MARX ve Engels’in materyalist teorileri üzerine anarşistlerin görüşleri nelerdir?
Diyalektik yöntem, Hegel’den kaynaklanmışken, materyalist teori, Feuerbach materyalizminin daha da gelişmesidir. Anarşistler bunu çok iyi bilmektedirler. Ve Hegel ve Feuerbach’ın teorilerindeki eksikliklerden yararlanarak, Marx ve Engels’in diyalektik materyalizmini gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Hegel’e ve diyalektik yönteme değinirken, anraşistlerin bu hilelerinin kendi cehaletlerinden başka bir şey kanıtlamadıklarını görmüştük, Feuerbach’a ve materyalist teoriye saldırıları için de aynı şey söylenmelidir.
Örneğin, anarşistler, kendilerine son derece güvenerek bize şöyle diyorlar: “Feuerbach, bir kamutanrıcı (pantheist) idi…”, o, “insanı tanrılaştırmıştı…”,[41] “Feuerbach’ın görüşüne göre insan yediğinden ibarettir…” ve bundan, Marx, aşağıdaki sonucu çıkarmıştır: “Bunun sonucu olarak, esas ve birincil olan, iktisadi koşullardır.”[42]
Gerçekten de, Feuerbach’m kamutanrıcılığı, insanı tanrılaştırması, ve bu türden diğer safsataları konusunda kimse kuşku duymuyor. Tam tersine, Feuerbach’ın safsatalarını ilkönce açığa vuranlar, Marx ve Engels olmuşlardır. Gene de anarşistler, zaten teşhir edilmiş olan safsatalan, bir kez daha “teşhir etmeyi” gerekli görüyorlar. Neden? Belki de, Feuerbach’a söverken, dolaylı olarak, Marx ve Engels’in, materyalist teorilerini gözden düşürmek istediklerinden. Kuşkusuz, konuyu tarafsız olarak incelersek, Feuerbach’ın da, çoğu bilginler gibi, yanlış düşüncelerinin yanısıra, doğru düşünceleri de söylediğini kesinlikle göreceğiz. Gene de anarşistler “teşhire” devam ediyorlar.
Bu tür düzenbazlıklarla kendi cehaletlerinden başka (sayfa 34) bir şeyi kanıtlamadıklarını bir kez daha söyleyelim.
(Daha sonra de göreceğimiz gibi) anarşistler, materyalist teoriyi, konuyu hiç bilmeden, söylentilere dayanarak eleştirmeyi kafalarına koymuşlardır. Bunun sonucu olarak, sık sık birbirleriyle çelişir ve birbirlerini yalanlar, kuşkusuz bu da, bizim “eleştirmenlerimizi” gülünç duruma düşürüyor. Örneğin eğer, Bay Çerkezişvili’nin söylediklerine kulak verilirse, Marx ve Engels’in, birci (monistic) materyalizmden nefret ettiği, onların materyalizminin, birci değil, kaba materyalizm olduğu sanılır.
“Engels’in bütün varlığıyla nefret ettiği, doğacıların (naturalist) büyük bilimi, evrim ve dönüşüm (mutation) sistemi ve birci materyalizmi ile … diyalektikten kaçınmıştır. ” vb,.[43]
Engels’in “nefret ettiği” ve Çerkezişvili’nin onayladığı doğa bilimi materyalizmi, birci materyalizmdi, ve onun için, bundan, elbette onaylanması gerekmeyen Marx ve Engels’in materyalizmi, birci değilken [Çerkezişvili’nin birci materyalizminin] onaylanması gerektiği sonucu çıkar.
Bir başka anarşist de, Marx ve Engels’in materyalizminin birci olduğunu ve bu yüzden reddedilmesi gerektiğini söylüyor.
“Marx’ın tarih kavrayışı, Hegel’in bir yansımasıdır. Genel olarak mutlak objektivizmin birci materyalizmi ve özellikle Marx’ın iktisadi birciliği, doğada olanaksız ve teoride aldatıcıdır. Birci materyalizm, iyi gizlenmemiş bir ikicilik ve metafizikle bilim arasında bir uzlaşmadır.” [44]
Böylece bundan, birci materyalizmin kabul edilemeyeceği, Marx ve Engels’in ondan nefret etmediği, tam tersine, kendilerinin birci materyalistler oldukları ve dolayısıyla birci materyalizmin reddedilmesi gerektiği sonucu çıkar.
Bazıları ormana, bazılan da çayıra koşuyor. Birincisi (sayfa 35) mi, ikincisi mi, hangisi haklı, bulun bakalım! Kendi aralarında Marx’ın materyalizminin değerleri ve kusurları konusunda henüz anlaşamamışlar, onun birci olup olmadığını henüz anlamamışlar, ve kaba ya da birci materyalizmden hangisinin daha kabul edilebilir olduğu konusunda kendileri de henüz karar vermemişler, ama şimdiden marksizmi darmadağın ettikleri yolundaki övüngen iddialarıyla kulağımızı patlatıyorlar!
Evet, evet, eğer Anarşist Baylar birbirlerinin görüşlerini şimdi yaptıklan gibi büyük bir gayretle darmadağın etmeye devam ederlerse, söylemeye bile gerek yok ki, gelecek, anarşistlerindir…
Bunun kadar gülünç bir gerçek de, bazı “ünlü” anarşistlerin, “ünlerine karşın”, bilimdeki farklı eğilimlerden haberdar olmamalarıdır. Anlaşılıyor ki, bilimde, birbirlerinden oldukça farklı olan çeşitli materyalizm türlerinin bulunduğu gerçeğini bilmiyorlar. Örneğin düşüncel yanın önemini ve onun maddi yan üzerindeki etkisini yadsıyan kaba materyalizm vardır; ama düşüncel ve maddi yanlar arasındaki karşılıklı ilişkiyi, bilimsel olarak inceleyen birci materyalizm denen şey -Marx’in materyalist teorisi- de vardır. Ama anarşistler, bu farklı materyalizm türlerini birbirlerine karıştırırlar, bunlar arasındaki açık farkları bile göremezler ve aynı zamanda büyük bir kendine güvenle bilimi yeniden yarattıklarına iddia ederler.
Örneğin Kropotkin, “felsefi” yapıtlarında, anarko-komünizmin “çağdaş materyalist felsefeye” dayandığını, kendini beğenmiş bir tavırla iddia eder. Ama anarko-komünizmin hangi materyalist felsefeye, kaba, birci veya bir başka nitelikteki [materyalist felsefelerden hangisine] dayandığını açıklamak için bir tek söz etmez. Açıktır ki, Kropotkin, materyalizmin farklı eğilimleri arasında temel çelişkiler olduğu gerçeğinden haberdar değildir ve bu eğilimleri birbirine karıştırmanın, “bilimi yeniden (sayfa 36) yaratmak” demek olmadığını, sadece kişinin tam cehaletini ortaya koyduğunu kavramamaktadır. [45]
Aynı şey, Kropotkin’in Gürcü öğretilileri için de söylenebilir. Şimdi dinleyelim:
“Engels’in ve ayrıca Kautsky’nin görüşüne göre, Marx”, diğer şeyler yanında, “materyalist kavrayışı keşfederek insanlığa büyük bir hizmette bulunmuştur. Bu doğru mudur? Sanmıyoruz, çünkü biliyoruz ki, … toplumsal mekanizmanın coğrafi, iklimsel ve tellürsel, kozmik, antropolojik ve biyolojik koşullar aracılığıyla harekete geçirildiği görüşüne taraftar olan bütün tarihçilerin, bilginler ve filozofların hepsi materyalisttirler.”[46]
Böylece bundan, Aristoteles’in[47] ve Holbach’ın[48] “materyalizmi” ile Marx’ın ve Moleschott’un “materyalizmi” arasında hiç bir fark olmadığı sonucu çıkar! Bu da eleştiri oluyor sözde! Ve bilgileri bu düzeyde olan insanlar, bilimi yeniden yaratmayı kafalarına koymuşlar! Gerçekten de yerinde bir sözdür şu: “Eskicinin börek pişirmeye başlaması, kötü bir alamettir!…”
Devam edelim. Bizim “ünlü” anarşistlerimiz, bir yerlerden, Marx’ın materyalizminin bir “mide teorisi” olduğunu duymuşlar ve onun için “Feuerbach’ın görüşüne göre, insan yediğinden ibarettir. Bu formül, Marx ve Engels üzerinde bir büyü etkisi yaratmıştı.”. Ve Marx, “esas ve birincil şeyin, iktisadi ilişkiler, üretim ilişkileri olduğu …” sonucunu buradan çıkarmıştı diyerek, biz marksistlere saldırıyorlar. Ve sonra da, anarşistler, felsefi bir havayla bize öğüt vermeye başlıyorlar: “Bu [toplumsal yaşamın [J. St.] amacına ulaşmanın tek aracının yemek yeme ve iktisadi üretim olduğunu söylemek hata olacaktır, … Eğer ideoloji esas olarak birci bir biçimde, yemek yeme ile ve iktisadi koşullarla belirlenseydi, bazı oburlar deha olurdu.”[49]
Marx ve Engels’in materyalizmini çürütmenin ne (sayfa 37) kadar kolay olduğunu görüyorsunuz! Sokakta genç bir öğrenciden Marx ve Engels hakkında biraz dedikodu dinlemek yetiyor, marksizm “eleştiricisi” ününü kazanmak için, Nobati gibi bir gazetenin sütunlarında felsefi bir kendine güven havası içinde, bu sokak dedikodularını tekrarlamak yetiyor.
Ama söyleyin bana baylar, nerede, ne zaman, hangi gezegen ve hangi Marx’ın “yemek yeme, ideolojiyi belirler.” dediğini duydunuz? Neden iddianızı desteklemek için Marx’ın yapıtlarından bir tek cümle, bir tek sözcük aktaramıyorsunuz? Gerçekten de, Marx, insanların iktisadi koşullarının, onların bilinçlerini, ideolojilerini belirlediğini söylemiştir, ama yemek yeme ile iktisadi koşulların aynı şey olduğunu size kim söyledi ? Gerçekten bilmiyor musunuz ki, yemek yeme gibi fizyolojik bir olgu, insanların iktisadi koşulları gibi sosyolojik bir olgudan esas olarak farklıdır? Diyelim, bu iki farklı şeyi karıştırdığı için, genç bir öğrenci bağışlanabilir; ama nasıl oluyor da, siz, “sosyal-demokrasiyi alt edenler”, “bilimi yeniden yaratanlar”, genç bir öğrencinin hatalarını, böyle dikkatsizce tekrarlıyorsunuz?
Yemek yeme, toplumsal ideolojiyi nasıl belirleyebilir? Kendi dediğinizi kendiniz bir düşünün. Yemek yeme, yemek yeme biçimi değişmez; eski zamanlarda da insanlar, yiyeceklerini şimdi yedikleri gibi yerler, çiğnerler ve sindirirlerdi. Ama ideoloji, her zaman değişmektedir. Kadim, feodal, burjuva ve proleter – ideoloji biçimleri bunlardır işte. Değişmeyen bir şeyin, sürekli olarak değişen bir şeyi belirlediği söylenebilir mi? Biraz daha ilerleyelim. Anarşistlerin görüşüne göre, Marx’ın materyalizmi, “koşutçuluktur (parallelism) …”, ya da “birci materyalizm, iyi gizlenmemiş bir ikicilik ve metafizik ile bilim arasında bir uzlaşmadır. … Marx ikiciliğe düşmektedir, çünkü üretim ilişkilerini maddi olarak ve insanın özlem ve (sayfa 38) isteğini ise, var olsa bile, hiç bir önem taşımayan bir düş ve bir ütopya olarak tanımlar.”[50]
Önce, Marx’ın birci materyalizminin, saçma koşutçulukla hiç bir ortak yanı olmadığını belirtelim. Materyalizm açısından maddi yan, öz, zorunlu olarak düşüncel yandan, biçimden önce gelir, Oysa koşutçuluk bu görüşü kabul etmez ve ne maddi, ne de düşüncel [yanın] önce gelmediğini, her ikisinin de birlikte, yanyana geliştiğini kesinlikle savunur.
İkinci olarak, Marx, “üretim ilişkilerini maddi olarak ve insan özlem ve isteğini … hiç bir önem taşımayan bir düş ve bir ütopya olarak tanımlasa bile”, bu, Marx’ın bir ikici olduğunu mu gösterir? Çok iyi bilindiği gibi ikici, hem düşüncel, hem de maddi yanların her ikisine de, karşıt ilkeler olarak eşit önem verir. Ama eğer sizin söyledikleriniz gibi, Marx, maddi yana daha fazla önem veriyor ve bir “ütopya” olduğu için düşüncel yana hiç önem vermiyorsa, Marx’ın bir ikici olduğunu nerden çıkarıyorsunuz “Eleştirmen” Baylar?
Üçüncü olarak, birciliğin, bir tek ilkeden – maddi ve düşüncel bir biçime sahip doğa veya oluştan kaynaklandığını, oysa, ikiciliğin iki ilkeden – ikiciliğe göre birbirini yadsıyan maddi ve düşüncel [yanlardan] kaynaklandığını bir çocuk bile bildiğine göre, materyalist bircilik ile ikicilik arasında ne ilişki olabilir?
Dördüncü olarak, Marx ne zaman, “İnsanın özlem ve isteğini bir düş ve bir ütopya olarak tanımladı”? Gerçekten de, Marx, “insanın özlem ve isteğini”, “iktisadi gelişmeye bağlıyor ve bazı kürsü filozoflarının özlemleri iktisadi koşullarla uyuşmadığı zaman, onlara, ütopya adını veriyordu. Ama bu, Marx’ın, genel olarak, insan özleminin ütopya olduğuna inandığını mı gösterir? Bunu açıklamanın gerçekten gereği var mı? Marx’ın “İnsanlık her zaman, ancak çözebileceği sorunlan üzerine alır. “[51], yani, (sayfa 39) genel bir deyişle, insanlık ütopik amaçlar gütmez, yolundaki sözlerini gerçekten okumadınız mı? Açıktır ki, ya bizim “eleştirmenimiz” neden söz ettiğini bilmıyor ya da kasten gerçekleri tahrif ediyor.
Beşinci olarak, Marx ve Engels’in görüşüne göre, “insanın özlem ve isteklerinin önemsiz olduğunu” size kim söyledi? Onların bunu söyledikleri yeri neden belirtmiyorsunuz? Marx, Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri,[52] Fransa’da İç Savaş adlı yapıtlarında ve aynı türden diğer broşürlerinde “özlem ve isteğin” öneminden sözetmez mi? Marx, “özlem ve isteğe” hiç önem vermiyordu da, neden proleterlerin “istek ve özlemini” sosyalist bir ruhla geliştirmeye çalıştı, neden onların arasında propoganda yürüttü? Ya da Engels, ünlü 1891-94 makalelerinde[53] “istek ve özlemin öneminden” sözetmiyordu da, neden sözediyordu? Gerçekten, Marx’ın görüşüne göre, insanların “istek ve özlemi”, özlerini iktisadi koşullardan alırlar, ama bu, insanların kendilerinin, iktisadi ilişkilerin gelişmesi üzerine hiç bir etki yapmadığı anlamına: mı gelmektedir? Böylesine basit bir düşünceyi anlamak, anarşistlere gerçekten çok mu zor geliyor?
İşte Anarşist Bayların yaptıklan bir başka suçlama: “Biçim, öz olmaksızın düşünülmez; bu yüzden “biçimin özden sonra geldığini (özün gerisinde kaldığını -K.[54]) kimse söyleyemez. Onlar “birlikte vardırlar”. … Aksi halde bircilik bir saçmalık olurdu.”[55]
Bizim “bilgin”in kafası nedense gene karıştı. Özün, biçim olmaksızın düşünülemeyeceği doğrudur. Ama mevcut biçimin mevcut öze hiç bir zaman tam olarak tekabül etmediği de doğrudur: biçim, özün gerisinde kalır; yeni öz, bir ölçüye kadar her zaman eski biçimle örtülmüştür ve bunun sonucu olarak, eski biçimle yeni öz arasında daima yeni bir çatışma vardır. İşte devrim tam (sayfa 40) bu temele dayanarak oluşur ve bu, diğer şeylerle birlikte, Marx’ın materyalizminin devrimci ruhunu yansıtır. Oysa “ünlü” anarşistler bunu anlayamamışlardır ve bunun kabahati, kuşkusuz, materyalist teorinin değil, kendilerinindir.
İşte, Marx ve Engels’in materyalist teorisi üzerine anarşistlerin görüşleri bunlardır – tabii eğer bunlara görüş denilebilirse. (sayfa 41)
ÜÇ
PROLETER SOSYALİZMİ
MARX’IN teorik doktrinini artık öğrenmiş bulunuyoruz; yöntemini ve teorisini de biliyoruz.
Bu doktrinden hangi pratik sonuçları çıkarmalıyız?
Diyalektik materyalizm ile proleter sosyalizmi arasında hangi bağlantılar vardır?
Diyalektik yönteme göre, yalnızca, gün geçtikçe büyüyen, her zaman ilerleyen ve daha iyi bir gelecek için durmaksızın savaşan sınıf, sonuna kadar ilerici olabilir, yalnızca bu sınıf, kölelik boyunduruğunu kırabilir. Durmadan büyüyen, her zaman ilerleyen ve gelecek için savaşan tek sınıfın, kent ve kır proletaryası olduğunu görüyoruz. Bu nedenle proletaryaya hizmet etmeli ve (sayfa 42) umutlarımızı ona bağlamalıyız.
Marx’ın teorik doktrininden çıkartılacak ilk pratik sonuç budur.
Ama, hizmetten hizmete fark var. Bernstein da, proletaryayı sosyalizme boşvermeye zorladığında, ona “hizmet” etmiş oluyor. Kropotkin de, proletaryaya, geniş bir sanayi temeline dayanmayan dağınık topluluk “sosyalizmini” sunduğunda, ona “hizmet” etmiş oluyor. Ve Karl Marx da, bu proletaryayı, modern büyük çaplı sanayiin geniş temeline dayanarak proleter sosyalizmine çağırdığı zaman, ona hizmet etmektedir.
Faaliyetlerimizin proletaryaya yararlı olması için ne yapmalıyız? Proletaryaya nasıl hizmet etmeliyiz?
Materyalist teoriye göre belirli bir ülkü, ancak, ülkenin iktisadi gelişimine ters düşmezse, bu gelişimin gereklerine tümüyle cevap verebilirse, proletaryaya doğrudan bir yarar sağlayabilir. Kapitalist sistemin iktisadi gelişimi, günümüzde, üretimin toplumsal bir niteliğe büründüğünü, üretimin toplumsal niteliğiyle, mevcut kapitalist mülkiyetin temelden çeliştiğini göstermektedir. Dolayısıyla, temel görevimiz, kapitalist mülkiyetin kaldırılmasına yardımcı olmak ve sosyalist mülkiyeti kurmaktır. Ve bu, demektir ki, sosyalizmi unutmak gerektiğini ileri süren Bernstein’ın doktrini, iktisadi gelişmenin gerekleriyle temelden çelişir; proletaryaya zarar verir.
Ayrıca, kapitalist sistemin iktisadi gelişmesi, bugünkü üretimin gün geçtikçe yayıldığını göstermektedir. Bu üretim, tek tek kentlerin ve illerin sınırları içinde kalmamakta, durmadan bu sınırları aşarak bütün ülkeye yayılmaktadır. Dolayısıyla, üretimin yayılmasına sevinmeli ve ayrı kentlere ve topluluklara değil, kuşkusuz gelecekte daha da genişleyecek olan, devletin bölünmez topraklarının tümüne, gelecekteki sosyalizmin temeli olarak bakmalıyız. Ve bu demektir ki, gelecekteki sosyalizmi, ayrı (sayfa 43) kentlerin ve toplulukların sınırları içine hapseden Kropotkin’in doktrini, üretimin güçlü bir biçimde genişlemesine bir engel oluşturur; proletaryaya zarar verir.
Baş hedef olan, geniş bir sosyalist yaşam için savaş – işte proletaryaya böylece hizmet edebiliriz.
Marx’ın teorik doktrininde çıkan ikinci pratik sonuç budur.
Açıktır ki, proleter sosyalizmi, diyalektik materyalizmin mantıki sonucudur.
Proleter sosyalizmi nedir?
Bugünkü sistem, kapitalist bir sistemdir. Bu demektir ki, dünya iki hasım kampa bölünmüştür, küçük bir avuç kapitalistin kampı ve çoğunluğun, proleterlerin kampı. Proleterler, gece gündüz çalışırlar ama gene de yoksul kalırlar. Kapitalistler çalışmazlar ama gene de zengindirler. Böyle olmasının nedeni proleterlerin aptal, kapitalistlerin dahi olmaları değil, kapitalistlerin, proleterlerin emeğinin ürününü mal edinmeleridir, kapitalistlerin proleterleri sömürmeleridir.
Proleterlerin emeğinin meyvesi, neden proleterler tarafından değil de, kapitalistler tarafından mal ediniliyor? Neden kapitalistler proleterleri sömürüyorlar da, tersi olmuyor?
Çünkü kapitalist sistem, meta üretimine dayanmaktadır. Burada her şey meta biçimini alır, her yerde alım satım ilkesi hüküm sürer. Burada sadece tüketim maddelerini, sadece besin ürünlerini değil, insanların işgücünü, onların kanlarını ve vicdanlarını da satın alabilirsiniz. Kapitalistler bütün bunları bilirler ve proleterlerin işgücünü satın alır, onları kiralar. Bu, kapitalistlerin, satın aldıkları işgücünün, sahibi haline gelmeleri demektir. Oysa proleterler, sattıkları işgücü üzerindeki haklarını yitirirler. Yani, bu işgücü tarafından üretilen şeyler, artık proleterlere değil, yalnızca kapitalistlere aittir ve onların (sayfa 44) cebine girer. Sattığınız işgücü, bir gün içinde, 100 ruble değerinde mal üretebilir, ama bu sizin üstünüze vazife değildir, bu mallar size ait değildir. Bu işe ancak kapitalistler karışır ve mallar onlara aittir. Sizin alacağınız tek şey, günlük ücretinizdir, bu da, sizin temel gereksinmelerinizi karşılamaya yetebilir, tabii tutumlu yaşarsanız, kısacası, kapitalistler, proleterlerin işgücünü satın alırlar, proleterleri kiralar, ve kapitalistlerin, proleterlerin emeğinin ürününü mal edinmelerinin nedeni işte budur, kapitalistlerin proleterleri sömürmelerinin ve tersinin olmamasının nedeni, işte budur.
Peki ama, proleterlerin işgücünü satın alanlar neden kapitalistler oluyor? Neden kapitalistler, proleterleri kiralıyorlar da tersi olmuyor?
Çünkü, kapitalist sistemin esas dayanağı, üretim aletlerinin ve araçlarının özel mülkiyetidir. Çünkü, fabrikalar, değirmenler (mill), toprak ve madenler, ormanlar, demiryolları, makineler ve diğer üretim araçlan, küçük bir avuç kapitalistin özel mülkiyetine geçmiştir. Çünkü proleterler bütün bunlardan yoksundurlar. İşte bunun için, kapitalistler, fabrikalan ve değirmenleri çalıştırmak üzere proleterleri kiralarlar; eğer bunu yapmasalardı, üretim aletleri ve araçları hiç kâr getirmeyecekti. İşte bunun için proleterler, işgüçlerini kapitalistlere satarlar; eğer böyle yapmasalardı, açlıktan ölürlerdi.
Bütün bunlar kapitalist üretimin genel niteliğine ışık tutmaktadır. Önce, kapitalist üretimin birleştirilemeyeceği ve örgütlenemeyeceği ortadadır: [bu üretim] tek tek kapitalistlerin özel işletmeleri arasında bölünmüştür. İkincisi, kapitalist üretimin amacı, halkın gereksinmelerini karşılayacak malları üretmek değil, kapitalistlerin kârları artsın diye satış için mal üretmektir. Ama, her kapitalist, kârını artırmak istediğine göre, her biri, mümkün olan en çok miktarda meta üretmeye çalışır, pazar kısa zaman (sayfa 45) da dolar, fiyatlar düşer ve – genel bir bunalım başlar.
Böylece, bunalımlar, işsizlik, üretimin durması, üretimde anarşi ve benzeri şeyler, bugünkü örgütlenmemiş kapitalist üretimin doğrudan sonuçlarıdır.
Eğer bu örgütlenmemiş toplumsal, sistem, hala ayakta duruyorsa, hala proletaryanın saldırılarına dayanıyorsa, bunun esas nedeni kapitalist devlet tarafından, kapitalist hükümet tarafından korunmasıdır.
Bugünkü kapitalist toplumun temeli işte budur.
GELECEKTEKİ toplumun tümüyle farklı bir temel üzerine kurulacağına hiç kuşku yoktur.
Gelecekteki toplum, sosyalist bir toplum olacaktır. Bu, her şeyden önce, o toplumda, smıfların olmayacağı anlamına gelir. Ne kapitalistler olacaktır, ne de proleterler, dolayısıyla, sömürü de olmayacaktır. Bu toplumda, yalnızca, kolektif emek harcayan işçiler olacaktır.
Gelecekteki toplum, sosyalist toplum olacaktır. Bu, demektir ki, sömürünün kaldırılmasıyla, meta üretimi ve alım ve satım da kaldırılacaktır, bu nedenle de işgücünü alanlara ve satanlara, çalıştıranlara ve çalıştırılanlara yer olmayacaktır – sadece özgür işçiler bulunacaktır.
Gelecekteki toplum, sosyalist toplum olacaktır. Bu demektir ki, bu toplumda, üretim aletleri ve araçlarının özel mülkiyetinin tümüyle ortadan kaldırılmasıyla, ücretli işin ortadan kaldırılması da sonunda başarılacaktır. Ne yoksul proleterler olacaktır, ne de zengin kapitalistler; yalnızca, bütün toprağa ve madenlere, bütün ormanlara, bütün fabrikalara ve değirmenlere, bütün demiryollarına vb. ortaklaşa sahip olan işçiler olacaktır.
Gördüğünüz gibi, gelecekteki üretimin esas amacı, doğrudan doğruya toplumun gereksinmelerini karşılamak olacaktır, satış için mal üretmek ve kapitalistlerin kârını artırmak değil. Burada, meta üretimine, kâr uğruna (sayfa 46) mücadeleye vb. yer olmayacaktır. Ayrıca gelecekteki üretimin sosyalist bir temel üzerinde örgütleneceği ve çok gelişmiş olacağı da ortadadır; bu üretim, toplumun gereksinmelerini hesaba katacak ve toplumun gereksindiği kadar üretecektir. Burada, birbirinden kopuk üretime, rekabete, bunalımlara ya da işsizliğe de yer olmayacaktır.
Sınıfların olmadığı, zenginin de, fakirin de bulunmadığı bir yerde, devlete, yoksulu ezen, zengini koruyan siyasi güce de gerek yoktur. Dolayısıyla, sosyalist toplumda, siyasi gücün varlığına da gerek olmayacaktır.
O yüzden, daha 1846’da, Karl Marx, şöyle diyordu. “İşçi sınıfı, gelişimi sırasında, eski burjuva toplumunun yerine, sınıfları ve onların düşmanlıklarını içermeyen bir birlik getirecektir. Ve artık gerçek anlamıyla siyasi güç, var olmayacaktır.”[56]
İşte bu yüzden, Engels, 1884’te, şöyle diyordu: “Bu nedenle, devlet, ta sonsuzluktan beri vardı denemez. Hiç bir devlet veya devlet gücü kavramına sahip olmayan, devletsiz yürüyebilen toplumlar var olmuştur. Toplumun sınıflara ayrılmasını zorunlu kılan iktisadi gelişmenin belli bir aşamasında. devlet de bir zorunluluk oldu Şimdi üretimin gelışmesınde, bu sınıfların varlığının, sadece zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda da, üretim için kesin bir engel haline geldikleri bir döneme hızla yaklaşıyoruz. Bu sınıflar, bir zamanlar nasıl doğdularsa, aynı biçimde, kaçınılmaz olarak, yok olacaklardır. Devlet de, kaçınılmaz olarak onlarla birlikte yok olur. Üreticilerin özgür ve eşit birliği temeli üzerinde, üretimi yeniden örgütleyen toplum, bütün devlet mekanizmasmı, layık olduğu yere atacakkır – eski eserler müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına.” (İtalikler bana ait. [J St.])[57]
Aynı zamanda, sosyalist toplumda, her çeşit bilgiyi toplayarak, yerel dairelere ek olarak, bütün toplumun (sayfa 47) gereksinmeleri hakkında bilgi toplayacak ve sonra da çeşitli türden işleri, çalışanlar arasında buna uygun olarak dağıtacak, merkezi bir istatistik bürosunun da bulunacağı ortadadır. Ayrıca, toplantılar ve özellikle kongreler de yapmak gerekli olacaktır, bunların kararları, kongreye kadar, azınlıkta olan yoldaşlar için bağlayıcı olacaktır.
Nihayet, açıktır ki, özgür ve yoldaşça emek, gelecekteki sosyalist toplumun bütün gereksinmelerinin, aynı ölçüde, yoldaşça ve tam olarak karşılanmasına yolaçacaktır. Bu demektir ki, eğer gelecekteki toplum, üyelerinin herbirinden harcıyabildiği kadar emek talep ederse, buna karşılık, her üyesine, gereksindiği kadar ürün sağlayacaktır. Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmelerine göre! – Gelecekteki kolektif sistem, işte bu temel üzerinde yaratılacaktır. Belirtmeye bile gerek yok ki, henüz çalışmaya alışmamış olanların, yeni yaşam biçiminin içine sokuldukları, üretici güçlerin de henüz yeter derecede gelişmediği ve hâlâ “kirli” ve “temiz” işin mevcut olduğu, sosyalizmin ilk aşamasında, “herkese gereksinmelerine göre” ilkesinin uygulanması, kuşkusuz büyük ölçüde engellenecek ve bunun sonucu olarak, toplum, geçici olarak bir başka yol, bir orta yol tutmak zorunda kalacaktır. Ama aynı zamanda açıktır ki, gelecekteki toplum kurulduğu, kapitalizmin kalıntıları kökünden temizlendiği zaman, sosyalist topluma uyan tek ilke, yukarda belirttiğimiz ilke olacaktır.
İşte bu yüzden, 1875’te, Marx, şöyle diyordu: “Komünist [yani sosyalist -[J. St.]] toplumun daha yüksek bir aşamasında, işbölümü altındaki bireyin kölece boyun eğmesi ve bununla birlikte kafa ve kol emeği arasındaki antitez yok olduktan sonra; emek, yaşamın basit bir aracı halinden [çıkıp] yaşamın bizzat temel bir zorunluluğu haline geldikten sonra; üretici güçler de bireyin her yönden (sayfa 48) gelişmesiyle arttıktan sonra. ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufku tümüyle arkada bırakılabilir ve toplum, bayrağının üzerine şunlan yazabilir: herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmelerine göre”[58]
İşte genel olarak, Marx’ın teorisine göre, gelecekteki sosyalist toplumun görünümü böyledir.
Bütün bunlar çok güzel. Ama sosyalizmin başarılması akla uygun mudur? İnsanın kendini “vahşi alışkanlıklarından” kurtarabileceğini varsayabilir miyiz?
Ya da gene: eğer herkes gereksinmelerine göre alırsa, sosyalist toplumdaki üretici güçler düzeyinin buna yeteceğini varsayabilir miyiz?
Sosyalist toplum, üretici güçlerdeki gelişmenin ve insanlar arasındaki sosyalist bilincin, onların sosyalist aydınlanmasının yeterli olmasını öngörür. Günümüzde üretici güçlerin gelişmesi, kapitalist mülkiyetin varlığıyla engellenmektedir. Ama bu, kapitalist mülkiyetin gelecekteki toplumda var olmayacağını aklımızda tutarsak, üretici güçlerin on kat artacağı kendiliğinden ortaya çıkar. Şu da unutulmamalıdır ki, gelecekteki toplumda, bugünkü yüzbinlerce asalak ve ayrıca işsiz, çalışmaya başlayacak ve çalışan insanların safları çoğalacaktır; ve bu, üretici güçlerin gelişmesini büyük ölçüde uyaracaktır insanların “vahşi” duygularına ve düşüncelerine gelince, bunlar, bazılarının sandığı kadar öncesiz ve sonsuz değildir; bir zamanlar ilkel komünizmde insan, özel mülkiyeti tanımıyordu; ondan sonra, özel mülkiyetin, insanların kalplerine ve kafalarına egemen olduğu bir dönem, bireysel üretim dönemi geldi. Yeni bir dönem, sosyalist üretim dönemi gelmektedir – eğer insanların kalpleri ve kafaları, sosyalist özlemlerle dolarsa, bu, şaşırtıcı bir şey mi olacaktır? İnsanların “duygularını” ve düşüncelerini belirleyen, varlık değil midir?
Ama sosyalist sistemin kurulmasının kaçınılmaz (sayfa 49) olduğuna dair hangi kanıtlar mevcuttur? Modern kapitalizmin gelişmesinin ardından, kaçınılmaz olarak, sosyalizm mi gelecek? Veya bir başka deyişle, Marx’ın proleter sosyalizminin, sadece duygusal bir düş, bir fantazi olmadığını nereden bilebiliriz? Bunun böyle olmadığına dair bilimsel kanıt nerede?
Tarih göstermektedir ki, mülkiyet biçimi, doğrudan doğruya, üretim biçimi tarafından belirlenmektedir ve bunun sonucu olarak, üretim biçimindeki bir değişmenin ardından, ergeç, kaçınılmaz olarak, mülkiyet biçiminde bir değişiklik gelmektedir. Bir zamanlar, mülkiyet, komünist bir nitelik taşıyordu, ilkel insanın dolaştığı ormanlar ve alanlar, bireylere değil, herkese ait bulunuyordu. O zamanlar, neden komünist mülkiyet vardı? Çünkü üretim komünist nitelikteydi, emek, ortak olarak, kolektif bir biçimde harcanıyordu; herkes birlikte çalışıyor ve biri, öteki olmadan yapamıyordu, Mülkiyetin bireyci (özel) bir niteliğe büründüğü, insanın gereksindiği her şeye (tabii ki, hava, güneş ışığı vb. dışında) özel mülkiyet gözüyle bakıldığı, değişik bir dönem, küçük-burjuva üretimi dönemi başladı. Bu değişikliğe yol açan şey nedir? Üretimin bireyci hale gelmesi gerçeği; herkes, ötekilerden ayrılarak, kendisi için çalışmaya başladı. Nihayet yüzlerce ve binlerce işçinin, bir çatı altında, bir fabrikada toplandığı ve kolektif emek harcadığı, geniş çaplı kapitalist üretim dönemi geldi. Burada, herkesin kendi yoluna gittiği eski bireysel çalışma yöntemini göremezsiniz; burada, her işçi, işinde, fabrikanın kendi bölümündeki yoldaşlarıyla yakından ilişkidedir ve hepsi de diğer bölümlerle ilişki içindedir. Fabrikanın tümündeki işçilerin boş kalması için, bir bölümün işi durdurması yeterlidir. Görüldüğü gibi, üretim süreci, emek, daha şimdiden toplumsal bir niteliğe bürünmüş, sosyalist bir renk kazanmıştır. Ve bu, yalnızca tek tek fabrikalarda değil, bütün sanayi dallarında (sayfa 50) ve sanayi dalları arasında ortaya çıkmaktadır. Bütün sanayii zor durumda bırakmak için, demiryolcuların greve gitmesi yeter, bütün fabrikaların ve değirmenlerin bir süre sonra kapanması için, petrol ve kömür sanayilerinin işlemez olması yeter. Burada, üretim sürecinin, toplumsal, kolektif bir niteliğe büründüğü ortadadır. Ancak, mal edinmenin özel niteliği, üretimin toplumsal nitelığiyle çeliştiğine göre, günümüzün kolektif emeği, kaçınılmaz olarak, kolektif mülkiyete yolaçacağına göre, sosyalist sistemin, gecenin gündüzü izlemesi kadar kaçınılmaz bir biçimde kapitalizmi izleyeceği kendiliğinden anlaşılır.
İşte tarih, Marx’ın proleter sosyalizminin kaçınılmazlığını böyle kanıtlamaktadır.
TARİH bize öğretmektedir ki, toplumsal üretimde başrolü oynayan ve üretimdeki temel işlevlerini yerine getiren sınıf veya toplumsal grup, zaman içinde, kaçınılmaz olarak, bu üretimin denetimini eline almalıdır. Bir zamanlar, anaerkil ailede, kadınlara, üretimi denetim altında tutanlar gözüyle bakılırdı. Nedendi bu? Çünkü o zamanlar geçerli olan üretim türünde, ilkel tarımda, kadın, üretimde başrolü oynuyordu, erkekler, ormanda av peşinde dolaşırlarken, kadınlar temel görevleri yerine getiriyorlardı. Ondan sonra ataerkil aile altında, üretimdeki üstün durumun erkeklere geçtiği bir dönem geldi. Bu değişiklik neden olmuştur? Çünkü o zamanlar geçerli olan üretim türünde, esas üretim aletlerinin mızrak, kement, ok ve yay olduğu hayvan yetiştiriciliğinde, başrolü erkekler oynuyordu. Sonra da proleterlerin üretimde başrolü oynadıkları, üretimdeki bütün temel işlevlerin onlara geçtiği, onlar olmaksızın üretimin bir tek gün bile devam edemediği (genel grevleri hatırlayalım), ve kapitalistlerin, üretim için gerekli olmak bir yana, üretime (sayfa 51) gerçekten bir engel teşkil ettikleri, geniş çaplı kapitalist üretim dönemi geldi. Bu neyi gösterir? Bu, ya toplumsal yaşamın bütünüyle çökeceğini, ya da proletaryanın, ergeç, ama kaçınılmaz olarak, modern üretimin denetimini eline alacağını, onun tek sahibi, sosyalist sahibi haline geleceğini gösterir.
Kapitalist mülkiyetin ölüm sancılarını temsil eden ve açıkça -kapitalizm mi, yoksa sosyalizm mi?- sorusunu ortaya koyan modern sınai bunalımlar, bu sonucu kesinlikle açığa vurmaktadır, Bu bunalımlar, kapitalistlerin asalaklığını ve sosyalizmin zaferinin kaçınılmazlığını canlı bir biçimde sergiler.
Bu, Marx’ın proleter sosyalizminin kaçınılmazlığı konusunda, tarihin sağladığı bir başka kanıttır.
Proleter sosyalizmi, duyguya, soyut ‘adalete”, proletaryaya karşı duyulan sevgiye değil, yukarda aktarılan bilimsel temellere dayanır.
İşte bunun için proletarya sosyalizmine, “bilimsel sosyalizm” adı da verilir.
Engels, daha 1877’lerde, şöyle diyordu:
“Eğer, emek ürünlerinin mevcut üleşim tarzının kısa zamanda alaşağı edilmesi için … bu üleşim tarzının adaletsiz olduğu ve adaletin ergeç üstün geleceği bilincinden daha iyi bir güvenceye sahip olmasaydık, oldukça kötü bir yolda olacak ve daha uzun bir zaman beklemek zorunda kalacaktık.” Burada en önemli olan şu ki, “modern kapitalist üretim tarzının yaratmış olduğu üretici güçler ve aynı zamanda onun malları üleşim sistemi, bu üretim tarzının kendisiyle şiddetli bir çelişkiye düşmüştür, ve gerçekten de öyle ki, eğer modern toplum, tümüyle yok olup gitmek istemiyorsa, üretim ve üleşim tarzında bir devrim, bütün sınıf bölünmelerine bir son verecek olan bir devrim zorunludur. Modern sosyalizmin zafer inancı, bu gerçek üzerine, herhangi bir kürsü (sayfa 52) filozofunun adalet ve adaletsizlik anlayışı üzerine değil, bu maddi gerçek üzerine … yerleştirilmiştir.”[59]
Kapitalizmin çürümekte olması, elbette sosyalist sistemi istediğimiz zaman kurabiliriz anlamına gelmez. Ancak anarşistler ve diğer küçük-burjuva ideologlar böyle düşünebilir. Sosyalist ülkü, bütün sınıfların ülküsü değildir. Yalnızca proletaryanın ülküsüdür; sosyalizmin kurulmasıyla bütün sınıflar doğrudan ilgilenmezler, yalnızca proletarya doğrudan ilgilenir. Bu demektir ki, proletarya, toplumun küçük bir bölümünü oluşturduğu sürece, sosyalist toplumun kurulması olanaksızdır, Eski üretim biçiminin çürümesi, kapitalist üretimin daha da yoğunlaşması ve toplumdaki çoğunluğun proleterleştirilmesi sosyalizmin başarılması için gerekli olan koşullar bunlardır.[**] Ama hepsi bu değil. Toplumun çoğunluğu şimdiden. proleterleşmiş olabilir, ama sosyalizmi başarmak gene de mümkün olmayabilir. Bunun nedeni, bütürı bunlara, ek olarak, sosyalizmin başarılmasının, sınıf bilincini, (sayfa 53) proletaryanın birliğini ve proletaryanın kendi işlerini yönetme yeteneğini gerektirmesidir. Bütün bunların kazanılması için, siyasi özgürlük denen şey, yani söz, basın, grev ve dernek kurma özgürlüğü, kısacası, sınıf mücadelesini yürütmek özgürlüğü gereklidir. Ama siyasi özgürlük her yerde eşit ölçüde sağlanmış değildir. Bu yüzden, mücadelesini hangi koşullar altında -feodal aristokrasi (Rusya), anayasal monarşi (Almanya), bir büyük-burjuva cumhuriyeti (Fransa), ya da (Rusya Sosyal-Demokrasisinin talebi olan) bir demokratik cumhuriyet altında- sürdürmek zorunda kaldığı, proletaryanın ilgisiz kalacağı bir konu değildir. Siyasi özgürlük, en iyi ve en tam haliyle bir demokratik cumhuriyette sağlanır, elbette ki, kapitalizm koşullarında ne kadar sağlanabilirse. Bu nedenle, proleter sosyalizmin bütün savunucuları, sosyalizme [geçişte] en iyi “köprü” olarak, bir demokratik cumhuriyetin kurulması için mutlaka çaba gösterirler.
İşte bunun için, bugünkü koşullarda, marksist program iki bölüme ayrılmıştır: hedefi sosyalizm olan azami program, hedefi demokratik cumhuriyet aracılığıyla sosyalizme giden yolu açmak olan asgari program.
Programını bilinçle uygulamak, kapitalizmi devirmek ve sosyalizmi kurmak için, proletarya ne yapmalı, hangi yolu izlemelidir?
Cevap açıktır. Proletarya, burjuvazi ile barış yaparak, sosyalizmi gerçekleştiremez – şaşmaz bir biçimde mücadele yolunu seçmeli ve bu mücadele, bir sınıf mücadelesi, bütün proletaryanın, bütün burjuvaziye karşı mücadelesi olmalıdır. Ya burjuvazi ve onun kapitalizmi, ya da proletarya ve onun sosyalizmi. Proletaryanın eylemlerinin, sınıf mücadelesinin temeli bu olmalıdır.
Ama proleter sınıf mücadelesi, birçok biçimlere bürünür. Örneğin, kısmi veya genel bir grev, sınıf mücadelesidir. Boykot ve sabotaj, kuşkusuz, sınıf mücadelesidir. (sayfa 54) Toplantılar, gösteriler, kamu temsili organlarında -ister ulusal parlementolar, ister yerel hükümet organları olsun farketmez- temsil edilmek vb. sınıf mücadeleleridir. Bunların hepsi, aynı sınıf mücadelesinin farklı biçimleridir. Biz, burada, sınıf mücadelesinde, proletarya için hangi mücadele biçiminin daha önemli olduğunu incelemeyeceğiz, yalnızca, zamanına ve yerine göre, bunların hepsinin sınıf bilincini ve örgütlenmesini geliştirmede önemli araçlar olarak, proletaryaya, kuşkusuz gerekli olduğunu göreceğiz; ve proletarya için, sınıf bilinci ve örgütlenme, hava kadar gereklidir. Ancak, ayrıca proletarya için, bütün bu mücadele biçimlerinin hazırlayıcı araçlar olduğunu, tek başına ele alındığında, bunlardan hiç birinin proletaryanın kapitalizmi altedeceği belirleyici araç olmadığını da görmek zorundayız. Kapitalizm, tek başına genel grevle altedilemez; genel grev, ancak kapitalizmi altetmek için gerekli olan koşullardan bir kısmını yaratabilir. Proletaryanın, sadece parlamentoda temsil edilerek, kapitalizmi devirebileceği de düşünülemez; parlemantarizm, ancak kapitalizmi devirmek için gerekli olan koşullardan bir kısmını yaratabilir.
O halde, proletaryanın kapitalist sistemi devireceği belirleyici araç nedir? Bu araç, sosyalist devrimdir.
Grevler, boykot, parlemantarizm, toplantılar, gösteriler, hepsi, proletaryayı hazırlamada ve örgutlemede araç olarak iyi mücadele biçimleridir. Ama bu araçlardan hiç biri mevcut eşitsizliği ortadan kaldıramaz. Bütün bu araçliar, bir tek temel ve belirleyici araç halinde toplanmalıdır; proletarya kapitalizmi temelinden yıkmak için burjuvaziye karşı kararlı bir saldırıya geçmelidir. Bu asıl ve belirleyici araç, sosyalist devrimdir.
Sosyalist devrim, ani, kısa bir darbe olarak düşünülmemelidir; bu, burjuvaziyi yenilgiye uğratan ve onun mevzilerini ele geçiren proleter yığınlarının verdiği uzun (sayfa 55) bir mücadeledir, Ve proletaryanın zaferi, aynı zamanda, yenilen burjuvazi üzerindeki egemenliği kuracağına göre, sınıf çatışmalarında, bir sınıfın yenilgisi, diğerini egemenliğini gösterdiğine göre, sosyalist devrimin ilk aşaması, proletaryanın burjuvazi üzerinde siyası egemenliği olacaktır,
Proletaryanın sosyalist diktatörlüğü, iktidarın prolatarya tarafından ele geçirilmesi – işte sosyalist devrim bununla başlamalıdır.
Bu demektir ki, burjuvazi tümüyle altedilinciye kadar, zenginliklerine el konuncuya kadar, proletarya, mutlaka askeri bir güce sahip olmalıdır, mutlaka “proleter muhafızına” sahip olmalıdır ki, bunun yardımıyla, tıpkı Komün sırasında Paris proletaryasının yaptığı gibi can çekişen burjuvazinin karşı-devrimci saldırılarını püskürtebilsin.
Proletaryanın sosyalist diktatörlüğü, proletaryanın, burjuyaziyi mülksüzleştirebilmesini sağlamak, toprağı, ormanları, fabrikaları, değirmenleri, makineleri, demiryollarını vb. tüm burjuvazinin elinden alabilmesini sağlamak için gereklidir.
Burjuvazinin mülksüzleştirilmesi – işte, sosyalist devrim, buna yol açmalıdır.
O halde, proletaryanın, bugünkü kapitalist sistemi devireceği, asıl ve belirleyici araç budur.
İşte bunun için, daha 1847’de, Karl Marx şöyle diyordu: “İşçi sınıfı devriminde ilk adım, proletaryayı, yönetici sınıf durumuna yükseltmektir. … Proletarya, siyasi üstünlüğünü, burjuvazinin elinden bütün sermayeyi, derece derece çekip almak, bütün üretim aletlerini … yönetici sınıf olalak örgütlenmiş proletaryanııı elinde toplamak için kullanacaktır.”[60]
Eğer proletarya, sosyalizmi getirmek istiyorsa, işte böyle ilerlemelidir. (sayfa 56)
Taktikler üzerine bütün diğer görüşler, bu genel ilkelerden çıkar. Grevler, gösteriler ve parlemantarizm, ancak proletaryanın örgütlenmesine ve sosyalist devrimi getirmek amacıyla örgütlerini güçlendirmesine ve genişletmesine yardım ettikleri ölçüde önemlidir.
BU YÜZDEN, sosyalizmi kurmak için, sosyalist devrim gereklidir. Sosyalist devrim proletarya diktatörlüğü ile başlamalı, yani proletarya, burjuvaziyi mülksüzleştireceği bir araç olarak siyasi iktidarı ele geçirmelidir.
Ama bütün bunları başarmak için, proletarya örgütlenmeli, proleter saflar birleşmeli ve pekişmeli, güçlü proleter örgütler kurulmalı ve bunlar durmadan büyümelidir.
Proleter örgüt hangi biçimlere bürünmelidir?
En yaygın yığın örgütleri, sendikalar ve işçi kooperatif birlikleridir (esas olarak üretici ve tüketici birlikleri). Sendikaların amacı, mevcut kapitalist sistem altında işçilerin koşullarını iyileştirmek için, (esas olarak) sınai sermayeye karşı savaşmaktır. Kooperatif birliklerinin amacı, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını düşürerek, işçiler arasında tüketimin artışını sağlamak için, (esas olarak) tüccar sermayesine karşı savaşmaktır – tabii gene kapitalist sistem altında. Proleter yığınlarinı örgütleme araçları olarak, proletarya, hem sendikalara, hem de kooperatif birliklerine gereksinmektedir kuşkusuz. Bu nedenle, Marx ve Engels’in proleter sosyalizminin bakış açısından, proletarya, bu örgüt biçimlerinin her ikisini de kullanmalı, onları pekiştirmeli, güçlendirmelidir – tabii mevcut politik koşullar altında mümkün olduğu ölçüde.
Ama, tek başlarına sendikalar ve kooperatif birlikleri, militan proletaryanın örgütsel gereksinmelerini karşılayamazlar. Bunun nedeni, değinilen örgütlerin kapitalizmin (sayfa 57) sınırları ötesine geçememeleridir, çünkü onların amacı, kapitalist sistem altında işçilerin koşullarını iyileştirmektir. Oysa işçiler, kendilerini kapitalist kölelikten bütünüyle kurtarmak istemektedirler; yalnızca kapitalizmin sınırları içinde dönüp durmak değil, bu sınırları kırmak istemektedirler. Bu yüzden, ek olarak, bütün mesleklerdeki işçilerin, sınıf bilincine sahip unsurlarını kendi etrafına toplayacak, proletaryayı bilinçli bir sınıf haline dönüştürecek, ve kapitalist sistemi ezmeyi, sosyalist devrimi hazırlamayı baş amaç edinecek bir örgüte gerek vardır.
Böyle bir örgüt, proletaryanın Sosyal-Demokrat Partisidir.
Bu parti, bir sınıf partisi olmalı ve bütün diğer partilerden tamamen bağımsız olmalıdır – çünkü bu parti, proletaryanın partisidir, ki onun kurtuluşu, ancak bu sınıfın kendisi tarafından gerçekleştirilebilir.
Bu parti, devrimci bir parti olmalıdır – çünkü, işçiler ancak devrimci yolla, sosyalist devrim yoluyla kurtulabilirler.
Bu parti, uluslararası bir parti olmalı, partinin kapıları, bütün sınıf bilincine sahip proleterlere açık tutulmalıdır – çünkü, işçilerin kurtuluşu, ulusal değil, Gürcü proleterler için, Rus proleterler için ve diğer ulusların proleterleri için eşit ölçüde önemli olan bir toplumsal sorundur.
Bu nedenle, açıktır ki, farklı ulusların proleterleri ne kadar yakından birleşirlerse, aralarında yükseltilen ulusal engeller ne kadar kökten yıkılırsa, proletaryanın partisi o kadar güçlü olacak, proletaryanın bölünmez bir sınıf halinde örgütlenmesi o kadar koJaylaşacaktır.
Bu nedenle, -bu örgütlerin parti, sendika ya da kooperatif olmalarına bakılmaksızın- proleter örgütlerine, mümkün olduğu kadar gevşek federal ilke yerine (sayfa 58) merkeziyetçilik ilkesinin getirilmesi zorunludur.
Ayrıca, bütün bu örgütlerin demokratik bir temel üzerinde kurulması gerektiği de açıktır, tabii siyasi ya da başka koşullarla engellenmediği ölçüde.
Bir yanda parti ve öte yanda kooperatif birlikleri ve sendikalar arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Sonuncular partili mi, yoksa partisiz mi olmalıdır? Bu sorunun cevabı, proletaryanın nerede ve hangi koşullar altında savaşmak zorunda olduğuna bağlıdır. Herhalde, kuşku yok ki, sendikalar ve kooperatif birlikleri, proletaryanın sosyalist partisine karşı ne kadar dostça davranıyorlarsa, her ikisi de o kadar çok gelişeceklerdir. Ve bunun nedeni, bu iktisadi örgütlerin, her ikisinin de, eğer güçlü bir sosyalist parti ile yakın bağları yoksa, çoğu kez önemlerini yitirmeleri, sınırlı meslek çıkarlarının, genel sınıf çıkarlarını gözden saklamasına yol açmaları ve böylece proletaryaya büyük zarar vermeleridir. Bu yüzden, her durumda, sendikalar ve kooperatif birliklerinin, partinin jdeolojik ve siyasi etkisi altında bulunmasını sağlamak zorunludur. Ancak bu yapılırsa, yukarda belirtilen örgütler, bugün ayrı gruplara bölünmüş olan proletaryayı, bilinçli bir sınıf halinde örgütleyecek sosyalist bir okula dönüştürülebilirler.
İşte, genel olarak, Marx ve Engels’in proleter sosyalizminin tipiközellikleri bunlardır.
ANARŞİSTLER proleter sosyalizmine nasıl bakıyorlar?
Her şeyden önce, proleter sosyalizminin, sadece felsefi bir doktrin olmadığını bilmeliyiz. O, proleter yığınlarının doktrini, onların bayrağıdır; dünyanın her yerindeki proleterler ona saygı duyuyor, ona “tapınırcasına” sevgi gösteriyorlar. Dolayısıyla, Marx ve Engels, yalnızca felsefi bir “okulun” kurucuları değil; her geçen gün (sayfa 59) büyüyen ve güç kazanan, yaşayan proletarya hareketinin, yaşayan önderleridir. Her kim onların doktrinine karşı savaşır, onları “devirmek” isterse, eşit olmayan bir mücadelede kafasını kırmaktan sakınmak için, bunların tümünü aklında çok iyi tutması gerekir. Anarşist Baylar bunun pekala farkındalar. İşte, bu yüzden, Marx ve Engels’le savaşırken, en alışılmamış ve, bir bakıma, yeni bir silah kullanıyorlar.
Bu yeni silah nedir? Kapitalist üretim üzerinde yeni bir araştırma mı? Marx’ın Kapital’inin çürütülmesi mi ? Tabii ki değil! Yoksa “yeni gerçekler” ve “tümevarım” yöntemiyle kendilerini silahlandırarak, sosyal-demokrasinin “İncilini” -Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’sunu- “bilimsel olarak” çürütmek mi? Gene hayır! O halde, bu olağanüstü silah nedir?
Bu, Marx ve Engels’in “intihale” başvurduğu suçlamasıdır! İnanır mısınız? Görünüşe göre, Marx ve Engels, orijinal hiç bir şey yazmamışlardır, bilimsel sosyalizm tamamen uydurmadır, çünkü Marx ve Engels’in Komünist Manifestosu, baştan sona, “Victor Considérant’ın Manifesto’sundan çalınmıştır.”[61] Bu tamamen gülünç kuşkusuz, ama anarşistlerin “eşsiz önderi” V. Çerkezişvili, bu eğlendirici hikayeyi öyle bir kendine güvenle anlatıyor, Pierre Romus adlı Çerkezişvili’nin salak bir “havarisi” ve bizim yerli anarşistlerimiz, bu buluşu öyle bir şevkle tekrarlıyorlar ki, bu “hikiye” ile hiç olmazsa kısaca uğraşmaya değer. Bakın Çerkezişvili ne diyor: “Komünist Manifesto’nun bütün teorik kısmı; yani birinci ve ikinci bölümleri … V. Considérant’dan alınmıştır. Dolayısıyla Marx ve. Engels’in Manifesto’su -legal devrimci demokrasinin bu incili-, Considérant’ın Manifesto’sunun beceriksizce bir aktarmasından başka bir şey değildir. Marx ve Engels, yalnızca Considérant’ın Manifesto’nunun içeriğine el koymakla kalmamışlar … onun bazı bölüm (sayfa 60) başlıklarını bile almışlardır.”[62]
Bu hikaye, bir başka anarşist tarafından, Pierre Romus tarafından da tekrarlanıyor: “Kesinlikle ileri sürüle bilir ki, onların (Marx ve Engels’in) temel yapıtı (Komünist Manifesto) sadece bir hırsızlık (bir intihal), utanmazca bir hırsızlıktır; ama adi hırsızların yaptığı gibi, kelimesi kelimesine kopya edilmemiş, yalnızca fikirleri ve teoriler çalınmıştır”.[63]
Bunu, Nobati, Muşa[64], Hıma[65] ve öteki gazetelerdeki bizim anarşistlerimiz de tekrarlıyorlar.
Böylece, görünüşe göre, bilimsel sosyalizm ve onun teorik ilkeleri, Considérant’ın Manifesto’sundan “çalınmıştır”.
Bu iddianın hiç bir temeli var mıdır?
Kimdir Victor Considérant?
Kimdir Karl Marx?
1893’te ölmüş olan Considérant, ütopyacı Fourier’in[66] bir öğrencisi idi ve “Fransa’nın kurtuluşu”nu, sınıfların uzlaşmasına bağlamış olan, iflah olmaz bir ütopyacı olarak kaldı.
1883’te ölen Karl Marx, ütopyacıların bir düşmanı, bir materyalistti. Üretici güçlerin gelişmesine ve sınıflar arasındaki mücadeleye, insanlığın kurtuluşunun güvencesi olarak bakardı.
Aralarında hiç bir ortak yan var mıdır?
Bilimsel sosyalizmin teorik temeli, Marx ve Engels’in materyalist teorisidir. Bu teoriye göre, toplumsal hayatın gelişmesi, bütünüyle, üretici güçlerin gelişmesiyle belirlenir. Eğer feodal toprak beyliği sisteminin yerini, burjuva sistem almışsa, bunun “kabahati”, burjuva sistemin ortaya çıkışını kaçınılmaz kılan üretici güçlerin gelişmesinde yatar. Ve gene, bugünkü burjuva sistemin yerini, kaçınılmaz olarak, sosyalist sistem alacaksa, nedeni, bunu, modern üretici güçlerin gelişmesinin gerekli kılmasıdır. (sayfa 61) Bundan, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulması [biçimindeki] tarihi zorunluluk doğar. Bundan, ülkülerimizi insanların kafalarında değil, üretici güçlerin gelişmesinin tarihinde aramamız gerektiği marksist önerme doğar
İşte Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’sunun teorik temeli budur.[67]
Considérant’ın Demokratik Manifesto’su hiç böyle bir şeyden söz ediyor mu? Considérant, materyalist görüş açısını kabul ediyor muydu?
Biz iddia ediyoruz ki, ne Çerkezişvili, ne Romus, ne de bizim Nobaticiler, Considérant’ın Demokratik Manifesto’sundan, Considérant’ın bir materyalist olduğunu ve toplumsal yaşamın evrimini, üretici güçlerin gelişmesine dayandırdığını kanıtlayan, tek bir cümle ya da bir tek sözcük aktaramazlar. Tam tersine, çok iyi biliyoruz ki, Considérant, sosyalizmin tarihinde, idealist bir ütopyacı olarak tanınmaktadır. [68]
Öyleyse, bu aylak gevezelikler, ne idiğü belirsiz bu “eleştiriler” nereden çıkmıştır? Daha idealizmi materyalizmden ayırt etmesini bile bilmezken, Marx ve Engels’i niçin eleştirmeye girişmişlerdir? Yalnızca insanları eğlendirmek için mi?..
Bilimsel sosyalizmin taktiksel temeli, uzlaşmaz sınıf mücadelesi öğretisi olmasıdır, bu yüzden de proletaryanın sahip bulunduğu en iyi silahtır. Proletaryanın sınıf mücadelesi, proletaryanın siyasi gücü ele geçireceği ye sonra da sosyalizmi kurmak için burjuvaziyi mülksüzleştireceği silahtır.
Marx ve Engels’in Manifesto’larında yorumlanan bi limsel sosyalizmin taktiksel temeli işte böyledir.
Considérant’ın Demokratik Manifesto’su, buna benzer bir şey söylemekte midir? Considérant, sınıf mücadelesine, proletaryanın sahip olduğu en iyi silah gözü ile bakmış mıdır? (sayfa 62)
Çerkezişvili ve Romus’un (yukarda belirtilen sempozyumunu görünüz) makalelerinde de açıkça görüldüğü gibi; Considérant’ın Manifestosu’nda bu konuda tek bir sözcük yoktur. O, sınıf mücadelesini üzüntü verici bir gerçek olarak kaydediyor sadece. Considérant, Manifesto’sunda, sınıf mücadelesini, kapitalizmi yoketme aracı olarak, şöyle anlatıyor:
“Sermaye, emek ve yetenek – üretimin üç temel unsuru, servetin üç kaynağı, sanayi makinesinde üç dişlidir.” Bunları temsil eden üç sınıfın “ortak çıkarları” vardır; onların işlevleri “kapitalistler ve halk için imalat yapmak”tır. Önlerindeki … büyük hedef “sınıf topluluklarını birleşik ulus içinde örgütlemektir.”[69]