Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazar, Aralık 22, 2024
No menu items!
Ana SayfaBilimPsikolojiDüş çoğu zaman mistik dünyaya açılan bir kapı sayılmıştır | Sigmund Freud

Düş çoğu zaman mistik dünyaya açılan bir kapı sayılmıştır | Sigmund Freud

Bugün, bizi görünüşü göz alıcı bir noktaya götürecek olan dar bir patikaya gireceğiz.
Düşün gizlicilik’le (occultisme) bağlantıları olduğundan söz etmekle, sizi pek fazla hayrette bırakmayacağımı sanıyorum. Düş çoğu zaman mistik dünyaya açılan bir kapı sayılmıştır ve bugün de çok kimse onu bir gizli şeyler bilgisi olarak görmektedir. Onu bilimsel araştırmaların konusu olan biz dahi, düş ile karanlık olgular arasında bir ya da birçok bağ bulunduğunu yadsımaya çalışmıyoruz. Mistik, gizli şeyler…

Ne anlıyoruz bu sözcüklerden? Bu iyi tanımlanmamış kavramları kesin adlandırmalar altında gruplamayı denememizi beklemeyiniz. Bundan ne anlaşılmak gerekiyorsa, tümünü genel ve karışık şekilde biliyoruz. Bunda, anlaşılan ve bilimin bizim için kurmuş olduğu sert yasalarla yönetilen dünyadan farklı bir dünya söz konusudur. Gizlicilik (gizli şeyler bilgisi) «gökle yer arasında bizim felsefemizin tasarlayamayacağı bu şeyler»in gerçek varlığını ileri sürmektedir. İyi ama kendimizi okul’un dar görüşleri ile bağlı tutmaya metince karar verdik, bize akla sığar kılınacak şeylere inanmaya hazır olduğumuzu bildiriyoruz.

Bilimsel olgular söz konusu olduğu zaman yapmaya alıştığımız gibi bir yöntem kullanağız. İlk önce sözkonusu olayların kanıtlanabilmiş olup olmadıklarını görecek sonra da, ama yalnızca sonra, gerçeklikleri tartışılmaz biçimde kanıtlanınca onları açıklamaya çabalayacağız. İzlenecek bu programın, entelİektüel, ruhbilimsel ve tarihsel etkenlerce güçleştirileceğini saklamıyoruz. Durum başka araştırmalarmkinden farklıdır.

Önce entelİektüel güçlükleri gözden geçirelim. Bunu size kaba, fakat apaçık bir benzetme ile anlatmayı uygun buluyorum. Toprağın derinliklerinin bileşimini öğrenmeye çalıştığımızı varsayalım. Bu henüz doğru çözümlenmemiş bir sorundur. Dünyanın içinin akkor halinde ağır madenlerden oluşmuş bulunduğunu kabul edelim. Şimdi birinin bize gelip onun karbon gazı ile yüklü sudan bir cins gazozdan oluşmuş bulunduğunu söylediğini düşünelim. Elbette ki bunun pek gerçeğe uymadığını, bizim görüşlerimize aykırı olduğunu bizim madenler varsayımına gitmemizi sağlayan bilimsel dayanak noktasını hiç hesaba katmadığını söyleceğiz. Ne de olsa bu yeni sav büsbütün saçma değildir ve hiç direnmeksizin bize karbonatlı su varsayımını kanıtlama usûlü sağlayacak olan herhangi bir kimseyi izleyebiliriz.

Şimdi diyelim ki başka bir kimse, bize dünyanın çekirdeğinin marmelattan oluştuğunu ciddi ciddi bildirsin. Davranışımız o zaman bambaşka olacaktır. Ona marmelatın doğada bulunmadığım, insanlarm mutfağında yapıldığını söyleriz; ayrıca, şekerlemenin var oluşu bize meyve ağaçlarının ve meyvelerinin varlığını önceden varsaydırır ve dünyanın içinde bitkileriyle, insanların mutfak sanatının bir ürününün nasıl bulunabileceğini anlayamayız. Bu zihinsel itirazlar bizi bu sorun ile ilgilenmemeye götürür ve dünyanın çekirdeğinin gerçekten marmelattan oluşup oluumadığım araştırma fikrine sahip olmayız. Tam tersine, hangi insan böyle bir fikre sahip olabilir diye kendi kendimize sormaya girişir, belki de, zavallı marmelat kuramı kurucusunu bilimin çıkış noktası üzerinde sorguya çekmeye dek gideriz; o ise son derece üzülerek bizi iddialarını nesnel bir biçimde gözden geçirmeden ve kuşkusuz bilimsel önyargılarla reddetmekle suçlandırır. Fakat bu boşunadır. Önyargıların her zaman mahkûm edilemeyeceğini, bazen doğrulanabileceğim, bizi boşuna bir uğraşmadan kurtardıkları için yararlı kabul edildiklerini sezeriz. Bu önyargılar aslında, iyice kurulmuş kesin yargıların sonuçlarına benzer düşüncelerden başka şeyler değillerdir.

Gizliciliğin verilerinden çoğu, üzerimizde, marmelat varsayımındaki gibi etki yapar; işte bunun içindir ki, onlarla, önceden bir incelemeye tutmaksızm reddetme yetkisinin bize verilmiş olduğunu sanırız. Bununla birlikte, sorun göründüğünden daha karmaşıktır; aslında bu, genel benzetmeler olgusudur. Bunun varsayılan hale uygun olup olmadığı sorulabilir ve hemen onun umursanmayışla reddedilebilecek şekilde seçilmiş olduğu anlaşılır.

Önceden algılanmış olan bazen iyi kurulmuş ve doğrulanmış fikirler yanlış ve zararlı olabilirler; insan bunların kategorilerden birine mi ya da öbürüne mi ait bulunduğundan a priori olarak habersizdir.. Bu bilimlerin tarihi, bizi pek ivedice bir mahkûm etmeye karşı uyarmaya yarayan örneklerle dolup taşmaktadır. Böylece, uzun zaman atmosfer boşluğundan dünyaya düşen ve şimdi meteorit denilen şeylerin aslında birtakım taşlar olduğu fikri bir çılgınlık olarak kabul edilmiştir. Bunun gibi, deniz hayvanları kabukları bulunan dağlardaki kayaların, bir gün okyanusun dibini meydana getirmiş olduğu olgusu güçlükle kabul edilmiştir.

Bize bilinçaltını tanımayı öğrettiği zaman psikanalizimiz için de öyle olmamış mıdır? Demek ki, analizci olan bizler, yeni verileri reddetmek için entellektüel motifler kullanırken pek ihtiyatlı olmanın özel nedenlerine sahibizdir. İtiraf etmeliyiz ki, bu motif bizi nefreti, kuşkuyu ve kararsızlığı yenmeye götürmemektedir.

Şimdi ikincisine, ruhbilimsel diye nitelemiş olduğum etkene geçelim. Bundan insanın hurafe ile birlikte mucizeye inanmaya genel eğilimi sözkonusudur. Daima, yaşam bize sıkı disiplini altında baş eğdirdikçe, içimizde düşüncenin anlamsızlığına ve tekdüzenliliğine karşı, gerçeğin deneylerinin isteklerine karşı bir direnç duyarız. Çünkü o bizi sayısız haz olanaklarından yoksun bırakır.
Akıl, hiç değilse geçici olarak kendimizi akılsızlığın baştan çıkarmalarına sevinçle kaptırmak için, boyunduruğundan kurtulacağımız bir düşman olur çıkar. Öğrenci sözcüklerle oynamaktan boşlanır; bilgin, birkaç bilimsel kongreden sonra asıl faaliyetini alaya aİır; ciddi insan bile nüktelerden zevk duyar.

«Akla, bilime, insanın o üstün kuvvetine» karşı daha ciddi bir düşmanlık kendini gösterme fırsatı bekler; «diplomalı* hekime karşı şarlatanı, üfürükçüyü ortaya çıkaran odur; gizlicilik» tarafından kabul edilmiş olgular yasaya, karşı gelme olduğu halde, falcılığın, müneccimliğin iddialarını öne geçiren odur; eleştirmeyi uyutan, algıları yanıltan, kontrol edilemeyen doğrulamalara ve kanıtlara zorla sahip çıkan odur. İnsanların bu «boş inan»a eğilimini bilen kimse gizlicilik edebiyatının verilere sağladığı bütün değerleri elbette yadsır.
Üçüncü itirazı tarihsel olarak nitelemiştim. Bunu yaparken, gizlicilik dünyasında, doğrusu, yeni hiçbir şey geçmediği olgusu üzerine dikkati çekiyorum. Orada, eski çağlarda ve eski kitaplarda gösterilmiş olan belirtiler, mucizeler, kehânetler ve görünüşler bulunur.
Gizliciliğin bize bugün hâlâ göründüğünü söylediği olguları doğru diye tutarsak, eski çağ öykülerinin inanılmaya değer olduğunu kabul etmekten bizi hiçbir şey alakoyamaz.

Şimdi, geleneklerin, ulusların kutsal kitaplarının mucize öyküleriyle dolup taştığını ve dinlerin gerekli inancı sağlamak için tümüyle bu olağanüstü, harika türden olaylara dayandıklarını anımsatalım. Adı geçen olaylarda dünya üstü güçlerin faaliyetlerinin kanıtlarını bulurlar. İyi ama gizliciliğin doğurduğu ilgi ile dinsel şeylere yöneltilen ilgi arasında tıpkılık yok mudur? Çünkü gizliciliğin kapalı amaçlarından birinin, bilimsel düşüncenin ilerlemesiyle tehdit edilen dinin yardımına koşmak olduğundan kuşkulanıyoruz.

Bu amacı keşfedince, ileri sürülen gizli olayların incelenmesine kendimizi vermeye karşı güvensizliğimizin, direnişimizin arttığını görüyoruz.
Bununla birlikte, sonunda nefretimizi yenmemiz gerekir. Gizlicilikle uğraşanların anlattıklarının yanlış mı, yoksa doğru mu olduğunu öğrenmek söz konusudur. Gözlem, besbelli ki, bunu bize gösterecektir. Aslında biz gizliciliğin coşkun yandaşlarına karşı pek minnettar olmalıyız. Eski mucizelerin öyküleri soruşturmadan kurtulurlar, unların kontrol edilmez olduklarını düşündüğümüz zaman da. biz yine de hiçbir ciddi reddin mümkün olmadığını söylemek zorunda kalırız. Fakat tanıklık edebilmiş olduğumuz güncel olgular, bizim belirli bir oy sahibi olmamıza olanak tanırlar.

Eskilere benzer mucizelerin günümüzde artık olmadıklarına kendimizi inandırmayı başarırsak, hiç değilse onların daha önce gerçekleşmemiş olduklarına itiraz ettiğimizin işitilmesinden artık korkmayız. Biz daha çok başka açıklamalara başvuracağız. Şimdi önceden algılanmış düşüncelerimizi bırakarak gizlicilik olaylarının, gözlemlenmesi çalışmalarına katılmaya hazırız.
Ne yazık ki içten niyetlerimiz en elverişsiz koşullarca engellenecektir. Fikrimizi desteklemesi gereken deneyler, bizim duyusal algılarımızı belirsiz kılmaya ve dikkatimizi puslandırmaya yarayan koşullar içinde, yani karanlık ortasında ya da zayıf bir kırmızı ışık altında, uzun ve boşuna bir bekleyişten sonra uygulanmaktadır.

Kuşkuculuğumuzun, eleştirme duygumuzun beklenen olayın doğmasını önlediği bize haber verilir. Böyle kurulan durum bilimsel araştırma koşullarımızın tam bir karikatürüdür.

Gözlemler sözde medyum denilen kendilerine bir takım «duyusal» yetenekler yüklenen, fakat asla başka karakter ya da ruh nitelikleri göstermeyen kimseler üzerinde uygulanır. Onlar eski mucize yaratıcıları gibi bir büyük fikirle, bir ciddî niyetle de hareket etmezler. Tam tersine, gizli güçlerine inanan insanların gözünde bile güvene değer bulunmayan kimseler olarak görünürler; medyumlar arasında çoğunun sahteci çıktığı kabul edilmiştir ve biz, ne olurlarsa ol şunlar, başkalarından da aynı şeyi bekleyebiliriz. Onların deneyleri bir açıkgözlük oyunu ya da hokkabaz numaralan etkisi yapar.

Hiçbir zaman .oturumları sırasında ne yararlanılabilir bir olgu yarattıkları, ne de yeni bir enerji kaynağı sundukları görülmüştür. Elbette silindir şapkasından güvercinler çıkaran hokkabazdan, güvercin sevenlerin bir şey kazanması beklenemez.
Kendimi, zihnimden, nesnelliğin gereklerine uymaya istekli olarak gizlicilik oturumlarında hazır bulunmaya karar veren bir adamın yerine kolayca koyabilirim; bir an sonra o kabul ettirilmek istenen garip fikirlerden yorulmuş, usanmış olarak, bir şey öğretilmemiş halde eski kanılarına döner. Bu adama, böyle bir davranışın haklı olmadığını ve bazı olayları incelemek isteyen herhangi bir kimsenin önceden onların niteliği ya da görünüşlerinin koşulları üzerine karar vermemesi gerektiği itirazı ileri sürülebilir.
Tersine, bunların üstünde durması, kontrol ve ihtiyat önlemleri alması uygun olur. Bunlar yardımıyla insan, medyumların ikiyüzlülüğünü önlemeye çalışır. Ne yazık ki modern kontrol tekniği, gizliciliğin gözlemlerini daha zorlaştırmıştır. Gizlicilik özellikle güç, çeşitli başka etkinlikler gibi açıktan açığa yapılmayan bir sorun olmuştur. Bu sorunla uğraşan araştırıcıların bir sonuca varacağı ana değin, ona yalnızca kuşku ve güvensizlikle bakılacaktır.

Bu uydurmaların en akla yakınlarına göre gizlicilikte henüz tanınmamış olguların bir gerçeklik çekirdeği olabilir ki, aldatma, uydurmacılık onun çevresine açılması güç bir örtü sarmıştır. Fakat yalnız bu çekirdeğe nasıl yaklaşmalı? Soruna hangi noktadan girmeli? Burada düşün bize büyük bir yardımı dokunacağını, bütün bu karmaşık şeyler yığınından bizi; telepati tema’sı çıkarmaya götüreceğini düşünüyorum.
Belli bir anda gerçekleşen bir olayı, mekânca uzakta bir kimsenin basbayağı haberleşme araçlarının yardımı olmadan hemen hemen aynı anda bilebilmesi olgusuna telepati dediğimizi biliyorsunuz. Kapalı koşul şudur: Olay, öbürünün, haberi alanın canlı bir duygusal ilintiye bağlı olduğu bir kimseyi ilgilendirmelidir. Örnek: A kişisi bir kazaya uğrar ya da ölür; A’ya bağlı olan B kişisi, annesi kardeşi, sevgilisi kötü haberi aşağı yukarı aynı anda göz ya da kulak algısıyla öğrenir. Bu halde, sanki her şey, gerçekten hiçbir şey olmadığı halde, telefonla alınmış gibi geçer. Bunda psişik bir telsiztelgraf oluşundan söz edilebilir. Böyle olayların ne denli akla sığmaz gibi göründüklerini söylemek tümüyle gereksizdir. İnsan bu haber almaların çoğunu reddetmekte haklıdır, ama kimileri için bu red pek kolay değildir. Şimdi benim size yapmak istediğim açıklamada şu küçük «sanki» sözcüğünü artık kullanmama izin veriniz. Bununla birlikte hiç de öyle olmadığını ve bu bakımdan hiçbir kanı edinmemiş olduğumu da biliniz.

Size öğretecek pek az şeyim var; yalnızca minicik bir olguyu anlatacağım. Benden fazlasını beklemeniz için, hemen size, düşün telepatiyle az bağlantısı olduğunu söylüyorum. Telepati düşün içeriği üzerine hiçbir ışık tutmamaktadır, buna karşılık düş de telepati gerçeğine doğrudan doğruya hiçbir kanıt sağlamıyor.

Telepati olayı aslında düşe hiç de bağlı değildir, uyanıkken de görülebilir. Düş ile telepati arasında bir yaklaştırma yapılmasına olanak tanıyan tek motif, uykunun telepati mesajlarının alınmasına özellikle elverişli olmasıdır. O halde telepatik denilen düş elde edilir ve bu, analiz yapılarak .telepati haberinin günün bütün öbür kalıntıları gibi aynı rolü oynadığı düşe katılmış olan eğilimleri onlar gibi işleyip değiştirdiği kamsına varılır.
Telepatik gibi görünen bir düşün analizi, anlamsızlığına karşın bana, bu konferansa çıkış noktası olmaya yaramış bir olguyu gözlemleme olanağı vermiştir. Bu konuda ilk bildirimi 1922’de yapmıştım. O sırada ancak tek bir gözlemi kullanabilmiştim; fakat ben bu ilk örneği ele alıyorum, çünkü onu anlatmak daha kolaydır ve bununla sizi hemen in medias res (işin ortasına) koyacağım.
Su götürmez derecede zeki ve kendi anlattığına göre «asla gizlicilikle büyülenmemiş» olan bir adam, bana pek tuhaf bulduğu bir düş dolayısıyla bir mektup yazıyor. Önce bu adamın şefkatle sevdiği ve kendisine son derece bağlı tir kızı olduğunu söyleyelim. Kızı uzak bir yerde evlidir, gebedir ve aralık ayı ortalarına doğru doğum yapacaktır.

Oysa adam 16 Kasımı 17’ye bağlayan gece, karısının ikiz çocuk dünyaya getirdiğini düşünde görür.

Aslında doğrulanamayan bazı yararsız ayrıntıları geçelim. Düşünde doğurduğunu gördüğü kadın ikinci karısı, kızının üvey anasıdır. Adam, eğitici niteliklerini bilmediği bu kadından bir çocuk sahibi olmayı istememektedir; düş gördüğü sırada ise, onunla uzun zamandır cinsel ilişkiyi kesmiş bulunmaktadır. Bana yazması düş öğretisinden kuşkulandığı için değil, bu kuşku görülen düşün içeriğiyle doğrulanacağı içindir. Çünkü düş, onu görenin isteklerinin tersine bu kadının ana olmasına izin vermektedir. «Hiçbir şey,» diyor, «bu istenmeyen olayın gerçekleşebilmesinden daha çok korku veremez.» Adamı düşünü anlatmaya götüren şey, 18 Kasım sabahı kızının ikiz doğurduğunu bildiren bir telgraf almış olmasıdır. Telgraf 1617 gecesi, yani hemen hemen düşünde karısının çocuk doğurduğunu gördüğü saatte çekilmiştir.

Adam bana, benim görüşüme göre, düş ile olgunun uygunluğunun bir rastlantı eseri olup olmadığını sormaktadır. Bu düşü telepatik olarak nitelemeye cesaret edemiyorum, çünkü düşün içeriğini gerçek olaydan ayıran, içerik gibi görünen, yani doğuran kimsedir. Fakat bana mektup yazan adamın belirttiği noktalar, onun gerçek bir telepati düşü görmüş olduğunu düşünmeme olanak verdi. Kızı, kuşkusuz ki «acılı saatlerinde özellikle babasını anmış»tı.

Bayanlar, baylar; eminim ki şimdi siz kendi kendinize bu düşü açıklıyor ve niçin anlattığımı anlıyorsunuz. İşte, karısından hoşnut olmayan adam; ilk karısından doğmuş olan ‘izi gibi bir eşi olmasını isterdi. Elbette bilinçaltında bu «gibi.y silinmiştir. Oysa bu adam geceleyin telepatik bir mesaj alıyor: Kızı ikiz dünyaya getirmiştir. Düğün hazırlanışı bn haberden yararlamyor. Bilinçsizlik onun üzerinde, kızını ikinci karısının yerinde görme isteğini harekete geçiriyor; böylece de. isteü maskeleyen ve mesajın biçimini değiştiren garip düs görülüyor.
Diyelim ki, düş yorumu bize telepatik bir düşün konusu olduğunu göstermiştir; psikanaliz, kendisinin yardımı olmadan bulamayacağımız şeylerin gerçek bir durumunu keşfetmiştir.

Gelgelelim, buna o denli güvenmeyiniz: Düşün bütün vorumuna karşın o, telepatik şeylerin halinin nesnel gerçekUğine dokunan hiçbir şey öğretmemiştir. Belki başka tfırir. açıklanmaya elverişli bir görünüş sözkonusudur. Belki de. bu adamın gizli düş düşünceleri şunlar olmuştur: Kestirdiğim gibiyse, kızımın bugün doğurması gerekmektedir, hesaplarında bir aylık yanlış yapmıştır. Son kez onu gördüğümde hali bana ikiz doğuracak inancını vermişti. Ölen karım çocukları ne kadar severdi; Bu ikizlerin doğuşu onun için ne büyük bir sevinç kaynağı olurdu!
Bunlara düş görenin, henüz burada anlatılmamış olan bazı çağrışımlarını ekliyorum. Böyle bir düş bir telepatik mesaj olgusundan değil, düş görenin iyice kurulmuş samları yardımıyla olmuştur; sonuç aynıdır.

Görüyorsunuz ki, düşün yorumlanması telepatiye nesnel bir gerçeklik katılıp katılmamış olduğunu söylemiyor. Sorun, olgunun inceden inceye gözden geçirilmesinden sonra kararlaştırılmış olamazdı. Ben bu işi ne bu örnekte, ne de başkalarında yapabildim. Telepatinin açıklanmasının bütün açıklamalardan daha kolay olduğunu söylemekle hiçbir şey kazanmadık. Zira, en kolay açıklama değildir, çünkü gerçeğin karmakarışık olduğu sık sık görülür. Karar vermeden önce, bütün gerekli ihtiyat önlemlerini bilmemiz iyi olur.

Şimdi şu temayı bırakabiliriz: Düş ile telepati, bu tükenmiştir. Fakat iyi dikkat ediniz ki düş değil; ama düşün yorumlanması. Psikanalitik çalışma bize telepati üzerine bazı görüşler getirmişe benzemektedir. İşte bunun içindir ki, şimdi düş bir yana bırakılabilir ve psikanalizin kullanılmasının gizli şeyler denilen olgular üzerine ışık serpebilip serpemiyeceğini araştırabiliriz.

Örneğin, düşüncenin tümevarımı ya da iletilmesi olayını ele alalım: Bu, telepatiye öylesine yakındır ki, onunla hemen hemen karıştırılabilir. Bu oluşa göre bir kimsede psişik süreç şöyledir: Fikirler, heyecanlar, geçici istekler serbest mekân içinden, söz ya da işaret gibi pek basit araçlar kullanmak gerekmeksizin başka bir kimseye iletilebUir. Bu olayın garipliğini ve gerçekten olursa pratik bir önem olabileceğini anlıyorsunuz. Geçerken diyelim ki, eski mucize öykülerinin en az sözünü ettikleri işte budur.

Bazı hastaları psikanalizle tedavi ederken profesyonel falcıların müşterilerinin düşüncesinin iletilmesi üzerine özellikle kanıtlayıcı gözlemler yapmaya elverişli bir fırsat sundukları izlenimini edindim. Önemsiz kimseler ya da bazı belirsiz mesleklerle uğraşan minus habentes (*) bile söz konusudur. Bunlar kart açanlar, el falı bakanlar, grafologlar, kendilerini yıldız falı hesaplarına verenler ve böylece müşterilerine, geçmiş ya da şimdiki yaşantılarının bazı olaylarını bildikleerini gösterdikten sonra onlara geleceği söyleyenlerdir.

Müşteriler genel olarak bu danışmalardan hoşnut ayrılırlar, ama sonradan kehanetler, gerçekleşmezse hiçbir kin tutarlık göstermezler. Benzer olguların birkaçını ben tanıyabildim ve analizli olarak inceledim. Ne yazık ki meslek sırrı çok sayıda olgu için beni karşınızda susmaya zorluyor, bu da, bu öykülerin inandırıcı gücünü azaltıyor. Gerçeği bozmayı dikkatle önledim.
O halde, kadın müşterilerimden biriyle bir falcının öyküsünü dinleyiniz.

O, kalabalık bir ailenin büyük kızıymış ve çocukluğundan beri babasına son derece bağlıymış; genç yaşta evlenmiş; evlilik onu tam tatmin etmiş, ama mutluluğunda bir şey eksikmiş: Çocuk. O olmadan sevgili kocası babasının yerini büsbütün alamıyonnuş. Hayal kırıklığıyla geçen birçok yıllardan sonra bir jinekologa ameliyat olmaya karar vermiş. İşte o zaman koca, bundan tek sorumlunun kendisi olduğunu açıklamış, çünkü evlenmeden önce geçirdiği bir hastalık onu kısırlaştırmışmış. Kadın bu darbeye dayanamamış, nevroza tutulmuş; şiddetli isteklerden ileri gelen bunaltılar içinde bulunduğu apaçık bir hal almış. Kocası onu eğlendirmek için bir iş gezisi dolayısıyla Paris’e yanında götürmüş. Orada bir gün otelin holünde otururken, her zamankine benzemeyen bir kalabalık kadının dikkatini çekmiş, ne olduğunu sorunca, «Monsieur le Projesseur» un geldiğini, büroda konsültasyonlara başladığını öğrenmiş.

O da bir denemeye girişmek istediğini açıklamış; kocası reddetmiş, ama kadın kocasının bir anlık dikkatsizliğinden yararlanarak konsültasyon odasına süzülmüş. Kadın 27 yaşındadır, fakat daha genç göstermektedir. Alyansını çıkarmıştır. «Monsieur le Projesseur» kadının elini kül dolu bir fincanın üzerine koydurmuş, izlerini inceden inceye gözden geçirmiş, sonra ona, karşılaşmak zorunda kalacağı birçok savaşımdan söz ederek şu avutucu sonuca varmış: Evlenecek ve 32 yaşında iki çocuk anası olacaksın.

Kadın bana bu öyküyü anlattığı sırada 43 yaşındaydı ve hastaydı, çocuk sahibi olma umudunu da artık tümüyle yitirmişti. Fal gerçekleşmemişti, fakat ondan hiç de acıyla değil, fakat tam tersine sanki hoş bir olguyu anarmış gibi bir tür memnunluk duyarak söz ediyordu. Kehanetin iki ra” kamının ne anlama geldiğinden hiç mi hiç kuşkulanmadığını görmek kolaydı. Hatta o bunların bir anlama gelebileceği kavramına da sahip değildi.

Siz şimdi bunu ilgisiz bir öykü gibi buluyorsunuz ve bunu size hangi nedenle anlatmış olduğumu kendi kendinize soruyorsunuz. Ben de tümüyle sizin düşüncelerinize katılırdım, ama —işte şimdi canalıcı noktaya geldik— analiz bize falın inceliklerinin açıklanmasıyla kandırıcı bir doğrulama yapmaya olanak vermeseydi. Söylenmiş olan iki rakam hastanın annesinin yaşamında rol oynamaktadır. Bu anne geç evlenmişti; o zaman 30*unu aşmıştı ve aile içinde sık sık yineleniyordu. Çünkü, ilk iki çocuğu —önce bizim hastamız— aynı yıl içinde doğmuşlardı; ikisinin dünyaya gelişi zamanında en kısa doğum arası vardı. Annesi 32 yaşında gerçekten iki çocuğa sahip olmuştu. İşte hastama «Monsieur If Projesseur’iin (1) dedikleri: «İçiniz rahat etsin, henüz pek gençsiniz ve annenizle yazgınız aynı. O da ancak uzun bir bekleyişten sonra çocuk yapmıştı. 32 yaşınızda siz de iki çocuk anası olacaksınız». Annesiyle aynı yazgıyı paylaşmak, babanın yanında onun yerini almak, o bunu hararetle istemerr/iş miydi? Şimdi ona acı çektirmeye başlayan ,isteğin gerçekleşmemesi değil miydi? Fal ona, her şeye karşın dileğinin yerine geleceğini bildirmişti, öyleyse kâhine karşı sempatiden başka birşey duyulabilir miydi. Fakat «Monsieur la Professeur» ün gelip geçici bir müşterinin içten aüe tarihlerinden haberi olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır, bu olanaksızdır.

Öyleyse, ona kehaneti içinde iki rakamın yardımıyla hastanın en ateşli ve en derin isteğini belirtmeye olanak vermiş olan kavramı nasıl açıklarsınız? Bunu açıklamanın iki yolu vardır : Ya bana anlatıldığı gibi değildir, başka biçimde geçmiştir, ya da düşünce iletiminin gerçek bir olay olduğunu kabul etmek gerekir. Doğrusu, hasta 16 yıllık bir aradan sonra, bu anıların içine bilinçaltından çekip çıkardığı iki rakamı kendisi sokmuştur diye düşünülebilir de. Hiçbir şey böyle bir varsayımı yapmama izin vermez, ama onu atamam ve sizin düşünce iletiminin gerçekliğine inanmaya daha eğilimli olacağınızı sanırım. Eğer bu sonuçtan yana karar verirseniz, yalnız analizin gizli şeylerin halini yarattığını ve tanınmaz kılındığı yerde onu ortaya çıkarmış olduğunu unutmayınız.
Benim hastamınkine benzer tek bir olgu daha ortaya çıkarılmazsa, insanın omuzlarım silkerek başkasına geçmesi gerekir. Kimse, böylesine geniş kapsamlı bir inanışı tek bir gözlem üzerine kurmayı düşünmez. Fakat benim denemelerine inanınız, bu tek bir olgu değildir. Buna benzer bir dizi kehanetler topladım. Hepsi de bana falcının düşünceleri, özellikle kendisine başvurmuş kimselerin gizli isteklerini açıkladığı izlenimini vermiştir. Bu kehanetleri, sanki hastanın kendi kendine yarattığı öznel oluşlar, hayal kurmalar ya da rüyalarmış gibi haklı olarak analiz etmek gerekir.

Elbette, sonuçlar her zaman aynı ölçüde kanıtlanabilir olamazlar, bütün olgulardan hemen daha aklayakm sonuçlamalar çıkarılamaz, fakat, tümüyle, terazi gerçek düşünce iletimine doğru eğilir gibi görünmektedir. İşlemekte olduğumuz konunun önemi bütün olguları size anlatmamı gerektirmektedir, ama bu olanaksızdır; çünkü size vermek zorunda olduğum ayrıntılar beni ister istemez bir gizliliğin yükümlülüğü altına soktu. Size daha birçok örnek vererek vicdanımı yatıştırmaya çalışıyorum.

Bir gün, bir delikanlı, sadece doktora sınavına girecek olan bir üniversite öğrencisi, kendini bunu yapacak halde bulmayarak beni ziyarete geldi. Çünkü derslerine karşı bütün ilgisini, bütün zihnini toparlama gücünü, hatta anılarını hatırlama yeteneğini yitirdiğinden yakmıyordu.
Bu kafaca kötürümleşmeden önceki olaylar çabuk aydınlandı: Büyük bir güçlükle kendi kendini yendikten sonra hasta düşmüştü. Kız kardeşine karşı pek güçlü, ama hep frenlenen bir aşk duyuyormuş. Kız kardeşi de ona karşı sevgi besliyormuş. Her ikisi aralarında: «Birbirimizle evlenemeyisimiz ne yazikh diyormuş. Saygıdeğer bir adam bu kızkardeşe âşık oîmuş, kız da ondan hoşlanmış; fakat anababası evlenmelerine izin vermemiş.

Talihsiz çift kardeşe başvurmuş, delikanlı kendilerini desteklemiş, mektuplaşmalarında aracılık yapmış ve onun etkisiyle anababa sonunda razı olmuş. Çiftin nişanlılık döneminde şöyle bir olay geçmiş: Delikanlımız ilerde eniştesi olacak adamla tehlikeli bir dağ gezintisine çıkmış. Yanlarında kılavuz bulunmadığından, yollarını şaşırmışlar, ölüm tehlikesi geçirmişler. Kızkardeşinin evlenmesinden az sonra da delikanlı sözünü ettiğimiz psişik bitkinlik haline düşmüş.

Psikanaliz yardımıyla normal etkinliğine kavuştuktan sonra, yanımdan ayrılıp sınavlarını başarıyla verdi; fakat, aynı yılın sonbaharında geçmiş olan garip bir olayı anlattı. Bulunduğu üniversite kentinde pek tanınmış bir falcı kadın varmış. Hükümdarlık sarayının prensleri bile ona danışmadan önce önemli bir işe girişmezlermiş. Yöntemi pek basitmiş: Belli bir kişinin doğum tarihini sorar, öznesi üzerine başka hiçbir bilgi almaz, hatta adını da öğrenmezmiş. Sonra yıldız falı risalesini karıştırır, söz konusu kişi üzerinde kehanetlerde bulunurmuş.
Hastam, eniştesi için kadının gizli sanatına başvurmaya karar vermiş. Falcı hesaplarını yaptıktan sonra «söz ko~ nusu kimsenin temmuzda ya da ağustosta İstakozların ya da midyelerin neden olacağı bir zehirlenme sonucunda öleccğhni bildirmiş. Hastam öyküsünü şöyle bağırarak bitirdi: «İşte pek şaşılacak bir şey!»

Önce, öyküyü istemeye istemeye dinlemiştim, ama bu haykırmayı duyunca hastama şunu sormaktan kendimi alamadım. «Bu kehanette, böylesine şaşılacak ne görüyorsunuz? Güz sona eriyor, enişteniz ölmemiş, öyle olmasaydı bunu bana çoktan anlatırdınız. Demek ki kehanet gerçekleşmemiş.» «Doğru,» diye karşılık verdi, «ama işin tuhafı eniştemin İstakozlara ve midyelere bayıldığı, geçen yaz midyeden zehirlendiğidir. Hatta ölümden güç kurtulmuştu.»

Buna karşı hangi itirazda bulunabiliriz? Tek bir şey beni kızdırdı: Pek bilgili, üstelik de pek başarılı bir analize uğramış olan bu gencin bağlantıyı iyice kavrayamamış olması. Ben kendi payıma, yıldız falı tabloları yardımıyla İstakoz: ya da midyeden ileri gelmiş bir zehirlenmenin önceden görülebileceği yerine, hastanın rakibine olan kinini yenmeyi henüz başaramadığını kabul etmeyi yeğlerim. Bu kinin içetı kılması, onu daha önce hasta etmişti.

Astrologun, müşterisinin isteğine uygun kâhinlikte bulunmuş olduğunu düşünmek hoşuma gider. «Eniştem midyelere olan düşkünlüğünden vazgeçmiyor, bir gün de bundan çatlayacak.» Olguyu başka türlü açıklayamadığımı itiraf ederim. Hastamın benimle eğlenmek istemiş olmasını kabul edersem o ayrı. Fakat o zaman, söylediğini ciddiyealır gibi görünüyordu; daha sonra da böyle bir kuşkuyu’ doğrulayacak hiç bir şey yapmadı…

İşte başka bir olgu: İyi bir mevkide bulunan bir gencin, kibar fahişeler çevresinden bir kadınla ilişkisi vardı. Bu ilişki garip bir saplantıyla sıkıştırılmaktadır. Adam, zaman zaman, metresi umutsuzluktan hasta düşünceye dek. onu alaycı ve kıyıcı sözlerle üzmek zorunluğunu duyuyor. O anda bir tür ferahlamaya kavuşuyor ve kadınla barışıyor, ona armağanlar veriyor. Fakat şimdi kadından kurtulmayı pek istediği halde kendi saplantısından korkuyor; bu ilişkinin, üstüne zarar verdiğini görüyor; evlenmek, bir aile kurmak istemektedir. Onunla ilgiyi kesme cesaretine kendisi sahip olmadığından psikanalize başvuruyor.

Tedavi sırasında bir tartışmadan sonra, metresinin yazmış olduğu bir kartı bir grafoloğa götürüyor. Orada grafolog, bunun pek büyük bir umutsuzluk içinde bulunan ve bugünlerde kendine kıyacak olan bir kimsenin yazısı olduğunu söylüyor. Gerçekte bu olmuyor, kadın yaşamaya devam ediyor, fakat analiz adamın kurtulmasına yardımda bulunuyor. O, bu metresi bırakarak, kendisi için iyi bir eş olabileceğini umduğu, bir genç kıza kur yapmaya girişmiştir. Az sonra genç kızın değerlerinden kuşkulanmaya başladığını belirtecek bir düş görüyor. Kızın yazısından bir örneği alarak aynı yetkili kimseye götürüyor. Bü incelemenin sonuçları kuşkularına uyduğundan, evlenmekten cayıyor. Bu grafolog incelemelerini, özellikle birincisini değerlendirmek gücünde olmak için bu adamın gizli Öyküsünün birtakım noktalarını tanımayı öğrenmek gerekir.

Adam gençliğinde, tutkulu yaratılışının bütün taşkınlık larıyla kendinden yaşça büyük bir genç kadına tutulmuştur. Kadın tarafından reddedilince, kendini öldürmeye kalkışmıştır. Bu canına kıyma girişiminde içtenliğinden kuşkulandıracak bir şey yoktur. Ölümden güçlükle kurtulmuştur, ayağa kalkması için de uzun bir bakım görmesi gerekmiştir. Bununla birlikte, bu umutsuzluk hareketi sevgilisini pek derinden heyecanlandırmış ve kadın onun aşkına karşılık vermiştir. Delikanlı onun âşığı olmuş ve o andan başlayarak tam şövalyemsi bir biçimde hizmette bulunurcasına kadına gizlice bağlı kalmıştır.

Yirmi yıl sonunda, her ikisi de, tabii kadın ondan daha fazla yaşlanınca, adam ondan kurtulma, özgür olma, bağımsızlığını kazanma ve bir aile kurma isteğini duymuştur. Aynı anda, içinde uzun zamandır tıkılmış duran, metresinden öç alma gereksinimi gelişmiştir. Kadın, hor görmekle bir gün onu ölüme itmişti; şimdi o da sırası geldiğinden, kendisi tarafından terkedilen kadının ölümü aradığını görme memnunluğuna ermek istemektedir. Fakat ona karşı taşıdığı sevgi, hâlâ, bu isteğin bilinçli olmasını önleyecek kadar güçlüdür. Ayrıca, kadının duyacağı acı, ölüme sığınmasını gerektirecek denli güçlü olmayacaktır. İşte bu ruh hali içinde, öç alma susamışlığını in corpore vili  doyuma ulaştırmak amacıyla kadım bir noktaya dek alay ve eziyet etme aracı olarak kullanmaya başlamıştı.

Kendini elde etmek isteği sonuca ulaştırmaya yarayan her işkenceyi sevgilisi üzerinde yapmaya kendi kendine izin vermiştir. Tek bir durum, öç alma isteğinin kadına karşı yönelmiş olduğunu açığa vurmaktadır: Aldatmasını ondan saklayacak yerde, onu yeni bağlantısı için bir dostu, bir öğütçü olarak alması. Veren bir kimse sırasından, alan bir kimse sırasına düşen kadıncağız, her halde onun sır açmasından çok kabalığından ve kendi düşük kadınlığından acı duyuyordu. Adamın yakınlığı, onun yerini alan genç kızın karşısında yakalandığını duyduğu ve kendisini analiz edilmeye yollanmış olan saplantı, elbette eski metresinden yenisine geçmişti.

İşte bu sonuncunun karşısında bu saplantıdan kurtulmak istiyorsa da başaramıyordu. Ben grafolog değilim, bir yazı ile karakter öğrenme sanatına da önem vermiyorum. Bu yöntemle söz konusu kimsenin geleceğini söylemek olanağına ise daha az inanıyorum. Hiç değilse, bunu görüyorsunuz, grafolojinin değeri üzerinde öne sürülen görüş ne olursa olsun, bii” şey yadsınamaz: Yazıyı yazanın yakında canına kıyacağını önceden bildiren grafolog, kendisine başvuranın ateşli bir gizli isteğini aydınlığa çıkarmıştır: Burada sözkonusu bilinçsiz istek yoktur, ama fal baktıranın doğmakta olan kuşkusu, kaygısı, grafölogun karşısında anlatım bulmaktadır. Analiz sayesinde hastanın aşk seçimini içine kapanmış olduğu büyülü çemberin dışına çıkarmayı başarmıştır.

Bayanlar, baylar; şimdi düş yorumunun genellikle psikanalizin gizlilik için ne yapmış olduğunu biliyorsunuz. Örnekler, gizli olaylan aydınlığa çıkarmaya olanak sağladığını size göstermiştir. Fakat bu olguların nesnel gerçekliğine inanmak uygun olur mu? Bu soru size kuşkusuz ki pek ilgi çekici gibi görünmektedir. Psikanaliz buna doğrudan doğruya karşılık veremez; bununla birlikte, aydınlığa çıkardığı gereç, hiç değilse bizi olumluluğa doğru itmektedir. Merakınız bu sınırlar içinde kalacak değildir, az çok bol olan ve psikanalizin hiçbir rol oynamadığı bu gerecin bize hangi sonuçlamayı getirdiğini bilmek istersiniz. Bununla birlikte benim olmayan bu alanda sizi ileri götüremeyeceğim. Size yine yapabileceğim tek şey, birkaç gözlemimi daha anlatmaktır.

Tedavi sırasında yapılmış olduklarından ve belki yalnız bu sonuncusu onları elde etmeye olanak vermiş olduğundan dolayı psikanalizi ilgilendirmektedir. Size bir örnek, benim en çok dikkatimi çekmiş olan bir örnek vereceğim ve sizden dikkatinizi çok sayıda özellikler üzerine çevirmenizi isteyerek size hayli ayrıntılar sağlayacağım. Her şeye karşın, kendimi gözlemin inandırıcı kuvvetini pek artırmış olan şeylerden çoğunu susma ile geçiştirmeye zorlanmış göreceğim. Bu şeylerin halinin, pek aydınlık olarak göründüğü ve analizle geliştirilmeye gerek göstermediği bir örnektir. Onu tartışarak gene de analize başvurmanın önüne geçemeyeceğiz. Önceden size bildireyim ki analitik durumdaki bu düşünce iletimi bile her türlü eleştiriye karşı korunmuş değildir ve gizli olayın gerçekliğini kabul olanağını da hiç vermez.
Şimdi, beni dinleyiniz. 1919 güzünde, bir gün aşağı yu kan saat 10.45’e doğru Londra’dan gelen Dr. David Forsyth, ben bir hasta ile çalışırken evime kartını bırakıyor. (Londralı seçkin meslektaşımın, eğer birkaç ay süresince benim üzerinde durmamla psikanalitik tekniğine başladığını açıklarsam beni sır saklamaz bir kimse olarak kabul etmeyeceğini sanıyorum.)

Bu meslektaşla ancak bir dakika görüşebildim ve daha sonrası için randevu verdim. Dr. Forsyth haklı olarak ilgimi çeken bir kimseydi, zira o, savaştan sonra (*) iyi günler umudu dolaşmaya başladığı sırada gelen ilk yabancıydı. Bu ziyaretten az sonra, hastalarımdan biri, zeki ve sevimli, aşağı yukarı 45 yaşlarında olan Bay P. geldi. Kadınlar yanında tatsız durumlarda kalması dolayısıyla bir analiz tedavisi geçirmişti. Hastalık belirtilerinin uygunsuzluğu nedeniyle, analizi uzun zamandır bırakmıştım, ama hasta sürdürmem için diretiyordu. Çünkü babasına karşı olan duygularım benim üzerime aktarmıştı, kendini hoş bir hava içinde hissediyordu. Para sorunu, o zaman bu maddenin pek az oluşu yüzünden ortaya çıkmıyordu bile… Bu hasta ile geçirdiğim anlar ilgi çekici, dinlendiriciydi ve işte bunun içindi ki, tıbbî tedavinin ciddi kurallarına karşın, psikanalitik çaba önceden saptanmış bir tarihe dek sürmüştü.

O gün P. yeniden, kadınlarla aşk ilişkilerine tekrar baş lamak için yaptığı denemeler sorununa yanaştı. Güzel, çekici, yoksul bir genç kızdan tekrar söz açtı; eğer kızın bakire olması bu tür girişimleri engellememiş olsaydı, onun yanında elbette başarı kazanabilirdi. Kızdan bana sık sık söz etmişti, ama o gün ilk kez, kızın, onun çekinmesinin gerçek nedenlerini bilmeyerek, hatta bundan hiç kuşkulanmayarak ona Bay İhtiyat (**) adını takmış olduğunu söyşu (Forziht) Londralı doktorun adını andırıyor, ledi. Bu öykü dikkatimi çekti. Dr. Forsyth’in kartı elimin altındaydı, ona gösterdim.

Bunu pek olağan diye niteleyeceğinizi bekliyordum, fakat devam edelim, başka bir şey meydana çıkaracağız. îşte olgu :

P., gençliğinde birkaç yıl İngiltere’de kalmış; İngiliz yazınına karşı canlı bir ilgi duymuştu. İngilizce yapıtlarla dolu zengin bir kitaplığı vardı. Bana ödünç kitap vermeyi alışkanlık haline getirmişti. Önceleri pek okumamış olduğum Barnett ve Galsworthy gibi yazarları tanımış olmamı ona borçluyum. Bir gün bana, Galsworthy’rdn «The man of property, Mülk sahibi» adını taşıyan bir romanım vermişti. Bunda olay Forsyth adlı hayali bir ailenin içinde geçiyordu. Galsworthy besbelli ki yarattığı yapıta kendisi de vurulmuştur; çünkü sonraki öykülerinde ailenin üyelerini yeniden ortaya çıkarmış, sonunda bütün öykülerini «The Forsyte Saga» adı altında toplayıp birleştirmişti. Sözkonusu olaydan az önce, P.v bu diziden yeni bir cilt daha getirmişti. Forsyte adı ve yazarın canlandırdığı bütün tipik çizgiler, benim P. ile olan konuşmalarımda rol oynamıştı. Bunlar, düzenli olarak görüşmeye alışmış iki kişinin sık sık kullandığı dilin bir bölümünü oluşturuyorlardı.

Oysa, bu romanların kahramanlarının adı Forsyte Almanca söylenişi bakımından benim Londra’dan gelen ziyaretçimin adı Forsyth’ten ve aynı şekilde «telâffuz» edebileceğimiz anlamlı İngilizce sözcük foresight, (ok : Forsayt) yani önlem, ihtiyat (Voraussicht ya da Vorsicht) olurdu. Demek ki P., kendi ilişkilerinden, kendisinin bilmediği koşullar dolayısıyla, tam o anda, benim bilmediğim bir ad çekip çıkarmıştı.
İşte, gittikçe daha ilginç oluyor, değil mi?.. Fakat bu dikkate değer olgu, aynı oturum sırasında sağlanan başka iki çağrışımı analizle incelediğimiz zaman bizde daha çok etki yapacaktır. Belki, sözkonusu olayın içinde geçtiği koşulların kimi kavramlarını ele geçirmeyi başarabileceğiz.

1) Önceki haftanın kimi günlerinde, Bay P.’yi saat ll’de boşuna beklemiştim. Sonunda Dr. Antoine von Treund’u, kaldığı aile pansiyonunda görmek için çıkmıştım. Bay P.’nin de bu pansiyonda,, fakat başka katta oturduğunu öğrenince şaşırmıştım. Bu konuda daha sonra, P.’yi adeta evinde kendisine bir ziyarette bulunmuş olduğumu anlatmıştım. Görmeye gittiğim kimsenin adını söylememiş olduğumu pek iyi anımsıyorum. Oysa hemen hastam, kendi takma adı R. von Vorsicht (İhtiyat) tan söz ettikten sonra bana sormuştu : «Acaba Halk Üniversitesinde İngilizce öğreten Bayan FreundOttorega kızınız mıdır?» Görüştüğümüzden beri de ilk kez, her zaman memurların, müstahdemlerin, mürettiplerin yaptıkları gibi adımı bozmuş Freud yerine Freund biçiminde söylemişti.

2) Aynı oturumun sonunda bana, kendisini bir sıkıntı izlenimi bırakarak uyandıran bir düşü anlatmıştı, «gerçek bir karabasan» demişti. Bana, o sıralarda karabasan anlamına gelen İngilizce” sözcüğü anımsamadığını ve onu birisi için a mare’s nest deyimiyle çevirdiğini eklemişti. Bu saçma bir şeydi; çünkü a mare’s nest inanılmaz bir öykü, bir haydut öyküsü demekti îngilizcede karabasana ise nightmare deniliyordu. Bu fikir bana, şu öğeye öncülük eden şeyle ortak bir noktaya sahip gibi görünmüştü. Bu öge İngilizceydi. Yinş bu fikir bana, bir ay önce geçmiş bir olayı anımsatmıştı. P. büromda bulunuyordu o sırada. Bir ziyaretçi çıkagelmişti; bu uzun zamandır görmediğim sevgili bir dostum, Londralı Doktor Ernest Jones’tu. Ona, başka bir odada P. ile konuşmamın bitmesini beklemesi için gitmesini işaret etmiştim. P. ise, bekleme salonunda bulunan bir fotoğraftan dostumu tanımıştı, hatta onunla tanıştırılma isteğini göstermişti. Oysa, Jones karabasan (night mare) üzerine bir monografi yayımlamıştı. P.’nin bu incelemeyi okuyup okumadığım bilmiyorum, çünkü psikanalitik yapıtları okumaktan kaçınıyordu.

Önce size, P.’nin verdiği düşünce çağrışımlarının analizle nasıl yorumlanabileceğini göstermek ve motiflerinin neler olduğunu bulmak isterdim. Forsyte ya da Forsyth adı karşısında P. benimle aynı durumda bulunuyordu ve aslında bu adı taşımış olan roman kişilerini tanımış olmamı ona borçluydum.” Beni şaşırtan, hastamın onu, birdenbire yeni bir olaydan hemen sonra söylemesini işitmem olmuştur; Londralı doktorun gelmesi, bana bunu başka bir görüş noktasından da ilginç kılmıştı.

Bununla birlikte, bu oturum sırasında ortaya çıkan ad, görünmesinden daha az ilgi çekici değildi. Çünkü P. «Romanın size tanıtmış olduğu Forsyte adını düşünüyorum,» diye bağırmıştı. Hayır, önceden söz konusu kaynakla bilinçli bağlantı kurmaksızın onu kendi öyküsü içine kaydırmayı bilmişti. Ve böylece, onu bu kez öyküye katmıştı. Oysa, olay önceden hiç bir zaman «vuku bulmamıştı.» Fakat o şunu eklemişti :
«Ben bir Forsyth’im, genç kız beni böyle çağırıyor.»

Bu cümle içindeki kıskançça hak iddiası ve onda anlatım bulmuş olan kendi kendisinin melânkolik çöküntü karışımı nasıl farkedilmez? Bunu şu şekilde tamamlayarak yanlış yola gitme tehlikesine girilmiyor mu? «Bu yabancının gelişiyle bu denli ilgilenmeniz beni üzüyor. Bana dönünüz, artık. Ben kendim de Forsyth değil miyim? Fakat genç kızın dediği gibi yalnızca Bay Vorsicht.» Sonra düşüncesi, İngilizce öge sayesinde, onlarda kıskançlık doyurmaya yarayan geçmiş iki duruma yöneliyor :

«Birkaç gün önce evime geldiniz, ama ne yazık ki aradığınız ben değildim. B. Freund adında birine gittiniz.» Ve bu düşünce ona, Freud admı bozdurarak Freund biçiminde söylettiriyor. Bana Bayan FreundOttorega’dan söz etmesi, bu kadının İngilizce öğretmenliği niteliğinin görülen çağrışıma olanak sağlamasıdır. Başka bir ziyaretçinin birkaç hafta önce gelen ve hastanın, onun karşısında kendini aşağı durumda hissederek aynı şekilde kıskanmış olduğu birisinin anısı bağlanıyor bütün bunlara. Çünkü, Dr. Jones karabasan üzerine bir yazı yayımlamıştı; oysa P. üstelik kendini böyle düşler görmeye yakın duyuyordu. A mar e nest konusunda yapmış olduğunu söylediği yanlışlık aynı çağrışıma katılıyordu; bunun anlamıysa şuydu : «Ben ne gerçek” bir İngiliz, ne gerçek bir Forsyth’im.»

Kıskançlığına gelince, onu anlaşılmaz ve yersiz diye niteleyemezdim. Analizin ve dolayısıyla bağlantılarımızın, yabancı öğrenciler ya da hastalar Viyana’ya gelir gelmez kesilecmeğini haber vermişti ve bu öyle olmakta gecikmemişti. Fakat bugüne değin yaptığımız, analiz çalışmasının ancak bir parçasıydı; aynı saatta ortaya çıkmış ve aynı motiften doğmuş üç fikrin açıklamasını vermiştik.

Bu fikirlerin düşünce iletimi olmaksızın doğmasının ya da doğmamasının az önemi vardı; düşünce iletimi bu üç fikrin her birinde bulunur, böylece de üç ayrı soru ortaya çıkabilir : P., Doktor Forsyth’in bana ilk ziyaretini yapmış olduğunu bilebilir miydi? P., Jones’un karabasan üzerine bir yapıt yazmış olduğunu biliyor muydu ya da fikirleri içinde ortaya çıkan bu şeyler asıl benim bildiklerim miydiler? Düşünce iletimi yardımıyla her sonuçlama ancak üç çeşit soruya bağlı olacaktır. Bu an için birincisiyle uğraşmıyoruz, öbür ikisinin işlenmesi daha kolay. Pansiyonu ziyaret olgusu bize, ilk bakışta özellikle kamtlayıcı gibi görünüyor. Rastlantıyla ve şaka olsun diye, evine yaptığım ziyareti anlatırken kimsenin adını vermemiş olduğuma güvenim var. Bay P.’nin, sözkonusu kimsenin adını aile pansiyonundan öğrenmiş olması olasılığı da pek zayıf. Daha çok, bu adamın varlığından haberli bulunmayı sürdürdüğüne inanıyorum. Fakat bu olgudan doğan kandırıcı kuvy.et, bir rastlantıyla baştan aşağı yakılmıştır. Pansiyonda ziyaretine gittiğim adamın yalnızca adı Freund değildi, o herkes için gerçek bir dost ‘tu (*). Yaymevimizin kuruluşunu onun cömertliğine borçluyuz. Dr. Antoine von Freund erken ölümü, biraz sonra Kort Abraham’mki gibi psikanaliz davasının uğradığı en büyük talihsizliklerden biri olmuştur. Belki o zaman P.’ye pansiyonunda bir dost’u (Freund) görmeye gittiğimi söylemişimdir. Bu durumda ikinci çağrışım gizlicilik bakımından bütün ilgisini yitirmektedir. Üçüncü fikrin neden olduğu izlenim de çabuk dağılmaktadır. Asla psikanaliz yapıtları okumayan P., Jones’un karabasanlar üzerine bir çalışma yayımlamış olduğunu bilebilir miydi? Evet, kendisinde kitaplarımızdan kimileri vardı, onların kapaklan üzerinde yeni yayın adlarını böylece okumuş olabilirdi. Öyleyse kendimize bu yolda bir görüş sağlamayı başaramayacağız. Gözlemimin başka birçok benzeri çalışmalarla ortaklaşa bir yanlışlıktan kurtulmamasına üzülüyoruz : Çok sonra yazılmış ve Bay P. gözden kaybolduktan sonra tartışılmış olması. Sözkonusu olgularla ilgili başka ince noktalar elde etmek benim için olanaksızlaşmıştı.

Öyleyse birinci fikre, o ayrık olarak varsayıldığında bile, düşünce iletiminin görünen konusundan yana söz eden fikre dönelim. O P., bir çeyrek saat önce, Dr. Forsyth’in beni görmeye gelmiş olduğunu bilebilir miydi? Hatta onun, bu doktorun varlığından ya da Viyana’da bulunduğundan haberi olması mümkün müydü? Bu iki soruya olumsuz karşılık verme isteğine boyun eğmemek gerekir. Kısmen olumlu karşılık verme yolu görüyorum. Çünkü P.’ye, belki analiz uygulamaya başlamak üzere gelecek bir İngiliz hekimini beklediğini söylemişimdir.

Bu, Dr. Forsyth’in, gelmesinden birkaç ay önce benimle mektuplaşarak anlaştığı 1919 yazı içinde olmuş olabilirdi. Belki de. olgu bana pek inanılmaz gibi göründüğü zaman onun adını söylemiş olabilirim. Eğer öyle olmuşsa, bunun anısını saklamış olurdum. Çünkü, bu özel adın türlü anlamları nedeniyle bir konuşma geçerdi. Öyleyse olay ortaya çıkmış, ben büsbütün unutmuşumdur. Öyle ki, oturum sırasında bu 8. von Vorsicht takma adını öğrenerek sanki, burada mucize varmış gibi hayret edebilmiştim.

İnsan kuşkucu olmakla övünürse, bazen kendi kuşkuculuğundan kuşku duyduğu da olur. Belki benim içimde «harikulade» ye karşı gizli bir eğilim, gizli olayların ürünlerini istekle toplamaya beni yönelten bir eğilim vardır.

“Harikulade” nin bir bölümü ortadan kaldırılınca, çalışma bitmemiştir. Yapılacak başka bir iş vardır ve hepsinin en çetini de budur. P.’nin, sonbaharda Viyana’yı ziyaret etmesi beklenen bir Forsyth’in varlığından haberli olduğunu kabul edelim: bu, doktorun tam geleceği gün üzerinde bilgi sahibi olduğu nasıl açıklanabilir? Elbette bu olgu rastlantıya bağlanabilir, yani açıklama aramak gerekmez, fakat rastlantı sorunundan başka bir şey olmayacağını iyi belirtmek ve size, beni görmeye gelen ve benim ziyarete gittiğim kimselere karşı gerçekten kıskançlık düşüncelerinin sözkonusu olduğunu göstermek için P.’nin yine başka iki fikrini belirtmiştim. Hiç bir olasılığı bir yana atmamak için beni özel bir sinirlilikle gözlemiş ve bazı sonuçlar çıkarmış olduğunu kabul etmeye de çalışabiliriz.

Yine İngilizden ancak bir çeyrek saat sonra, gelmiş olması dolayısıyla yolda onunla karşılaştığını, karakteristik AngloSakson tipi nedeniyle onu tanımış olduğunu kurmaya ve kıskançlık olgusunu düşünmeye izin verilebilir : <dşte. gelişi analizimi sona erdirecek olan Forsyth. Herhalde Profesör’ün evinden dönüyor.» Bu akla uygun süreci daha ileri götüremem. Bir kez daha non liquet (*) üzerinde kalacağız; itiraf edeyim ki, benim görüşümce terazi burada da düşünce iletimi yanına doğru eğilmektedir. Zaten, analiz sırasında, benzer olgular karşısında kendimi yalnız bulmuş değilim. Belene Deutsch 1926’da, benzer gözlemler yayımlamış ve onların belirtilerini hastayla analizci arasındaki geçiş bağlantıları yoluyla incelemiştir.

Bu sorun karşısındaki tutumumun sizi tam olarak kandırmadığını, eğer, kendinizi kanmaya hazır bıraksanız da sizi daha çok tatmin etmeyeceğine güvence veririm, tşte, diyeceksiniz, belki bütün ömrünü namusluca doğal bilimlere vermiş bir insanın yaşlılığında zayıf zihinli, sofu ve saf oluşu gibi, bilinen bir olgu diyeceksiniz. Seçkin kişilerin bu kategoriye düşmüş bulunduklarını biliyorum. Hiç değilse ben ne sofu, ne saf bir kimse olmuş değilim, öyle umuyorum. İnsan gerçekle acılı çarpışmaları önlemek için ömrü boyunca bükülmüş durmuş olduğu halde yaşlılığında yeni olgular önünde eğilen bir belkemiğini koruyamaz.

Kuşkusuz beni ılımlı bir tanrıcılığa bağlanmış ve gizliciliğin bütün verilerini amansızca reddeder görmeyi yeğ bulurdunuz. Fakat hoşa gitmeye çalışmak elimden gelmiyor, bu halde sizi düşünce iletimini daha ondan yana bir gözle ve telepatiden hareket ederek kabullenmeye çağırıyorum.

Unutmayınız, burada bu sorunu psikanalize yaklaştığı ölçüde inceledik. Bundan on yıl önce, ufkumda bu gizli olayların ortaya çıktıklarını gördüğüm zaman, ben de, bizim bilimsel dünya anlayışımızı tehdide gelmeleri korkusunu duydum. Eğer gizliciliğin bazı verileri doğrulasaydı. bizim anlayışımız yerini ispirtizmaya ve mistisizmaya bırakırdı.
Şimdi fikrimi değiştirdim. Benim anladığıma göre gizliciliğin verileri arasında doğru tanınacak olanları, bilimin içine almasının ve kullanmasının olanaksızlığına inanma yerine, buna biraz şans tanınmalıdır. Özel olarak da, düşüncenin iletimi bilimsel — karşıtları mekanik diyorlar — düşünce tarzının pek güçlükle kavranabilen ruh rünyası üzerinde yayılmasını elverişli kılacak gibi görünüyor. Telepati olayı ile, belli bir kimse tarafından yapılmış eylemin gerçekleşmesini meydana getirmelidir. İki psişik eylem arasında doğan şey, kolayca fiziksel hareket noktalı ve psişik varış noktalı bir olay olabilir.

Başka yer değiştirmelerle, örneğin, telefonla ses iletmenin, işitmeyle olan benzerliği tartışılmaz olur. Bu psişik eylemin fizik eşdeğerine insan kendini egemen kılabilirse, ne olabileceğini kestirebiliyor musunuz? Hatta şunu diyebilirim; psikanaliz fizikle, bugüne dek psişik dediğimizin arasına bilinçsizliği sokarak telepati gibi olayları kabullenmemizi bize hazırlamıştır. Telepati fikrine insan alışırsa, arkasından bu daha büyük bir ölçüde, fakat şimdilik yalnızca hayal olarak kullanılabilir. Toplu halde yaşayan böceklerde kolektif iradenin kendini nasıl kabul ettirdiğinin anlaşılmadığını herkes bilir. Belki o türden doğrudan doğruya psişik bir iletim yoluyla yapılmaktadır.
Bu, barbarlıklar arasında ilkelarkaik haberleşme biçiminin var olduğunu, sonra yerini duyu organları yardımıyla algılanabilen işaretler yöntemine bıraktığını düşünmeye götürmektedir insanı. Eski yöntem arka planda, hâlâ, var olmayı sürdürebilir; kimi koşullarda, örneğin, bir heyecanın kaynaştırdığı kalabalık içinde kendini gösterebilir. Bütün bunlar hâlâ karanlık, henüz çözümlenmemiş bulmacalarla doludur, ama onlardan ürkmek yersizdir.

Eğer telepati gerçekten varsa, varlığına kanıtlar bulma güçlüğüne karşın sık sık beliren bir olay gibi kabul edilebilir. Onu çocuğun ruhsal yaşamında bulunca hiç şaşmamalıyız. Çocuk sık sık, anababasına açıklamadığı halde, düşüncesinin onlar tarafından bilindiğini sanmaz mı? Yetişkinlerin, Tanrı’nın her şeyi bildiği inancı, belki de her yerde ortaya çıkan bu çocuk düşüncesinin tıpkısıdır.
Geçenlerde, güvenilebilir bir kadın olan Dorothy BurHngham «Annenin ve çocuğun analizi» başlıklı yazısında bir takım görüşlerini anlatıyordu ki bunlara, eğer doğrulanırlarsa, düşünce iletiminin gerçekliği üzerinde hiçbir kuşku bırakmamaları gerekir. Dorothy Burlingham artık pek az görülmeyen bir durumdan yararlanıyordu : Bu, anne ile çocuğun aynı anda analiz’edilmeleriydi.

Bize, örneğin, şunlara benzer garip olgular anlatmaktadır : Bir gün anne, oturum sırasında, çocukluğunun sahneleri arasında bir rol oynamış olan altın bir paradan söz ediyor. Henüz evine döner dönmez, aşağı yukarı on yaşındaki oğlu odasına giriyor bir yana koyması için ona bir altın para getiriyor. Şaşıran anne bunu nereden bulduğunu soruyor. Çocuk onu yaşgünü armağanı olarak almıştır.

Bu yaşgünü birkaç ay önce kutlanmıştı, gelgelelim çocuğun niçin tam bugün, bu armağanını anımsadığını hiçbir şey açıklamıyor. Anne, çocuğu analiz edene bu rastlantıyı bildiriyor ve ondan çocuğun niçin böyle davranmış olduğunun araştırılmasını rica ediyor. Fakat eylem o gün çocuğun yaşamına yabancı bir cisim tarzında girmiş olduğundan ,analiz ortaya hiçbir şey çıkarmıyor.

Birkaç hafta sonra, anne masasında oturmuş, kendisinden istendiği gibi, sözkonusu olayı kaleme almaktadır, o sırada çocuk geliyor ve annesini parayı geri vermeye zorluyor. Onu psikanaliste göstermek için kendisi götürmek istiyor. Ama analiz bir kez daha bir isteğin nedenini ortaya çıkarmayı başaramıyor.

Düş ve Gizlicilik – Sigmund Freud

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments