kârlı buluyorlardı. Gerekli malzemeyi efendilerinden sağlayan köleler, bu küçük işletmeleri işletiyorlar ve emek karşılığı olarak da, üründen bir parça alıyorlardı. Bu arada kolon denilen özgür yarıcıların da ortaya çıktığı görülüyor. Bunlardan [sayfa 137] bazıları para olarak kira ödüyorlar, bazıları ise (ki bunlar hep çoğunluktaydı) ürünün bir bölümünü mülk sahibine veriyorlardı, Kolonlar, derece derece, bağımlı çiftçiler durumuna geçtiler. Yoksullaşmış özgür köylülerin ve azat edilen kölelerin kolon saflarına akım sonucunda saflar kalabalıklaşıyordu.
Kolonluk sistemi, üreticilerin, çalışmalarının sonuçlan ile doğrudan doğruya ilgilenmelerine yardımcı oldu.
İkramiye yöntemi de aynı amaca hizmet ediyordu. Burada, efendi, mülkünün bir parçasının tasarruf hakkını kölesine veriyor, karşılığında gelirden belirli bir pay alıyordu.

KÖLECİ TOPLUMUN BUNALIMININ YEĞİNLEŞMESİ
Parçalanıp dağılmanın ilk belirtileri MS 1. yüzyılın ikinci yarısında kendisini göstermeye başladı. 3. yüzyılda daha da belirginleşti ve Roma toplumu, derin bir bunalım içine düşmüş oldu.
Uzlaşmaz karşıt başlıca sınıfların durumu çok değişmişti ve aralarındaki ilişkiler de artık aynı değildi. Köle emeğinin üretkenliğinin düşüklüğü, köle sahiplerini, köleleri azat etmeye itiyordu. Köleler ya bir ikramiye (bir parça toprağın tasarruf hakkını) alıyorlar ya da kolon oluyorlardı. Kölelerin emeklerinin ürünü, onları ilgilendirmediği için, efendiler, köleler üzerine baskı yapmaktan vazgeçmek zorunluluğunu duyuyordu. Bununla birlikte, kolonların, mülk sahipleri karşısındaki bağımlı durumları, sürekli olarak, daha belirli bir durum alıyordu. Başka bir deyişle, özgür küçük çiftçiler ile kölelerin koşulları birbirine yaklaşıyordu. Çok kez yoksul ya da az varlıklı köylüler, kolon durumuna düşüyorlardı; sonuçta, Roma, bütün öteki eski kentler gibi, mülk edinmiş bir özgür yurttaşlar toplumu oluyor ve köleliğin kalesi olma rolü tehlikeye girmiş bulunuyordu.
Zanaatçı loncalarının üyeleri de, gittikçe yoksullaşıyordu. Zanaatçılar tarafından ödenen vergilerin düzenli oluşu, [sayfa 138] devleti, artık, bütün çarelere başvurarak, zanaatçı loncalarını güçlendirmeye yöneltti.
Vergilerin sürekli olarak ağırlaşması, topluluğa ait toprakların yağma edilmesi, kentlilerin çoğunun yıkımını çabuklaştırıyordu ve kent yapısının gittikçe artan ön çatlaklarını derinleştiriyordu.
3. yüzyılın ekonomik bunalımı, toplumsal çelişkileri daha çok derinleştirdi. Kolonlar ve yoksul yurttaşlar, şimdi kölecilere karşı ortak cephe kuruyorlardı.
3. yüzyılda isyan eden köleler ve kolonlar, Galya’yı ve İspanya’yı ele geçirdi. Köleciler de birlik halinde değillerdi: büyük toprak sahipleri, daha önemsiz olan köle sahiplerini ezmeye çalışıyorlardı.
Toplumsal çelişkiler, siyasal çelişkilerle birbirine karışıyordu. Bazı eyaletlerin ayrılma eğilimleri, aynı şekilde çeşitli grupların taht için savaşımı, gittikçe artıyordu. Bu iç çekişmeler sırasında ordu gittikçe artan bir rol oynuyordu.
193-197 yıllarında, iktidardaki sınıfın çeşitli grupları arasında bir iç savaş patlak verdi; bu savaş, 3. yüzyılın yarısında, çok ağır bir siyasal bunalımın nedeni oldu.

KÖLKCİ ÜRETİM TARZININ KESİN OLARAK DAĞILIP PARÇALANMASI
Köleci üretim ilişkilerinin dağılıp parçalanmasının belirtili kanıtlarından biri, kolonluğun gelişmesi oldu. 4. yüzyılda, Konstantin’in hükümdarlığı zamanında, kolonlar, çalıştıkları toprağa bağlandılar. Bundan sonra kolonlar, kendi toplumsal kökenlerinden bağımsız olarak toprak sahiplerinin kendilerine gösterdiği tarla parçasını sürekli olarak işlemek zorunda tutuluyorlardı. Kolon, ne kendisinin, ne de çocuk ve torunlarının terketmeye hakları olmadıkları Roma yurtluğunun {domaine romain) temel öğesi oldu. Pratik olarak, bu, kolonun köleleşmesi demek oluyordu. Ama kolonluk, [sayfa 139] bir feodal ilişkiler sistemi kuracak ölçüde gelişemiyordu. Köleci düzen, bu evrimin önüne aşılmaz engeller çıkarıyordu.
Kolonun ağırlaşan koşulları, gittikçe köleninkine yaklaşıyordu. Öte yandan, egemen sınıfın temsilcileri, kölelere gittikçe daha acımasızca davranıyordu. Önceleri kölelerin isyan etmeleri korkusu, Roma devletini, kölelerin öldürülmesini yasaklamaya zorlamıştı; şimdi bu “hak” yeniden tanınmıştı. Yoksullar, çocuklarım köle olarak satma “iznini” elde ettiler.
Toprağa bağlananlar, yalnızca kolonlar değildi. Bağımlılık, gerçekte, zanaatçılığa değin yayılmıştı. Lonca, tümüyle, bütün üyelerinin davranışından devlete karşı sorumlu idi. Lonca üyesi zanaatçılar, loncalarından ayrılamıyorlardı, başka loncadan olan biriyle evlenmeye de hakları yoktu. Hatta belediye sınırları içine girmiş olan ruhaniler, kent nüfusunun zengin tabakasının temsilcileri bile, kente bağlandılar. Köleci devlet, bu önlemlerle, nüfusun, kentten kaçmasını engellemeye çalışıyordu. Ama kentlerin yoksullaşması her şeye karşın sürüyor ve kent topraklarının özel kişiler tarafından aşırılması ve vergilerin ağırlaşması, bu yoksullaşmaya yardım ediyordu.
Köleci üretim biçiminin çürümesinin, egemen sınıf içindeki ilişkilerde de etkileri oldu. Köle sahipleri sınıfının tümünün sözcüsü olarak devletin sağlamlaşması, yerini, siyasal ayrılmalara bıraktı. En büyük toprak sahipleri, merkezî iktidara gittikçe daha aldırmaz oluyorlardı. Tam yıkımdan kurtulmak amacıyla, küçük özgür çiftçiler, büyük senyörlerin koruyuculuğu altına giriyorlar ve böylece daha bağımlı bir duruma düşüyorlardı.
Güçlü halk ayaklanmaları, köleci yapıyı gittikçe daha çok sarsmaya başladı. Artık, siyasal bunalım ile toplumsal bunalım, bir tek bunalım halinde birleşiyordu. Bu bunalımın belirtilerinden biri, Roma İmparatorluğunun, 385’te İmparator [sayfa 140] Teodosius’un ölümünden sonra, resmî olarak onaylanan Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu biçiminde ikiye bölünmesiydi.
Daha sonraları Bizans adı ile tanınan Doğu Roma İmparatorluğu, karışık bir süreç sonunda, 15. yüzyılın yarısına değin varlığını sürdüren feodal bir devlete dönüştü.

4. İDEOLOJİ VE KÜLTÜR
Eski Roma’nın köle sahipleri, egemenliklerini sürdürmek için, ideolojik yollara da başvurdular. Bu ideolojik yollar, Roma devleti varolduğu sürece Roma köleci toplumunun siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişikliklere uygun olarak değişti.

ESKİ CUMHURİYET
Bu dönemde egemen rol, sitede, bağrında gentes aristokrasisinin hüküm sürdüğü toplulukta idi. Roma ideolojisinin aşırı tutuculuğu, buradan geliyordu. Özet olarak, bu ideoloji, topluluk düzeninin, sitenin diniydi; başka bir deyişle, patrisyen, yani aristokrat bir hükümete bağımlılıktı.
Özel hukuksal kurallarla düzenlenen mülkiyet ilişkileri gelişmekteydi.
Sözlü halk türetmeleri yanında, Roma nesir ve şiirinin ilk anıtları da ortaya çıkıyordu.

CUMHURİYETÇİ DÖNEM
Sitenin siyasal sisteminin bunalımı, aynı zamanda, site ideolojisinin de bunalımı oldu. Roma’nın Küçük Asya’da Balkan yarımadasında yönettiği savaşlar sonunda, cumhuriyetçi dönemin ideolojisi, Yunan toplumunun ideolojisinin etkisi altında biçimlendi. Roma’da da, Yunanistan’da olduğu gibi, iki ideolojik ilke arasında savaşım başlamıştı. Dinsel [sayfa 141] idealist eğilim, Yunan mitolojisinin etkisi altında oluşmuştur.
O zamana değin, devletlerin kuruluşu çağında Romalılar, birçok tanrıya tapıyorlardı. Onların gözünde, her şey ve her görüngü, bu tanrıların ruhuna ve tanrısallığına sahipti. Örneğin, çocukluğun kırküç tanrısı vardı: yeni doğan çocuğun ilk çığlığının tanrısı, bebeğin ilk adımlarının tanrısı vb.. Penat (ev bark tanrıları), lar (aile ocağı tanrıları) gibi iyi ruhlar, aile ocağının ve ailenin koruyucuları idiler.
Birçok rahip kolegyumları (kurulları) vardı. Yüksek rahipler kolegyumunun üyeleri, dinsel ayinleri düzenliyorlar; başka bir kolegyumun üyeleri, kâhinler, kendilerini, geleceği haber verme işlerine veriyorlardı vb..
Gitgide, Yunan etkisi altında, Roma ve Yunan panteonları (tanrılarının tümü) birbirine karıştılar. Roma tanrıları, insan biçimleri aldılar. Daha sonra, Roma imparatorları en büyük din adamları sayıldılar ve Roma kilisesinin başı oldular.
Materyalist eğilim, Epiküros’un öğretisinin etkisi altında gelişiyordu. Lukretius (MÖ 98-55) bu öğretinin üstün bir temsilcisi oldu. Şeylerin Doğası Üzerine adlı yapıtında, doğanın ve insanlığın kökeni ve evrimi hakkındaki fikirlerini geliştirdi. Bölünmez, yaratılmamış ve yokedüemez atomlardan sözediyordu.
Gerçeğin materyalist bir açıdan yorumlanması. Yunanlılardan öğrenilenlerin ve kendi öz bilimlerindeki ilerlemenin sonucu olan bilimsel bilgilerin birikimini kolaylaştırıyordu. Marcus Terentius Varron (116-28), zamanının bilgi düzeyine uygun, gerçek bir bilimsel ansiklopedi ortaya koydu.
Meta-para ilişkilerindeki gelişme ve özel mülkiyetin evrimi ile köleci Roma hukukunun yetkinleşmesi, aynı hızla yürüyordu. Konuşma sanatı ve güzel söz söyleme sanatı, başarı ile ilerliyordu. Çiçeron bu sanatın en güzel süsü oldu. Toplumsal, siyasal ve tarihsel alanda yazılı yapıtlar [sayfa 142] çoğalıyordu (Jül Sezar’ın notları, Salluste’un yapıtları). Özgün ozanlar ortaya çıktı. Bu arada Livius Andronikus (MÖ 3, yüzyılın ilk yarısı), Catulle (MÖ 87-54), dramaturg Planutus (254-184) ve Terensius (190-159) gibi mimarları ve heykelcileri de sayalım.

İMPARATORLUK
İmparatorluğun siyasal kurumları, bazı ideolojik olaylar ile birlikte oluşuyordu. Egemen köleciler sınıfı, halk yığınları üzerinde etki yapmak için, daha büyük bir kararlılıkla dinden yararlanıyorlardı. İmparator, onların iktidarının tanrısal kökenini belirtmek, güçlendirmek görevini yükleniyordu. Doğu eyaletlerinde, egemen sınıftan olanlara, tanrı gibi saygı gösteriliyordu.
İmparatorluğun ululaştırılması, yayılmakta olan stoacılığın başlıca amacı oldu. Stoacılığın temsilcileri Seneka, Epiktetos oldular. Stoacılara göre, insan, tek büyük organizmanın bir parçasıydı ve onun bütün eylemi, bu organizmanın, yani toplumun, devletin iyiliğine adanmalı idi. Stoacılar, her şeyin durmadan yinelendiğini, hiçbir zaman yeni hiçbir şey olmadığını ve olamayacağını söylüyorlardı. Bu fikirler, imparatorluğun ve kurulu düzenin sonsuzluğuna uygun düşüyordu.
Yeni pitagorasçılar, Pitagoras’ın, Platon’un ve Aristoteles’in felsefî fikirlerini gizemcilikle dopdolu yeni bir öğreti kurmak üzere birleştirdiler; bu öğretiye göre tanrısal ilke iyi, madde ise kötü idi.
Egemen sınıfın ideolojisine karşıt olarak halk yığınları, kendi öz ideolojilerini kendiliklerinden oluşturuyorlardı. Bu, keyfe bağlı yönetime karşı bir protestonun ideolojisi, emeğin ve küçük kişilerin ululaştırılması ideolojisi oldu. Halk arasında, yalnız krallar ve aristokratların değil, basit emekçilerin de ölümünden sonra tanrılarla eşit olabilecekleri düşünülüyordu. [sayfa 143]
Edebiyat ve sanatlar da, egemen sınıf tarafından imparatorluk iktidarının sürdürülmesi ve ululanması için kullanıldı. İmparator Ogüstus’un hükümdarlığı zamanında Virgilius, Horacius, Properceus, Tibullus, Ovideus gibi ozanlar, Tite-Live adlı nesir yazarı vb., yapıtlarını verdiler.
Genç Pline’in, tarihçi Plutarkhos Appien’in, Suetones’un yazmaları daha sonraki çağla ilgilidir. Bize dikkate değer yapıtlar bırakan mimarlık, henüz kesin biçimini almakta olan Roma hukuku, hep imparatoru ululamaya hizmet ediyordu.
Öte yandan, edebî yapıtlar ve siyasal yazmalar -özellikle tarihçi Tacitius, ozan Lucain, nesir yazarı Petroneus, imparatorluğa karşı köleci sınıfın bir fraksiyonuna bağlı olan öteki satirik yazarlar Juvenal ve Lucien’de-, eleştirici fikirler içeriyorlardı.
İmparatorluğun başlangıcında, Roma’nın, Yunanistan’ın ve ele geçirilen Doğu eyaletlerinin kültürel gerçekleştirmelerinin sentezi olan tek bir Roma-Helen kültürü oluşmaya başlıyor. Bu, her şeyden önce, doğa bilimleri için doğrudur. Yaşlı Pline’in Doğal Tarih’i, özellikle derleme bir yapıttı. Ama daha ciddî bilimsel yapıtlar da ortaya çıktı. Bu yapıtlar, eski yazarlar tarafından incelenmiş olan maddeleri, eleştirici bir gözle dikkate alıyorlardı. Strabon, önemli coğrafya yapıtları verdi. Ptolemeus, kendi adını alan bir gökbilim sistemi ortaya koydu.
Bergam’lı hekim Galienus, büyük bir üne ulaştı. Hekimlik üzerindeki etkisi büyük oldu.

HIRİSTİYANLIK
Hıristiyanlık, 1. yüzyılda, Roma İmparatorluğunun Doğu eyaletlerinde ortaya çıktı. 2. yüzyılın başlarında Yunanistan’a girdi ve az sonra İtalya yarımadasında yayıldı.
Halk yığınlarının her gün daha güç olan durumu, keyfî yönetim, yeryüzündeki varlığın geçici niteliği yolundaki [sayfa 144] gizemli fikirlerin yayılmasının nedeni oldu ve öteki dünyada daha iyi bir gelecek umudu uyandırdı.
Bu fikirlerin yayılması, hıristiyan dininin gelişini hazırladı. Hıristiyanlık, Asya ve Afrika’nın birçok dinsel tapınmaları; insanları kötücül güçlerden korumak ve ölümsüzlüğe ve aydınlığa götürmek uğruna insanlar için kanını akıtan, öldüren ve dirilten bir tanrıya tapınmaları içeriyordu. Hıristiyanlık, kurban vermelerden ve her çeşit ayinlerden vazgeçti. Hıristiyanlığın vaizleri, başka dinlerin yandaşlarından farklı olarak hiçbir etnik ve toplumsal ayrılık tanımıyorlardı. Bu, onlara, bahtsızların ve horlananların sevgisini kazandırıyordu.
Başlangıçta, özellikle yoksulları içine alan hıristiyan topluluklarda, eşitlik hüküm sürüyordu. Ama rahatı yerinde olmakla birlikte, mevcut düzenden hoşnut olmayan çevrelerin temsilcileri hıristiyanlara katılınca, ilişkilerin yalınlığı ve topluluğun demokratik niteliği yavaş yavaş kayboldu.
Din gereksinmeleri, daha karmaşık hale geldi; ve zengin bağışlar, ortak malları yönetenlerin ve ayinlere başkanlık eden diyakosların, papazların, eveklerin etkilerini güçlendirdi. Topluluğun yönetici çevreleri olan din adamları kastı, hıristiyanlar sürüsünden ayrıldılar, hıristiyan kilisesi ortaya çıktı. Böylece, evrim geçirerek, hıristiyanlık, egemen sınıfı yanına çekmekte kendisine yardım eden özellikleri ve yeni çizgileri aldı.
Eski dinsel tapınmalar, yığınları boyuneğme durumunda tutma yeteneğinde değillerdi. Emekçileri, sömürücülere karşı toplumsal savaşımdan caydıran hıristiyan öğretisi, kölelerin çıkarlarına, daha iyisi düşünülemeyecek şekilde pek güzel karşılık veriyordu. Bu sınıfın ideologları, kısa zamda anladılar ki, hıristiyanların itirazları, sömürücüler için yararlı olan bir doğrultuya kolaylıkla çevrilebilir. Hıristiyanlığa özgü tam bir bağımlılık, boyuneğme ve yumuşakbaşlılık vaizi, yerleşmiş dogmaların tanınması, köle sahiplerinin [sayfa 145] hoşuna gidiyordu. Ensonu, egemen sınıfın temsilcileri, hıristiyanlığa karşı tutumlarını değiştirdiler. 4. yüzyılda. İmparator Konstantin zamanında, hıristiyanlık resmî din ilân edildi. Hıristiyan kilisesi, önemli ayrıcalıklar elde etti. Ezilmişlerin dini, kölecilerin halk yığınları üzerindeki manevî baskısının aleti haline geldi.

İMPARATORLUĞUN EVRİMİ
İmparatorluğun, ilkin iktisadî ve toplumsal alanlarda patlak veren bunalımı, ideolojiye de uzandı. Egemen sınıfın temsilcileri arasında yayılmış olan felsefî ve dinsel sistemler, artan bir kötümserliğin damgasını taşır. Örneğin stoacıların görüşleri evrim geçirir. İmparatorluğun açılıp gelişmesi çağında, başkasının iyiliği için kendim feda etmek gerekliliğini öneren stoacı öğreti, kölecilerin iktidarını güçlendirmeye yardım etmiştir. Ama bu öğreti, imparatorluğun çöküşünde kötümserlik ve umutsuzluk fikirlerini vurguluyordu.
3. yüzyılda, Plotin’in gizemli felsefesi, yeni-platonculuk geniş bir alana yayıldı. Plotin’e göre, kötü ile madde birbirine karışıyorlardı. İnsanın amacı, zekâ için anlaşılmaz olan en yüksek iyi ile manevî bir kaynaşmadır.
Edebiyat da, aynı şekilde, felsefî-dinsel bir nitelik gösteriyordu; o çağda en yaygın tarz olan roman da böyleydi (Apule’nin Metamorfozlar ya da Altın Eşek’i, Heliodores’in Edmonika’sı).
4. ve 5. yüzyıllarda, imparatorluğun kesin çöküşü sırasında, hıristiyanlığın kabul etmediği payen (puta tapıcı) felsefe öğretileri, cincilik, büyücülük, müneccimlik (yıldız falcılığı), hıristiyanlık içinde eridiler. Hıristiyan kilisesini zaferi ile birlikte payen kültürünün sayısız anıtlarının tahrip edildiği görülüyor, ama aynı zamanda halkı incitmemek için hıristiyanlık paganizmden (puta tapıcılıktan) çok şeyler alıyor. Böylece Milât (İsa’nın doğuşu) bayramı, Noel, [sayfa 146] zamanla Mithra, Güneş Tanrısı bayramı ile karışır. Doğu eyaletlerinde çok yaygın olan bereket tanrıçalarına -Isis, Astarte, Kybele- tapınma, Meryem Anaya tapınma halinde gelişti. Edebiyat, dar bir saraylılar çemberinin beğenilerine uymaya çaba gösteriyordu. Bunlar, özellikle imparatorun onuruna düzülen övgüler oldu. Kültürün genel düzeyi hissedilir ölçüde düştü.

5. ROMA İMPARATORLUĞUNUN DÜŞÜŞÜ
Köle emeği, gittikçe, teknik ilerleme ve toplum evrimi için bir engel haline geliyordu. Üretici güçlerin düzeyi, başka üretim ilişkilerini gerekli kılıyordu. Daha ileri bir ekonomik ve toplumsal biçimlenmeye, feodal düzene devrimci bir geçiş, kendini zorla kabul ettiriyordu. Bununla birlikte Batı İmparatorluğunun, Roma köleci devletinin bu en yüksek biçiminin düşüşünde, yalnız iç etkenler değil, dış etkenler de rol oynadı.
Pek çok komşu kabileler, imparatorluğun topraklarını durmadan istilâ ediyorlardı. Bu akınlar, MS 2. yüzyılda, çok önemli yakıp yıkmalarla sonuçlanıyordu.
Orta Avrupa’daki tam ilkel topluluk düzeninin dağılma dönemini geçirmekte olan Cermen kabile birlikleri, tehlikeli komşular oldular. Karpatlar’da Karadenizin kuzeyinde de, Got, Dak, Sarmat ve Slav kabilelerinin güçlü federasyonu kuruluyordu.
“Barbar” kabileler (Cermenler ve ötekiler) arasında paralı askerler toplanması, Roma devletinin gerilemesinin belirtilerinden biri oldu. Bir yandan aşiretler arasında, öte yandan da köleler ile kolonlar arasında bir yakınlaşma beliriyordu. İç çelişkiler, kölelerin, yoksullaşmış köylülerin ve zanaatçıların başkaldırmaları Cermenlerin, Gotların, Sarmatların ve köleci Roma devletini sarsan öteki halkların indirdikleri darbelerin üstüne ekleniyordu.
Batı İmparatorluğunun toprakları durmadan daralıyordu. [sayfa 147] 5. yüzyılın ortalarında, Roma imparatorları yalnız İtalya ve Galya’nın bir parçası üzerinde hüküm sürmekteydiler. Roma’nın 410’da Batı Gotları tarafından alınışından sonra imparatorluğun başkenti bile İtalya’nın kuzeyine, Ravenne’e nakledildi.
Köleler ve kolonlar, imparatorluğa saldıran kabileleri destekliyorlardı. Batı imparatorluğunun tacı, paralı Cermen askerlerinin şeflerinin elinde bir oyuncak haline geldi. 476 yılı, şeflerden biri olan Odoakr’ın, son Roma İmparatorluğunu devirdiği zaman, Batı Roma İmparatorluğunun kesin yıkılış tarihi olarak kabul edildi. İlk “barbar” devleti, o zaman, İtalya’da kuruldu.
Roma İmparatorluğunun düşüşü, öte yandan, köleci düzenin de son bulması anlamına geliyordu.
Köleci düzenin yıkılması ile sonuçlanan bu iç ve dış etkenlerin birleşmesi, daha ileri ekonomik ve toplumsal bir biçimlenmeye doğru, yani feodal düzene doğru devrimci geçişi oluşturdu. [sayfa 148]

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments