İKTİSATÇININ emek ve sermaye birliğini çeşitli biçimde nasıl koyduğunu görmüş bulunuyoruz. 1° Sermaye, birikmiş emektir; 2° İster sermayenin kâr ile birlikte yeniden-üretimi olsun, ister hammadde (emek gereci) olarak, isterse kendi başına çalışan alet olarak sermaye olsun (makine, araçsız emek ile özdeş olarak konmuş bulunan sermayedir), sermayenin üretim içindeki belirlenimi, üretken emektir; 3° İşçi bir sermayedir; 4° Ücret sermaye harcamaları içine girer; 5° İşçiye ilişkin olarak, emek onun dirimsel sermayesinin yeniden üretimidir; 6° Kapitaliste ilişkin olarak, emek onun sermayesinin bir etkinlik etkenidir; son olarak 7° İktisatçı, emek ve sermayenin ilkel birliğini, kapitalist ve işçi birliği olarak varsayar; cennetsel ilkel durumdur bu. İki kişinin cisimleştirdiği bu iki yön [XIX] birbirinin gırtlağına sarıldığı sırada, bu durum iktisatçı için olumsal ve bunun sonucu ancak dıştan açıklanabilecek bir olaydır (bkz: Mill).[23]
Henüz değerli madenlerin duyulur parlaklığı ile körleşmiş bulunan ve bunun sonucu henüz madensel para tapıncakçıları olan uluslar — henüz eksiksiz para ulusları değildirler. Fransa ile İngiltere arasındaki karşıtlık. —Kuramsal bilmecelerin çözümünün ne derecede bir praxis işi olduğu ve praxis aracıyla gerçekleştiği, doğru praxis’in ne derecede gerçek ve olumlu bir kuram koşulu olduğu, örneğin tapıncakçılık dolayısıyla görünür. Tapıncakçının duyulur bilinci, Yunanlının bilincinden ayrıdır, çünkü onun duyulur varoluşu da ayrıdır. İnsanın doğa duyusu, insanal doğa duyusu, (sayfa 214) öyleyse doğal insan duyusu da, henüz insana özgü emek tarafından üretilmediği sürece, duyarlılık ile tin arasındaki soyut düşmanlık zorunludur.—
Eşitlik, Fransızcaya, yani siyasal dile çevrilmiş Almanca ben = ben’den başka bir şey değildir. Komünizmin nedeni olarak eşitlik, onun siyasal temelidir; ve Alman, komünizmin temelini, insanı evrensel kendinin bilinci olarak tasarlayarak kavradığı zaman da, aynı şey olur. Anlaşılması kolaydır ki, yabancılaşmanın kaldırılması, her zaman yabancılaşmanın egemen erklik olan biçiminden, Almanya’da kendinin bilincinden, Fransa’da siyaset nedeniyle eşitlikten, İngiltere’de [ise -ç.] sadece kendi kendisi ile ölçüşen pratik maddi gerçek gereksinmesinden yola çıkar. Proudhon’u eleştirmek ve değerlendirmek için yola, işte buradan çıkmak gerekir.[24]
Eğer henüz komünizmin kendisini —yadsımanın yadsınması, kendi kendisi ile orta terim olarak özel mülkiyetin yadsınmasına sahip bulunan insanal özün temellükü olduğu için, bunun sonucu olumluyu henüz kendi kendinden değil, ama tersine özel mülkiyetten yola çıkarak doğru biçimde koymadığı için,[25] —
… nın … böylece eski Alman biçiminde — Hegel Görüngübilimi biçiminde … nitelendiriyorsak …
… şimdi aşılmış bir hareket olarak ortadan kaldırılmış ve …
… ve dinginlik bulunabilsin çünkü bilincinde …
… sadece insanal özün böylece gerçek …
… düşüncesinin tıpkı önce de olduğu gibi kaldırılması …
demek ki insanal yasamın gerçek yabancılaşması ve yabancılaşma olarak ne kadar bilincine varılırsa o kadar (sayfa 215) büyük bir yabancılaşma onunla birlikte kaldıklarından — gerçekleştirilebilir, öyleyse o, kendini ancak komünizm aracıyla gerçekleştirebilir.
Özel mülkiyet fikrini kaldırmak için, düşünülmüş komünizm iyice yeter. Gerçek özel mülkiyeti kaldırmak için, gerçek bir komünist eylem gerekir. Tarih bunu getirecek, ve düşüncede daha şimdiden onun kendi kendini kaldırdığını bildiğimiz bu hareket, çok sert ve çok yaygın bir süreç aracıyla gerçekliğe geçecektir. Daha ilk anda, tarihsel hareketin sınırının olduğu kadar ereğinin de bir bilincine, ve bu hareketi aşan bir bilincine ermiş bulunmamızı gerçek bir ilerleme saymalıyız.—
Komünist işçiler biraraya geldikleri zaman, amaçları ilkin öğreti, propaganda vb. gibi şeylerdir. Ama aynı zaman da böylelikle yeni bir gereksinme, toplum (topluluk) gereksinmesini de edinirler, ve araç olduğu sanılan şey, amaç durumuna gelmiş bulunur. Sosyalist Fransız işçilerinin biraraya geldikleri görüldüğü zaman, bu pratiksel hareketin en parlak sonuçları gözlemlenebilir. Sigara, içki içme, yemek yeme vb., artık orada toplanma bahaneleri ya da birleşme araçları değildirler. Topluluğun amacı durumuna gelmiş bulunan toplantı, ortaklık, konuşma onlara yeter, insanal kardeşlik onlarda boş bir söz değil, ama bir, doğruluktur (vérité), ve insanlığın soyluluğu, çalışma ile sertleşmiş bu çehrelerde parlar.—
[XX] {Ekonomi politik her ne kadar arz ile talebin her zaman birbirlerini dengelediklerini ileri sürerse de, kendi öz kesinlemelerine göre, insan arzının (nüfus kuramı) talebi her zaman geçtiğini, demek ki tüm üretimin özsel sonucunun —insanın varoluşu—, arz ile talep arasındaki oransızlığı en parlak biçimde gösterdiğini hemen unutur.—}
{Başlangıçta araç olan paranın, ne derecede gerçek erklik ve tek erek olduğu, —genel olarak beni bir varlık durumuna getiren, yabancı nesnel varlığı benim varlığım yapan aracın, (sayfa 216) ne ölçüde kendi başına bir erek olduğu… toprağın yaşam kaynağı olduğu yerlerde toprak mülkiyetinin, gerçek geçimaraçları oldukları yerlerde at ile kılıcın, yaşamın gerçek siyasal erklikleri olarak tanınmış bulunmaları biçiminde de görülebilir. Ortaçağda bir sınıf, kılıç taşıma hakkına sahip olur olmaz, kurtulmuş demektir. Göçebe halklarda, at, beni özgür bir insan, bir topluluk (ortaklık) üyesi durumuna getiren şeydir.—}
Yukarda insanın inine vb. döndüğünü, ama onu bu kez yabancılaşmış ve düşman bir biçim altında bulduğunu söylemiştik. Mağarasındaki —yabanıla kendini yararlanması ve sığınması için kendiliğinden sunan bu doğa öğesindeki— yabanıl, kendini sudaki balıktan daha yabancı değil, daha doğrusu onun kadar kendi evinde duyar. Ama yoksulun oturduğu bodrum, düşman bir şeydir, onun kendini, —sonunda: burada kendi evimdeyim diyebileceği kendi öz evi saymadığı—, daha çok bir başkasının evinde, her gün yolunu bekleyen ve eğer kirayı ödemezse onu kapı dışarı eden bir yabancının evinde bulduğu, kendi öz evi sayamadığı, “kendinde düşman bir erklik içeren, kendini ona, onun terini kendisine verdiği ölçüde veren bir konut”tur. Aynı biçimde nitelik bakımından da, o, kendi konutunu öbür dünyada, zenginlik cennetinde bulunan insanal konutun karşıtı olarak görür.
{Yabancılaşma, benim geçim araçlarımın bir başkasına ilişkin olmasında, benim isteğim olan şeyin bir başkasının erişilmez mülkiyetinde olmasında olduğu kadar, her şeyin kendi kendinden başka olmasında, etkinliğimin başka şey olmasında, son olarak —ve bu kapitalizm için de doğrudur— egemenlik sürenin eninde sonunda insanlık dışı erklik olmasında da görünür.
Sadece zevke adanmış, etkin olmayan, savurgan zenginliğin tanımı: bir yandan, bu zenginlikten yararlanan kişi, gerçi, kararsız delice heveslerden vazgeçerek, sadece geçici bir birey gibi davranır, ve aynı zamanda başkasının köle (sayfa 217) emeğini, insanın kanlı terini de kendi isteğinin kurbanı olarak görür; bu nedenle insanın kendisini, öyleyse kendi kendisini de kurban edilmiş ve hiç olarak bilir (bununla birlikte onun insanları horgörmesi kibir olarak, yüzlerce insanal yaşamı uzatabilecek şeylerin saçılıp savrulması ya da dizginsiz savurganlığı ile coşkun ve üretken olmayan tüketiminin emeği ve bunun sonucu başkasının geçimini koşullandırdıkları iğrenç yanılsama olarak görünür); insanın özsel güçlerinin gerçeklesmesini, o sadece kendi canavarlığının, kendi yeltekliğinin ve kendi keyfi ve tuhaf delice heveslerinin gerçekleşmesi olarak tanır. Ama bu zenginlik, öte yandan, zenginliği yalın bir araç, ve yokedilmeye değer bir şey elarak tanır, demek ki bu zenginlik, aynı zamanda, onun hem kölesi, hem de efendisidir, aynı zamanda, hem yüce gönüllü hem de aşağılık, hem maymun iştahlı, kendini beğenmiş, kibirli, hem de incelmiş, gelişmiş, tinsel bir zenginliktir; o henüz zenginliği, onu egemenlik altına alan büsbütün yabancı bir erklik olarak denememiştir; onda daha çok kendi öz erkliğini görür ve [bu] zenginlik [değil], [onun için] … son erek [olan][26] zevktir. Bu … [XXI] ve zenginliğin özünün duyulur görünüşü ile körleşmiş, parlak yanılsama karşısına, emekçi, azla yetinir, iktisada göre düşünen, bayağı —zenginliğin özünün ta kendisi üzerine aydınlanmış bulunan— sanayici çıkar ve savurganın zevk susuzluğuna daha geniş bir alan sağlayarak, ona üretimleri ile güzel pohpohlardan başka bir şey söylemeyerek, —sanayicinin ürünleri savurganın isteklerine yönelik aşağılık okşantıların ta kendileridir—, ötekinin elinden kaçan erkliği tek yararlı biçimde kendisi için ele geçirmesini bilir. Demek ki sınai zenginlik ilkin her ne kadar savurgan, maymun iştahlı zenginliğin sonucu olarak görünürse de, — birincinin hareketi, kendine özgü bir hareket ile, bir o kadar etkin bir biçimde onun yerini alır. Faiz oranının düşmesi, gerçekte, sınai hareketin bir vargısı (sayfa 218) ve zorunlu bir sonucudur. Rantları (gelirleri) ile geçinen savurganın araçları, tastamam zevk araçlarının ve onların tuzaklarının artışı ile ters orantılı olarak, böylece her gün azalırlar. Demek ki, o, ya sermayesini yemeli, böylece yokolmalı, ya da sanayici kapitalist durumuna dönüşmelidir… Öte yandan, toprak rantı
{Demek ki —Proudhon’un sermayenin kalkışı ve sermayenin toplumsallaşma eğilimi olarak düşündüğü— para faizinin azalması, daha çok savurgan zenginliğe tebelleş olan sermayenin eksiksiz utkusunun dolaysız bir belirtisinden, yani tüm özel mülkiyetin sınai sermaye durumuna dönüşmesinden —özel mülkiyetin görünüşte hâlâ insanal tüm nitelikleri üzerindeki eksiksiz utkusu ve özel mülk sahibinin özel mülkiyetin özüne (emek) bütünsel uyrukluğu— başka bir şey değildir. Gerçi sanayici kapitalist de zevk alır. Gereksinmenin doğa dışı yalınlığına hiç bir zaman geri dönmez, ama onun zevki ikincil, dinlenme niteliğinde, üretime bağımlı bir zevkten başka bir şey değildir, ve böylece bu zevk hesaplı, öyleyse iktisada da uygun bir zevktir, çünkü sanayici kapitalist onu sermaye harcamalarına ekler ve bunun sonucu bu zevkin sanayici kapitaliste, onun için harcamış bulunduğu şeyin, sermayenin yeniden üretimi aracıyla kârla birlikte yerine konması için gerekenden daha çoğuna malolmaması gerekir. Demek ki zevk sermayeye, zevk alan birey de sermayeleştiren bireye bağımlıdır, oysa eskiden bunun tersi oluyordu. Faizin azalması, demek ki sermayenin tamamlanma (sayfa 219) yolundaki egemenliğinin, öyleyse tamamlanan ve kendi kalkışma doğru hızla giden yabancılaşmanın bir belirtisi olduğu ölçüdedir ki, sermayenin kalkışının bir belirtisi olabilir. Kısacası, varolan şeyin kendi karşıtını tek doğrulama biçimidir bu.}
Bunun sonucu, iktisatçıların lüks ve tutum konusundaki tartışması, zenginliğin özünün açık bir kavramına erişmiş bulunan ekonomi politiğin, hâlâ romantik ve sanayi düşmanı anılarla lekelenmiş bulunan ekonomi politik ile tartışmasından başka bir şey değildir. Ama her iki yan da tartışmalarının konusunu onun yalın dışavurumuna indirgemesini bilmez ve bunun sonucu birbirlerinin üstesinden gelemezler.
[XXXIV] Toprak rantı ayrıca toprak rantı olduğu için ortadan kalkmıştır — çünkü toprak sahibini tek gerçek üretici durumuna getiren fizyokratların kanıtına karşıt olarak, modern ekonomi politik, tersine, onun toprak sahibi olarak hiç üretken olmayan tek hazır yiyici (rentier) olduğunu tanıtlamıştır. Tarım, eğer alışılmış kârı bekleme durumundaysa, sermayesine bu kullanımı verecek olan kapitalistin işi olacaktır. Fizyokratlar tarafından konulan ilke —toprak mülkiyeti tek üretici mülkiyet olduğundan, devlet vergisini sadece onun ödemesi, öyleyse devlet yönetimine de sadece onun katılması gerektiği yolundaki ilke— demek ki ters tanımlama durumuna dönüşür: Toprak rantı üzerinden alınan vergi, üretken olmayan bir gelir üzerinden alınan ve bunun sonucu ulusal üretim için zararlı olmayan tek vergidir. Bu görüşe göre, toprak sahiplerinin siyasal ayrıcalığının artık verginin başlıca yükünü onların taşımasından çıkmadığı da açıktır.—
Proudhon’un, emeğin sermayeye karşı hareketi olarak anladığı şeylerin tümü, emeğin, kendi sermaye, sınai sermaye belirlenimi içinde, sermaye olarak, yani sınai bir biçimde tüketilmeyen sermayeye karşı hareketinden başka bir (sayfa 220) şey değildir. Ve bu hareket kendi utkulu (muzaffer) yolunu, yani sınaiemek bir kez özel mülkiyetin özü olarak kavrandıktan sonra, kendi gerçek belirlenimi içinde, iktisadın hareketi olarak ortaya konulabilir.—
Toplum —iktisatta görüldüğü biçimiyle— içinde her bireyin bir gereksinmeler topluluğu olduğu ve birbirleri için bir araç durumuna geldikleri ölçüde, [XXXV] ötekinin orada ancak onun için bulunduğu gibi, onun da orada ancak öteki için bulunduğu burjuva toplumdur. İktisatçı —siyasetin kendi insanhaklarında yaptığı gibi— her şeyi insana, yani onu kapitalist ya da işçi olarak alıkoymak üzere tüm belirlenimden soyduğu bireye indirger.
İşbölümü, emeğin toplumsal özlüğünün, yabancılaşma çerçevesi içindeki iktisadi dışavurumudur. Ya da, emek, insan etkinliğinin yabancılaşma çerçevesi içindeki bir dışavurumundan, yaşam belirtisinin yaşamın yabancılaşması olarak dışavurumundan başka bir şey olmadığına göre, işbölümünün kendisi, insanal etkinliği, gerçek bir türsel etkinlik, ya da insanın türsel varlık biçimindeki etkinliği olarak, yabancı duruma gelmiş, yabancılaşmış bir biçimde koyma olgusundan başka bir şey değildir.
İşbölümünün —emek özel mülkiyetin özü olarak tanınır tanınmaz, zenginlik üretiminin elbette özsel bir etkeni olarak tasarlanacak işbölümünün— özü üzerinde, yani türsel etkinlik olarak insanal etkinliğin yabancı durumuna gelmiş ve yabancılaşmış biçimi üzerinde, iktisatçılar çok belirsizdirler ve birbirleri ile çelişirler.
Adam Smith:[27]
“[Kendinden bu kadar yarar doğan] bu işbölümüne, başlangıcında, bir insanal bilgelik sonucu olarak bakmalıdır… işbölümü (sayfa 221) bir şeyi bir başka şeyle o alışveriş, değiştokuş, değişim eğiniminin… yavaş ve kerteli bir biçimde de olsa, zorunlu sonucudur. Bu eğinim(in) [insanal doğanın o ilk ilkelerinden biri mi… yoksa] daha olası göründüğü gibi, usavurma ve söz kullanımının zorunlu bir sonucu-[mu olduğu benim inceleme konum değildir]-dur. Bu eğinim tüm insanlara özgü bir şeydir ve başka hiç bir hayvanal türde görülmez …[28] Hemen bütün öbür hayvan türlerinde, her birey, tam büyüme çağına eriştiği zaman, büsbütün bağımsızdır… [Ama] insan hemen hemen sürekli olarak benzerlerinin yardımına gereksinme duyar ve bunu sadece onların iyi dilekliliğinden beklemesi de boşunadır. Onların özel çıkarlarına yönelir, ve onları, kendilerinden istediği şeyi yapmakta kendi öz çıkarları bulunduğuna inandırırsa, durumu çok daha güvenli olacaktır… Biz onların insanlığına[29] değil, ama bencilliğine[29] yöneliyoruz; ve onlara sözünü ettiğimiz şey, hiç bir zaman kendi gereksinmelerimiz değil, ama hep onların çıkarıdır.[30] Başkalarından, birbirimize karşılıklı olarak zorunlu bulunan bu uzlaştırma araçlarının çoğunu işte böyle anlaşma, değiştokuş, satın alma aracıyla elde ettiğimize göre, başlangıçta işbölümüne[31] yolaçan şey, bu aynı alışveriş[31] eğilimidir. Örneğin, bir avcı ya da çoban aşiretinde, bir kişi ok ve yayı bir başkasından daha büyük bir çabukluk ve ustalıkla yapar. Çoğu kez bu türlü yapıtları arkadaşları ile sürü ya da av hayvanlarına karşı değiştokuş eder, ve çok geçmeden de, bu yoldan, kendi başına elde edebileceğinden daha çok sürü ve av hayvanı sağlayabileceğini görür. Demek ki, çıkar hesabı sonucu, ok ve yay yapmayı kendi baş uğraşı durumuna getirir… Gerçeklikte, bireyler arasındaki doğal[31] yetenek ayrılıkları[32] … işbölümünün nedeninden[33] çok sonucudur[33] … İnsanların alışveriş ve değişim eğilimi olmasaydı, herkes yaşamın tüm zorunluluk ve rahatlıklarını kendi başına sağlama zorunda kalırdı. Herkesin yerine getirilecek aynı görevi ve yapacak aynı işi olur, ve büyük bir yetenekler ayrılığını doğurabilecek tek şey olan o büyük uğraşlar ayrılığı[33] ortaya çıkmazdı. Çeşitli (sayfa 222) meslekten insanlar arasındaki öylesine ilginç bu yetenekler ayrılığını bu değiştokuş eğinimi doğurduğuna göre, bu çeşitliliği yararlı kılan şey de bu aynı eğinimdir. Aynı türden oldukları kabul edilen birçok hayvan soyu, eğilimleri bakımından, doğadan, alışkanlıklar ve eğitimin etkisinden önce insanlar arasında gözlemlenebileceklerden çok daha ilginç ayırdedici belirtiler almışlardır. Doğal olarak, yetenek ve anlak (intelligence) bakımından, bir filozof bir hamaldan, bir bekçi köpeğinin bir tazıdan, bir tazının bir İspanyol köpeğinden, ve bir İspanyol köpeğinin de bir çoban köpeğinden olduğunun yarısı kadar bile farklı değildir. Bununla birlikte, bu çeşitli hayvan soylarının, aynı türden olmalarına karşın, birbirlerine hemen hiç bir yararı dokunmaz. Bekçi köpeği, tazının hafifliğinden yararlanarak, kendi gücüne [XXXVI] bir şeyler ekleyemez… Bu çeşitli yetenek ya da anlak derecelerinin sonuçları, bir alışveriş ya da değişim yetenek ya da eğiniminin yokluğu yüzünden, birleştirilemez ve türün yarar[34] ya da ortak rahatlığına[34] en küçük bir katkıda bulunamazlar. Her hayvan kendi başına ve öbürlerinden bağımsız olarak kendini yaşatmak ve savunmak zorundadır ve doğanın kendi benzerleri arasında dağıtmış bulunduğu o yetenekler çeşitliliğinden en küçük bir yarar sağlayamaz. İnsanlar arasındaysa, tersine, en uygunsuz yetenekler birbirleri için yararlıdırlar, çünkü herbirinin kendi değişken sanayilerinin çeşitli ürünleri,[34] o evrensel değiştokuş ve alışveriş eğinimi aracıyla, her insanın, kendi gereksinmesine göre, başkalarının sanayiinden herhangi bir ürün parçası satın alabileceği, deyim yerindeyse ortak bir yığın durumuna getirilmiş bulunurlar. İşbölümüne yolaçan şey değişim[34] yeteneği olduğuna göre, bunun sonucu bu [iş -ç.] bölümün[ün -ç.] artışının[34] her zaman değişim yeteneğinin genişliği, ya da bir başka deyişle, pazarın genişliği ile sınırlanmış bulunması gerekir. Eğer pazar çok küçükse, kendi emeğinin kendi öz tüketimini aşacak o tüm ürün artığını, başkasının elde etmek isteyeceği benzer bir emek ürünü artığı ile değiştirememesi sonucu, kimse kendini büsbütün tek bir uğraşa vermek için özendirilmiş olmayacaktır…”[35] İlerlemiş durumda: “Böylece her insan varlığını değişimler aracıyla sürdürür ya da bir tür tecimen durumuna gelir ve (sayfa 223) toplumun kendisi de tam anlamıyla tecimen bir toplumdur.” (Bkz. Destut de Tracy: “Toplum sürekli bir değişimler dizisidir, ve tecim de tüm toplumdur.”[36] … Sermayelerin birikimi işbölümü ile, işbölümü de sermayelerin birikimi ile artar.[37]
Adam Smith için bu kadar.
“Eğer her aile kendi tüketim nesnelerinin topunu kendisi üretseydi, hiç bir değişim olmasa da, toplum böylece de yürüyebilirdi; değişimlerin, temel olmasalar da, toplumlarımızın ilerlemiş durumunda zorunlu olduklarını biliyorum.[38] Emeklerin (işlerin) ayrılmasının insan güçlerinin ustaca bir kullanımı olduğu, sonuç olarak toplumun ürünlerini, yani onun erklik ve zevklerini artırdığı, ama bireysel olarak alınan her insanın yeteneğinden bir şey aldığı söylenebilir. Değişim olmaksızın üretim olamaz.”[39]
J. B. Say böyle der.
“İnsanın içinde bulunan güçler şunlardır: anlağı ve fiziksel çalışma anıklığı. Toplum durumundan türeyenler ise: çeşitli işleri insanlar arasında bölme ve dağıtma yeteneği … ile, bu araçları oluşturan karşılıklı hizmet ve ürünleri değişim yeteneğine dayanırlar… İnsanı, kendi hizmetlerini başkasına adamaya razı eden güdüler … bencilliktir, — insan … başkasına yapılmış hizmetler için bir ödül ister.[40] … Demek ki insanlar arasında değişimin kurulabilmesi için salt (exclusive) mülkiyet hakkının varlığı zorunludur.[41] … Sanayi bölümünün değişim ve değişimin bu bölünüm üzerindeki karşılıklı etkisi.[42]
Skarbek’in dediği de bu.
Mill gelişmiş değişimi, [yani -ç.] tecimi, işbölümünün bir sonucu olarak tasarlar.
İnsan eylemi çok yalın öğelere indirgenebilir. İnsan, gerçekte, hareket üretmekten başka bir şey yapamaz; şeyleri birbirlerine (sayfa 224) yaklaştırmak ya da uzaklaştırmak için, onların [XXXVII] yerini değiştirebilir; tüm geri kalanı da, maddenin özellikleri yerine getirirler…[43] Emeğin ve makinelerin kullanımında … birbirini engelleme eğilimi gösteren bütün işlemleri ayırıp, ne biçimde olursa olsun, birbirini kolaylaştırabilen işlemleri birleştirerek, çoğu kez sonuçların artırılabildikleri olur, genel olarak insanlar birçok çeşitli işlemi, küçük bir sayıdaki işlemi alışkanlık sonucu yapabildikleri aynı hız ve aynı ustalıkla yapamadıklarından, her bireye verilen işlemlerin sayısını elden geldiğince sınırlandırmak her zaman yararlıdır. İşi bölmek ve insan ve makine güçlerini en elverişli biçimde dağıtmak için, birçok durumda, büyük bir ölçek üzerinde çalışmak, ya da başka bir deyişle, zenginlikleri büyük yığınlar biçiminde üretmek zorunludur. Büyük yapımevlerini doğuran da işte bu üstünlüktür. Bu yapımevlerinden en uygun konumlar içine konmuş birkaçı, bazan bir değil, ama birçok ülkeyi, ürettikleri nesnelerden istenilen nicelikte azıklandırırlar.[44]
Mill’in dediği de işte bu.
Ama tüm modern iktisat, işbölümü ile üretim zenginliğinin, işbölümü ile sermaye birikiminin birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırdıkları olgusu üzerinde uyuşur, tıpkı en yararlı ve en geniş işbölümünü, ancak kurtulmuş, kendi başına bırakılmış özel mülkiyetin üretebileceği olgusu üzerinde uyuştuğu gibi.
Adam Smith’in açındırması şöyle özetlenebilir: İşbölümü emeğe sonsuz bir üretim yeteneği kazandırır. İşbölümü, herhalde raslansal olmayan, ama us ve dilin kullanılması aracıyla koşullandırılmış bulunan özgül olarak insanal bir eğilime, değişim ve alışveriş eğilimine dayanır. Değişimde bulunan kişinin devindirici gücü insanlık değil, ama bencilliktir. İnsanal yeteneklerin çeşitliliği, işbölümünün, yani değişimin nedeni olmaktan çok, sonucudur. Bu çeşitliliği yararlı kılan da, sadece değişimdir. Bir hayvanal türün (sayfa 225) çeşitli soylarının tikel nitelikleri, doğa tarafından, insanal yetenekler ve etkinlik çeşitliliğinden daha güçlü olarak belirtilmişlerdir. Ama hayvanlar değişim yapamadıklarından, aynı türden ama değişik soydan bir hayvanın değişik özgülüğü, hiç bir hayvan bireyine yaramaz. Hayvanlar kendi türlerinin değişik niteliklerini birbirlerine katamazlar; kendi türlerinin ortak yarar ya da rahatlığına hiç bir katkıda bulunamazlar. Çeşitli ürünlerini, herbirinin satın alabileceği ortak bir yığın biçiminde biraraya getirebildikleri için, en uyumsuz yetenek ve etkinlik biçimlerinin birbirlerine yararlı oldukları insan için durum böyle değildir. İşbölümü değişim eğiliminden doğduğu gibi, değişimin, pazarın genişliği ile büyür, aynı genişlik ile sınırlanır. İlerlemiş durumda, her insan tecimendir, toplum bir tecim toplumudur. Say, değişimi raslansal ve temel olmayan bir şey olarak görür. Toplum, varlığını onsuz da sürdürebilir. Değişim, toplumun ilerlemiş durumunda zorunlu duruma gelir. Gene de o olmadıkça üretim de olamaz. İşbölümü, toplumsal zenginlik bakımından kullanışlı ve yararlı bir araç, insanal güçlerin ustaca bir kullanılmasıdır, ama bireysel olarak alınmış her insanın yeteneğini azaltır. Bu son gözlem, Say’ın bir ilerlemesidir.
Skarbek, insanın içinde bulunan bireysel güçleri, anlak ve fiziksel emek eğilimini, toplumdan türemiş güçlerden, birbirlerini karşılıklı olarak koşullandıran değişim ve işbölümünden ayırır. Ama değişimin zorunlu koşulu özel mülkiyettir. Skarbek, burada, bencilliği, özel çıkarı, değişimin temeli, ya da alışverişi, değişimin özsel ve upuygun biçimi durumuna getirdikleri zaman, Smith’in, Say’ın Ricardo’nun vb. dediklerini, nesnel bir biçim altında dile getirir.
Mill, tecimi, işbölümünün sonucu olarak tasarlar. İnsanal etkinlik ona göre mekanik bir harekete indirgenir. İşbölümü ile makinelerin kullanılması, üretim zenginliğini artırır. Her insana elden geldiğince küçük bir işlem alanı (sayfa 226) verilmelidir. Kendi köşelerinden, işbölümü ile makinelerin kullanılması da yığınsal zenginliği, öyleyse üretimi koşullandırırlar. Büyük yapımevlerinin temelidir bu.—
[XXXVIII] İşbölümü ile değişimin incelenmesi son derece yararlıdır, çünkü bunlar, türsel etkinlik ve özsel güç olarak insan etkinliği ve özsel gücününgözle görülürcesine yabancılaşmış dışavurumudurlar.
İşbölümü ile değişmin özel mülkiyete dayandıklarını söylemek, emeğin özel mülkiyetin özü olduğunu olurlamaktan başka bir şey değildir — iktisatçının tanıtlayamayacağı ve bizim onun hesabına tanıtlayacağımız olurlama. Bir yandan, insanal yaşamın gerçekleşmek için özel mülkiyete gereksinme duymuş bulunduğu, ve öte yandan da şimdi özel mülkiyetin kaldırılmasını gereksindiği ikili kanıtı, işbölümü ile değişimin özel mülkiyet biçimleri oldukları olgusunun ta kendisine dayanır.
İşbölümü ve değişim, iktisatçının kendi biliminin toplumsal özlüğü ile kurum satması ve, bilinçsiz olarak, tek bir solukta biliminin çelişkisini, toplumun toplumsal olmayan özel çıkar tarafından kurulmasını dile getirmesi sorununu veren iki görüngüdür.
İncelememiz gereken yönler şunlardır: bir yandan —güdüsü bencillikte bulunan— değişim eğilimi, işbölümünün nedeni ya da dönüşlü sonucu olarak görülmüştür. Say, toplumun özü bakımından, değişimin temel olmadığını düşünür. Zenginlik, üretim, işbölümü ve değişim ile açıklanmıştır. İşbölümünün, bireysel etkinliğin yoksullaşması ve alçalmasına yolaçtığı kabul edilir. Değişim ile işbölümü, insanal yeteneklerin, yararlılığını değişim sayesinde bulan büyük çeşitliliğinin üreticileri olarak tanınmışlardır. Skarbek, üretim biçimlerini ya da insanın özsel üretken güçlerini, l° onun içinde bulunan bireysel güçler, anlakı ile emek yetenek ya da özgül eğilimi; 2° toplumdan —gerçek bireyden değil— türemiş bulunan güçler, işbölümü ile değişim [olmak üzere -ç.] (sayfa 227) iki parçaya böler. Ayrıca, işbölümü pazar ile sınırlandırılmıştır. — İnsanal emek yalın bir mekanik harekettir; özsel olan, nesnelerin maddi özgülükleri tarafından yapılmıştır. Bir bireye elden geldiğince az işlem vermek gerekir. Emeğin ayrılması ve sermayenin toplanması, bireysel üretimin önemsizliği ve yığınsal zenginlik üretimi. — Özgür özel mülkiyetin işbölümünde kavranması.[45] (sayfa 228)
[BURJUVA TOPLUMDA PARANIN ERKLİĞİ]
[XLI] Eğer insanın duyumları, tutkuları vb. sadece [dar][46] anlamda insanbilimsel belirlenimler değil, ama gerçekten özsel (doğal) varlıkbilimsel olurlamalar (afirmations) iseler — ve eğer ancak kendi nesnelerinin onlar için duyulur olması olgusu ile kendilerini gerçekten olurluyorlarsa, açıktır ki l° olurlamalarının biçimi kesenkes bir tek ve aynı biçim değildir, ama tersine, kendilerini olurladıkları ayrı biçim, varlıklarının, yaşamlarının özlüğünü oluşturur; nesnenin onlar için varolduğu biçim, her özgül zevkin kendine özgü özlüğünü oluşturur; 2° duyulur olurlamanın, nesnenin kendi bağımsız biçimi altında dolaysız kaldırılması olduğu yer (sayfa 229) (yeme, içme, nesnenin biçimlendirilmesi vb.) nesnenin olurlanmasıdır; 3° insanın insanal olduğu, öyleyse duyumunun da vb. insanal olduğu ölçüde, nesnenin bir başkası tarafından olurlanması da onun kendine özgü zevkidir; 4° insanal tutkunun varlıkbilimsel özü, kendi bütünsellik ve insanlığına, ancak gelişmiş sanayi aracıyla, yani özel mülkiyetin orta terimi aracıyla erişir; insan bilimi, demek ki insan tarafından kendini pratik olarak göstermenin bir ürününden başka bir şey değildir; 5° —kendi yabancılaşmasından kopmuş— özel mülkiyetin anlamı, zevk nesneleri olduğu kadar etkinlik nesneleri olarak da, insan için özsel nesnelerin varoluşudur.
Demek ki para, her şeyi satın alma niteliğine sahip olarak, tüm nesneleri temellük etme niteliğine sahip olarak, üstün eldecilik (possession, tasarruf) olarak nesnedir. Niteliğinin evrenselliği, özünün sonsuz erkidir. Öyleyse sonsuz erk olarak görünür… Para, gereksinme ile nesne arasında, insanın yaşam ile geçim aracı arasında aracıdır. Ama benim yaşamıma orta terim işini gören şey, benim için öteki insanların varlığına da orta terim işini görür. O, benim için öteki
“Hay kör şeytan! Ellerinin de ayaklarının da
Kafanın da kıçının da senin oldukları açık;
Ama sevine sevine zevkine vardığın tüm bu şeyler
Bu yüzden daha mı az benim?
Eğer altı damızlık atın parasını verirsem,
Onların güçleri benim güçlerim olmaz mı?
Hızla gidenim ve zengin bir beyim ben,
Sanki yirmidört ayağım, varmış gibi.”
Gœthe, Faust (Méhistophélés)[47]
Atinalı Timon’da Shakespeare:[48]
Altın! Sarı, pırıl pırıl, değerli altın! Hayır, gök tanrıları, ben hafifmeşrep aşık değilim… (sayfa 230) Şu azıcık altın, akı kara, güzeli çirkin, haklıyı haksız, soyluyu soysuz, genci yaşlı, yiğidi alçak kılmaya yeter… Bu altın sizin rahip ve hizmetkarlarınızı mihraplarınızdan uzaklaştıracak, cançekişenlerin başı altından başyastığını çekip alacak; bu sarı köle antları tutturup bozduracak, kargışlıları kutsayacak, cüzamlıya taptıracak, hırsızlara senatörler sırası üzerinde yer, şan, saygı ve övgü kazandıracaktır; iki gözü iki çeşme dulu yeniden evlenmeye götüren de odur. Bir iğrenç, yaralar hastanesinde memelerini kestirecek kadını, altın güzel kokular sürer, mis gibi yapar, yeni baştan bir nisan gününe çevirir onu. Hadi, kargışlı maden, tüm insanlığın orta malı orospu, sen ki uluslar arasına anlaşmazlık sokarsın…”[Eriş Yayınlarının Notu]
Ve daha ilerde:[49]
“Ey sen, tatlı kral katili, baba ve oğul arasında sevgili ayırma görevlisi, Hymen’in tertemiz yatağının parlak kirleticisi, her zaman genç, taze, ince, sevimli, baştancıkarıcı, yiğit Mars, gözkamaştırıcı parlaklığı Diana’nın kucağını kaplayan kutsal karı eriten sen, uyuşmazlar[50] topluluğunu kaynaştırıp onları birbiriyle öpüştüren görünür tanrı[50] sen, bütün ağızlarda [XLII] ve bütün anlamlarda konuşan sen, yüreklerin denek taşı, insanlığa, kölene, başkaldırmış gibi davran, ve, hayvanların dünya egemenliğini ellerine geçirmeleri için, kendi etkililiğin ile onları kendilerini yokedecek[50] kavgalar içine at.”[Eriş Yayınlarının Notu]
Shakespeare paranın özünü yetkin bir biçimde betimler. Bunu anlamak için, önce Gœthe’nin parcasını açıklamakla başlayalım.
Para sayesinde benim için olan şey, ödeyebildiğim, yani paranın satın alabildiği şey, ben kendimin, para sahibi olan ben. Paranın gücü ne kadar büyükse, benim gücüm de o kadar büyüktür. Paranın nitelikleri, benim niteliklerim ve özsel güçlerimdirler — onun sahibi olan benim. Ne olduğum ve ne olabileceğim demek ki hiç de benim bireyselliğim tarafından belirlenmemiştir. Ben çirkinim, ama en güzel kadını satın alabilirim. Demek ki ben çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi, itici gücü, para tarafından yokedilmiştir. Bireyselliğim (sayfa 231) bakımından, ben kötürümüm, ama para bana yirmidört ayak sağlar; öyleyse kötürüm değilim; ben kötü, namussuz, vicdansız, kafasız bir insanım, ama para saygındır, öyleyse sahibi de; para en yüksek iyiliktir, öyleyse sahibi de iyidir, para beni ayrıca namussuz olma güçlüğünden de kurtarır; bunun sonucu beni dürüst sayarlar; ben kafasızım ama para her şeyin gerçek tinidir, nasıl olur da sahibi kafasız olabilir? Üstelik, para tinsel erk sahibi insanları satın alabilir ve kafa adamları üzerinde erklik sahibi olan kişi, kafa adamından daha tinsel erk sahibi değil midir? Para aracıyla bir insan yüreğinin özlediği her şeyi yapabilen ben, tüm insanal erkliklere sahip değil miyim? Öyleyse benim param benim tüm yeteneksizliklerimi kendi karşıtlarına dönüştürmüyor mu?
Eğer para beni insanal yaşama, toplumu bana ve beni doğa ve insana bağlıyorsa, o bütün bağların bağı değil midir? Bütün bağları çözüp bağlayamaz mı o? Bunun sonucu evrensel ayırma aracı da değil mi? O, gerçek birlik aracı, toplumun evrensel[51] kimyasal gücü olduğu gibi, gerçek bozuk paradır da.[52]
Shakespeare özellikle paranın iki özgülüğünü vurgular: l° Görünür tanrısallık, tüm insanal ve doğal niteliklerin kendi karşıtlarına dönüşümü, şeylerin karışıklık ve evrensel bozulmasıdır o; olanaksızlıkları bağdaştırır.
2° Evrensel kibar orospu, insanların ve halkların pezevengidir.
Paranın tüm insanal ve doğal nitelikleri bozup karıştırması, olanaksızlıkları bağdaştırması —tanrısal güç— onun, insanların yabancılaşmış, yabancılaştıran ve yabancılaşan türsel özü olarak özünde içerilmişlerdir. İnsanlığın yabancılaşmış erkliğidir o. (sayfa 232)
İnsan olarak yapamadığım şeyi, demek ki benim tüm özsel, birey yeteneklerimin yapamadıkları şeyi, para aracıyla yapabilirim. Demek ki para bu özsel güçlerden herbirini, aslında olmadığı bir şey durumuna getirir: yani onu kendi karşıtı yapar.
Eğer canım bir şeyi yemek istiyor ya da yaya yürümek için yeterince güçlü olmadığımdan posta arabasına binmek istiyorsam, para bana yiyeceği de posta arabasını da sağlar, yani benim isteklerimi tasarımlar olmaktan çıkarır, onları düşünülmüş, betimlenmiş, istenmiş varoluşlarından, duyulur, gerçekgerçekten yaratıcı güçtür.
Talep, parası olmayan kişi için de vardır, ama onun talebi, benim üzerimde, bir üçüncü kişi üzerinde, öbürleri üzerinde [XLIII] etkisi, varoluşu olmayan, öyleyse benim için gerçek dışı nesnesiz kalan arı bir tasarım varlığıdır. Paraya dayanan, gerçek talep ile, gereksinmeme, tutkuma, isteğime vb. dayanan talep arasındaki ayrım, Varlık ile Düşünce, bende varolan yalın tasarım ile, benim dışımda, benim için olduğu biçimiyle, gerçekten nesne olarak tasarım arasındaki ayrımdır.
Eğer yolculuk için param yoksa, gereksinmem de, yani gerçek ve yolculuğu gerçekleştiren gereksinmem de yoktur. Eğer bilimsel çalışma eğilimim var, ama bu işi yapmak için param yoksa, bilimsel çalışma eğilimim de, yani etkin, gerçek eğilimim de yoktur. Buna karşılık, bilimsel çalışma eğilimim gerçekten yoksa, ama bu iş için iradem ve param varsa, üstelik gerçek bir eğilimim de vardır. Para, —insan olarak insandan ve toplum olarak insanal toplumdan gelmeyen evrensel, dışsal araç ve erklik—, tasarımı gerçekliğe ve gerçekliği yalın tasarıma dönüştürme araç ve erkliği, insanın gerçek ve doğal özsel güçlerini, salt soyut tasarım ve bunun sonucu yeteneksizlikler durumuna, acı veren kuruntular (sayfa 233) durumuna dönüştürdüğü kadar, öte yandan gerçekyeteneksizlikler ve kuruntuları, bireyin sadece imgeleminde varolan gerçekten erksiz özsel güçleri de, gerçek özsel güçler ve erklik durumuna dönüştürür. Daha şimdiden bu tanıma göre, bireysellikleri kendi karşıtı durumuna getiren ve onlara kendi öz nitelikleri ile çelişen nitelikler veren şey, demek ki bireyselliklerin genel bozulmasıdır para.
O zaman para, kendisi için özler (e s s e n c e s pour soi) olduklarını ileri süren bireye ve toplumsal bağlara vb. karşı, o bozulma erkliği olarak da görünür. Sadakati sadakatsizlik, sevgiyi nefret, nefreti sevgi, erdemi kusur, kusuru erdem, uşağı eflendi, efendiyi uşak, aptallığı zeyreklik, zeyrekliği aptallık durumuna dönüştürür.
Varolan ve görünen değer kavramı olan para, her şeyi karıştırıp değişime soktuğuna göre, her şeyin evrensel karışıklık ve yer ve görev değişimi, öyleyse tersine çevrilmış dünya, tüm doğal ve insanal niteliklerin karışıklık ve yer ve görev değiştirmesidir.
Yiğitliği satın alabilen kişi, korkak da olsa, yiğittir. Para, belirli bir nitelik, belirli bir, şey, insanın özsel güçleri ile değil; ama insan ve doğanın tüm nesnel dünyası ile değişildiğine göre, demek ki —sahibi bakımından— her niteliği her öbür nitelik ile değiştirir — ve kendi karşıt nitelik ve karşıt nesnesini de; o, olanaksızlıkların bağdaşmasıdır. Çelişen şeyi kucaklamaya zorlar.
Eğer sen insanı insan olarak ve onun dünya ile ilişkisini de insanal bir ilişki olarak görürsen, sevgiyi ancak sevgi ile, güveni ancak güven ile vb. değiştirebilirsin. Eğer sanattan zevk almak istersen, sanat kültürüne sahip bir insan olman gerekir; eğer öbür insanlar üzerinde etkili olmak istersen, öbür insanlar üzerinde gerçekten canlandırıcı ve uyarıcı bir etkisi bulunan bir insan olman gerekir. İnsan ile —ve doğa ile— ilişkilerinin herbiri, senin gerçek bireyselbelirli bir belirtisi (sayfa 234) olmalıdır. Eğer sen karşılıklı sevgi uyandırmadan seversen, yani seven insan olarak senin dirimsel belirtin ile sen kendini sevilen insan durumuna dönüştürmüyorsan, senin aşkın da bir mutsuzluktur. (sayfa 235)