“… Siz buna konuşma diyorsunuz. Sanırım terim bu. Sözcükler çıkarlar, havaya uçarlar, bir an yaşarlar ve ölürler. Garip, değil mi? Bana sorarsanız bir fikrim yok. Hayır, yine hayır. Fakat yine de, ileride gerek duyacağımız sözcükler var. …” s.21
“… Herkes için iyi bir şey ölü olmak. …” s.25
“… Bizim bildiğimiz insan hayatının ancak cennetten kovulduktan sonra var olmaya başladığını iddia ediyordu. Çünkü eğer cennette kötülük yoksa, iyilik diye bir şey de olamazdı. …” s.49
“… Nihayet söyleyeceklerimizi söyleyebilecek bir dil. Çünkü bizim kelimelerimiz dünyaya denk düşmüyor. Nesneler bir bütünken, kelimelerimizin onları ifade edebileceğine dair güvenimiz tamdı. Ama bu şeyler yavaş yavaş parçalara ayrıldı, paramparça olup kaosa düştü. Yine de kelimelerimiz aynı kaldı. Kendilerini yeni hakikate uyduramadılar. Bu yüzden gördüğümüz şey hakkında ne zaman konuşmaya çalışsak, yanlış konuşuyoruz, temsil etmeye çalıştığımız şeyin kendisini çarpıtıyoruz. … Bir şey işlevini artık yerine getirmezse ne olur? Hala o şey midir, yoksa başka bir şey mi olmuştur? Şemsiyeden kumaşı yırtıp atarsanız şemsiye hala şemsiye midir? … Kullandığımız kelimelerdeki değişim mevhumunu kabul etmeye başlamazsak, kaybolmaya devam edeceğiz. …” s.86–87
“… Bir şeyden deliler gibi nefret edebilmen için bir yanının onu sevmesi de gerekir. …” s.108
“… Gece ve gündüz göreceli iki terimden başka neydi ki; mutlak bir durumu anlatmıyordu. Herhangi bir zamanda her zaman ikisi de mevcuttu. Bunu bilmeyişimizin tek nedeni de aynı anda iki yerde birden olamayışımızdı. …” s:138
***
“Her şey yanlış bir telefon numarasıyla başladı. Aranan kişi o değildi. Fakat aynı yanlışlık ertesi gece de yapıldı. Ve böylece oyun başladı. Kişi, aranan kendisi olmadığı halde, öyleymiş gibi davranırsa ne olur? Bu rastlantı onu nereye götürür? Rastlantıların onu götürdüğü yere sürüklenmeye neden razı olur? Bu soruların cevabı yok. Suda yayılan halkalar gibi birbirini izleyen olayların peşi sıra, kişinin ardına düştüğü şey, sonunda kendi hayatı, kendi geçmişi, içindeki ben, içindeki öteki olabilir.”
Paul Auster – Cam Kent
***
Paul Auster (3 Şubat 1947, Newark, New Jersey) ABD’li roman yazarı, şair ve senarist.
Paul Auster, 1947 yılında ABD’nin New Jersey kentinde doğdu. Columbia Üniversitesi’nde İngiliz, Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine eğitim alan, 1971-1974 yılları arasında Fransa’da yaşayan ve geleneksel kitap konularının dışına yüksek bir başarıyla çıkıp,yaratıcılığın sınırlarını genişletebilmiş olan Auster’in başlıca yapıtları arasında New York Üçlemesi, Yalnızlığın Keşfi, Yanılsamalar Kitabı, Kırmızı Defter, Leviathan, Kehanet Gecesi, Duman, Yükseklik Korkusu, Yazı Odasında Yolculuklar, Karanlıktaki Adam bulunuyor. Auster’in yazarlığa ilk başladığı yıllardaki sıkıntılı günlerinde Paul Benjamin imzasıyla yayınladığı bir de polisiye romanı vardır. Bu roman yazarın otobiyografik romanı ‘Cebi Delik’ in eki olarak yayınlanmıştır. Can Yayınları tarafından Seçkin Selvi’ nin çevirisiyle ‘Köşeye Kıstırmak’ adı ile 2000 yılında Türkçeye kazandırılmıştır.
2006 yılında İspanya’nın saygın ödüllerinden olan Asturias Ödülü’nü edebiyat dalında Paul Auster kazandı. 26’ncısı düzenlenen “Asturias Prensi” ödüllerinde, aralarında Orhan Pamuk ‘un da yer aldığı 18 ülkeden 26 yazar edebiyat dalında aday gösterilmişti.
Yazarın Duman (Smoke) ve Surat Mosmor (Blue in the Face) isimli senaryoları ünlü yönetmen Wayne Wang tarafından filme çekilmiştir. Daha sonra Lulu On The Bridge ( Lulu Köprüde) İsimli kitabını da kendisi filme çekmiş, hem senarist hem de yönetmen olarak yapıtın tüm aşamalarında bulunmuştur. Film hakkında yaptığı bir söyleşide kendi yazma biçimi üzerine konuşurken Peter Brook’un bir röportajından alıntı yaparak işlerinde mitlerin uzaklığıyla gündelik yaşamın sadeliğini kaynaştırmaya çalıştığını söylemiştir.