“Ey cesur Doğan!..Boşver Ölümü!.. Güçlülerin ve cesaretlilerin şarkılarında, canlı bir örnek olacaksın ve özgürlüğe, aydınlığa doğru gururlu bir çağrı olacaksın!.”
Maksim Gorki
***
Danko’nun Kalbi
Dünyanın uzak bir ucunda, çok eski zamanlarda bir halk yaşardı. Bu halkın yaşadığı toprakların bir yanı büyük bir bozkırlık diğer yanı ise geçit vermez ormanlarla kuşatılmıştı. Bu insanlar neşeli, güçlü, yürekli kişilerdi. Fakat günlerden bir gün her şey değişti, zor günler başladı. Nereden geldikleri belli olmayan yabancı insanlar, yerli halkı ormanlara sürüp çıkardılar.
Asırlık orman oldukça yaşlı ve eskiydi, içi bataklıklarla doluydu, çok karanlıktı. Gökyüzünden bakıldığında orman, ağaç dallarının birbirlerine dolanmaları yüzünden görülemezdi. Güneş ışınları ağaç dalları ve yaprakları arasından geçemezdi, geçip bataklıklara ulaştığında ise çok pis kokular oluşurdu. Ormana gelmek zorunda kalan yerli halk bu kokuya dayanamaz, birbiri ardına ölürlerdi. Kadınlar, çocuklar kan ağlar, babalar kederden sürekli düşünürlerdi.
Halkın kurtulmak için iki yolu vardı. Birinci yol arkalarındaydı, orada kötü ve güçlü düşmanlar vardı. İkinci yol ise önlerinde bulunan her tarafı bataklık ve kökleri çamura saplanmış dev ağaçları olan ormandan geçip gitmekti. Gece gündüz karanlığın, sessizliğin yayıldığı, rüzgâr estiğinde boğuk uğultuların yankılandığı orman, geniş ve aydınlık bozkırlara alışmış olan yerli halkı bunaltıyor, bezdiriyor ve ümitsizliğe düşürüyordu her geçen gün.
Her şeye rağmen güçlü insanlardı bunlar. Bir zamanlar topraklarına zorla girerek kendilerini yenmiş olanlara karşı ölüm kalım savaşına girebilirlerdi. Fakat savaşta ölmek istemiyorlardı. Kendilerine bir şeyler vasiyet edilmişti. Ölürlerse vasiyetleri de kendileriyle birlikte yok olup gidecekti. Sabırla beklerlerdi. Sürekli düşünürler, düşünmekten yorulurlar, içlerindeki ümitsizlik korkularını büyütür ve ruhlarını ele geçirirdi. Pis kokulara dayanamayıp ölenlerin ardından yakılan korku dolu ağıtlar yükselirdi. Kimse gidip özgürlüklerini düşmana teslim etmek, köle olmak istemiyordu.
Bu sırada Danko adında biri çıktı ortaya ve herkesi tek başına kurtardı. İnsanlara şöyle dedi:
“Arkadaşlar. Düşünüp durmakla yoldaki kayalar yerinden oynatılamaz. Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey elde edemez, hiçbir yere ulaşamaz. Ne diye bütün gücümüzü, düşünmekle, üzülmekle boşu boşuna harcıyoruz. Haydi, kalkın ayağa. Gidelim. Şu aşılmaz ormanı yarıp geçelim. Dünyada her şeyin bir sonu vardır. Gidelim arkadaşlar. Haydi!”
Danko’ya baktılar. Danko’nun iyi ve yürekli birisi olduğu gördüler. Danko’yu kendilerine yol gösterici seçtiler. Danko’nun ardından yürüdüler, çünkü ona inanmışlardı.
Yolları zordu, karanlıktı. Bataklıklar insanların bir kısmını yutuyordu. Ağaçlar, ağaç dalları her yeri sarmıştı, ağaç kökleri toprağın üzerinde uzanıyordu. Atılan her adım daha fazla ter, kan ve yorgunluk sebebiydi. Yürüyüş çok uzun sürmüştü. Orman sıklaşıyor, insanlar azalıyordu. Yakınmaya başladılar, deneyimsiz bir gencin ardına düşmelerinden, nereye gittiklerini bilmediklerinden dolayı. Danko ise güçlü ve tükenmez bir inançla önde yürüyordu.
Gök gürültülerinin ortalığı kapladığı, yıldırımların çaktığı bir anda yorgun insanlar umutsuzca yürüyorlar, Danko’ya karşı öfkeyle söyleniyorlardı. Danko’yu suçlamaya başladılar. Kendilerine zarar veren bir hiç olduğunu, kendisini öldüreceklerini söylediler Danko’ya.
“Siz kendiniz istediniz, ben de sizi buralara getirdim. Sizlere yol göstereceğime söz verdim. Sözümde de durdum. Ya sizler? Kendi kurtuluşunuz için ne yaptınız? Yalnızca yürüdünüz. Uzun yollar için gücünüzü saklayamadınız. Yalnızca koyun sürüsü gibi yürüdünüz, yürüdünüz.”
Danko, kurtarmaya çalıştığı, kendisini öldürmek isteyen insanlara baktı, hepsinin birer canavar kesildiğini gördü. Çevresini saran bu insanların yüzlerinde hiçbir soylu görünüşe rastlayamadı. Yüreği öfkeyle kabardı. Fakat insanlara olan sonsuz sevgisi yüzünden öfkesi bir anda yatıştı. İnsanları seviyordu, onları kurtarmak istiyordu. Danko’yu öldürmek isteyen insanlar çevresini sarmaya başladılar. Danko’nun yüreği alevlendi, içini bir hüzün kapladı.
Ormanda gök gürültüsü her yeri sarmıştı, şimşekler çakıyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. İnsanlara bağırdı ve birden göğsünü elleri ile yırtarak yüreğini koparıp çıkardı, başının üstüne kaldırdı. Güneşten daha aydınlık bir yürek tutuyordu, göz kamaştıran bir ışık saçıldı ormana. İnsanlar şaşkınlıktan taş kesilmişlerdi. Danko ileriye atıldı, insanlara yürümelerini söyledi. Yürüdüler, yürüdüler…
Ve birden, orman sona erdi. Güneş insanların yüzlerinde parladı, temiz hava doldu ciğerlerine. Büyük bir bozkıra gelmişlerdi. Akşamüstü, güneşin batan ışınları altında, Danko’nun yırtık yüreği göğsünden akan sıcak kan gibi kırmızı olmuştu.
Yiğit Danko, karşısındaki geniş bozkıra gururla baktı, özgür toprağa baktı ve gülümsedi. Sonra yere düşüp can verdi.
İnsanlar sevinç ve umut doluydular. Danko’nun ölümünü bile fark etmediler. Yanında duran yüreğini görmediler. Yalnızca, içlerinden sinsi biri bunu gördü. Bir şeyden korkarak, ayağıyla bastı bu onurlu yüreğin üstüne. Yürek kıvılcımlar saçarak söndü.