Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Perşembe, Ekim 17, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkElyazmaları 1844 - Karl MarxKarl Marks Elyazmaları 1844 | Birinci El Yazması (2.Bölüm)

Karl Marks Elyazmaları 1844 | Birinci El Yazması (2.Bölüm)

4° SERMAYELERİN BİRİKİMİ VE
KAPİTALİSTLER ARASINDAKİ REKABET
“Sermayelerin, ücretleri yükselten birikimi, aralarındaki rekabet aracıyla kapitalistlerin kârını düşürmeye yönelir.” (Smith, c. I, s. 179.)
“Örneğin, bir kentin bakkallık tecimi için gerekli sermaye iki ayrı bakkal arasında bölünmüş bulunduğu zaman, rekabet sonucu, bunlardan herbiri, sermayenin sadece birinin elinde bulunacağı duruma göre daha ucuza satacaktır; ve eğer bu sermaye yirmi kişi arasında bölünmüşse, [VI] bunun sonucu rekabet o kadar daha (sayfa 120) etkin, ve metalarının fiyatını yükseltmek için aralannda anlaşabilme olanakları o kadar daha az olacaktır.” (Smith, c. II, s. 372-373.)
Tekel fiyatlarının olabildiklerince yüksek olduklarını, kapitalistlerin çıkarının hatta bayağı ekonomi politiğin gözünde bile topluma karşıt olduğunu, sermaye kârındaki artışın meta fiyatı üzerinde bileşik faiz gibi etkili olduğunu daha önceden bildiğimize göre (Smith, c. I, s. 199-201),[56] kapitalistlere karşı tek çıkar yol, ekonomi politiğin verilerine göre, ücretlerin yükselmesi üzerinde olduğu kadar, tüketici halk yararına metaların ucuzluğu üzerinde de iyilikçi bir biçimde etkin olan rekabettir.
Ama rekabet ancak, eğer sermayeler çoğalırlar, ve üstelik çok sayıda ellerde çoğalırlarsa olanaklıdır. Genel olarak sermaye ancak birikim aracıyla doğduğu, ve çok yanlı birikim zorunlu olarak tek yanlı birikime dönüştüğü için, çok sayıda sermayelerin doğuşu, ancak çok yanlı birikim aracıyla olanaklıdır. Sermayeler arasındaki rekabet, sermayelerin birikimini artırır. Özel mülkiyet rejimi altında, sermayenin az sayıda ellerde derişmesi (concentration) demek olan birikim, eğer sermayeler kendi doğal akışlarına bırakılırlar, ve sermayenin bu doğal yönelimine yolu gerçekten sadece rekabet açarsa, genel olarak zorunlu bir sonuçtur.
Bize sermaye kârının, onun büyüklüğü ile orantılı olduğu söylendi. Her şeyden önce bile isteye yapılan rekabet bir yana bırakılırsa, demek ki, büyük bir sermaye, kendi büyüklüğüne göre, küçük bir sermayeden daha hızlı birikir.
[VII] Sonuç darak, hatta rekabet bir yana bırakılsa bile, büyük sermayenin birikimi, küçük sermayenin birikiminden çok daha hızlıdır. Ama bunun gidişini izleyelim.
Sermayeler artığı ölçüde, rekabet sonucu, bunların kârları (sayfa 121) azalır. Öyleyse sıkıntıya ilk düşecek olan, küçük kapitalisttir.
Sermayelerin artışı ve çok sayıda bir sermaye, ayrıca ülke zenginliğinin gelişmesini öngerektirirler.
“Zenginlik ölçüsünün doruğuna erişmiş bulunan bir ülkede, […] olağan safi kâr oranı çok küçük olacağından, bunun sonucu, bu kârın ödemeye yetebileceği olağan faiz oranı, zenginlerden başkalarının kendi paralarının faiziyle yaşayamayacakları kadar düşük olacaktır. Serveti sınırlı ya da şöyle böyle olan bütün insanlar, kendi sermayelerinin kullanımını kendi elleri ile yönetme zorunda kalacaklardır. Herkesin azçok işlerin içinde, ya da herhangi bir tecim türü içine karışmış olması gerekecektir.” (Smith, c. I, s. [196]-197.)
Bu durum, ekonomi politiğin en üstün tuttuğu durumdur.
“Sanayi ile aylaklığın içinde bulunacakları oranı, her yerde sermayelerin tutarı ile gelirlerin tutarı arasında varolan oran belirler; sermayelerin ağır bastığı her yerde, egemen olan sanayidir; ağır basanın gelirler olduğu her yerde, aylaklık üste çıkar.” (Smith, c. II, s. 325.)
Peki bu artan rekabet içinde sermaye nasıl kullanılır?
“Sermayeler çoğaldığı ölçüde, fonds à prêter à intérêt,[57] niceliği gitgide daha büyük olur. Faizle ödünç verilecek fonlar niceliği arttığı ölçüde, faiz, […] sadece niceliği artan her şeyin pazar fiyatının bu artış ölçüsünde düşmesi sonucunu veren o genel nedenler gereğince değil, ama bu duruma özgü başka nedenler gereğince de, zorunlu olarak düşecektir. Bir ülkede semayeler çoğaldığı ölçüde,[58] bu sermayeleri kullanarak elde edilebilecek kâr zorunlu olarak azalır; bu ülkede yeni bir sermayeye kârlı bir kullanma biçimi bulmak zamanla gitgide daha güç bir duruma gelir. Sonuç olarak, çeşitli sermayeler arasında, bir sermaye sahibinin, bir başkası tarafından tutulmuş bulunan işi onun elinden koparmak için her türlü çabayı gösterdiği bir rekabettir başlar. Ama çoğu kez, daha iyi davranma koşulları sunmadıkça, bu öbür sermayeyi işinden koparıp atmayı umamaz. Sadece sattığnı daha ucuza satma (sayfa 122) zorunda kalmaz, ama bir de, satma olanağı bulabilmek için bazan aldığını daha pahalıya alma zorunda da kalır. Üretken emeğin bakımına ayrılmış fonlar günden güne büyüdüğünden, bu emeğin talebi de günden güne daha büyük bir duruma gelir: işçiler kolayca iş bulurlar, [IX] ama sermaye sahipleri çalıştıracak işçi bulmakta güçlük çekerler. Kapitalistlerin rekabeti emek ücretlerini yükseltir ve kârları düşürür.” (Smith, c. II, s. 358-359.)
Demek ki, küçük kapitalistin iki seçeneği var: l° artık faizle yaşayamayacağına göre, ya sermayesini yemek, öyleyse kapitalist olmaktan çıkmak. Ya da 2° kendi başına bir iş kurmak, metaını daha zengin kapitalistten daha ucuza satıp, alacağını ondan daha pahalıya almak, ve yüksek bir ücret ödemek; demek ki, yüksek bir rekabetin varsayılmasi sonucu pazar fiyatı zaten çok düşük olduğundan, servetini yitirmek. Buna karşılık, eğer büyük kapitalist küçüğü işinden etmek istiyorsa, onun karşısında, kapitalistin, kapitalist olarak, işçi karşısında sahip bulunduğu bütün üstünlüklere sahiptir. Küçük kârlar, onun bakımından sermayesinin büyüklüğü tarafından ödünlenmişlerdir ve hatta, küçük kapitalist yıkılana ve bu rekabetten kurtulduğunu görene kadar, geçici zararlara da katlanabilir. Böylece, küçük kapitalistin kazançlarını kendi yararına biriktirir.
Ayrıca: büyük kapitalist, daha büyük niceliklerle aldığı için, her zaman küçükten daha ucuza satın alır. Öyleyse, zarara uğramadan, daha ucuza satabilir.
Ama, eğer para [faiz -ç.] oranındaki düşüş, ortalama kapitalistleri rantiye durumundan işadamı durumuna dönüştürürse, tersine, işe yatırılmış bulunan sermayelerin artması ve bunun sonucu kârın azalması da, para oranının düşmesi sonucunu verir.
“Bir sermayenin kullanılması ile sağlanabilecek kârın azalması sonucu, bir sermayenin kullanılması için ödenecek fiyat da zorunlu olarak düşer.” (Smith, c. II, s. 359.)[59] (sayfa 123)
“Servetler, sanayi ve nüfus arttığı ölçüde, para faizi, öyleyse sermayelerin kârı azalır, ama serrmayelerin kendileri gene de artmaktan geri kalmazlar; hatta eskisinden de çok daha hızlı artmaya. devam ederler, [kârların azalmasma karşın]… Küçük kârlarla da olsa, büyük bir sermaye, büyük kârlar getiren küçük bir sermayeden genel olarak daha hızlı artar. Atasözü, para parayı çeker, der. ” (c. I, s. 189.)
Demek ki, eğer bu büyük sermayenin karşısına, varsayımımızın güçlü rekabet durumunda olduğu gibi, şimdi küçük kârlar getiren küçük sermayeler çıkarsa, onları ezer geçer.
O zaman bu rekabette, metalardaki genel nitelik düşüklüğü, bozukluk, öykünme, büyük kentlerde görüldüğü gibi genel zehirlenme, zorunlu sonuçlardır.
[X] Ayrıca capital fixe ile capital circulant[60] arasındaki oran da, büyük ve küçük sermayelerin rekabetinde önemli bir konudur.
“Döner sermaye, yapım ya da tecim için, geçim araçlarını üretmekte kullanılan sermayedir. Bu biçimde kullanılan sermaye, sahibinin elinde kaldıkça ya da aynı biçim altında kalmaya devam ettikçe, sahibine gelir ya da kâr getiremez […]. Bu sermaye, bir başka biçim altında dönmek üzere, onun elinden, durmadan bir biçim altında çıkar, ve işte bu ardı arkası kesilmeyen dolaşım ya da değişimler aracıyladır ki, ona bir kâr getirebilir. Sabit sermaye, toprakların iyileştirilmesinde ve yararlı makineler ile aletleri ya da öbür benzeri şeyler satın alınmasından kullanılan sermayeden bileşir.” (Smith, [c. II], s. 197-198.)
“Sabit sermayenin bakım masrafındaki her tutum (tasarruf), [toplumun] safi gelirinde bir iyileştirmedir. Herhangi bir iş girişimcisinin sermaye bütünü, zorunlu olarak onun sabit sermayesi ile döner sermayesi arasında paylaştırılmıştır. Toplam sermayesi (sayfa 124) aynı kaldıkça, iki parçadan biri ne kadar küçük olursa, öbürü zorunlu olarak o kadar büyük olacaktır. Emek gereç ve ücretlerini sağlayan ve sanayii etkinliğe geçiren, döner sermayedir. Bundan ötürü, sabit sermayenin [bakım harcamasında], emekteki üretici gücü azaltmayan her tutum, fonu artıracaktır.” (Smith, c. II, s. 226.)[61]
Capital fixe ile capitat circulant arasındaki oranın, büyük kapitalist için küçük kapitalistten çok daha elverişli olduğu daha ilk anda görülür. Çok büyük bir bankacının, çok küçük bir bankacıdan, ancak çok küçük nicelikte daha çok bir sabit sermaye gereksinmesi vardır. Sabit sermayeleri, büroları ile sınırlanır. Büyük bir toprak sahibinin aletleri, toprağının büyüklüğü ile orantılı olarak artmazlar. Aynı biçimde, büyük bir kapitalistin, elinde bulundurma üstünlügüne küçük bir kapitalistten çok sahip olduğu kredi de, sabit sermayeden, yani hep elinde bulundurması gereken paradan bir o kadar büyük bir tutumdur. Son olarak, sınai emeğin yüksek bir gelişme derecesine erişmiş, demek ki hemen tüm el emeğinin fabrika emeği durumuna dönüşmüş bulunduğu yerlerde, küçük kapitalistin tüm sermayesinin, onun sadece zorunlu capital fixe’e sahip olması için bile yetmeyeceğini kendiliğinden anlaşılır. On sait que les travaux de la grande culturen’occupent habituellement qu’un petit nombre de bras. [ 62]
Genel olarak, büyük sermayelerin birikiminde, küçük kapitalistlere oranla capital fixe’te görece bir merkezleşme ve bir yalınlaşma da olur. Büyük kapitalist, kendisi için [XI] emek araçlarının bir örgütlenme tipini uygular.
“Aynı biçimde, sanayi alanında, her yapımevi ve her fabrika, daha şimdiden oldukça büyük maddi bir servetin, ortak bir üretim amacında, entelektüel yetenekler ve çok sayıda ve çeşitli (sayfa 125) teknik beceriler ile oldukça geniş bir birleşmesidir… Yasaların geniş toprak mülklerinin varlıklarını sürdürmelerine olanak verdikleri yerlerde, artan bir nüfusun artık bölümü sanayilere üşüşür ve bunun sonucu, Büyük Britanya’da olduğu gibi, proleterlerin en büyük bir bölümü her şeyden önce sanayi alanında birikir. Ama yasaların toprağın sürekli paylaşmasına izin verdiği yerlerde, sürekli parçalanmanın gelişmesi sonucu, yoksullar ve hoşnutsuzlar sınıfı içine atılmış bulunan borçlu küçük toprak sahipleri sayısının, Fransa’da olduğu gibi, arttığı görülür. Eğer sonunda bu parçalanma ve borçların bu artışı daha yüksek bir dereceye varırsa, büyük sanayiin küçük sanayii yıkması gibi büyük toprak mülkiyeti de küçük toprak mülkiyetini yeniden yutar; ve büyük toprak mülklerinin yeniden kurulmaları üzerine, toprağın işlenmesi için çok gerekli olmayan malsız mülksüz işçiler yığını yeniden sanayie doğru itilir.” (Schulz, Üretim Hareketi, s. [58]-59.)
“Aynı türden metaların özlüğü, üretim biçimindeki değişiklikler ve özellikle makinelerin kullanılması sonucu, değişir. 3 şilin 8 peni değerindeki yarım kilo pamuktan, 167 İngiliz mili, yani 36 Alman mili bir uzunlukta ve 25 Ginelik bir tecimsel değerde 350 çile, ancak insan gücü yerine makine geçirerek olanaklı bir duruma gelmiştir.” (Ibid., s. 62.)
“İngiltere’de pamuklu fiyatları 45 yıldan beri ortalama olarak 11/12 düştü ve, Marshall’ın hesaplarına göre, 1814’te 16 şilin ödenen yapılmış ürünlerin eşit niceliği, şimdi 1 şilin 10 peniye veriliyor. Sanayi ürünlerindeki büyük ucuzlama, hem iç tüketimi, hem de dış pazarı büyütmüştür; ve Büyük Britanya’da makinelerin kullanılmaya başlanmasından sonra işçi sayısının sadece düşmemekle kalmaması, ama 40.000’den 1,5 milyona yükselmesi de buna bağlıdır. [XII] şimdi sanayi girişimci ve işçilerinin kazancına gelince, fabrika sahipleri arasındaki artan rekabet sonucu, bunların kârı, teslim ettikleri ürünlerin miktarına göre zorunlu olarak azalmıştır. 1820-1833 arasında, Manchester’deki bir fabrikacının gayrisafi kârı, bir pamuklu parçası için 4 şilin ll/3 peniden, 1 şilin 9 peniye düşmüştür. Ama, bu yitiği karşılamak için, imalat hacmi de bir o kadar artırılmıştır. Bunun sonucu … şudur ki, çeşitli sanayi kollarında, zaman zaman bir aşırı üretim görünür; kapitalistler ve iş sahipleri sınıfı içinde, mülkiyetin pek güvenli olmayan bir kararsızlık ve (sayfa 126) dalgalanması sonucunu veren birçok iflaslar olur, bu da iktisadi bakımdan yıkıma uğramış bulunanların bir bölümünü proletarya içine atar; sık sık ve hoyratça, işin, zararını hep ücretliler sınıfının acı acı çektiği bir durdurulma ya, da bir azaltılması zorunlu duruma gelir.” (Ibid., s. 63.)
“Emeğini kiralamak demek, köleleşmeye başlamak demektir; emek gerecini kiralamak demek, kendi özgürlüğünü kurmak demektir… Emek, insandır;[63] gerecin ise, tersine, insanla hiç bir ilgisi yoktur.” (Pecqueur, Théorie sociale vb., s. 411-412.)[64]
“Emek öğesi olmadıkça, zenginlik yaratma bakımından hiç bir şey yapamayan gereç öğesi, onlar için, sanki onlar bu zorunlu öğeyi oraya kendi çalışmaları ile koymuşlar gibi, verimli olma büyülü etkililiğini kazanır.” (Ibid., l.c..)
“Bir işçinin günlük emeğinin ona yılda ortalama 400 frank getirdiği ve bu tutarın her yetişkin insanın kabaca bir yaşam yaşamasına yettiği varsayılırsa, 2.000 franklık çiftlik kirası, kira vb. geliri olan her varlıklı, demek ki dolaylı olarak beş insanı kendisi için çalışmaya zorlar; 100.000 franklık gelir ikiyüzelli insanın emeğini, 1.000.000 franklık gelir 2.500 bireyin emeğini (öyleyse 300 milyon (Louis-Philippe), 750.000 işçinin emeğini)[65] orunlar.” (Ibid., s. 412-413).
“Varlıklılar, insanların yasasından, kullanma ve kötüye kullanma, yani tüm emek konusunda ne isterlerse onu yapma hakkını almışlardır … yasa tarafından, varlıksızlara zamanında ve her zaman ne iş sağlamaya, ne de onlara her zaman yeterli bir ücret ödemeye zorlamışlardır, vb…” (l.c., s. 413.) “Üretimin özlüğü, niceliği, niteliği, yerindeliği bakımından, zenginliklerin kullanımı, tüketimi bakımından, her tür emek gerecinin kullanımı bakımından tam bir özgürlük. Herkes sahip olduğu şeyi, kendi öz birey çıkarından başka bir şey düşünmeksizin, istediği gibi değişimde özgürdür.” (l.c., s. 413.)
“Rekabet, kendisi de her tür üretim aletlerinin bireysel kullanma ve kötüye kullanma hakkının yakın ve mantıksal sonucu (sayfa 127) olan istemli değişimden başka bir şeyi dışavurmaz. Aslında bir birlik oluşturan şu üç iktisadi uğrak: kullanma ve kötüye kullanma hakkı, değişim özgürlüğü ve isteğe bağlı rekabet, şu sonuçlara yolaçarlar: Herkes istediği şeyi, istediği gibi, istediği zaman, istediği yerde üretir, iyi ya da kötü, çok ya da az, er ya da geç, pahalı ya da ucuz fiyatla üretir; satıp satmayacağını, kime satacağını,[66] nasıl satacağını, ne zaman satacağını, nerede satacağını kimse bilmez; ve alımlar konusunda bu böyledir. [XIII] Üretici gereksinmeleri ve kaynakları, talepleri ve arzları bilmez. istediği zaman, satabildiği zaman, istediği yerde, istediği kişiye, istediği fiyata satar. Ve ayni biçimde satın alır. Bütün bu durumlarda, o hep raslantının oyuncağı, en güçlünün, en sıkıntısızın, en zenginin koyduğu yasanın kölesidir. … Bir yerde bir zenginliğin kıtlığı varken, bir başka yerde aşırı bolluğu ve saçılıp savrulması vardır. Bir üretici büyük nicelikte, ya da yüksek fiyatla ve büyük bir kârla satarken, öbürü ya hiç bir şey satmaz ya da zararına satar. … Arz talebi bilmez, talep de arzı. Siz tüketiciler topluluğu içinde kendini gösteren bir zevk, bir moda inanına göre üretirsiniz; ama daha siz malı teslime hazır olduğunuz zaman, heves geçmiş ve başka tür bir ürün üzerinde karar kılmıştır… kesin sonuçlar, iflasların süreklilik ve genelleşmesi; kırılmış umutlar, apansız yıkımlar ve beklenmedik servetler; tecimsel bunalımlar, işsizler, devirli tıkanıklık ve kıtlıklar; ücretler ile kârların kararsızlık ve değerden düşmesi; amansız bir rekabet alanında zenginlik, zaman ve çabaların yitirilmesi ve saçılıp savrulması.” (l.c. s. 414-416.)
Ricardo, kitabında[67] (Toprak ranta): Uluslar, üretim atelyelerinden başka bir şey değildirler. İnsan bir üretim ve tüketim makinesidir; insan yaşamı bir sermayedir; iktisadi yasalar dünyayı körü körüne yönetirler. Ricardo için, insanlar hiç bir şey, üretim her şeydir. Fransızca çevirinin 26. bölümünde,[68] şöyle der:[69]
“20.000 sterlinlik bir sermaye üzerinden, yılda 2.000 sterlin kâr (sayfa 128) eden biri için, sermayesinin yüz insanı mı, yoksa bir insanı mı çalıştırdığı hiç bir önem taşımayacaktır. … Bir ulusun gerçek çıkarı da aynı değil mi? Safi ve gerçek geliri, toprak kiraları ve kârları aynı olduktan sonra, nüfusunun on ya da oniki milyon olmasının ne önemi var?” (c. II, s. 194-195.) “Aslında, der M. de Sismondi[70] (c. II, 331), adada tek başına oturan kralın, bir kolu durmadan çevirerek, İngiltere’nin bütün işini otomatlara yaptırtmasından başka isteyecek bir şey yoktur.”
“İşçinin emeğini, en zorunlu gereksinmelere ancak yetecek kadar düşük bir fiyata satın alan patron, ne ücretlerin yetersizliğinden sorumludur, ne de işin çok uzun süresinden: o kendi koyduğu yasaya kendi de boyun eğer. … Sefalet insanlardan çok, nesnelerin erkinden gelir.’ ([Buret,] l.c., s. 82).[71]
“Büyük Britanya’da, halkının topraklarını işlemek, ve iyileştirmek için yeterli sermayelere sahip bulunmadıkları birçok yerler vardır. İskoçya’nın güney illerinin yünü, büyük bölümü bakımından, yetiştiği yerlerde işlenmek için sermaye yokluğu nedeniyle, York Kontluğunda işlenmek üzere, çok kötü yollar üzerinde uzun bir kara yolculuğu yapar. İngiltere’de, halkı, kendi öz sanayilerinin ürününün talep edileceği ve tüketiciler bulacağı o uzak pazarlara taşımak için yeterli sermayelerden yoksun birçok küçük fabrika kentleri vardır. Her ne kadar bu kentlerde bazı satıcılar görülürse de, bundan [XIV] aslında bazı büyük tecimsel kentlerde oturan daha zengin satıcıların görevlilerinden (agents) başka bir şey değildirler. (Smith, c. II, s. 381-382.) Toprak ve emeğin yıllık ürün değerini artırmak için, ya üretici işçileri sayı[72] bakımından artırmak, ya da daha önce işe alınmış bulunan işçilerin üretici yeteneğini [72] erk bakımından artırmaktan başka bir yol yoktur… Her iki durumda da, hemen her zaman bir sermaye artışı gerekir.” (Smith, c. II, S. 338.)[73] (sayfa 129)
“Demek ki, işlerin doğasında, bir sermaye birikimi[74] işbölümunün zorunlu bir önkoşuludur, iş, ancak sermayelerin daha önce gitgide birikmiş bulundukları oranda daha ayrıntılı bir biçimde bölünebilir. İşbölümü ileri götürüldüğü ölçüde, eşit bir sayıda insanın işleyebileceği maddelerin niceliği büyuk bir oran içinde artar; ve her işçinin görevi giderek büyük bir yalınlık derecesine indirgenmiş bulunduğundan, bu görevleri kolaylaştırıp kısaltmak için bir yığın yeni makine türetilir. Demek ki, işbölümü genişledikçe, eşit bir sayıdaki işçinin sürekli olarak çalıştırılabilmesi için, önceden eşit bir yiyecek yedekliği ile, daha az ilerlemiş bir durumda gerekli olacaktan daha çok bir gereç ve alet yedekliğinin biriktirilmesi gerekir. Oysa, her işkolundaki işçi sayısı, işkolundaki işbölümünün artması ile birlikte, genel olarak artar, ya da daha doğrusu onları bu biçimde sınıflanıp bölünecek duruma getiren şey, sayılarının artışıdır.” (Smith, c. II, s. 193-194.)
“Emeğin, üretici erkin bu büyük genişlemesini, sermayelerin daha önceki bir birikimi olmaksızın kazanamaması gibi, sermayelerin birikimi de doğal olarak bu genişlemeye yolaçar. Kapitalist, gerçekte kendi sermayesi aracıyla erden geldiğince büyük nicelikte yapıt üretmek ister. Öyleyse hem işçileri arasında en uygun iş dağılımını kurmaya, hem de onlara düşünebildiği ya da elde edebilecek durumda bulunduğu en iyi makineleri sağlamaya çalışır. Bu iki amaca da erişebilme olanakları [XV] genel olarak sermayesinin genişliği ya da bu sermayenin çalıştırabileceği kişilerin sayısı ile orantılıdır. Böylece, bir ülkedeki sanayiin niceliği, sadece onu devinime getiren sermaye[74] çoğaldığı ölçüde artmakla kalmaz, ama bir de, bu çoğalmanın bir sonucu olarak, aynı sanayi niceliği çok daha büyük bir nicelikte yapıt üretir.” (Smith, l.c., s. 194-195.)
Öyleyse aşırı üretim.
“Sanayi ve tecimde, daha büyük ölçekte işletmeler ereğiyle, daha çok sayıda ve daha çeşitli insanal güçlerle dogal güçlerin biraraya getirilmesi aracıyla … daha geniş üretici güçler bağdaşımları. Şurada burada da … daha şimdiden bellibaşlı üretim kollarının kendi aralarındaki daha sıkı ilişkiler. Böylece büyük fabrikacılar, hiç değilse kendi sanayilerine gerekli hammaddelerin bir bölümünü ilkin üçüncü elden edinme zorunda kalmamak için, aynı (sayfa 130) zamanda büyük toprak mülkleri edinmeye de çalışacaklar; ya da, sadece kendi öz ürünlerini satmak için değil, ama başka türlü ürünler satın almak ve bunları kendi işçilerine satmak için de, kendi sanayi işletmeleri ile tecim arasında bir bağ kuracaklardır. Bazı fabrika patronlarının bazan 10.000-12.000 işçinin başında bulunduklari İngiltere’de … çeşitli üretim kollarının bir tek yönetici kafanın yönetimi altındaki bu türlü birleşmeleri, devlet içinde bu türlü devlet ve eyaletler ender değil. Böylece son zamanlarda Birmingham maden ocakları sahipleri, eskiden çeşitli girişimci ve çeşitli ocak sahipleri arasında paylaşılan tüm demir üretim sürecini kendi ellerine almışlardır. Bkz: Birmingham maden bölgesi, Deutsche Viertelj[ahresschrift] 3, 1838.[75] Son olarak sayıları o kadar artmış bulunan büyük hisse senetli işletmelerde, mali güçlerin, bilimsel ve teknik bilgi ve deney sahibi birçok hisse sahibinin, işin yürütülmesi kendilerine bırakılmış başka kişilerin geniş bağdaşımlarını da görüyoruz. Böylece, kapitalistler için artırımlarını (tasarruflarını) daha çesitli ve ayrıca tarımsal, sinai ve tecimsel üretimde eşzamanlı biçimde kullanabilme olanağı doğar, bu da aynı zamanda çıkar çevrelerini genişletir, [XVI] tarım, sanayi ve tecim çıkarları arasındaki karşıtlıklar bütününü yumuşatıp birleştirir. Ama sermayeyi bu en çeşitli biçimde üretici kılma artan olanağının bile, varlıklı sınıflar ile varlıksız sınıflar arasındaki karşıtlığı artırması gerekir.” (Schulz, l.c., s. 40-41.)
Konut sahiplerinin sefaletten elde ettikleri engin kâr. Ev kirası, sinai sefalet ile ters orantılıdır.
Yıkıma uğramış proleterlerin kusurlarından sağlanan kazançlar da böyle. (Fuhuş, sarhoşluk, pratêur sur gages.[76])
Sermaye ile toprak mülkiyetinin tek bir elde bulunmaları sonucu, ve bir de sermayenin, genişliği aracıyla, çeşitli üretim kollarını bağdaştırma olanağına sahip bulunması nedeniyle, sermayelerin birikimi artar ve rekabetleri azalır. (sayfa 131)
İnsanlar karşısında, kayıtsızlık. Smith’in yirmi piyango bileti.[77]
Say’ın revenu net et brut’ü.[78] (sayfa 132)

TOPRAK RANTI

[I] Toprak sahibinin hakkı, kökenini soygundan alır. (Say, [l.c.,] c. I, s. 136, not.) Toprak sahipleri, bütün öbür insanlar gibi, ekmedikleri yeri biçmeyi sever, ve hatta toprağın doğal ürünü için bile bir rant isterler. (Smith, c. I, s. 99.)
“Toprak rantının, çoğu kez toprak sahibinin, toprağın iyileşmesi için kullandığı sermayenin […] kârından başka bir şey olmadığı düşünülebilir. … Ranta biraz da böyle bakılabileceği durumlar vardır … ama toprak sahibi: l° iyileştirilmemiş toprak için bile bir rant ister, ve iyileştirme harcamalarının faiz ya da kârı varsayılabilecek şey, genel olarak bu ilk ranta bir katmadan başka bir şey değildir; 2° öte yandan bu iyileştirmeler her zaman toprak sahibinin fonları ile değil, ama bazan çiftlik kiracısının fonları ile yapılırlar; gene de, kira sözleşmesini yenileme sözkonusu olduğu (sayfa 133) zaman, toprak sahibi, genellikle, sanki bütün bu iyileştirmeler kendi öz fonları ile yapılmışlar gibi, aynı rant artışını ister; 3° bazan insanların eli ile kesenkes düzeltilemeyecek şeyler için de bir rant ister.” (Smith, c. I, s. 300-301.)
Smith bu son duruma örnek olarak, yakıldığı zaman sabun, cam, vb. yapmak için kullanılan bir alkali tuzu veren bir deniz bitkisi olan çöğen otunu verir. Bu bitki Büyük Britanya’da, özellikle İskoçya’nın çeşitli yerlerinde, ama sadece günde deniz suları ile iki kez örtülen, ve bunun sonucu üretimi insanların ustalığı ile hiç bir zaman artırılamamış bulunan, yüksek gelgit altında bulunan kayalar üzerinde biter. Gene de, bu tür bir bitkinin bittiği bir toprağın sahibi, tıpkı kendi buğday tarlaları gibi, bu toprak için de bir rant ister. Shetland adalarının dolaylarında, deniz, balık bakımından olağanüstü zengindir… Adalarda yaşayanların büyük bir bölümü [II] balıkçılıkla geçinir.
Ama deniz ürününden yararlanabilmek için, komşu toprak üzerinde bir konut sahibi olmak gerekir. Toprak sahibinin rantı, sadece çiftlik kiracısının toprakla yapabileceği şeyle değil, ama hem toprak hem de denizle, birarada yapabileceği şeyle orantılıdır. (Smith, c. I, s. 301-302.)
“Bu rant, toprak sahibinin çiftlik kiracısına kullanımını ödünç verdiği bu doğa erkinin[79] ürünü sayılabilir. Bu ürün, bu erkin az ya da çok geniş varsayılmasına, ya da başka bir deyişle, toprağın az ya da çok doğal ya da yapay verimlilikte varsayılmasına göre, az ya da çok büyüktür. İnsan yapıtı olarak bakılabilecek şeyler çıkarıldıktan ya da düşüldükten sonra geride kalan şey, doğanın yapıtıdır.” (Smith, c. II, s. 377-378.)
“Toprağın kullanımı için ödenmiş fiyat olarak düşünülen toprak rantı,[80] demek ki doğal olarak bir tekel fiyatıdır.[80] Toprak sahibinin toprağını iyileştirmek için yatırmış bulunabileceği, ya da zarara uğramamak için alması gerekeri şeyle değil, ama çiftlik kiracısının zarara uğramaksızın verebileceği şeyle orantılıdır.” (Smith, c. I, s. 302.)
İlk[81] üç sınıf arasında, bu sınıf (toprak sahipleri), “geliri ona (sayfa 134) ne emek, ne de kaygıya malolan, ama deyim yerindeyse kendiliğinden, onun hiç bir tasarısı,[82] hiç bir planı olmaksızın gelen tek sınıftır.” (Smith, c. II, s. 161.)
Bize daha önce, toprak rantının, toprağın orantılı verimliliğine bağlı olduğu söylenmişti.
Toprak rantının belirlenmesinin bir başka etkeni de, toprağın konumudur.
“Rant, ürünü ne olursa olsun toprağın verimliliğine,[83] ve verimliliği ne olursa olsun konumuna[83] göre değişir.” (Smith, c. I, s. 306)
“Eşit bir verimlilikteki topraklar, maden ocakları ve balıkçılık alanları alındığında, bunların verecekleri ürün, ekim ya da işletmelerinde kullanılacak sermayelerin genişliğine, ve bu sermayelerin [III] kullanilacakları az ya da çok uygun biçimle orantılı olacaktır. Sermayelerin eşit ve aynı derecede iyi kullanıldıkları varsayılırsa, bu ürün, toprakların, maden ocaklarının ve balıkçılık alanlarının doğal verimliliği ile orantılı olacaktır.” ([Smith], c. II, s. 210.)
Smith’in bu tümceleri önemlidir, çünkü eşit üretim harcamaları ve eşit genişlikte, toprak rantını toprağın az ya da çok büyük verimliliğine indirgerler. Böylece de, toprağın verimliliğini toprak sahibinin bir niteliği durumuna dönüştüren ekonomi politikteki kavramların devrikliğini açıkça gösterirler.
Ama şimdi toprak rantını, insanların gerçek alışverişlerinde büründüğü biçim altında görelim.
Toprak rantı, çiftlik kiracısı ile toprak sahibi arasındaki savaşım tarafından saptanmıştır. İktisatta, her yerde, toplum örgütlenmesinin temeli sayıman açık çıkar çatışmaları, savaşımlar, savaşlar görürüz.
Şimdi toprak sahipleri ile çiftlik kiracıları arasındaki ilişkilerin ne olduğunu görelim.
“Toprak sahibi, kira sözleşmesi koşullarının saptanması sırasında, üründen [çiftlik kiracısına], elinden geldiğince, tohumluğu (sayfa 135) sağlayan, emeği ödeyen, hayvanları ve öbür toprak işleme aletlerini satın alıp yaşatan sermayeyi karşılamak, ve ayrıca da ona kantondaki öbür çiftliklerin verdikleri olağan kârları vermek için gerekli olandan daha büyük bir parça bırakmamaya çalışır. Bu parça elbette çiftlik kiracısının zarara uğramaksızın yetinebileceği en küçük parçadır ve toprak sahibi de ona daha çoğunu bırakmayı çok ender düşünür. Ürünün kendinden ya da fiyatından […] bu parçanın üstünde tüm geri kalanı, bu artı ne olursa olsun, toprak sahibi toprağının rantı olarak kendine alıkoymaya çalışır; bu rant, elbette, toprağın güncel durumunda, çiftlik kiracısının ödeyebileceği en yüksek [IV] ranttır. […] Bu artıya her zaman toprağın doğal rantı, ya da toprakların çoğunun doğal olarak kendisi üzerinden kiralandıkları düşünülebilen rant olarak bakılabilir.” (Smith, c. I, s. 299-300.)
“Toprak sahipleri, der Say, çiftlik kiracılarına karşı bir tür tekel […] uygularlar. Onların, toprak olan mallarının talebi, durmadan genişleyebilir: ama mallarının niceliği ancak belli bir noktaya kadar genişler… Toprak sahibi ile çiftlik kiracısı arasında yapılan pazarlık, her zaman toprak sahibi için olabildiğince yararlıdır. … Toprak sahibi, işlerin doğasından sağladığı bu üstünlükten başka, ona çiftlik kiracısı üzerinde daha büyük bir servetin, ve bazan da saygınlık ve toplumdaki yerin söz dinletme gücünü veren konumun bir başka üstünlüğünden daha yararlanır; ama bu üstünlüklerden birincisi, toprak yararına elverişli koşullardan her zaman tek başına onun yararlanacak durumda bulunması için yeter. Bir kanalın açılması, bir yol, bir kantondaki nüfus ve gönenç (refah) artışı, her zaman çiftlik kiralarını yükseltirler. … Çiftlik kiracısının kendisi de gerçi[84] kendi harcamaları ile fonu (toprağı) iyileştirebilir; ama bu, onun ancak sözleşme süresince çıkar sağlayabileceği, ve sözleşme süresi sonunda, götürülemediği için,[85] toprak sahibine kalan bir sermayeden başka bir şey değildir, sözleşme süresi bittikten sonra, toprak sahibi, hiç bir yatırım yapmadığı halde, bunun faizlerinden yararlanır, çünkü toprak kirası bu ölçüde yükselir.” (Say, c. II, s. 142-143.) (sayfa 136)
“Toprağın kullanılması için ödenmiş fiyat olarak düşünülen rant, toprağın şimdilik içinde bulunduğu koşullarda, elbette çiftlik kiracısınıri ödeyebilecek durumda olduğu en yüksek fiyattır.” (Smith, c. I, s. 299.)
“Toprak üstündeki bir mülkün rantı, genel olarak toplam ürünün üçte-biri olduğu varsayılan düzeye yükselir, ve bu, normal olarak, ürünün ilineksel değişikliklerinden bağımsız ve değişmez bir [V] ranttır (Smith, c. I, s. 351). Bu, toplam ürünün […] dörtte-birinden, ender olarak büyüktür.” (Ibid., c. II, s. 378.)[86]
Toprak rantı bütün metalar için ödenmiş olamaz. Örneğin, birçok bölgelerde taşlar için toprak rantı ödenmez.
“Genel olarak pazara, sadece toprak ürünlerinin, olağan fiyatı onları oraya getirmek için kullanılması gereken sermaye ile, bu sermayenin olağan kârlarını karşılamak için yeterli olan bölümleri getirilebilir. Eğer olağan fiyat yeterli olmaktan da yüksekse, artı, (surplus), doğal olarak toprak rantına gidecektir. Eğer tastamam yeterli olacak kadarsa, meta pazara getirilebilecektir, ama toprak sahibine ödenecek bir rant sağlayamaz. Fiyat yeterli olandan yüksek olacak mı, olmayacak mı? İşte bu, talebe bağlıdır.” (Smith, c. I. s. 302-303.)
“Rant, metaların fiyatının bileşimine, ücret ve kârların girdiğinden bir başka biçimde girer. Ücret ve kârların yüksek ya da düşük oranı, yüksek ya da düşük emtia fiyatının nedenidir: rantın yüksek ya da düşük oranı ise, fiyatın sonucudur.”[87] (Smith, c. I. s. 303.)
Her zaman bir toprak rantı getiren ürünler arasında, yiyecek maddeleri bulunur.
“İnsanlar, bütün öbür hayvan türleri gibi, doğal olarak geçim araclarına oranla çoğaldıklarından, her zaman az ya da çok yiyecek maddesi talebi vardır. Yiyecek maddesi her zaman [VI] az ya da çok büyük nicelikte bir emek […] satın alabilecek, ve onu kazanmak için bir şeyler yapmaya hazır biri her zaman bulunacaktır. Aslında, satın alabileceği emek, eğer en iktisadi bir biçimde dağıtılmış (sayfa 137) olaydı, besleyebileceği emeğe her zaman eşit[88] değildir ve bunun nedeni de, bazan emeğe verilen yüksek ücretlerdir. Ama her zaman besleyebileceği kadar emeği, bu tür emeğin ülkede genellikle beslendiği oran üzerinden satın alabilir. Oysa toprak, hemen hemen olanaklı bütün durumlarda, ürettiği yiyecek maddelerinin pazara sunulmasında elbirliği eden tüm emeği beslemek için gerekli olandan daha çok yiyecek maddesi üretir. […] Bu yiyecek maddeleri artığı da, bu emeği çalıştıran sermayeyi kârlı bir biçimde yenilemek için gerekli olandan her zaman daha çoktur. Böylece, toprak sahibine bir rant vermek için her zaman bir şeyler kalır.” (Smith, c. I, s. 305-306.) “Rant ilk kaynağını sadece besin maddelerinden almakla kalmaz, ama toprak ürününün eğer herhangi bir başka bölümü de sonradan bir rant getirmeye başlarsa, o bu değer katılmasını, toprağın ekim ve işlenmesi aracıyla, yiyecek maddeleri üretmek üzere emeğin kazanmış bulunduğu erk artışına borçludur.” (Smith, c. I, s. 345.) “İnsan yiyeceği, toprak sahibine her zaman [ve zorunlu olarak] ödenecek bir rant sağlayan [tek toprak ürünü olarak görünür].”[89] (c. I, s. 337.) “Ülkelerin nüfusu, ürünlerinin giydirip barındırabileceği sayı oranında değil, ama bu ürünün besleyebileceği sayı oranında artar.” (Smith, c. I, s. .342.)
“İnsanın beslenmekten sonra gelen iki en büyük gereksinmesi giysi, konut, ısınmadır. Bunlar da çoğu zaman, ama her zaman zorunlu olarak değil, bir rant getirirler.” (Ibid., c. I, s. 337-338).[90]
[VIII] Şimdi toprak sahibinin, toplumun tüm yararlarını nasıl sömürdüğünü görelim.
1° Toprak rantı nüfus ile birlikte artar (Smith, c. I, s. 335).
2° Say, toprak rantının, demiryolları vb. ile, güvenliğin iyileştirilmesi ve ulaştırma araçlarının çoğalması ile birlikte (sayfa 138) nasıl arttığını bize daha önce söylemişti.
3° “Toplum durumunda yapılan her iyileştirme, dolaylı ya da dolaysız bir biçimde,[91] toprağın gerçek rantını yükseltmeye, toprak sahibinin gerçek zenginliğini, yani onun başkasının emeğini ya da başkasının emek ürününü satın alma erkliği artırmaya yönelir. … Toprakların ve ekimin iyileştirilmesindeki genişleme buna dolaysız bir biçimde yönelir. Ürün arttığı ölçüde, toprak sahibinin ürün içindeki payı da zorunlu olarak artar. Bu türlü gayrisafi ürünlerin gerçek fiyatında başgösteren yükselme, […] örneğin hayvan fiyatının yükselmesi de, toprak sahibinin rantını, dolaysız bir biçimde ve daha da büyük bir oranda artırmaya yönelir. Ürünün gerçek değeri ile birlikte, sadece toprak sahibinin payının gerçek değeri, bu payın ona başkasının emeği üzerinde verdiği erklik artmakla kalmaz, ama bu payın toplam ürüne göre oranı da, bu değer ile birlikte artar. Bu ürün, kendi gerçek fiyatı içinde yükseldikten sonra, toplanmak […] ve bu emeği çalıştıran sermayeyi, bu sermayenin olağan kârları ile birlikte yenileyebilmek için, daha çok emek istemez. Ürünün geri kalan ve toprak sahibinin olan parçası, demek ki bütüne oranla, eskiden olduğundan daha büyük olacaktır.” (Smith, c. II, s. 157-159.)
[IX] Hammaddeler talebinin artışı ve dolayısıyla değerinin yükselmesi, kısmen, nüfus artışı ve nüfusun gereksinmelerindeki artış sonucu olabilir. Ama her yeni türetim, eskiden kullanılmayan ya da az kullanılan bir hammaddeden sanayiin her yeni kullanımı, toprak rantını artırır. Böylece, örneğin kömür ocaklarının rantı, demiryolları, buharlı vapurlar vb. ile birlikte büyük ölçüde yükselmiştir.
Toprak sahibinin yapımcılıktan, türetimlerden, emekten sağladığı bu yarardan başka, hemen bir başka yarar daha göreceğiz.
4° “Emeğin üretici erkinde, yapımevi ürünlerinin gerçek fiyatını doğrudan doğruya indirmeye yönelen bu türlü iyileştirmeler, toprağın gerçek rantını dolaylı olarak yükseltmeye yönelirler. Toprak sahibi, kendi gayrisafi ürününün kendi kişisel tüketimini aşan (sayfa 139) bölümünü, ya da […] bu bölümün fiyatını, yapılmış ürünle değiştirir. Bu ikinci tür ürünün gerçek fiyatını düşüren her şey, birincinin gerçek fiyatını yükseltir; bu gayrisafi ürünün eşit bir niceliği, bundan böyle bu yapılmış ürünün daha büyük bir niceliğine eşit olur, ve toprak sahibi, edinmek istediği konfor, süs ya da lüks nesnelerinden daha büyük bir nicelikte satın alabilecek bir durumda bulunur.” (Smith, c. 11, s. 159.)
Ama, eğer toprak sahibinin toplumun bütün yararlarını sömürdüğü olgusundan, Smith [X] toprak sahibinin çıkarının toplum çıkarı ile her zaman özdeş olduğu sonucunu çıkarırsa (c. II, s. 161), bu bir alıklıktır. Ekonomi politikte, özel mülkiyet rejimi altında, herhangi birinin toplumdan sağlayabileceği çıkar, toplumun ondan sağlayabileceği çıkarla tam bir ters orantı içindedir, tıpkı tefecinin savurgan birinden sağladığı çıkarla (faizle), savurganin çıkarının kesenkes özdeş olmaması gibi.
Toprak sahibinin, yabancı ülkelerin toprak mülkiyeti karşısındaki, örneğin buğday yasaları ile başlayan tekel susuzluğunun sözünü, ancak şöyle edip geçeceğiz.[92] Aynı biçimde, ortaçağ toprakbentliğine (servage), sömürgelerdeki köleliğe, Büyük Britanya kır gündelikçilerinin sefaletine de burada değinmeyeceğiz. Sadece ekonomi politiğin kendi tezleri ile yetinelim.
1° Toprak sahibinin, toplumun iyiliğinde çıkarı olduğunu söylemek, iktisat ilkelerine göre, toplum nüfusunun, sanayi üretiminin gelişmesinden, gereksinmelerinin büyümesinden, kısacası zenginlik artışından çıkarı olduğunu söylemek demektir; ve buraya kadar görmüş bulunduklarımıza göre, bu artış, sefalet ve kölelik artışı ile elele gider. Ev kirasının artışı ile sefalet artışı arasındaki bağlılık, toprak sahibinin (sayfa 140) toplumdan sağladığı çıkara bir örnektir, çünkü ev kirası ile birlikte, toprak rantı, toprağın üzerine kurulmuş bulunduğu toprağın kazanç payı da artar.
2° İktisatçıların kendilerine göre bile, toprak sahibinin çıkarı, çiftlik kiracısının çıkarının doğrudan doğruya karşıtıdır; demek ki, daha şimdiden toplumun önemli bir bölümünün karşıtı.
[XI] 3° Çiftlik kiracısı ne kadar az ücret öderse, toprak sahibi çiftlik kiracısından o kadar çok rant isteyebileceğine ve toprak sahibi ne kadar çok toprak rantı isterse çiftlik kiracısı ücreti o kadar çok düşüreceğine göre, yapımevi patronlarının çıkarı kendi işçilerinin çıkarlarına ne kadar karşıtsa, toprak sahibinin çıkarı da tarım emekçilerinin çıkarlarına o kadar aykırıdır.
4° Mamul ürünlerin gerçek fiyat düşüşü toprak rantını yükselttiğine göre, yapımevi işçilerinin ücret düşüşünde, kapitalistler arası rekabette, aşırı üretimde, yapımevinin yolaçtığı tüm sefalette, toprak sahibinin dolaysız bir çıkarı vardır.
5° Demek ki toprak sahibinin çıkarı, toplum çıkarı ile özdeş olmak şöyle dursun, çiftlik kiracılarının, tarım emekçilerinin, yapımevleri işçileri ve kapitalistlerin çıkarının dolaysız karşıtıdır, hatta şimdi gözden geçireceğimiz rekabet sonucu, bir toprak sahibinin çıkarı bir başka taprak sahibinin çıkarı ile bile özdeş değildir.
Şimdiden, genel bir biçimde, büyük toprak mülkiyeti ile küçük toprak mülkiyeti arasındaki ilişki, büyük sermaye ile küçük sermaye arasındaki ilişki gibidir. Ama buna, zorunlu bir biçimde büyük mülkiyetin birikimine, ve küçüğün bunun tarafından yutulmasına götüren özel koşullar da eklenir.
[XII] l° İşçilerin ve aletlerin görece sayısı, fonun büyüklüğü ile birlikte, hiç bir yerde toprak mülkiyetinde olduğu kadar azalmaz. Bunun gibi, bütün biçimleri altındaki sömürü olanağı, üretim harcamaları tutumu (tasarrufu) ve (sayfa 141) becerikli işbölümü, fonun büyüklüğü ile birlikte, hiç bir yerde toprak mülkiyetinde olduğu kadar artmaz. Bir tarla ne kadar küçük olursa olsun, istediği saban, bıçkı vb. gibi aletlerin altına inilemeyeceği belli bir sınırı vardır, oysa mülkün küçüklüğü bu sınırın çok altına inebilir.
2° Büyük toprak mülkiyeti, çiftlik kiracısı sermayesinin toprağın iyileştirilmesi için uygulamış bulunduğu çıkarları kendi yararına biriktirir. Küçük toprak mülkiyetinin kendi öz sermayesini kullanması gerekir. Bütün bu kâr, demek ki, onun için yitirilmiştir.
3° Tüm toplumsal iyileştirme büyük toprak mülkiyetine yararken, küçük toprak mülkiyetine zarar verir, çünkü ondan daima daha çok nakit para ister.
4° Bu rekabet için daha incelenecek iki önemli yasa var:
a) İnsanların yiyecek maddelerinin üretilmesi için ekilmiş toprakların rantı, öbür ekilmiş topraklardan çoğunun rantını düzenler. (Smith, c. I, s. 331.)
Sürü hayvanlari vb. gibi geçim araçları, son çözümlemede, ancak büyük mülkiyet tarafından üretilebilirler. Öyleyse öbür toprakların rantını büyük mülkiyet düzenler ve onu bir asgariye indirebilir.
Kendi başına çalışan küçük toprak sahibi, o zaman büyük toprak sahibi karşısında, kendi öz aletlerine sahip bir zanaatçının fabrika patronu karşısındaki durumunda bulunur. Küçük mülkiyet yalın bir emek aleti durumuna gelmiştir. [XVI] Küçük toprak sahibi için rant büsbütün yok olur, ona olsa olsa, sermayesinin faizi ile ücreti kalır; çünkü rekabet rantın, artık toprak sahibinin kendi yatırmadığı sermayenin faizinden başka bir şey olmamasına yolaçar.
b) Öte yandan, toprakların, maden ocakları ve balıkçılık alanlarının eşit verimlilik ve eşit işletme ustalığında, ürünün, sermayelerin genişliği ile orantılı durumda bulunduğunu daha önce görmüştük. Demek ki, büyük toprak mülkiyetinin (sayfa 142) utkusu (zaferi). Aynı biçimde, sermayelerin eşitliğinde, verimlilik ile orantılı durumda. Demek ki, sermayelerin eşitliğinde, kazanan en verimli toprağın sahibidir.
c) “Genel olarak bir maden ocağının verimli ya da verimsiz olduğu, belli nicelikte bir emeğin o ocaktan çılkarabildiği maden niceliğinin, eşit nicelikte bir emeğin aynı türden öbür maden ocaklarının çoğundan çıkarabileceği maden niceliğinden az ya da çok olmasına göre belirlenir.” (Smith, c. I, s. 345-346.) “En verimli kömür ocağının fiyatı, çevresindeki bütün öbür maden ocaklan için kömür fiyatını düzenler. Ocak sahibi ile girişimci, her ikisi de, bütün komşularından biraz düşük satarak, biri daha yüksek bir rant, öbürü daha yüksek bir kâr yapabileceklerini görürler. Komşular, çok geçmeden, bununla yetinecek durumda bulunmamalarına, ve bu fiyatın durmadan azalıp hatta bazan rant ve kârlarını ellerinden almasına karşın, aynı fiyatla satma zorunda kalırlar. Bazı ocaklar o zaman büsbütün yüzüstü bırakılır, başka bazıları artık rant getirmez olur ve ancak ocak sahibi tarafından işletilebilirler.” (Smith, c. 1, s. 350.) “Peru madenlerinin bulunmasından sonra, Avrupa gümüş madenlerinin çoğu yüzüstü bırakıldı. … Potosi ocaklarının bulunmasından sonra da, Küba ve Saint-Domingo madenlerinin, hatta eski Peru madenlerinin başına aynı şey geldi.” (c. I, s. 353.)
Smith’in burada maden ocakları üzerine tüm söyledikleri, genel olarak toprak mülkiyeti için de azçok geçerlidir.
d) “Yürürlükte olan (cari) toprak fiyatlarının her yerde yürürlükte olan faiz oranına bağlı bulunmasi ilginçtir. … Eğer toprak rantı para faizinin çok altına düşseydi, kimse toprak satın almak istemez, bu da çok geçmeden yürürlükte olan toprak fiyatlarını düşürürdü. Tersine, rant, faizin oldukça üstüne çıksaydı, herkes toprak satın almak ister, ve bu da çok geçmeden yürürlükte olan toprak fiyatını yükseltirdi.” ([Smith], c. II, s. 367-368.)
Toprak rantı ile para [faiz -ç.] oranı arasındaki bu ilişkiden, toprak rantının gitgide düşmesi gerektiği sonucu çıkar; öyle ki, sonunda sadece en zengin insanlar toprak rantı ile yaşayabileceklerdir. Demek ki, topraklarını kiraya vermeyen toprak sahipleri arasında durmadan büyüyen rekabet. (sayfa 143) Aralarından bir bölümünün yıkımı. — Büyük toprak mülkiyetinde yeni birikim.
[XVII] Bu rekabetin bir de toprak mülkiyetinin büyük bir bölümünün kapitalistlerin eline geçmesi ve kapitalistlerin böylece aynı zamanda toprak sahibi de olmaları gibi bir sonucu var; tıpkı küçük toprak sahiplerinin, eninde sonunda artık kapitalistten başka bir şey olmamaları gibi. Tıpkı büyük toprak mülkiyetinin bir bölümünün, aynı zamanda sanayici olması gibi.
Son sonuç, demek ki, kapitalist ile toprak sahibi arasındaki ayrımın kalkmasıdır; öyle ki, genel olarak, nüfusun artık sadece iki sınıfı var: işçi sınıfı ile kapitalistler sınıfı. Toprak mülkiyetinin bu alışveriş konusu olması, toprak mülkiyetinin bu meta durumuna dönüşümü, eski soylular sınıfının kesin düşüşü ve para soyluları sınıfının da kesin yükselişidir.
1° Romantizmin bu konuda döktüğü duygusal gözyaşlarını paylaşmıyoruz. O, topraktan kazanç sağlama alçaklığı ile, toprağın özelmülkiyetinin alışveriş konusu olmasının içerdiği, özel mülkiyet çerçevesinde son derece ussal, istenir ve zorunlu mantığı birbirine karıştırır. İlkin, feodal toprak mülkiyeti, doğası gereği, zaten kazanç konusu edilmiş, insana yabancılaşmış, ve bunun sonucu onun karşısına birkaç büyük toprakbeyi kişiliğinde çıkan toprağın mülkiyetidir.
Feodal mülkiyet, toprağın insanlar üzerindeki, onlara yabancı bir erk biçimindeki egemenliğini içerir. Serf, toprağın ekidir. Aynı biçimde, meşruta sahibi (majorataire), büyük oğul da toprağa bağlıdır. Onu miras olarak alan, topraktır. Genel olarak, özel mülkiyet egemenliği toprak mülkiyeti ile başlar, özel mülkiyetin temeli toprak mülkiyetidir, Ama feodal toprak mülkiyetinde, bey hiç değilse mülkün kralı gibi görünür. Aynı biçimde, henüz mülk sahibi ile toprak arasında yalın bir maddi zenginlik ilişkisinden daha içli (sayfa 144) dışlı bir ilişki görünüşü vardır. Toprak, sahibi ile bireyselleşir, sahibinin düzeyindedir, onunla birlikte baronluk ya da kontluktur, onun ayrıcalıklarına, yargılama yetkisine, siyasal bağlantılarına vb. sahiptir. Beyinin örgensel-olmayan bedeni olarak görünür. Toprakbeyliği ile toprak mülkiyeti arasındaki kaynaşmayı dile getiren “nulte terre sans maître”[93] atasözü de buradan gelir. Aynı biçimde, toprak mülkiyetinin egemenliği, doğrudan doğruya yalın sermayenin egemenliği olarak görünmez. Uyrukları onun karşısında, daha çok kendi yurtları karşısındaymış gibidirler. Sıkı bir ulusllık (nationalité) tipidir bu.
[XVIII] Bir krallığın kralına kendi adını vermesi gibi, feodal toprak mülkiyeti de beyine kendi adını verir. Ailesinin tarihi, evinin tarihi, vb., bütün bunlar, toprak mülkiyetini onun için bireyselleştirir ve onu biçimsel olarak kendi evi durumuna, bir kişi durumuna getirirler. Aynı biçimde, beyin toprak mülkiyetini işleyen kimseler ücretli gündelikçiler durumunda değil, ama ya serfler gibi onun mülküdürler, ya da onun karşısında bir bağlılık, uyrukluk ve yükümlülük ilişkisi içindedirler. Demek ki, beyin onlar karşısındaki durumu doğrudan doğruya siyasaldır, ama duygusal bir yanı da vardır. Töreler, özlük, vb. bir topraktan öbürüne değişir ve toprak parçası ile aynı şeymiş gibi görünürler, oysa daha sonra insanı toprağa bağlayan şey, onun özlük ya da bireyselliği değil, sadece ve sadece para kesesidir. Son olarak, bey kendi toprak mülkiyetinden olabilecek en büyük yararı sağlamaya çalışmaz. Tersine, ortada ne varsa onu tüketir ve gerekli olanı sağlama işini serfe ya da kiracıya bırakır. Toprak mülkiyetinin, beyine romantik bir hâle kazandıran soylu durumu işte budur.
Bu görünüşün ortadan kalkması; özel mülkiyetin kökü olan toprak mülkiyetinin, bütünüyle özel mülkiyet hareketi içine sürüklenip bir meta durumuna gelmesi; mülk sahibinin (sayfa 145) üstünlüğünün, tüm siyasal renkten arınmış, salt özel mülkiyet, salt sermaye üstünlüğü olarak görünmesi; mülk sahibi ile işçi arasındaki ilişkinin, sömüren ile sömürülen arasındaki iktisadi ilişkiye indirgenmesi; mülk sahibinin mülkiyeti ile tüm kişisel ilişkisinin ortadan kalkması ve bu mülkiyetin sadece somut maddi zenginlik durumuna gelmesi; toprakla onur birleşmesinin yerini, toprakla çıkar birleşmesinin alması ve insanın olduğu gibi toprağın da tecimsel bir değere indirgenmesi zorunludur. Toprak miilkiyetinin kökü olan şeyin, pis açgözlülüğün de, kendi kinik biçimi altında görünmesi zorunludur. Taşınmaz tekelin, taşınır ve tedirgin edilmiş tekel durumuna, rekabet durumuna dönüşmesi; başkasının kan ter içinde kalmasından aylakça yararlanmanın, bundan yapılan bir tecim işi biçimini alması zorunludur. Son olarak, sermaye biçimi altında, mülkiyetin bu rekabet içinde kendi egemenliğini, işçi sınıfı üzerinde olduğu kadar, sermayenin hareket yasalarının onları yıkıma uğratıp yükselttiklerine göre, mülk sahiplerinin kendileri üzerinde de göstermesi zorunludur. O zaman, “nulle terre sans seigneur” ortaçağsal atasözü yerine, cansız maddenin insanlar üzerindeki tüm egemenliğini dile getiren “l’argent n’a pas de maître”[94] modern atasözü geçecektir.
[XIX] 2° Toprak mülkiyetinin bölünmesi ya da bölünmemesi tartoşmasına gelince, aşağıdaki gözlemleri yapmak gerek.
Mülkiyetin bölünmesi, büyük toprak mülkiyeti tekelini yadsır, onu kaldırır, ama ancak onu genelleştirerek. Tekelin temelini, özel mülkiyeti ortadan kaldırmaz. Tekelin varoluşuna karşı çıkar, ama özüne karşı çıkmaz. Bunun sonucu, özel mülkiyet yasalarının etkisi altında kalır. Toprak mülkiyetinin bölünmesi, gerçekte sınai alandaki rekabet hareketine karşılık düşer. Aletlerin bu bölünmesi ve herkesin (sayfa 146) çalışmasının bu yalıtıklaşmasının iktisadi sakıncalarından başka (herkesin çalışmasının bu yalıtıklaşması işbölümünden iyice ayrılmalı: iş, birçok birey arasında dağıtılmamıştır, ama aynı işi herkes kendisi için yapar, aynı işin bir çoğaltılmasıdır bu), bu parçalara ayrılma, rekabetin tekele dönüşmesi gibi, zorunlu olarak yeni baştan birikime dönüşür.
Öyleyse toprak mülkiyetinin bölündüğü yerlerde, ya daha da kötü bir birim altındaki tekele geri dönmek, ya da mülkiyetin bölünmesini yadsımaktan, kaldırmaktan başka yapacak hiç bir şey kalmaz. Ama bu, feodal mülkiyete geri dönme anlamına değil, tersine, genel olarak toprağın özel mülkiyetinin kaldırılması anlamına gelir. Tekelin ilk kaldırılışı, her zaman onun genelleştirilmesi, varoluşunun genişletilmesidir. Olanaklı en geniş ve en kapsayıcı varoluşuna erişmiş bulunan tekelin kaldırılışı, onun eksiksiz yok edilişidir. Toprağa uygulanmış ortaklık (association), iktisadi bakımdan, büyük toprak mülkiyetinin üstünlüklerini paylaşır, ve bölünmenin ilk eğilimini, yani eşitliği ilk o gerçekleştirir, — tıpkı insan ile toprak arasındaki duygusal il!şkiyi, artık kölelik, egemenlik ve saçma bir mülkiyet gizemseli dolayımı ile değil, ama ussal bir biçimde yeniden kurduğu gibi: gerçekte, toprak bir alım satım konusu olmaktan çıkar, ve emek ve özgür yararlanma aracıyla, yeniden insanın gerçek ve kişisel bir mülkiyeti olur. Bölünmenin bir büyük üstünlüğü şudur ki, artık köleliğe dönüşemeyen yığın, burada, mülkiyetten, sanayide olduğundan bir başka biçimde bezer.
Büyük toprak mülkiyetine gelince, onun savunucuları, büyük-ölçekli tarımın sunduğu iktisadi üstünlükleri, her zaman yanıltıcı bir biçimde büyük toprak mülkiyeti ile özdeşleştirmişlerdir — sanki bu üstünlüklere hem en büyük genişliklerini, hem de toplumsal yararlılıklarını vermeye başlayan şey, mülkiyetin kaldırılmasının ta kendisi [XX] değilmiş gibi. Aynı biçimde, onlar küçük toprak mülkiyetinin (sayfa 147) bezirgânca (mercantile) anlayışına da saldırmışlardır — sanki büyük mülkiyet, hatta daha feodal biçimi altında bile, çıkar düşkünlüğünü örtük bir biçimde içermiyormuş gibi. Mülk sahibinin feodalizmi ile çiftlik kiracısının bezirgânca anlayışı ve sanayiinin bağdaştığı modern İngiliz biçimi üzerine hiç bir şey söylemiyorum.
Bölünme de özel mülkiyet tekeli üzerine kurulmuş bulunduğu için, nasıl büyük toprak mülkiyeti, mülkiyetin bölünmesinin kendisine yönelttiği tekel eleştirisini ona karşı çevirebilirse, toprak mülkiyetinin bölünmesi de, bölünme eleştirisini tıpkı öyle, büyük mülkiyete karşı çevirebilir; çünkü orada da bölünme egemendir, ama sert, donmuş bir biçim altında. genel olarak, özel mülkiyet bölünmeye dayanır. Öte yandan, toprak mülkiyetinin bölünmesi, nasıl kapitalist zenginlik biçimi altında büyük mülkiyete yolaçıyorsa, feodal mülkiyetin de tıpkı öyle, ne yaparsa yapsın, zorunlu olarak bölünmeye kadar gitmesi, ya da hiç olmazsa kapitalistlerin ellerine düşmesi gerekir.
Çünkü büyük toprak mülkiyeti, İngiltere’de olduğu gibi, nüfusun ezici çoğunluğunu sanayiin kollarına iter ve kendi öz işçilerini tam bir sefalete düşürür. Yoksulları ve ülkenin tüm etkinliğini öbür kampa atarak büyük toprak mülkiyeti demek ki düşmanlarının, sermayenin, sanayiin gücünü yaratıp artırır. Ülke çoğunluğunu sanayicileştirir, demek ki büyük toprak mülkiyetinin düşmanı durumuna getirir. Eğer sanayi, bugün İngiltere’de olduğu gibi, büyük bir erke erişmiş bulunursa, büyük mülkiyetin elinden, yabancı [tekeller] karşısındaki tekellerini yavaş yavaş söküp alır ve onları yabancı ülkelerdeki toprak mülkiyeti ile rekabetin içine atar. Sanayi egemenliği altında, toprak mülkiyeti kendi feodal büyüklüğünü, gerçekte ancak, tecimin kendi feodal doğasına aykırı genel yasalarından kendini korumak üzere, yabancı ülkelere karşı tekeller aracıyla sağlayabilirdi. Bir kez rekabet içine atıldıktan sonra, rekabete uyruk başka her meta gibi, (sayfa 148) onun yasalarına uyar. Aynı dalgalanmalara, aynı artış ve azalışlara, aynı bir elden öbürüne geçmelere boyun eğer, ve hiç bir yasa onu artık birkaç cennetlik elde tutamaz. [XXI] Dolaysız sonuç, birçok ellerdeki dağılmadır; toprak mülkiyeti, eninde sonunda, sanayi sermayelerinin erkliği altına girer.
Son olarak, böylece zorla korunup sürdürülmüş ve kendi yanında korkunç bir sanayi yaratmış bulunan büyük toprak mülkiyeti, sanayiin erkinin onun yanında hep ikinci sırada kaldığı toprak bölünmesinden de hızlı bir biçimde bunalıma yolaçar.
Büyük toprak mülkiyeti, İngiltere’de gördüğümüz gibi, feodal özlüğünü çoktan yitirmiş, ve elden geldiğince çok para kazanmak istediği ölçüde, bireysel bir özlük kazanmıştır. Mülk sahibine olanaklı en yüksek rantı, çiftlik kiracısına sermayesinin olanaklı en büyük kârı[nı verir]. Tarım işçileri, demek ki, çoktan en düşük ücrete indirgenmişlerdir ve, toprak mülkiyeti içinde, çiftlik kiracıları sınıfı daha şimdiden sanayi ve sermayenin erkini orunlar. Yabancı ülkeler ile rekabet sonucu, toprak rantı büyük bölümü bakımından bağımsız bir gelir oluşturabilmekten çıkar. Toprak sahiplerinin büyük bir bölümü, zorunlu olarak, bu biçimde proletarya durumuna düşen çiftlik kiracılarının yerini alır. Öte yandan, birçok çiftlik kiracısı da toprak mülkiyetini ellerine geçireceklerdir; çünkü, kolay gelirler ile birlikte, çoğu kendini saçıp savurmaya vermiş ve çoğu zaman da büyük ölçekli tarımı yönetecek durumda olmayan büyük mülk sahiplerinin bir bölümünün toprağı işletmek için ne gerekli sermayesi, ne de gerekli yetenekleri vardır. Demek ki, aralarından bir bölümü adamakıllı yıkıma uğramıştır. Son olarak, zaten en aza indirgenmiş bulunan ücretin, rekabete karşı koyabilmek için daha da düşürülmesi gerekir. Bu da o zaman zorunlu olarak devrime yolaçar.
Toprak mülkiyetinin, her ikisinde de kendi zorunlu (sayfa 149) çöküşünü görmesi için, iki biçimin ikisinde de gelişmesi gerekiyordu — tıpkı sanayiin de, insana inanmayı öğrenmek için, tekel biçimi altında da, rekabet biçimi altında da, yıkıma uğramasının gerektiği gibi. (sayfa 150)

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments