Tiyatronun ve tiyatrocuların sıkıntıları hepinizin malumu; tiyatro binalarının yıkılmasından mı bahsedelim, maddi sorunlardan mı, gericilerin saldırılarından mı yoksa. Tiyatro can çekişiyor, yok öldü lakırdıları arasında yeni oluşumların çiçek gibi gün yüzüne çıkması sevindirici oluyor. Bunlardan biri “Ekip Tiyatrosu” adıyla kuruluşunu aşağıdaki cümlelerle şöyle açıklıyor:
“İstanbul’da yeni bir tiyatro daha kuruluyor.
Kuruyoruz.
Tiyatro ‘yapmak’ için bir araya geliyoruz.
Tiyatro nasıl yapılır, bilmiyoruz.
Tiyatro nasıl yapılır, öğrenmek için bir araya geliyoruz.
Olacak mı?… Becerebilecek miyiz?… Göreceğiz.
Heyecanlıyız. Umutluyuz. Olmasak ne işimiz vardı zaten.
Paylaşmak istediğimiz çok şey var. Anlatıp dinlemek istediğimiz çok şey…”
Grubun ilk oyun olarak seçtikleri Samuel Beckett’in “Oyun Sonu” adlı oyununu izleme fırsatı buldum Mekan Artı’da. Beckett, oyunu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1954 yılında Fransızca olarak yazmış. İlk kez 1957 yılında Paris’te sahnelenmiş. Genelde Beckett deyince “Godot’yu Beklerken” oyunu aklımıza gelse de “Oyun Sonu” adlı oyun derinlik, teatral yapı, çok anlamlılık yönünden Godot’dan hiç de aşağı kalır bir oyun değil; hatta pek çok tiyatro eleştirmeni açısından Beckett’in en iyi oyunu olarak gösteriliyor.
“Oyun Sonu”nda deniz kenarında olduğunu karakterlerin diyaloglarından çıkardığımız bir kapalı mekânda, kör ve tekerlekli sandalyeye mahkûm Hamm ile ona hizmet eden Clov’un ilişkisi anlatılır. Bu iki karakter bir bağımlılık ilişkisi içinde, zorunlu bir birliktelikte sürdürürler hayatlarını. Hiç birinin içinde bulundukları yaşamdan başka bir alternatifi yoktur. Clov bu zincirin dışına çıkmak, oradan ayrılmak isteğini sürekli tekrarlasa da gidemez. Hamm ise onun gitmekte özgür olduğunu vurgular ama durum hiç de öyle değildir. Oyun bu bahsettiğimiz durağan ve ilerlemenin mümkün olmadığı durum üzerinde oturur. Oyunun bu hikâyesinden ziyade, içinde var olan ve çoğul bir anlam dünyası yaratan göstergeleriyle öne çıkar. Bu çok katmanlı, çoğul yapısı yüzünden oyunu herkes kendi dünyasından okuyabilir.
Oyunun isminden ve de anlatısından yola çıkılarak bir kıyamet senaryosu olduğunu ve mekân olarak, kendini ölü dış mekândan soyutlayan bir sığınakta geçtiğini söyleyenler olduğu gibi; metnin bir satranç kurgusuna sahip olduğunu Hamm’ın şah’ı Clov’un At’ı simgelediğini söyleyenlerde var. Diğer yanda metnin Tevrat’a göndermeler içerdiğini ve yaşlı Nagg’ın Nuh’u, Hamm’ında onun oğlu Ham’ı temsil ettiğini söyleyenler olmuştur. Yine Hamm isminin Hammer’den gelip çekiç manasında olduğunu ve Clov’un da Latince anlamı çivi olan “clavus”tan geldiğini bundan dolayı da oyun içinde Hamm’ın Clov’la ilişkisinin bir çekiç çivi ilişkisi gibi sert ve otoriter olduğu ifade edilir. Beckett’in bu oyunu, karakterlerin isimlerinden yola çıkılarak bile, birbiriyle ilgisi olmayan yorumlara bizi götürebiliyor. Bu saydıklarımız dışında daha pek çok yorum mevcut.. Bu kadarı bile metnin çoğul anlamlılığını göstermeye yeter sanırım.
Ekip tiyatrosu metne sadık kalarak klasik bir “oyun sonu” gösterimi sunuyor. Dolayısıyla metnin bu zenginliğinin farkında olarak oyunu tüm zenginliğiyle olduğu gibi sahne alanına taşıyorlar. Bunu da başarıyla yapıyorlar. Gerek Hamm rolünde, aynı zamanda oyunun yönetmeni olan, Cem Uslu’nun oyunculuğu, gerekse Clov rolündeki Simel Aksünger’in oyunculuğu sıkılmadan oyunu izlememizi sağlıyor. Kısaca şunu söyleyebilirim ki alımlayıcının bu oyundan birincil beklentisi olan anlam tahakkümü içinde kalmadan kendi özgül kavrayışı içinde, özgürce hareket etme beklentisini karşılıyor bu gösterim. Tiyatroya böylesine zor ve güzel bir oyunla giriş yapan grup işin altından layıkıyla kalkıyor. Ekip Tiyatrosuna, tiyatro dünyasına hoş geldin diyor.. başarılarının devamını diliyoruz…