Mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahi bir ışık altında görme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir. Ama her an her yerde acı bulunmasına karşın bir toplama kampında bile yaşama sanatını uygulamak olasıdır. Bir benzetme yapacak olursak, bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. Boş bir odaya belli miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının ‘büyüklüğü’ kesinlikle görecelidir.
…
İnsan onurunu bir toplama kampında bile koruyabilir. Dostoyevski bir keresinde şöyle demişti: ‘Beni korkutan tek bir şey var: Acılarıma değmemek.’ Kamptaki davranışları, acıları ve ölümleri, son içsel özgürlüğün kaybedilemeyeceği gerçeğine tanıklık eden şahitlerle tanıştıktan sonra, bu sözler sık sık aklıma geliyordu. Bu insanların çektikleri acıya değdikleri söylenebilir; acıya katlanma yolları, gerçek bir içsel başarıydı. Yaşamı anlamlı ve amaçlı kılan şey de, insanın elinden alınamayan işte bu ruhsal (tinsel) özgürlüktür.
Aktif bir yaşam, insana, değerlerini yaratıcı çalışmayla gerçekleştirme fırsatı verme amacına hizmet eder; buna karşılık eğlenceden oluşan pasif yaşam ise ona güzelliği, sanatı ya da doğayı içine alan yaşantılarda doyum bulma fırsatı verir. Ama ayrıca hem yaratıcı çalışmadan hem de eğlenceden hemen hemen yoksun olan ve yüksek ahlaki davranış olasılığından başka bir şeyi kabul etmeyen bir yaşamda da; yani insanın, dışsal güçlerle kısıtlı varoluşuna yönelik tutumunda da bir amaç vardır. Yaratıcı yaşam da, eğlence (haz) yaşamı da ona yasaktır. Ama anlamlı olan sadece yaratıcılık ve zevk değildir. Eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın insan yaşamı tamamlanmış olmaz.
Bir insanın kendi kaderini ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, ona, en ağır koşullar altında bile, yaşamına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. Yaşam, yiğitçe, onurlu ve özgecil olabilir. Ya da keskin kendini koruma davasında kişi, kendi insan onurunu unutup bir hayvan düzeyine inebilir. Burada, insanın, zor bir durumun sunduğu ahlaki değerlere ulaşma fırsatlarından yararlanma ya da vazgeçme arasındaki seçimi yatmaktadır. Bu da, o insanın acılarına değip değmediğini belirler.
İntiharla sonuçlanabilecek olan ve belirgin bir benzerlik gösteren iki olay anımsıyorum. Her iki adam da intihar niyetinden söz etmişti. Her ikisi de aynı tipik argümanı kullanıyordu: Yaşamdan bekleyebilecek hiçbir şeyleri yoktu. Her iki olayda da sorun, yaşamın onlardan hala bir şeyler beklediğini; gelecekte kendilerinden bir şeyler beklendiğini kavramalarını sağlamaktı. Aslında, adamlardan birisinin, çok sevdiği ve yabancı ülkede onu bekleyen bir çocuğu olduğunu anladım. Diğerinde ise onu bekleyen bir insan değil, bir şeydi. Kendisi bir bilimciydi ve henüz tamamlanmayı bekleyen bir dizi kitap yazmıştı. Tıpkı bir çocuğun duygularında hiç kimsenin babasının yerini alamaması gibi, onun işini de ondan başkası yapamazdı.
Her bireyi ayırdeden ve varoluşuna anlam veren eşsizlik ve teklik durumu, insan sevgisi üzerinde olduğu kadar yaratıcı çalışma üzerinde de bir etkiye sahiptir. Bir insanın yerine bir başkasının konulmasının olanaksızlığı kavrandığı zaman, bu, kişinin, o insanın varoluşuna ve olanca yoğunluğuyla sürmesine yönelik sorumluluğunu olası kılar. Kendisini sevecenlikle bekleyen bir insana ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, yaşamını kesinlikle bir yana itemeyecektir. Varoluşunun ‘nedeni’ni bilecek ve hemen her ‘nasıl’a dayanabilecektir.
…
Bir süre sonra, bana, yakın gelecekte ölecekmişim gibi geldiğini anımsıyorum. Ne var ki bu kritik durumda tasam, yoldaşlarımın çoğundan farklıydı. Onların sorusu şöyleydi: ‘Bu kampta hayatta kalacak mıyız? Çünkü kalmayacaksak, bütün bu acıların hiçbir anlamı yok.’ Benim sorumsa şuydu: ‘Bütün bu acıların çevremizdeki bunca ölümün bir anlamı var mı? Çünkü eğer yoksa hayatta kalmanın kesinlikle bir anlamı yok! Çünkü anlamı böyle bir rastlantıya bağlı olan bir yaşam, nihai anlamda yaşanmaya değmez.’
…
Nihai anlam zorunluluk gereği insanın sınırlı zihinsel yetisini aşar; logoterapide bu bağlamda bir nihai anlamdan söz ederiz. İnsandan istenen şey, bazı varoluşçu felsefecilerin savunduğu gibi yaşamın anlamsızlığına katlanmak değil, yaşamın koşulsuz anlamlılığını ussal terimlerle kavrama yetisinden yoksun oluşuna dayanmaktır. Anlam (logos), mantıktan (logic) daha derindir.
…
İnsan yaşamını anlamdan yoksun bırakıyor gibi görünen şeyler sadece acıyı değil, ölümü de kapsıyor. Sadece yaşamın gerçekten geçici olan yanlarının potansiyeller olduğunu söylemekten bıkmadım; ancak bu potansiyeller gerçekleşir gerçekleşmez, o anda gerçekliğe dönüşür; bunlar korunur ve geçmişe gönderilir ve burada geçicilikten kurtarılır, çünkü geçmişteki hiçbir şey geri kazanılmaz biçimde kaybedilmemiştir, her şey geri dönülmez bir şekilde kaydedilmiştir.
Bu nedenle varoluşumuzun geçici olması, bunu kesinlikle anlamsız kılmaz, ama sorumluluklarımızı oluşturur; çünkü her şey, bizim öz itibariyle geçici olan olasılıkları gerçekleştirmemize bağlıdır. İnsan sürekli, mevcut potansiyeller yığınıyla ilgili olarak kendi tercihlerini yapar; bunlardan hangisi hiçliğe mahkum edilecek ve hangileri gerçekleştirilecek? Hangi tercih sonsuza kadar ölümsüz, ‘zamanın kumları üzerindeki ayak izi’ kılınacak. İnsanın, her an, şöyle ya da böyle, varoluşunun anıtının ne olacağına karar vermesi gerekir.
…
Viktor Emil Frankl Kimdir?
3.viyana okulu olarak bilinen akımın kurucusudur..varoluşcu terapinin en önemli ismi olan victor e. frankl kendi geliştirdiği kuramın adını logoterapi( anlam merkezli terapi) olarak adlandırmıştır..kuramında yaşamın anlamına özellikle vurgu yapan frankl , 2.dünya savaşında polonya içerisindeki alman toplama kamplarında 4 yıl kadar süren bir tutsaklık geçirmiştir.Burada yaşadığı ve gördüğü yaşantılar onun logoterapi adlı psikoterapi kuramını gerçekleştirmesine yol açmıştır..yaşamın anlamını bulabilmek için öncelikle bir amacımızın olması gerektiğini vurgulayan frankl acının vazgeçilmez olduğu durumlarda acının da bir anlamı olabileceğini vurgular..logoterapide diğer varoluşçu terapistlerden farklı olarak iki teknik geliştirilmiştir..paradoksal niyet ve düşünce odağını değiştirme..bu terapi özellikle acı çeken,hayatın anlamını sorgulayan kişilerde oldukça etkili bir terapi yöntemidir..bu terapi yöntemi ve teknikleri psikolojik danışmanlarca ve diğer terapistlerce sıklıkla kullanılmaktadır..