Kalbim içimde yorgun düştü ve bana veda ederek saadet evine gitti. Ruhun kutsadığı o eve ulaştığında şaşırarak bir an durdu; daha önce umduğu hiçbir şeyi görememişti çünkü orada. Ne bir güç gördü, ne mal ne de bir sultan. Orada; güzelliğin oğlundan, onun yoldaşı olan sevginin kızından ve onların çocukları olan hikmetten başka birşey göremedi.
Kalbim sevginin kızına şöyle seslendi: Ya kanaat nerededir ey sevginin kızı, ben onun burayı size bölüştürdüğünü duymuştum! O da şöyle dedi: kanaat şehirlerde, tamahın olduğu yerlerde nasihat etmek üzere gitti. Bizimse burada ona ihtiyacımız yok ki. Saadet, kanaati arzu etmez. Ki saadet; visalin kucakladığı bir arzuyken kanaat nisyanın sarıp sarmaladığı bir avuntudur. Ölümsüz ruh kanaat etmez. Çünkü o kemali arzular, kemalse bitimsizdir.
Daha sonra kalbim güzelliğin oğluna şöyle seslendi: Bana kadının sırrını göster ey güzellik, göster çünkü sen bilgesin. O da şöyle dedi: O sensin ey insan kalbi. Sen her nasılsan, o da öyledir. O benim ve ben her nereye konarsam, o da oradadır. O cahillerin tahrif etmediği zamanlardaki din gibidir, bulutların örtmediği zamanlardaki dolunay, fesat nefeslerinin peşine takılmadığı zamanlardaki rüzgar gibi…
Daha sonra kalbim, sevgi ve güzelliğin çocukları olan hikmete yaklaştı ve şöyle dedi: Bana hikmeti ver ki insanlara götüreyim onu. O da karşılık verdi: De ki o, ruhun ma’bedlerinden birinde başlayan saadettir, dışardan gelmez.
Halil Cibran
visal: kavuşma
nisyan: unutma