Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Cuma, Kasım 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkİlkel Köleci Feodal Toplum - Zubritski Mitropolski Kerov3.Kısım , 5. Bölüm | Feodalitenin Dağılıp Parçalanma Çağı ( Kapitalist İlişkilerin...

3.Kısım , 5. Bölüm | Feodalitenin Dağılıp Parçalanma Çağı ( Kapitalist İlişkilerin Doğuşu )

3.KISIM ,5 BÖLÜM FEODALİTENİN DAĞILIP PARÇALANMA ÇAĞI (KAPİTALİST İLİŞKİLERİN DOĞUŞU)
FEODAL üretim tarzının bu karakteristik yönleri, ortaçağın üçüncü ve son döneminde de önemlerini korudular. Ama kapitalist ilişkilerin doğuşu, onlara önemli değişiklikler getiriyordu. Her ne kadar kapitalist üretim tarzının ilk öğeleri, İtalyan sitelerinde, daha 14. ve 15. yüzyıllarda ortaya çıktılarsa da, ortaçağın son dönemi, 16. yüzyılda başladı.

1. EKONOMİDE DEĞİŞİKLİKLER
Ortaçağın tam bu döneminde üretici güçlerin gelişmesi öyle bir düzeye vardı ki, kapitalist ilişkiler, feodal ekonominin bağrında, bütün toplum ölçüsünde boyvermeye başladı. [sayfa 231] Bu olay, iki yeni sınıfın, üretim alet ve araçlarına sahip bulunan burjuvazinin ve bu araçlardan yoksun ve bu yüzden de kendi emek-gücünü kapitaliste satmak zorunda olan ücretli işçilerin, proletaryanın ortaya çıkmasına bağlıydı. Kapitalist, ücretli işçiyi, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlaması için gerekli olandan daha fazla çalışmaya zorluyordu. Bu fazla çalışmadan, patronun kendisine melettiği bir artı-değer ortaya çıkıyordu. Patronun bu artı-değere elkoyması, aynı zamanda, kapitalizmin temel yasasını ve bu düzendeki sömürünün özgül biçimini meydana getirir.

ÜRETİCİ GÜÇLERİN VE TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜNÜN GELİŞMESİ
Üretici güçlerin gelişmesi, feodal biçimlenmenin bağrında kapitalist yapının doğuşunun birinci koşulu idi.
Sudolabının devindirici güç olarak kullanılışı, ta kölelik zamanından beri biliniyordu. Ama o zaman, sudolabının kendisi, akıntının içine yerleştiriliyordu. 14. yüzyıldan başlayarak, suyun düşmesi ile devindirilen kanatlı çarklara başvurulmaya başlandı. Böylece dolabın verimi büyük ölçüde artıyordu. Sudolabı, artık, çeşitli üretim dallarında kullanılıyordu.
15. yüzyılda, yüksek fırınların icadından sonra, yetkinleştirilmiş bir sudolabının yardımıyla, mekanik körükleme üretime sokuldu. Eskiden el körükleri, madeni, ancak macun gibi bir kıvama getirebiliyordu. Şimdi madenler sıvı duruma getirilebiliyordu; bu da madenlerin dökümüne olanak sağlıyordu. Çelik imaline başlandı. Bütün bunlar, aletlerin ve avadanlıkların yetkinleşmesini sağladı. Çıkrıklar, tornalar, perdahlama, aletleri, delgi makineleri ortaya çıktı. Basit mekanizmalar, maden sanayiine uygulandı.
Dokuma sanayiinde, düşey doğrultudaki ilkel dokuma tezgâhları, gitgide yerlerini daha yetkinleştirilmiş yatay tezgâhlara bıraktılar. [sayfa 232]
15. yüzyılda, zemberekli cep saatleri, 12. yüzyıldan beri kullanılmakta olan duvar saatlerinin yerini aldı.
Madenî parçalar, gemi yapımının yetkinleşmesini ve uzun yolculuklara elverişli büyük tonajlı gemilerin denize indirilmesini sağladı. Pusula son derece yetkinleştirilmişti. Matbaa icat edilmişti.
Tarımda da, üretici güçler, iş aletlerinin iyileşmesi sayesinde gelişiyordu. Ama burada ilerleme, sanayide olduğundan daha yavaştı. Gene de tarlaların verimi ve buğday tarlaları gittikçe genişliyordu ve çiftlik yöntemleri yetkinleşiyordu. O çağda yaygın olan üç yıllık almaşık ekim yanında, daha uzun süreli almaşık ekimler de kullanılır oldu ve dinlendirilmeye bırakılan tarlalar üzerinde ot yetiştirilmesi ortaya çıktı.
Kentlerin demografik ilerlemesi, zahire talebini artırıyordu. Bunun yanısıra, sanayiin hızla ilerleyişi, yün, deri, keten, kenevir ve başka sanayi bitkilerine olan gereksinmeyi artırıyordu.
Ortaçağın son döneminde, hayvancılık, bahçıvanlık, sebzecilik, bağcılık ve şarap üretimi, büyük bir yol aldı.
Çeşitli bölgelerin ve ülkelerin uzmanlaşması daha çok gelişti. Geniş ticarî tarım bölgeleri ortaya çıktı. Hollanda, süt veren ineklerin yetiştirilmesinde ve süt ürünleri ticaretinde uzmanlaştı. İspanya’nın bazı bölgeleri, yalnız merinos koyunlarının yetiştirilmesine ve yün satımına vb. ayrıldı.
Tarım ve sanayideki ilerlemeler, üretimin bu dalları arasındaki uçurumu daha çok derinleştirdiler ve yeni sanayi kesimleri doğurdular. Toplumsal işbölümü, meta-para ilişkilerini ve ticaret bağlarının yayılmasını hızlandırarak devam ediyor. Pazarlar, giderek bütün ülkeye yayılmak üzere, bölgesel çerçeveden taşmaya başlıyorlar.
Ticaretin bu koşullar içinde gelişmesi, küçük üretimin dağılıp parçalanmasına ve kapitalist ilişkilerin ilk öğelerinin doğuşuna katkıda bulundu. [sayfa 233]

SERMAYENİN ORTAYA ÇIKIŞININ TARİHSEL KOŞULU
İLKEL BİRİKİM
Ticarî amaçlarla yapılan üretimin nispeten yüksek olan düzeyi öyle oldu ki, büyük servetler, bazı kişilerin, tacirlerin, tefecilerin vb. elinde toplandı. Bu, sermayenin ortaya çıkışının önkoşullarından biri oldu. İkinci elverişli koşul, kişisel olarak özgür, ama üretim araçlarından ve bu yüzden geçim aracından da yoksun bireyler yığınının varlığına bağlıydı. Bu olay, feodal soylular ve doğmakta olan burjuvazinin, emekçi yığınları zorla mülksüzleştirmelerinden ileri geliyordu. Bütün bu olaylar, sermayenin ilkel birikiminin özünü oluştururlar. Ama bu olayın somut gidişini inceleyebilmek için, kapitalizmin daha önce ortaya çıktığı ve bütün öteki ülkelerden daha fazla yayıldığı 16. ve 17. yüzyıl İngiltere’si örneğine başvurmak daha iyi olur.
16. yüzyılın İngiltere’si, üç-üçbuçuk milyon nüfuslu, nispeten küçük bir devletti. Ama işte tam o sıralardadır ki, Büyük Britanya’yı üç yüzyılda dünya ölçüsünde güçlü bir devlet, en sanayileşmiş ülkelerinden biri durumuna getiren İngiliz ekonomisinin ileri atılımı başlamıştır. Kapitalist sanayi ve tarım, İngiltere’de, 16. yüzyıl ile birlikte hızla ilerlemeye başladı.
İngiltere’de, ekonominin kapitalist biçimleri, başka ülkelerden daha geniş, daha çabuk bir biçimde gelişiyordu.

BASİT KAPİTALİST ELBİRLİĞİ VE MANÜFAKTÜR
Sanayide kapitalist üretimin gelişmesinin ilk evresi, basit elbirliği oldu. Elbirliği, her zaman aynı, ama boyutları genişlemiş zanaat atelyesi idi. Artık ücretli işçi haline gelmiş olan çok sayıda üretici, doğrudan doğruya kendi hesabına değil, çoğu kez tacir, aracı, tefeci ya da zenginleşmiş zanaat ustası olan bir kapitalist girişimci hesabına çalışıyorlardı. Bu kapitalist atelyelerde henüz işbölümü yoktu, işçilerin hepsi aynı işlemi yapıyorlardı. Bununla birlikte, [sayfa 234] elbirliği, emeğin bir hayli tasarrufunu sağlıyor ve emeğin üretkenliğinin artmasına yardım ediyordu. Emek üretkenliğinin bu artışı, kapitalist işverenin zenginliğini yaratıyordu.
Manüfaktür, işbölümü üzerine kurulu kapitalist elbirliği, Kapitalist üretimin gelişmesinde bundan sonraki adımı gösterir. Burada da, gene bir zanaat tekniği kullanılıyordu.
16. yüzyılda, İngiliz sanayiinin bütün dallarında, özellikle kumaş üretiminde, büyük değişiklikler oldu. Kentlerdeki zanaat loncalarının kendi alanları dışına taşmaları yüzünden konan sınırlamaların kalkması sonucunda, kumaş üretimi, kırlarda yapılmaya başladı. Kırsal dokumacılar, tarımla birlikte dokuma işleri ve iplikçilik gibi bazı zanaatları da yapıyorlardı. Tacirler, tefeciler, küçük zanaatçı girişimciler, kır zanaatçılarının ürünlerini satınalırken, onların pazardan uzak ve para sıkıntısı içinde oluşlarını kötüye kullanıyor ve bundan kendilerine yarar sağlıyorlardı.
İkinci elden satıcılar, fiyatları, kendi keyiflerine göre saptıyorlar, zanaatçılara kredi ile hammadde ve alet sağlıyorlardı. Böylece başlangıçta birer aracı olan bu alım-satımcılar, sonunda, iş dağıtıcısına dönüştüler. Aslında, daha önce bağımsız olan zanaatçılara düşük bir ücret ödeyen birer küçük kapitalist girişimci haline geliyorlardı. Başlangıçtaki basit kapitalist elbirliğine oranla bu ilişki, gene el emeği üzerine kurulmuş yeni bir kapitalist işletme tipiydi. Bu yeni işletmeler, manüfaktür (Latince, manus, “el”; facere, “yapmak” sözcüklerinden gelir) adını alıyordu. Bu tür manüfaktürler, daha çok tacirler tarafından kuruluyor ve bunlara dağınık manüfaktürler deniyordu. Bu durumda, doğrudan üreticiler, atelyelerde değil, evlerinde çalışıyorlardı.
Ama manüfaktür örgütlemesinin bir başka yolu daha vardı. İşveren, gerekli aletleri, avadanlıkları ve hammaddeleri satınalıyor, birçok ücretlinin çalıştığı geniş atelyeleri kuruyordu. Buna da, merkezileşmiş manüfaktür deniyordu. [sayfa 235]
Bu ikinci yol (üretimin bir merkeze bağlanması), oluşum halinde bulunan kapitalist ilişkilerin ilerlemesi için üstünlükleri sözgötürmez olan olanaklar yaratıyordu.

KÖYLÜLERİN ZORLA MÜLKSÜZLEŞTİRİLMESİ
Sanayideki değişiklikler, bütün İngiliz toplumu için çok büyük sonuçlar doğurdu.
Kapitalist dokuma sanayii, zanaatçı üretimin gerektirdiğinden çok daha fazla yün ve el emeği gerektiriyordu. Artık koyun yetiştirmek kârlı bir iş olmuştu. Ama büyük sürüler geniş otlaklar istiyordu. Oysa elverişli toprakların çoğunluğunu küçük köylü işletmeleri oluşturuyordu. 16. yüzyılda, toprakları üzerinde çoktan beri koyun yetiştirmekte olan İngiliz feodal senyörleri (landlord’lar), işletmelerinden köylüleri kovmaya ve onların ellerindeki tarlalara zorla elkoymaya başladılar. Bu zorunlu toplu olarak göç, olağanüstü bir durum aldı. Ülkenin geniş bölgelerinde insan kalmadı. İngiliz hümanisti Thomas Morus, ünlü yapıtı Utopie’da, bu konuda şunları yazıyordu: “Burada koyunlar, insanları parçalayıp yediler.” Mülklerinden edilen, topraklarından kovulan, her türlü geçim araçlarından yoksun köylüler, kapitalist manüfaktürlere bağlanacak duruma geldiler. Şunu da söylemek gerekir ki, feodal otoriteler, yürüttükleri amansız “serseri” avı ile, hele “kandökücü mevzuat” adı takılan barbar yasalar ile bu işe ellerinden geldiğince yardım ettiler.
Fransa’da olduğu gibi Hollanda’da da köylülerin zorla mülklerinden edilmeleri, ilkel sermaye birikimine yolaçtı.

KAMU BORÇLARI VE HİMAYECİLİK
Öteki yöntemler arasında, kamu borçları da yeralıyordu. Devlet, orduyu ve .yönetim aygıtını iyi halde tutmak için hep para peşindeydi, Her zamanki vergiler yeterli olmuyordu. Bu yüzden, feodal hükümet, (özellikle Fransa’da) [sayfa 236] tacirlerden ve tefecilerden sık sık borç alıyor ve sonra bunu, büyük faizlerle ödüyordu.
Öte yandan, feodal hükümet, ilkel birikime himaye sistemi ile de yardımcı oluyordu. Fransa’da, daha sonra İngiltere ve Hollanda’da, hükümetler, yabancı kökenli mamullere çok yüksek vergi koyuyorlar, ve buna koşut olarak, yerli hammaddelerin ve zahirenin dışarı satılmasını yasaklıyorlardı. Ülkelerinin tacirlerine ve girişimcilerine yardımlar, primler ve başka yararlar sağlıyorlardı.

BÜYÜK COĞRAFÎ KEŞİFLER VE İLK SÖMÜRGE FETİHLERİ
Köylülerin zorla mülksüzleştirilmelerinin yanında, yeni keşfedilen ve sömürgeleştirilen toprakların yağmalanması, sermayenin ilkel birikimine büyük umut kapıları açıyordu. Meta-para ilişkilerinin gelişmesi, yönetici senyörlerin, yönetici sınıfın kâr ve kazanç hevesini daha da kamçıladı.
Kazancın, olta yemi gibi çekiciliği, onları, Asya’nın uzak ülkelerine doğru sürüklüyordu. Doğunun bir yanında, ta denizlerin ötesindeki masal ülkeleri üzerine kurulan söylenceler dilden dile dolaşıyordu. Altını ve başka hazineleri herkesten önce ele geçirmek, ve güçlü “büyük coğrafî keşifler”, Avrupa devletlerinin sömürgeci siyasetinin kökeni oldu.
İlk sömürge kurucuları, İspanyol ve Portekiz senyör ve tacirleri oldular. Portekizliler, altın peşinde, Afrika kıyılarına vardılar. Daha sonra, bu kıtanın doğu kıyısına çıktılar ve sonunda Hindistan’a vardılar.
15. yüzyılın sonundan başlayarak Portekizliler, baharatını, altınını, fildişini vb, boşaltarak, Hindistan’ı, iliklerine dek sömürdüler.
1492’de İspanyol kralının hizmetinde olan Cenovalı denizci Kristof Kolomb, Amerika kıyılarına vardı. Karaya çıktığı toprakların bütünü, İspanyol tahtının mülkü olarak ilân edildi. Ama Kolomb, yeni bir kıta bulmuş olduğunu [sayfa 237] bilmiyordu. Bunu ilk fark eden Güney Amerika’nın kuzey kısmını dolaşan Florentin Americo Vespucci oldu. Bunun içindir ki, dünyanın bu yeni parçasına onun adı verilmişti.
16. yüzyılın başında İspanyol kralının hizmetinde bir Portekizli olan Magellan, Uzak-Doğunun güney-batı yolunu keşfetti ve Atlantik’in Pasifik ile birleştiğini tanıtladı. Bu, dünyanın, tarihte ilk kez deniz yoluyla dolaşılmasıydı.
İspanyol fatihleri, Meksika Azteklerinin ve Perulu İnkaların zenginliklerini ceplerine indirdiler, onların yüksek uygarlıklarını silip süpürdüler. Daha sonra, askerî üstünlükleri ile ve katolik misyonerlerin yardımı ile güçlenen fatihler, Orta ve Güney Amerika’nın büyük bir bölümüne elkoydular.

“FİYATLARDA DEVRİM”
Sömürgelerin ölçüsüz yağmalanmasının Batı Avrupa, İspanya ve en çok da Portekiz ekonomisi üzerinde beklenmedik etkileri oldu. Şöyle ki, Amerika madenlerinin, köle el emeği ile değerlendirilen altın ve gümüşün malolduğu fiyat, Avrupa’da para olarak tedavülde bulunan değerli madenlerinkinden düşüktü. Bu, en gerekli maddelerin fiyatını birdenbire yükseltti. Bundan ilk zarar görenler, pazardan kopmuş olan yoksul köylülerle kent işçileri oldular.
İspanyol ve Portekizlilerden sonra, bir süre Hollanda ve İngiliz tacirleri, yeni topraklar aramak üzere yollara düştüler. 1505 yılında, Hollandalılar, ilk kez, Avustralya adını alacak olan yeni bir kıtanın kıyılarına vardılar.
Fransa da, kendi payına, sömürge fetihleri yoluna koyuldu. Kuzey ve Güney Amerika’da bir dizi topraklara elkoydu.

SÖMÜRGELERİ SÖMÜRME SİSTEMİ
Basit anlamıyla yağmanın dışında fatihler, sömürgeler için tam bir sömürge sistemi kurdular. [sayfa 238]
Hollandalılar, daha sonra da İngilizler tarafından yaratılan Doğu Hindistan şirketleri, herkesçe bilinen bir ün kazandılar. 17. yüzyılda, İngilizler, Hollandalı “meslektaşlarını” Hindistan’dan çıkarmayı başardılar. Buna karşılık, Hollandalılar da, İngilizlerin ele geçirmeye çalıştıkları Endonezya’da üstünlük sağladılar.
Başlangıçta, sömürgeciler, özellikle eşdeğer olmayan değişimlere başvurdular. Sonra, gitgide silaha sarıldılar. Hindistan ve Endonezya, sömürge haline geldi.
Afrikalıların insanlık-dışı sömürülmesi, Amerikan sömürgelerinde başladı. Yüzlerce ve binlerce insan, kölelik zincirine vuruldu ve “abanoz tacirleri” tarafından Kuzey ve Güney Amerika’ya doğru yola çıkarıldı. Orada, büyük tarım işletmelerinde (plantasyonlarda) Afrikalı köleler, emekleri ile büyük toprak sahipleri yararına çok büyük zenginlikler yarattılar. Yeni toprakların fethi ve soyulması, önemli bir miktarda zenginliğin akması, Avrupa’da kapitalist ekonominin ilerleyişini hızlandırdı.

2. TOPLUMSAL VE SİYASAL İLİŞKİLERİN GELİŞMESİ

ULUSLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
Kapitalist ilişkilerin ortaya çıkışı ve ilerlemesi, Avrupa’nın toplumsal ve siyasal düzeni üzerinde olağanüstü bir etki yarattı.
Halkların biçimlenmesi, daha ilkel topluluğun dağılıp parçalanması ile birlikte başladı. Halk, tarihsel evrim bakımından, klan ve kabileden daha çok evrim geçirmiş bulunan bir varlıktır. Gelişmiş köleci ilişkilerin bulunduğu ülkelerde halklar, köleliğe koşut olarak cisimleşmeye başladılar; toplumsal gelişmenin köleci evreyi “atladığı” yerlerde feodal ilişkiler sistemi ile birlikte oluştular. Daha ileri feodalite çağında, bu süreç, Avrupa ve Asya’nın birçok [sayfa 239] ülkelerinde şu ya da bu biçimde sonuçlanmıştı.
Kapitalist ilişkilerde ilerleme, varolan halklardan başlayarak, ulusların billurlaşması olayını doğurdu. Bu, iktisadî birliğin (communauté) ve devletlerin siyasal merkezileşmesinin sonucuydu. Ülkenin ayrı ayrı bölgeleri arasında iktisadî bağların güçlenmesi, dillerin ve ulusal uygarlıkların oluşmasına elverişli koşulları yaratıyordu.
Uluslar, kapitalist üretim ilişkilerinin ilerlemesinden doğdular. Başka bir deyişle, bu biçimde kurulmuş olan ulusal bağlar, burjuva bir nitelik taşıyordu. Nüfusun bütün sınıf ve tabakaları, ulustan sayılıyorlardı. Ama iktisadî ve siyasal bakımdan burjuvazi egemen sınıf olduğu için, oluşum halindeki uluslar da burjuva bir nitelik alıyorlardı. Bu gözlem, ideoloji için de geçerlidir.

BURJUVAZİNİN VE PROLETARYANIN OLUŞMASI
Soylular ve rahipler sınıfı dışında kalan (Fransa’da) üçüncü tabakanın {tiers etat) genel yığınından kendisini sıyırmış olan burjuvazinin sağlamlaşması, ulusların ortaya çıkma sürecine bağlıydı. Bu, şu anlama geliyordu ki, yeni bir sömürücü sınıf doğuyordu ve ona koşut olarak onun uzlaşmaz karşıtı olan bir sınıf, proletarya, gelişiyordu. Proletaryanın evrimi birçok aşamalardan geçti, ve ancak evrim yolunda ilerlemiş bir kapitalist toplumun bağrında, mekanik üretimin gelişmesi döneminde, böyle bir sınıf olarak ortaya çıkıyor. “Kendi kendine” sınıf olmaktan çıkarak “kendisi için” sınıf, kendi çıkarlarının bilincine varmış ve o çıkarlarını burjuvaziye karşı savaşım vererek savunmaya hazır olan bir sınıfa dönüşüyor.

MUTLAKİYETÇİ FEODAL MONARŞİ
Kapitalist ilişkilerin ilerlemesi, feodal soyluları, kendi sınıf egemenliklerine yeni bir biçim vermek zorunda bıraktı. [sayfa 240] Bu biçimin mutlakiyetçi feodal monarşi olması gerekliydi.
Feodal senyörler sınıfı, üretimdeki ilerlemeyi kendi çıkarları için kullanmaya bakıyordu. Kendisini tehdit eden kapitalizm tehlikesinden habersiz olan senyörler sınıfı, başlangıçta burjuvaziyi destekledi. İktisadî evrim, belli bir noktaya dek soylularla burjuvazi arasında, soyluların, egemen durumlarını korudukları bir ittifakı zorunlu kılıyordu. Bir feodal senyör ne denli büyük olursa olsun, tek başına, kendi yurtluğuna komşu topraklar üzerinde kurulmuş olan kapitalist işletmeleri, kendi iradesine boyuneğdiremiyor ve kendi çıkarına kullanamıyordu. Her yana dalbudak salmış yönetim aygıtı ile, yalnız feodal devlet, bu işin üstesinden gelebilecek güçteydi. Kapitalist işletmelerden aldığı vergilerle, iktidardaki sınıf, şu ya da bu şekilde, ticaret ve sanayiden çıkarlar sağlıyordu. Zaten bir yönetim aygıtını ve büyük bir orduyu ayakta tutma harcamaları gittikçe artan meblağları gerektiriyordu. O denli ki, feodal soylular, vergilerin ve devletin başka gelir kaynaklarının artırılması ile çok ilgiliydiler. Feodal rant, genelleştirilmiş ve merkeze bağlanmış bir rant görünüşü aldı.
Böylece, feodal sınıfın iktisadî gereksinmeleri, bürokratik aygıtı daha da fazla merkezileşmeye götürüyordu. Bu son olgu, sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleşip keskinleşmesinden ileri geliyordu, çünkü burjuvazinin iktisadî gücünün artması, köylülüğün ve kentli yoksul nüfusun sömürüsünü ağırlaştırıyordu. Feodal monarşinin en büyük kaygısı, emekçilerin hoşnutsuzluğunun önüne geçmekti ve örneğin İngiltere’de, topraklarından kovulan köylülerin ayaklanmalarını zalimce bastırıyordu. Rusya’da, soylular, 18. yüzyıldaki Emelyan Pugaçev’in yönettiği köylü isyanını güçlükle bastırdılar. [sayfa 241]

3. YENİ İDEOLOJİK OLAYLAR

RÖNESANSIN KÜLTÜR VE İDEOLOJİSİ
14. ve 15. yüzyılda, İtalyan kentlerinde kapitalist ilişkilerin hızla gelişmesi, ideoloji alanına yansıdı, Rönesansı doğurdu. Yeniden-doğuş anlamına gelen Rönesans terimi, eski uygarlığın dirildiğine inanan ilk burjuva ideologlarının buluşudur.
Oluşum halindeki kapitalist üretim, doğanın incelenmesi üzerine ilgiyi kamçılıyordu, ve böylelikle 15. yüzyılın sonlarına damgasını vuran bilimlerin ve tekniklerin bir ok hızı ile ilerlemesine yardım ediyordu.
16. ve 17. yüzyıllar, bilimler için büyük bir dönüm noktası oldu. Dinin dogmalarına karşılık, deneyimlere dayanarak doğanın incelenmesine başlandı. Doğa yasalarının tanınması konusunda büyük başarılar gerçekleştirildi. Bilimsel buluşlar, eski feodal ve dinsel anlayışlara karşı yürütülen amansız bir savaşım pahasına açıklanabildiler. Yeni bir dünya anlayışı, manevî ve ruhsal yaşamın her alanına, bilim, edebiyat ve sanatlara biçim veriyordu. Bu, büyük bir ideolojik devrim oldu.
Rönesansın büyük devleri vardı: ressam, matematikçi ve mühendis Leonardo da Vinci (1452-1519), kimsenin erişemediği ressam ve heykelci Michel-Angelo Buonarotti (1475-1564). O çağdaki dünya uygarlığının öteki ustaları arasında ressam Raphael Santi’yi (1483-1520), ressam Ti-tien’i (1477-1576), ozan Ludovico Ariosto’yu (1474-1533) ve yazar François Rabelais’yi (1494-1553) anmak yerinde olur.
Rönesansın öncüleri, kendi ideolojik akımlarına, hümanizm adını verdiler; bununla yeni uygarlığın laik niteliğini ve bu uygarlığın feodalite ve din engellerinden kurtuluşunu belirtmek istiyorlardı. Hümanistler, bir insan olarak kişinin değeri üzerinde önemle duruyorlar.
Ama yükselmekte olan kapitalizmin bu ideologları, aşırı [sayfa 242] dereceye götürülen bir bireyciliği, her ne pahasına olursa olsun kişisel başarıya ulaşma isteğini övmekteydiler. Başka bir değişle onlar, burjuva türedisinin türküsünü söylüyorlardı.
Bu bakımdan, İtalyan düşünürü Niccolo Machiavel’in (1469-1527) siyasal anlayışları, çok anlamlı oldu Machiavel, prens kitabında, özellikle şunu öğretiyordu: kişisel amaçlara ya da kastının amaçlarına ulaşmak için bütün çareler, zor, hile, kalleşlik, sözünü tutmama, yalan, ikiyüzlülük hepsi mubahtır. Bunun içindir ki, Rönesansın burjuva hümanizmi, proletaryanın, tarihin en devrimci sınıfının açıkladığı, bütün insanlık ölçüsündeki gerçek hümanizmden temelden ayrılır.

REFORM
Katolikliğe, feodal toplumun ideolojik temeline karşı savaşım verirken, burjuvazi, sömürücü bir sınıf olarak dinden vazgeçemezdi. Onun için, amaç olarak dini ve kiliseyi tümüyle ortadan kaldırmayı değil, bunları iyileştirmeyi, yanı katolikliği yeni bir dinle değiştirmeyi ileri sürüyordu. Böylece, genç burjuva sınıfının anlayışlarını ve çıkarlarını ilaha iyi yansıtan protestanlık ortaya çıktı.
Yüzyıllar boyunca katolik kilisesi tarafından hazırlanıp kotarılmış dogmalar ve ayin yöntemleri, aldatmaca ve iman edenlerin bilisizliği üzerine kurulmuştu. Dogmalar ve ayin yöntemleri, emekçilerin kuşkulanılmayan din duygularına dayanıyor, egemen feodal senyörler sınıfının amaçlarına, yani halk yığınlarının köleleştirilmesi amaçlarına büyük ölçüde yanıt veriyordu.
Ticaret için üretimin olduğu gibi, kapitalist ilişkilerin ilerlemesi, köylülerin kişisel bağımlılıktan kurtulmaları, kentlerde nüfusun artmasına ve kültür düzeyinin yükselmesine neden oluyordu. Bunun içindir ki, yeni tarihsel koşullar içinde, genişlemekte olan burjuvazi, kendisini, daha ince [sayfa 243] dogmalar yaratmak, halk yığınlarını uyutmak için katolik kilisesinin kullandıklarından daha elverişli yöntemler ve kendi egemenliğini güvenlik altına almak için daha geçerli çareler bulup hazırlamak zorunda gördü.
Dinin ve kilisenin reformcuları, feodal katolikliğin birçok dogmalarını ve ayin yöntemlerini kaldırıp atıyorlar ve dinin bir içekapanışını yansıtan yeni dogmalar benimsiyorlardı. Kilisenin gözle görülür kurumları, son derece basitleştirilmişti. Hatta dinsel şatafattan vazgeçilmesi ve mütevazı bir kilise yaratılması isteniyordu.
Protestanlar, kutsal kitapları, gerçeğin tanınmasının biricik kaynağı olarak kabul ediyorlar, papanın yanılmazlığını kabul etmiyorlardı.

ALMANYA’DA REFORM 1524-1525 BÜYÜK KÖYLÜ SAVAŞI
Almanya, reformun yurdu oldu. 1524-1525 reform hareketi ve büyük köylü savaşı, burjuvazinin feodaliteye karşı ilk önemli kavgası ve ilk reform hareketi oldu.
15. yüzyılda ve 16. yüzyılın başlarında, Almanya’da, kapitalist ilişkiler, sanayiin çeşitli dallarında kendilerini gösteriyordu. Ama, bazı kentlerin ve bazı ülkelerin ekonomisindeki hızlanma, diğer kent ve ülkelerdeki durgunluk ve geri kalma ile birlikte gidiyordu. Bu, feodal ufalanmanın ve bölünmenin sonucu olmuştu. Kırda gericiliğin ve köylülerin feodal senyörler tarafından sömürülmesinin ağırlaşması, kapitalist ilişkileri engelleyen öğelerden biri oldu.
Bu son durum, kırda sınıf savaşımını şiddetlenmeye doğru götürüyordu. 16. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak, Güney-Batı Almanya’da, devrimci köylülerin “ayakkabı” adı ile tanınan gizli örgütleri kurulmuştu. Örgütlerin üyeleri, kiliseye ve manastırlara ait topraklara elkonmasını, feodal angaryaların kaldırılmasını vb. istiyorlardı. Köylüler, aynı zamanda, ülkenin küçük parçalara bölünmesinin [sayfa 244] durdurulmasını ve merkezileşmiş bir devlet kurulması isteminde bulunuyorlardı. Kentli yığınlar da, onları destekledi. Böylece yoksul köylü ve kentlilerden bileşmiş bir devrimciler örgütünün temelleri yaratılmış oldu.
Radikal burjuvalar da bu gizli derneklerin eylemine katılıyorlardı. Küçük soyluların bir bölümü (şövalyeler) büyük feodal senyörlerin hükümranlığından ve Almanya’nın, küçük küçük parçalar halinde bölünmesinden hoşnut değillerdi.
Bütün bu muhalefet grupları, ruhban sınıfına ve genel olarak katolik kilisesine karşı, hınç ve tiksinti ile, birbirlerine kenetlenmişlerdi. Katolik kilisesi, Almanya’da bir büyük feodal toprak sahibiydi; aynı zamanda kendileri de birer feodal senyör olan ve “günahların cezası”nı bağışlayan papalık hoşgörüsünün ve iyiliğinin satıcıları, kilise prenslerinin aracılığıyla, büyük meblağlar, papalığın hazinelerine akıyordu.
Reform hareketi, bir yığın hareketi niteliği aldı. Hareket, 31 Ekim 1517’de, kilisenin günah bağışlamalarına karşı, Luther’in 95 tezinin kamuya bildirilmesi ile başladı.
Alman halkının başlıca varlıklı çevrelerine seslenen Luther, onları, katolik rahiplerinin Almanya’daki etkilerine karşı enerjik bir savaşıma çağırdı. Halk yığınları, Luther’in dinsel formüllerinde, kendi toplumsal istemlerini buluyorlardı. Onlar için reform, en başta toplumsal kurtuluş anlamına geliyordu. Ateşli devrimci Thomas Munzer, halk açısından, reform anlayışının yorumcusu, köylü savaşı döneminde ortaya çıkan köylüler ve plebyenler kampının en büyük siması oldu.
Reform yayıldıkça, başlangıçta Luther’in çevresinde gruplaşmış olan muhalefetin birleşik kampı dağılıp parçalanmaya başladı. Luther’in kendisi de, Alman halkının devrimci tabakaları ile ilişkilerini kopardı. Thomas Munzer, halk yığınlarının kılavuzu oldu. Onun için iman, aklın uyandırıcısı [sayfa 245] olmaktan başka bir anlama gelmiyordu. Munzer, ayaklanmış bir halkın gerçekleştireceği büyük bir toplumsal devrim fikrini kafasında kurup geliştiriyordu. Geleceğin toplumsal düzeninde, ne sınıf ayrılıkları, ne toplumun üyelerine yabancı bir özel mülkiyet, ne de bir devlet gücü olacaktı. Bunlar, komünizm fikirlerinin sağlam habercileriydi. Şurası kendiliğinden bellidir ki, Munzer’in kendisi için bile oldukça bulanık olan bu ideal, geniş halk yığınları tarafından anlaşılamazdı.
Devrimci hareket genişledi ve 1524’te açık bir savaşıma, büyük bir köylü savaşımına dönüştü. Egemen sınıfın bütün güçleri halka karşı birleştiler. En sonunda, feodal prens ve senyörler, atlı kuvvetlerin ve topçuların yardımıyla köylü birliklerini ezdiler (Mayıs 1525).
Köylülerin yenilgisi, geniş bir toplumsal hareket olarak reformun da yenilgisi oldu. Almanya’daki burjuva devrimi girişimi, kapitalist üretime geçişte daha ilk adımlarını atmakta olan burjuvazinin kararsızlığı, korkaklığı ve iktisadî zayıflığının sonucu olarak başarısızlığa uğradı.
Ama köylü reformunun ve savaşımının çok önemli yankıları oldu. Feodal düzene, bütün Avrupa ölçüsünde bir darbe indirildi.
Reform fikirleri, burjuva biçiminde, gelişmeye devam ediyordu.

PROTESTANLIĞIN YAYILMASI
Protestanlık ruhu, klasik çizgileriyle, Cenevreli Jean Calvin’in öğretisiyle somutlaştırıldı. Calvin, her insanın yazgısının, daha dünyanın yaradılışından önce Tanrı tarafından belirlendiği (alınyazısı dogması) ve herkesin, mesleğindeki başarısıyla Tanrının sevgili kulu olduğunu kanıtlayabileceğini ifade ediyordu. Calvin, tacirlerin ve işadamlarının görevlerinin elbette ki, olabildiği ölçüde zenginliklerini artırmak olduğunu, çünkü Tanrının bile başkalarının [sayfa 246] yönetimini onlara emanet ettiğini vaazediyordu. Böylelikle ücretli el emeğinin sömürülmesi, kalvenistlerde, onlardan sonra da öteki protestanlarda “sofuca bir hareket” oldu.
Protestan dini, kapitalizmin hızla gelişmekte olduğu bütün Avrupa ülkelerinde yayılıyordu.

4. HOLLANDA’DA 16. YÜZYILDA BURJUVA DEVRİMİ

DEVRİMİN ZORUNLULUĞU
İlerlemekte olan üretici güçler, çökmekte olan feodalitenin üretim ilişkileri ile gittikçe daha keskinleşen çelişkili bir hale girdiler. Ama kapitalist ilişkiler, feodalitenin siyasal kurumları, en başta feodal devlet şafdışı edilmeksizin, kendilerini kesin olarak kabul ettiremezlerdi; bu safdışı etme işi ise, barışçı bir evrimde yapılamazdı. Onun için, feodal siyasal rejimin devrim yoluyla ortadan kalkması, toplumsal gelişmenin bir zorunluluğu idi.
Almanya’da dönüşüm ve köylü savaşı, burjuva devriminin talihsiz bir ilk girişimi idiyse, ikinci girişim, Hollanda’daki İspanyol egemenliğine karşı bir ulusal kurtuluş savaşı halini alan 1566-1609 burjuva devrimi oldu.

YÜZYILIN BAŞINDA HOLLANDA
Onyedi Hollanda eyaleti, bugünkü Belçika topraklarını, Fransa, Luksemburg ve Almanya’nın kuzey kısımlarım içine alıyordu. 13. yüzyıl ile 15. yüzyıl arasındaki dönemde Hollanda, iktisaden gelişmiş bir ülkeydi. 15. yüzyıldan 16. yüzyıla geçerken bu eyaletlerin ekonomisi değişikliklere uğradı; bu değişiklikler, eyaletlerin hızla gelişmesinin nedeni oldular ve toplumsal ilişkilere ve ülkenin siyasal yaşamına damgalarını vurdular.
İşte bu dönemde, feodal ilişkilerin dağılıp parçalanması ve aynı zamanda sermayenin ilkel birikimi süreci, Hollanda’nın [sayfa 247] siyasal ve iktisadî gelişmesini daha kesin bir biçime etkilemeye başladı.

LONCALARIN GERİLEMESİ VE KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ
Lonca üretimi, gittikçe önemini yitiriyordu. Örneğin, loncaya bağlı en büyük kumaş sanayii merkezlerinden biri olan Ypres’de, 1517’den 1545’e kadar işler durumda olan dokuma tezgâhlarının sayısı, 600’den l00’e düşmüştür. Dağınık ya da merkezileşmiş kapitalist manüfaktürler, daha önemli bir rol oynamaya başladılar, yeni üretim dallarında ve en başta büyük sanayi merkezlerinde birdenbire ortaya çıkıverdiler. Valencienne’de, Mons’ta, Handschoote’da merkezileşmiş dokuma manüfaktürleri ortaya çıktı. Sabun ve şeker sanayileri, başlangıçta dokumacılık loncalarıyla birarada yaşadıkları Anvers’de kuruldu. Namur ile Liege eyaletlerinde, maden sanayii ve madencilik gelişiyordu. Hollanda’nın kuzey eyaletlerinde, gemi yapımında, balıkçılıkta, tereyağı, bira vb. imalâtında, kapitalist ilişkiler egemen olmaya başladı.
İç ve dış ticaret, çok genişledi. Ülkede, başlıca merkezleri güneyde Anvers, kuzeyde Amsterdam olan kapitalist bir iç pazar oluşuyordu. Bu kentlerden Anvers, 16. yüzyılın ortalarında en büyük ticaret ve kredi merkezi haline geldi.
Ama kapitalist ilişkiler, eşit olmayan bir biçimde gelişiyordu. Her şeyden önce kuzey eyaletlerinde, Hollanda ve Zelanda’da yayıldılar. Birçok güney eyaletlerinde feodal ilişkiler varlıklarını sürdürüyorlardı.
Kapitalist ilişkilerin gelişmesi, uzlaşmaz karşıt sınıfların, burjuvazi ve proletaryanın ortaya çıkmasıyla birlikte gidiyordu. Mülksüzleştirilmiş köylüler ve zanaatçılar, proleterlerin sayısını artırıyorlardı.

FEODAL SOYLULUK VE ULUSAL BOYUNDURUK
Ülkenin siyasal yaşamının kilit noktalarım ellerinde bulunduran [sayfa 248] feodal soyluluk, kapitalizmin ilerlemesini ve burjuvazinin ileriye doğru atılımını engelliyorlardı. Soyluların güney eyaletlerinde büyük bir etkileri vardı. Hollanda burjuvazisi, siyasal bakımdan kötü örgütlenmişti ve kendi sınıf çıkarlarının adamakıllı bilincinde değildi. Dinsel fikirler (kalvenizm), burjuvazinin siyasal anlayışlarını dile getiriyordu.
Feodal soyluluk, yabancı istilâcılarla, İspanya prensleriyle ittifakını sağlamlaştırmaya bakıyordu. İspanyol mutlakıyetinin boyunduruğu, özellikle 16. yüzyılın ikinci yarısında, 1556’dan, yani İmparator Charles V’in (Şarlken’in) oğlu Philjppe II’nin İspanyol tahtına gelişi tarihinden sonra ağırlaştı. İmparatorluğun parçalanışından sonra Hollanda, Philippe II’nin payına düşmüştü. Yeni kralın iktidarı, askerî birliklere ve katolik kilisesine dayanıyordu.
Bütün halk, İspanyol mutlakiyetine ve katolik kilisesine kin duymaya başladı. Sonunda, 1566’da, bu kin, geniş bir halk hareketi olarak billurlaştı. Hollanda soylularının bir bölümü de bu harekete katıldı.

HOLLANDA CUMHURİYETİNİN KURULUŞU HOLLANDA DEVRİMİNİN ANLAMI
Burjuvazi, kuzey eyaletlerinde, daha ileri gitmiş ve daha iyi örgütlenmişti. Bunun içindir ki, burjuvazinin temsilcileri, 1579’da Utrech Birliği adı verilen birliği kurduktan sonra zaferi elde ettiler. 1581’de kuzey eyaletlerinin La Haye’da toplanmış olan delegeleri, Philippe II’nin tahttan indirildiğini ilân ettiler. “Birleşik Krallık” ya da Hollanda, yeni ortaya çıkan ve kesin olarak 1609’da kuruluşunu tamamlayan devlet, Avrupa’da ilk burjuva cumhuriyeti oldu.
İlerici anlamlarına karşın, Hollanda devrimi ve onu izleyen burjuva devrimleri, insanın insan tarafından sömürülmesini ortadan kaldırmıyordu. Ancak, feodal soyluluğun egemenliği yerine, burjuvazinin egemenliğini getiriyordu. [sayfa 249]
Hollanda devriminin zaferinin gerçek yaratıcıları, halk yığınlarıydı. Bu, başarı sağlamış ilk burjuva devrimiydi. Ama, Avrupa olaylarının daha sonraki evrimi üzerindeki etkisi sınırlı oldu. 16. yüzyılın ortalarında İngiliz burjuva devrimi, özellikle 18. yüzyılın sonunda Fransız devrimi, sözcüğün geniş anlamıyla burjuva düzeni çağını açtılar. [sayfa 250]

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments