Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkİlkel Köleci Feodal Toplum - Zubritski Mitropolski Kerov3.Kısım , 3. Bölüm | Egemen Feodal Sınıfın Siyaseti Yeni Devlet Biçimleri

3.Kısım , 3. Bölüm | Egemen Feodal Sınıfın Siyaseti Yeni Devlet Biçimleri

3. EGEMEN FEODAL SINIFIN SİYASETİ YENİ DEVLET BİÇİMLERİ

MERKEZİLEŞMENİN İLERLEMESİ
Meta-para ilişkilerinin gelişmesinin sonucu olan toplumsal koşullardaki değişme, egemen sınıfları, siyasal iktidar biçimlerini de değiştirmek zorunda bırakıyordu.
Yeni feodal devlet, büyük toprakların iktisadî birliğine dayanan, merkezileşme eğiliminden ileri geliyordu. Siyasal birleştirme ve merkezî devletlerin kuruluşu, ilerlemiş feodalite çağının önemli olgularından biri oldu.
Merkezî siyasal örgütlenme biçimlerindeki daha sonraki değişiklik, en tamamlanmış biçimlerini, İngiltere ve Fansa’da aldı. 20. yüzyıla değin, sınıf savaşımının, her seferinde kesin bir sonuca varması, başka ülkelerden çok Fransa’da görüldü. Savaşımda kapalı alan görevi yapan değişik siyasal biçimler, en belirgin olarak, bu ülkede görülebilmekteydi. Fransa’da merkezileşme, 12. yüzyılda Kapetyenler zamanında [sayfa 197] başlayıp 15. yüzyılın sonunda, Valvalar zamanında tamamlanmak üzere, krallık iktidarının derece derece güçlenmesinden ileri geliyordu. Fransa kralları, büyük feodalleri birer birer yendiler. Büyük senyörler tarafından ezilmekte olan küçük ve orta feodallerden destek görüyorlardı.
Kent ve kentliler, Fransa’nın siyasal bakımdan birleştirilmesinde ve krallık iktidarının güçlenmesinde, belirleyici bir rol oynadı. Zanaatçıların ve tacirlerin, ticaret yollarının güvenlik altında olmasında ve içerde sağlam ticaret bağlarının yaratılmasında, çıkarları vardı. Aralarındaki savaşım yüzünden ülkede savaşlar ve yağma gibi kargaşalıklar çıkmasına neden olan bazı feodallere karşı, krallık iktidarını desteklemek için anlaşıyorlardı.
Krallık iktidarı, yani feodal sınıfın ortak çıkarlarının sözcüsü, ticareti ve kentlerde zanaat imalâtını koruyup gözetmekte yarar görüyordu ve bunun için de bu çağda ilerici bir rol oynadı.

TOPLUM KATLARINDA FEODAL MONARŞİNİN KURULUŞU
Merkezî iktidar güçlenirken, Fransız kralları, gene de, uzun bir süre içinde kurumlaşmış olan bir feodal konseyi, zaman zaman toplantıya çağırıyorlardı. Bunu, önemli kararlar vermek için, laik ve dindar büyük feodallerin rızasını almak gereğini duydukları zaman yapıyorlardı.
12, yüzyıldan bu yana, krallar, büyük kentlerin varlıklı çevrelerinin temsilcilerini bu konseye çağırdılar. 14. yüzyılın başlangıcından, Philippe IV zamanından bu yana da, bu meclisler, sürekli meclisler haline geldiler ve Kuzey ve Güney eyaletleri için ayrıca toplanmakta olan eyalet meclislerinden farklı olarak “Genel Meclisler” (“Etats Generaux”) adını aldılar.
Çeşitli toplum katlarının -rahipler, soylular ve kentliler- temsilcileri, krallık iktidarı tarafından alınan önlemleri kabul ediyor, karşılığında, bazı ödünler istiyorlardı. [sayfa 198] Böylece, hükümet üzerinde dolaysız bir etki kuruyorlardı.
Meclisteki delegeler, ayrı ayrı yerlerde oturuyorlardı, Genel olarak, “üst” toplum katlarının, rahiplerin (birinci kat) ve laik feodallerin görüşleri, kent temsilcilerinin görüş ve fikirlerinden ayrılıyordu.
O çağda, başka ülkelerde görülen, meclislerde temsil olunma, örneğin İngiltere’deki parlamento, feodal devletin yeni bir aşaması idi. Temsilî feodal devlet, “toplum katları monarşisi” (“monarchie des ordres”), feodaller sınıfının egemenliğinin siyasal biçimi oldu. Bu, feodal toplumda üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin evriminde, yeni bir aşamaya uygun düşüyordu. Feodal devletin bu yeni biçimi de, egemen sınıfın, halk yığınlarının sömürüsünü ağırlaştırma eğilimini karşılıyordu.

4. MERKEZÎ RUS DEVLETİ

RUS TOPRAKLARININ BİRLEŞTİRİLMESİ
Merkezî Rus devleti, 15. yüzyılın sonunda kuruldu. Rus topraklarının iç birliği, 13. yüzyıldan beri Rusya üzerine çöken Tatar-Moğol boyunduruğunun devrilmesiyle aynı zamana raslar. Moskova, devletin merkeziydi. Feodal bölünmenin kaldırılması, yeni bir iktisadî ve kültürel ilerlemenin öncüllerini yaratıyordu.
Rus topraklarının birleştirilmesi işinin bitirilmesi ile devlet organizmalarının yapısında değişiklikler ortaya çıktı. Artık, prense, Boyarlar (büyük feodaller) Konseyi, Boyarlar Duması yardım ediyordu. Dumada, aynı zamanda, belediye milislerinin şefleri, prens hazinesinin muhafızları, veznedarlar da yer alıyordu. Kentlere ve kantonlara (genel olarak bir yıl için) boyarlar ya da daha alt feodaller, arasından seçilen valiler gönderiliyordu. Ücret olarak, yükümlülükleri toplamak hakkına, ya da o zamanlar denildiği gibi “iaşe hakkı”na sahiptiler. Bu sistem, yönetsel görevlerle prensin kişisel yurtluğunun yönetilmesi arasında [sayfa 199] çok açık bir sınırlama yapmıyordu. Rus topraklarının birleştirilmesi, başında bir büyük-prens ile bir Rus feodal monarşisinin yaratılması sonucunu doğurdu. Boyarlar Duması, giderek sürekli bir kurum haline geldi. Yönetim organları ortaya çıktı; bunlar, 16. yüzyılda, “prikaz’lar haline, bir tür bakanlıklar haline geldiler. Büyük feodallerin ayrıcalıkları azaldı. Yurtluk sahiplerinin, artık en önemli sorunları çözümlemek hakları yoktu; bu sorunlar, büyük-prens tarafından atanan ve prikaz tarafından denetlenen valinin yetkisi altında çözümleniyordu.
Feodal bölünme çağında, boyarlar ve kendi askerî birliklerine sahip olan öteki feodaller, prense hizmet etmeyi reddedebilirlerdi. Merkezî devlet bir kez kurulduktan sonra, büyük-prensler, boyarları, kendi uygun gördükleri biçimde mülklerini “yönetme” ve “sadakat” taahhüdünde bulunmaya zorladılar. Bu, yurtluklar, sistemiydi. Orta ya da küçük feodaller, prensin hizmetinde, yurtluklar, yani “pomeste” ya da “dvor”lar alıyorlardı. “Pomeşçik” (büyük toprak sahipleri) ve “dvoryane” (soylular) terimleri buradan gelir. Kentlerde ve köylerde, silah altına alınan milislerin sayısı artmıştı. Tisyatskinin (belediye milislerinin şefi) görevleri kaldırıldı ve milisler büyük-prense bağlandılar. Devlet hazinesine ve maliyeye ait kurumlar güçlendirildi, kendi yurtluklarında vergileri tahsil eden ve bunun önemli bir kısmını kendine ayıran büyük feodallerin ayrıcalıkları azaltıldı.
Ama büyük feodallere karşı olan bu önlemler, köylülerin durumunda hiçbir değişiklik yapmıyordu. Tersine, senyörler, köylüleri sıkıştırmaya, onları ezmeye bakıyorlardı: sömürü artmıştı.
Rus devleti, özellikle, 16. yüzyılın ikinci yarısında, “Korkunç” sıfatıyla anılan İvan IV zamanında güçlendi. Tahta geçer geçmez, kendisine “Bütün Rusyalıların Çarı” unvanını verdi. [sayfa 200]

PAZAR BAĞLARININ GELİŞMESİ
Merkezî Rus devleti, meta-para ilişkilerinin gelişmesiyle güçlendi. Tek ulusal pazar, 18. yüzyılda oluştu. Ama bunun kökenleri, 16. yüzyıla değin uzanır. Zanaat sanayiinin kentlerde hızla gelişmesi ve yerel pazarların gelişmesi, bu devirde olmuştur. 16. yüzyılın 80 yıllarında, Novgorod, yaklaşık olarak, 200 meslek ve çeşitli sanayie sahipti; Kazan’da 100 kadar meslek ve çeşitli sanayi vardı. Zanaat üretimi, farklılaşmanın büyüklüğü ile belirleniyordu. Demiri işleyenler arasında iğne yapımcıları, düğmeciler vb.; silah yapımcıları arasında, yay, kılıç, balta vb. yapımcıları bulunuyordu. Giyside, ulusal kılık uzmanları vb. bulunuyordu. Artmış olan toplumsal işbölümü, ticareti kolaylaştırıyordu. 16. yüzyıl kentlerinin birçoğu büyük ticaret merkezleri haline gelmişlerdi. Bu yüzyılın 60 ve 70 yıllarında Psikov’da işlerin çoğunluğunun görüldüğü tacirler çarşısının dışında, çeşitli büyüklüklerde daha 1.300 ticaret yeri vardı. Bunlar, Kazan’da 644, Moskova yakınlarında Kolomna’da 450 idi.
Köylüler, pazarda, kendi işletmelerinin ürünlerini satıyorlardı.
Yerel pazarlar arasında, yavaş yavaş, pazarlar arası ilişkiler kuruluyordu. Örneğin Novgorod’da, 16. yüzyılda, özel tacirler çarşısı vardı: Tver çarşısı, Psikov çarşısı. Bazı kentlerde panayırlar kuruluyordu. Moskova, kentler arasında bağ görevi görüyordu. 15. yüzyıldan beri büyük bir ticaret ve zanaat merkeziydi. İngilizler, Moskova’yı Londra’dan da büyük bir kent sayıyorlardı.
Öte yandan dış ticaret de ilerlemekteydi. Rus tacirleri, Baltık Denizi bölgesinde her yana gidiyorlardı. Volga, Avrupa pazarlarını, Hazar Denizi ve Orta Asya pazarları ile birleştiriyordu.
Meta-para ilişkilerinin gelişmesi, toplumsal yapıyı daha [sayfa 201] karmaşık bir hale getiriyor, zanaatçılarla köylüler arasında farklılaşmayı sağlıyordu. Büyük tacirler özel bir lonca, bir “alışverişçiler” grubu ve ayrıcalıklı sotniya”yı, tacirler sotniyası ve kumaşçılar sotniyasını kurdular. O çağa ait belgeler “orta” kişilerden, ticaretle uğraşanlar ve kentlilerden (yani zanaatçılardan) ve halkın en yoksul kısmından sözederler. Kırda daha varlıklı hale gelmiş olan bazı serf-köylüler, özerkliklerini satınalıyorlar, zanaatçı ya da tacir oluyorlardı.

HİYERARŞİK FEODAL MONARŞİ
16. yüzyılın ortasında, Rusya’da hiyerarşik feodal monarşi kurulmaktaydı. 1549’da ilk kez, bir Devletler Meclisi, toplantıya çağrılmıştı. Egemen sınıfın üst tabakalarının: boyarların, rahiplerin, Moskova soylularının temsilcilerini içine alıyordu. Temsilî meclisin 1566 toplantılarına, tacirlerin ve zanaatçıların delegeleri de katıldılar.
Durumunu güçlendirmek ve eski aristokrat ailelerin etkisini zayıflatmak amacıyla, çar hükümeti, 16. yüzyılın ortalarında, devletin yönetiminde ve yapısında reformlar yapılmasını emretti.
16. yüzyılın sonunda, Rus hukukunda yasaların derlenmesi, yargılama usullerinin düzene konması, özel bir yasa kitabının doğmasının nedeni oldu, 1550’de yeni bir yasa kitabı çıktı. Yasalar, iktidar aygıtının güçlendirilmiş merkeziyetçiliğini onaylıyordu. Merkezî yönetim organizmalarının yargılama usulündeki rolü, daha hissedilir hale geliyordu. Yöneticilerin adlî görevleri sınırlandırılmıştı, zengin burjuvalar, özgür çiftçiler, devlete ait topraklar üzerinde oturan, kişisel bakımdan özgür köylüler, mahkemede oy sahibi oldular. Malî sistemdeki değişiklikler, köylüler ve kentliler üzerine binen daha ağır yeni yükümlülüklerle sonuçlandı.
Merkezî yönetim kurumları, yeniden düzene kondu. Her [sayfa 202] prikaz, hükümetin bir kolunu yönetiyordu. Örneğin, razriadlar prikazı, askerî işlerle yükümlüydü; elçiler prikazı, dış politika ile uğraşıyordu.
Adlî ve yönetsel reformlar önemli bir rol oynadı. Bölgelerde, suç işleyenler, yöneticiler tarafından değil, yerel soylular arasından atanan özel görevliler tarafından yargılanıyordu. Bazı bölgelerde, özellikle köylülerin çoğunluğunun özgür oldukları kuzeyde, valilerin yerini, yerel yönetsel organizmalar aldı. Bu organizmaların üyeleri, kent halkı ve varlıklı köylüler arasından seçiliyordu.
Yerel yönetimde yapılan reformlar, feodal bölünmenin izlerini kaldırmaktaydı.
Birliklerin savaş gücünü yükseltmek için, ordu, bir tek komutanlığın emrine verildi. Merkezî iktidar tarafından komuta edilen sürekli bir ordu kurulmaya başlandı.
Büyük senyörlerin ayrıcalıklarını kaldırmak amacıyla, bütün soylular, askerî hizmet bakımından eşit kılındı. 1556 yönetmeliği gereğince her laik feodal, sahip oldukları topraklar üzerinde, belirli sayıda tam silahlı şövalye bulundurmak, beslemek zorundaydılar. Buna karşı gelenler, para cezası ödüyorlardı. 60 yıllarında, “opriçnina”nın yaratılması, eski aristokrasiye büyük bir darbe indirdi. Devlet ikiye bölündü: ulusal topraklar (“zemşçina”), ve çarın kendine ait olan özel araziler (“opriçnina”) (opriç – özel).
Ulusal topraklar (“zemşçina”), başlıca çevre topraklarını içine alıyordu; çar toprakları (“opriçnina”) ise özellikle gelişmiş ticaret ve sanayi bölgelerini, merkezî iktidarın desteği olan soylular mülkiyetindeki genelleşmiş toprakları, eski boyarlar ve prens ailelerinin tasarrufundaki bölgeleri içine alıyordu.
Özel topraklar “opriçnina”, Rus devlet toprakları yüzeyinin hemen hemen yarısını oluşturuyordu. Ödün adı allında, çar, bazı prens ve boyarlara fazladan topraklar veriyordu. Elkonulmuş toprakların bir bölümünü, kendi “opriçninasının [sayfa 203] hizmetkârları”na dağıttı. Bunlar da, opriçnikler alayını oluşturuyorlardı. Opriçninanın yaratılması, feodal prenslerin ve boyarların ekonomik gücünü baltaladı ve siyasal etkilerini hissedilir ölçüde zayıflattı. Opriçnikler daha çok dürüstlük ve doğrulukları kuşku götürmeyen küçük soylular tarafından toplanıyordu.
Daha sonra, opriçnina yeniden örgütlendirildi. Bütünüyle, bir sistem olarak sürdürüldü. Ama “opriçnina” resmî adının yerini, “hükümdar sarayı” terimi aldı.
Daha sonra, 1576’da, opriçnina kesin olarak kaldırıldı. Başlıca amaca varılmıştı; büyük toprak mülkiyeti bölünmüş, en güçlü feodallerin kökü kazınmış ya da güçsüz hale getirilmişti. Opriçninanın olumsuz etkileri görüldüyse de, ilkesi içinde, merkezileşmiş feodal Rus devletini güçlendirmeye yardım etti.

RUS DEVLETİNİN ULUSLARARASI ETKİSİ
Rus devletinin Korkunç İvan zamanında sağlamlaşması, Rusya’nın uluslararası saygınlığının artmasını sağladı. Pek çok ülkenin hükümetleri, Rusya ile diplomatik ve ticarî ilişki kurup geliştirmeye giriştiler. İngiltere, Hollanda, İspanya, Danimarka, İsveç, Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu (Türkiye) ve İran’ı sayalım.
16. yüzyılın ortasına doğru, Rus kültürü, gerçek bir açılıp gelişme gösterdi. 16. yüzyılın birinci yarısı, matbaacılığın Rusya’da ortaya çıkışını haber verir. Rus bilim ve edebiyatı filizleniyordu. Mimaride yüksek bir olgunluğu ve oturmuşluğu temsil eden Rus ulusal üslubu ortaya çıktı. Kültürün filizlenmesi, Rus devletine karşı öteki ülkelerin ilgisini artırmaya yardım etti.
Akraba halklarla siyasal, kültürel ve ekonomik ilişkiler gelişiyordu. Ukraynalılar ve Biyeloruslara göre, Rus devleti, yabancı baskıya karşı savaşımda kendilerine yardım eden elverişli bir güçtü. Öte yandan, Rus devleti, Bulgarların [sayfa 204] garların, Sırpların, Yunanlıların ve öteki halkların savunuculuğunu yapıyordu.

5. ASYA VE AFRİKA ÜLKELERİNDE FEODALİTENİN GELİŞMESİ

İLERİ FEODALİTE ÇAĞINDA ÇİN
Çin için ileri feodalite çağı tarihi, T’ang İmparatorluğu çağı olan 8. yüzyıldır. Bir feodal mülkiyet biçimi, yerini, bir başkasına bırakıyordu. Devlet tarafından düzenlenen pay sistemi, yavaş yavaş feodal tasarrufa yer veriyordu. Büyük feodaller, daha sonra, orta ve küçük feodaller, durmadan köylülerin işledikleri toprakları kendilerine malediyorlardı.
Toprağı paylaştırma sisteminin ayırdedici özelliği olan doğal ekonomi, tarımla zanaatçılığın kaynaşması, tehlikeye girmişti. Ticarî üretim kendi atılımını yapıyordu; eski kentler, zanaat ve ticaret merkezleri haline geliyordu. Köylü topluluğunun bağrında servet farklılaşması derinleşmişti, ayrıca bu da toprağı paylaştırma sistemini tehlikeye sokuyordu. 8. yüzyılın sonunda, feodallerin elkoydukları topraklar, resmen onların mülkü olarak tanındı.
Senyörün evi ve eve ilişkin hizmetler, feodal yurtluğun merkezinde bulunuyordu. Köylü evleri, senyörün şatosunu çevreliyordu. Köylüler, iki kategori oluşturuyorlardı: bütün haklara sahip olan komün üyeleri, “patronlar” ve dışardan gelme “konuklar”. Bu ikinciler çoğunluğu oluşturuyordu: bunların ne üretim aletleri, ne tohumları, ne hayvanları vardı, hepsini senyörden alıyorlardı. Köylüler, toprağı kendileri işliyorlar, senyöre ürünün bir bölümünü, genel olarak en az yarısını veriyorlardı.
Buda Tapınağı, Çin’in en büyük toprak sahibiydi. 9. yüzyılın ortalarında, Buda manastırları, 60 milyon hektar toprağa tasarruf ediyorlardı.
Yeni feodal tasarruf biçimlerine geçiş, ülkenin siyasal [sayfa 205] bölünmesini belirginleştirmeye başladı. Geniş bölgelerin valileri, tze-du-şi’ler, imparatorluk iktidarına ancak görünüşte boyuneğiyorlardı, ama kendi siyasetlerini yürütüyorlardı. Feodal bölünmenin ve köylülerin artan mülksüzleşmesinin ortasında, anti-feodal savaşım, köylülerin sınıf savaşımı, güçleniyordu.
Feodal bölgelere ayrılma, 10. yüzyılın başında, T’ang’ların düşüşü ile daha belirginleşti. Bununla birlikte, merkeziyetçiliğin öğeleri, Çin’in siyasal düzeninde varlıklarını sürdürdüler. Çin’in siyasal düzenini, aynı çağın Avrupa devletler ininkinden daha sürekli kılan bu öğelerdi. Kölelik çağında da benzer roller oynamış olan bentlerin ve barajların, bütünüyle sulama sisteminin onarılması ve genişletilmesi için kamu hizmetlerine başvurulması zorunluluğu, merkeziyetçiliğe yardımcı oluyordu. Bu kamu işlerini küçük bölgeler kademesinde yürütmek olanaksızdı.
Bölgeler arasında meta dolaşımının ve iktisadî bağların, merkezleşmenin sağlamlaşmasında büyük payları oldu. Feodaller de, halk hareketlerinden ve göçebelerin istilâsından korktukları için, merkezî iktidarın devamında çıkar gördüler.
10. yüzyılın başında, göçebelerin güçlü kabilesi K’i-tan’1ar, Kuzey Çin’in büyük bir kısmını ele geçirdiler. İmparatorluğun siyasal iktidarı zayıfladı, ama 10. yüzyılın ortalarında, K’i-tan’ları geri püskürttükten sonra, 13. yüzyılın sonuna, Çin’de ileri gitmiş feodalite döneminin sonuna değin hüküm sürmüş olan Song hanedanının iktidara gelişi sayesinde, yeniden güçlendi.

HİNDİSTAN
Hindistan’da da, Çin’de olduğu gibi, gelişmiş feodal ilişkiler oldukça erken (7. yüzyıldan başlayarak) oluştu.
Feodal tasarruflar ikiye bölünmüştü. Bir yandan, topraklar, prensler (mihraceler) hesabına askerî hizmet görmek zorunda olan feodallere aitti. İlke olarak bu topraklar, [sayfa 206] kalıtsal mülklerdi. Öteki topraklar, kayıtsız ve şartsız, feodallere aitti. Zaten, mihracelerin kendileri, muazzam yurtluklara sahiptiler.
Mihraceler tarafından feodallere verilen topraklar, kır komünlerinin toprakları henüz özel mülkiyet değilken, çoğu kez köy komünlerinden koparılıp alınıyordu.
Komünler, kendilerine verilen toprak parçalarını işleyen küçük ya da büyük ataerkil ailelerden oluşuyordu. Toprak, dönem dönem yeniden paylaştırılıyordu. Komünün bağrında servet eşitsizliği artıyordu, ama, bireysel aileler bir kez kurulduktan sonra, toprağın bu yeniden bölünmeleri seyrekleşti.
Bütün bu köy ortaklığının (komünün), kendi zanaatçıları ve komün hizmetlileri vardı. Bunlar, ürünün bir bölümünü alıyorlardı, öte yandan kendi küçük işletmelerine de tasarruf ediyorlardı. Zanaatçılar, komünün çok önemli olmayan gereksinmelerini kolaylıkla karşılayacak güçteydiler. Bu yüzden, onları, çalışmalarında kamçılayan bir şey yoktu, ürünü artırmakta hiçbir çıkarları yoktu.
Komünün başında, yaşlı bir kişi (doyen) bulunuyordu, ona bağlı bir grup kendisine yardım ediyordu. Durumları sayesinde, bu komün başkanlarının çok zengin olmak için geniş olanakları vardı. Çoğu kez küçük feodaller haline geliyorlardı. Hint komününün kapalı niteliği, feodal sömürünün güçlenmesine yardım ediyordu. Aynî-rant, bu sömürünün temel biçimlerinden biriydi. Öte yandan, köylüler, feodaller ve tapınaklar hesabına angarya yapmak zorundaydılar; kamu işlerinde, sulama sistemlerinin yapımında ve bakımında kullanılıyorlardı. Köylüler, yönetim aygıtının yürütülmesi ve dinsel bayramlar için bir sürü vergiler ödüyorlardı.
Büyük bölgeler kademesinde, taslak halinde belirmeye başlayan toplumsal işbölümü, meta-para ilişkilerinin gelişmesine yardım ediyordu. Rantın para olarak ödenmesi, verdilerin para olarak alınması olanağını doğuruyordu, bu da [sayfa 207] feodallerin köylüleri sömürmesini ağırlaştırıyordu.
Kölelik çağından süregelen kentler, ticaret ve zanaat merkezleri oldular. Çok usta olan Hint zanaatçıları, çok ince ipek ve pamuklu kumaşlar, halılar, mücevherat, sanat eşyası ve silahlar yapıyorlardı. Ama kesin olarak tarımdan kopmuyorlardı. Feodal rejim altında, Hint kentinin gelişmesi, kendini duyuruyordu.
Hint toplumunun, kölelik çağına değin uzanan ve günümüze değin varlığını sürdüren bir özelliği, “cati” halinde bölünmedir. Bu terim, genel olarak, klan, kabile, köken anlamlarına gelen Portekizce “casta” sözcüğü ile karşılanır. Kastlar, halk tabakalarını, kökenlerine ve mesleklerine göre biraraya topluyordu; bu, bir tür toplumsal işbölümüydü. Kastlar rejimi, emekçi yığınların sömürülmesini sonsuzlaştırmaya yaradı ve yaramaktadır.
Hiç kimse bu sınıflandırmanın dışında kalamazdı. Bir kasttan bir başkasına geçiş yasaktı. Kastların hiyerarşisi şöyleydi: brahmanlar ve kşatrıyalar, dinsel ya da laik feodalleri içine alıyordu. Sonra tefeciler ve tacirler geliyordu. Nüfusun geri kalanının çoğunluğu da, sudra kastlarını oluşturuyordu. Bir iç hiyerarşi de, bu kastları bölümlere ayırıyordu; bu bölümler, bölgeye ve milliyete göre, ayrıntılarda birbirlerinden farklıydılar, ama üst katlarda daima ayrıcalıklı bir tabaka vardı. Bu hiyerarşi basamaklarının tabanında en yoksul kastlar, en “pis” işleri yapmak zorunda olan kimseler yer alıyordu.
Kastlara bölünme, çalışma bakımından uyumsuzluk yaratıyor, sömürücülere, feodal devlete karşı onların ortak savaşımlarını engelliyordu.
Ortaçağ boyunca, devlet biçimleri, Hindistan’da, olduğu gibi kalmadı.
4. yüzyılın başında, Hindistan’ın kuzeyinde kurulan Guptalar İmparatorluğu, 5. yüzyılın sonunda Heftalit Hunlarının saldırıları altında dağılıp parçalandı. Kuzey Hindistan, küçük [sayfa 208] çapta birçok prensliklere bölünmüştü. Hindistan topraklarının geri kalanı da, bölünmüş durumdaydı. 12. ve 13. yüzyıllarda, Doğu İran’da yaşayan ve özellikle Türklerden oluşan kabileler, Kuzey Hindistan’ı ele geçirdiler. Fatihler, Hindistan’da feodal bir devlet olan Delhi Sultanlığını kurdular ve egemen feodal tabakayı oluşturdular. Onların müslüman olmaları, yerli halkla aralarındaki çelişkileri keskinleştiriyordu.
Köylülerin anti-feodal ayaklanmalarına kargı kendilerini güvenlik altına almak ve Moğol kabilelerinin saldırılarını püskürtebilmek üzere müslüman feodaller, merkezî feodal devleti sağlamlaştırmak için önlemler aldılar.

ARABİSTAN’DA FEODALİTENİN EVRİMİ
Bir özellik: siyasal birliğin çekirdeği, dinsel topluluk oldu. Mekke’nin Kureyş kabilesinin Haşimî ailesinden bir tacir olan Muhammet Mustafa, islâmlığın, müslüman dininin kurucusu oldu (570-632).
Mekke’nin ileri gelenleri, Kabe’ye tapınma dininin yıkılmasının nedeni olan yeni dinin, Mekke’nin siyasal etkisini azaltmasından ve Arap kabileleriyle olan ticaret bağlarını baltalamasından korkuyorlardı. Onun için Muhammet ve müritlerinin, Medine’ye gidip yerleşmek üzere, 622’de, Mekke’den ayrılmalarını sağladılar. Bu tarih, ay yılına dayanan yeni bir müslüman takviminin başlangıcı sayıldı.
Medine’de müslümanlar, Eyuk ve Hazdarj Arap kabilelerinin reisleriyle ittifak kurdular. Muhammet, sekiz yıl Mekke ile savaştı. Savaş, o zamana değin Mekke’nin müttefiki olan Hicaz’ın bedevi kabileleri kendilerinden yana geçince, Muhammet’in müritlerinin zaferi ile sonuçlandı, 630 yılında, Mekke teslim oldu. Kureyşliler müslüman oldular, ve aynı zamanda, Kabe ile birlikte Mekke, islâmiyetin merkezi ve müslüman müminlerin yıllık hac yeri oldu. Muhammet, Allah tarafından gönderilmiş peygamber olarak kabul ediliyordu. [sayfa 209]
Mekke, Muhammet tarafından ele geçirildikten sonra, Arabistan’ın büyük bir parçası üzerinde iktidar, müslüman cemaatine geçti. Bu cemaatin başı Muhammet, en yüksek manevî, idarî, adlî ve askerî otoriteyi elinde bulunduruyordu.
Muhammet’in ölümünden sonra, ilk halife, (peygamberin ardılı) kayınbabası Ebubekir oldu. Müslüman cemaatinin başı, imamlık görevlerini (manevî liderliği) ve emirlik görevlerini (laik yönetimi) kendisinde topluyordu. Ebubekir (632-634) ve ikinci halife Ömer (634-644), Arabistan’ın birleştirilmesini tamamladılar ve bütün Arapları müslüman yaptılar.
Aynı zamanda, Araplar, Küçük Asya’nın Akdeniz ülkelerinin ve Orta Asya ülkelerinin fethine giriştiler. 636’da Araplar, Bizans ordusunu ezdiler, Suriye ve Filistin’i ele geçirdiler. Öte yandan Irak’ı istilâ ettiler ve Perslere karşı birçok zaferler kazandılar. 641 ve 645 arasında Mısır’ı ele geçirdiler, ve 7. yüzyılın ilk yarısının başlarında İran’a hükmettiler. 7. yüzyılın sonunda ve 8. yüzyılın başlarında, Araplar, Kuzey Afrika’yı ve İberik yarımadasının yarısından çoğunu fethettiler. Ele geçirilen ülkeler, başlarında Emeviler hanedanı olmak üzere, hilâfeti oluşturdular (661-750). Başkent, Mekke’den Şam’a (Suriye’ye) nakledildi. Arap hilâfeti, güçlü köleci ilişkilerin kalıntılarının sürdürüldüğü feodal bir devlet oldu. Ele geçirilen ülkelerde, Araplar, kural olarak, toplumsal üretime katılmıyorlardı. Halk, halifenin hazinesine aynî ya da nakit olarak bir toprak vergisi, haraç ve bir de baş vergisi, cizye ödüyordu.
Fatihler, ele geçirdikleri ülkelerin ekonomisinin, daha üstün olan kültürlerin ve daha çok gelişmiş olan toplumsal ilişkilerin etkisi altında kaldılar. Arapların bağımlı kıldıkları ülkelerdeki feodal ilişkiler, en yetkin ifadesini, Abbasî hanedanı zamanında Bağdat hilâfetinde (750-1258) buldu. Hilâfet merkezi, Halife Mansur tarafından, 762’de, Dicle [sayfa 210] üzerinde kurulmuş olan Bağdat kentine nakledilmişti. Arap aristokrasisi, Bağdat’ta, tekelci durumunu yitirdi. Artık egemen rol oynayanlar, İranlı feodallerdi ve onların yardımı ileridir ki, Abbasîler iktidara geldiler.
Hilâfet ülkelerinin çoğunluğunda, daha eski çağlarda olduğu gibi, devlete ait feodal mülkiyet ağır basıyordu. Toprakların bir bölümü, halife ailesine aitti. Bazı yurtluklar özel mülkiyetti (“mülk” denilen topraklar, Batı Avrupa’daki “alleu” denilen yurtluklara uygun düşüyordu).
Feodal toprak mülkiyetinin bir biçimi ikta (toprak payı “fief”) oldu. Topraklar, ömür boyunca ya da belirli bir zaman için, görülen hizmet karşılığı olarak veriliyordu. Burada, zilyedliği başkasına devredilmeyen dinsel kurumlara ait vakıfları da belirtelim.
Batı Avrupa’dan farklı olarak, 9. yüzyılda, Bağdat hilelinde, meta-para ilişkileri daha ileri gitmişti. Bu durum, değişimin geniş ölçüde gelişmesiyle, zanaat sanayiinin yoğunlaştığı kentlerin de büyüyüp genişlemesine yardım eden canlı bir iç ve dış ticaretle açıklanabilir.
Kölelik, Bağdat’ta, büyük rol oynuyordu. Köleler ağır sulama işlerinde, pamuk tarlalarında, madenlerde kullanılıyorlardı. Köleler, çoğunlukla “zenciler”di, yani Afrika kökenliydiler.
Feodal baskı, ayaklanmaların nedeni oluyordu. 9. yüzyılda, Bağdat Hilâfeti, Babek tarafından yönetilen bir köylü isyanı (815-837) ve zenci kölelerin ayaklanması (869-883) ile önemli ölçüde sarsıldı.
Arap egemenliğine karşı bağımlı halkların savaşımı, feodal ilişkilerin gelişmesi, yerel senyörlerin güçlenmesi, 9. ve 10. yüzyıllarda hilâfetin dağılıp parçalanması sonucunu verdi. Birçok bağımsız devlet kuruldu. Tasarruflarını ve siyasal iktidarını yitirmiş olan Abbasî halifeleri, artık yalnızca müslümanların başı (imam) idiler. Mısır, Tulunidler daha sonra da Fatimiler hanedanı tarafından yönetilen bağımsız [sayfa 211] bir devlet oldu. Kuzey Suriye, antikçağda olduğu gibi Doğu Akdenizin başlıca kentlerinden biri olmakta devam eden Antakya ile birlikte, 969’da, Bizanslılar tarafından ele geçirildi. Suriye’nin geri kalan bölümleri, Lübnan, Filistin, Hamdaniler bağımsız devletini kurdular (929-1003); buralar, daha sonra. Mısırlı Fatimiler tarafından ele geçirildi.
İran’da, Orta Asya’da ve başka yerlerde de bağımsız devletler kuruldu. Müslüman ülkelerin yöneticileri Bağdat halifesini, ancak kendilerine berat eden dinsel lider olarak tanıyorlardı.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments