[HEGEL DİYALEKTİĞİNİN VE GENEL OLARAK HEGEL FELSEFESİNİN ELEŞTİRİSİ]
6. Açındırılmış bulunan fikirleri açıklamak ve doğrulamak için, genel olarak Hegel diyalektiği ve özel olarak da bunun Görüngübilim ve Mantık’taki açıklaması üzerine, son olarak modern eleştirel hareketin Hegel ile ilişkisi üzerine bazı bilgiler vermenin uygun düşeceği zaman ve yer,[53] belki burasıdır.
Modern Alman eleştirisi, eski dünyanın içeriği ile öylesine uğraşmış, konusu içinde kösteklenip kalmış olmasına (sayfa 236) karşın, öylesine bir güç ile olgunlaşmıştır ki, bundan, eleştirel yöntem karşısında tam bir eleştirel davranış yokluğu ve görünüşte biçimsel, ama gerçekte özsel bir soru olan: Hegel diyalektiği ile ilişkimiz nedir? sorusu karşısında tam bir bilinçsizlik sonucu çıktı. Bilinçsizlik —modern eleştirinin genel olarak Hegel felsefesi ve özel olarak diyalektiği ile ilişkileri konusunda— öylesine büyüktür ki, Strauss[54] ve Bruno Bauer gibi eleştiriciler, birincisi büsbütün, ikincisi (Strauss ile karşıtlık durumunda, “soyut doğa”nın tözü yerine, soyut insanın “kendinin bilinci”ni geçirdiği) Sinoptikler’inde[55] ve hatta Örtüsü Kaldırılmış Hıristiyanlık’ta[56] bile, hiç olmazsa gücül olarak, Hegel mantığı içinde kösteklenip kalmışlardır. Böylece, örneğin Örtüsü Kaldırılmış Hıristiyanlık’ta şöyle okuyoruz: “Sanki kendinin bilinci, dünyayı koyarken, ayrımı koyarken, ve ürettiği şey içinde kendi kendini üretirken, çünkü o doğurduğu şey ile kendisi arasındaki ayrımı yeniden ortadan kaldırır, çünkü o sadece doğurma eylemi ve kendi öz hareketi içindedir — sanki bu kendinin bilincinin ereği bu hareket içinde değilmiş gibi, vb.”.[57] Ya da: “Onlar (Fransız materyalistleri), Evren hareketinin, ancak kendinin bilincinin hareketi olarak gerçekten kendisi için durumuna gelmiş ve kendinin bilinci aracıyla kendi kendisi ile birliğe erişmiş bulunduğunu henüz kavrayamamışlardır”[58] Bu anlatımlar, hegelci görüşün sözlüğünden bile ayrılmaz, ama tersine onu sözcüğü sözcüğüne yinelerler.
[XII] Eleştiriye girişirken (Bauer, Sinoptikler), bu kişilerin hegelci diyalektik ile ilişkilerinin ne kadar az bilincinde (sayfa 237) olduklarını, hatta maddi eleştiri eylemi bir kez tamamlandıktan sonra bile, bu bilincin ne kadar az doğmuş bulunduğunu, İyi Özgürlük Davası[59] adlı kitabında, Bay Gruppe’nin: “Peki şimdi Mantık ne olacak?” yolundaki patavatsız sorusunu, geleceğin eleştiricilerine havale ederek bir yana bıraktığı zaman, Bauer gösterir.
Ama hatta şimdi, Feuerbach —Anekdota’lardaki Tezler’inde[60] olduğu kadar, Geleceğin Felsefesi’nde[61] de ayrıntılı bir biçimde— eski diyalektik ve eski felsefeyi kökünden yıktıktan sonra bile, buna karşı bu işi yapmakta yeteneksiz, ama onun yapıldığını görmüş bulunan o ünlü eleştiri, arı, kesin, mutlak eleştiri ilan edildikten sonra bile, kendi tinselci gururu içinde, bu eleştiri tüm tarih hareketini, kendisi ile, dünyanın —kendisi karşısında “yığın”[62] kategorisi içine giren— geri kalan bölümü arasındaki ilişkiye indirgedikten ve tüm dogmatik karşıtlıkları kendi öz bilgeliği ile dünyanın budalalığı arasındaki, eleştirici İsa ile “yığın” olarak insanlık arasındaki tek dogmatik karşıtlık biçiminde çözdükten sonra bile, yığının kafa yoksulluğunu tanıtlayarak, her gün ve her saat, kendi öz yetkinliğinin kanıtını gösterdikten sonra bile, herbiri kendisine kendi yoksulluk belgesinin verildiğini gören kümeler biçiminde ondan ayrılmış bulunan[63] tüm gerileyici (décadente) insanlığın kendi karşısında toplanacağı (sayfa 238) günün yaklaştığını açıklayarak, sonunda eleştirel son yargı gününü haber verdikten sonra bile, insanal duyguların ve dünyanın üzerindeki, sadece yüce bir yalnızlık içindeki tahtından, üstünde zaman zaman alaycı dudaklarının düzeyinde Olimpos tanrılarının gülüşünü çınlattığı dünyanın üzerindeki yüksekliğini kağıtlara bastırdiktan sonra bile, — eleştiri biçimi altında cançekişen idealizmin (“genç-hegelciler”in) bütün bu eğlendirici el-kol sallamalarından sonra bile, bu eleştiri, kendi anası olan Hegel diyalektiği ile eleştirel bir açıklamaya sahip olma zorunluluğuna en uzak bir anıştırmada bile bulunmamış, hatta Feuerbach diyalektiği karşısındaki eleştirel davranışı üzerine bile [hiç bir] bilgi verememiştir. İşte kendi kendisine karşı eleştiriden büsbütün yoksun bir davranış.
Feuerbach, hegelci diyalektik karşısında ciddi, eleştirel bir davranışa sahip ve bu alanda gerçek buluşlar yapmış bulunan tek kişidir; kısacası eski felsefenin gerçek yenicisi (vainqueur) odur. Yapmış bulunduğu şeyin büyüklüğü ve bu büyüklüğü dünyaya sunuşundaki ölçülü yalınlık, öbürlerinin tersine davranışları ile şaşırtıcı bir karşıtlık gösterir.
Feuerbach’ın büyük eylemi şudur: l° felsefenin, fikirler biçimi altına konmuş ve düşünce tarafından açındırılmış dinden başka bir şey olmadığını;[64] insan yabancılaşmasının bir başka biçimi ve bir başka varoluş biçiminden başka bir şey olmadığını; öyleyse bir o kadar kınanabilir olduğunu tanıtlamış bulunmak;
2° “İnsandan insana” toplumsal ilişkiyi kuramın temel ilkesi durumuna getirerek, gerçek maddecilik ve gerçek bilimi kurmuş bulunmak;[65] (sayfa 239)
3° [ve bunları -ç.] mutlak olumlu, kendisi üzerine olumlu olarak temellenmiş ve kendisi üzerine dayanan varlık olduğunu ileri süren yadsımanın yadsınmasına karşı çıkarak [yapmak -ç.].[66]
Feuerbach, HegeI diyalektiğini işte şöyle açıklar —(ve olumludan, duyulur kesinlikten yola çıkılmasını da böyle temellendirir)—:
Hegel, tözün yabancılaşmasından (Mantık terimleri ile: sonsuzdan, soyut evrenselden), mutlak ve hareketsiz soyutlalamadan — yani halk diliyle söylenirse, dinden ve tanrıbilimden yola çıkar.
İkinci olarak: Sonsuzu kaldırır; Gerçeği, duyuluru, sonluyu, sonluyu, tikeli koyar (felsefe, din ve tanrıbilimin kaldırılması).
Üçüncü olarak: sırası gelince olumluyu kaldırır: soyutlamayı, sonsuzu yeniden kurar. Dinin ve tanrıbilimin yeniden kurulması.
Feuerbach için yadsımanın yadsınması demek ki felsefenin kendi kendisi ile çelişkisinden tanrıbilimi (aşkın, vb.) yadsıdıktan sonra doğrulayan, öyleyse onu kendi kendisi ile karşıtlık durumunda olurlayan felsefeden başka bir şey değildir.[67]
Olumlu olurlama ya da yadsımanın yadsınmasında (sayfa 240) içerilmiş bulunan kendini olurlama ve doğrulama, henüz kendi kendinden güvenli olmayan, demek ki kendi karşıtının etkisi altında kalmış, kendi kendinden kuşkulu, demek ki kanıt gereksinmesi duyan bir şey olarak, kendi varoluşu ile kendi kendini tanıtlamayan bir şey olarak, kabul edilmemiş bir şey olarak tasarlanmıştır, [XIII] ve duyulur kesinliğin kendi üstüne kurulu olumlu olurlaması öyleyse doğrudan doğruya ve dolayımsız olarak ona karşı çıkar.[67*]
Ama Hegel, yadsımanın yadsınmasını —tek gerçek olumlu olarak içerdiği olumlu yön altında— tek gerçek eylem olarak ve tüm varlığın kendini belirtme eylemi olarak içerdiği olumsuz yön altında gözönünde tutarak, henüz önceden verilmiş özne olarak insanın gerçek tarihi olmayan, ama sadece insanın doğurma eylemi, doğum tarihi olan tarihin hareketinin soyut, mantıksal, kurgusal dışavurumundan başka bir şey bulmamıştır. — Biz, bu hareketin hem Hegel’deki soyut biçimini hem de ona özgü olan ve onu modern eleştiriye, Feuerbach’ın Hıristiyanlığın Özü’ndeki aynı sürecine karşı çıkaran ayrımını açıklayacak, ya da daha doğrusu bu hareketin Hegel’de henüz eleştirel olmayan eleştirel biçimini açıklayacağız.
Hegel sistemine bir gözatalım. Hegel felsefesinin gerçek kaynak ve gizemi olan Görüngübilim ile başlamak gerekiyor. (sayfa 241)
GÖRÜNGÜBİLİM[69]
A. — K e n d i n i n B i l i n c i
I. Bilinç. a) Duyulur kesinlik ya da şu ve benim şu ereğim. b) Algı ya da özgülükleri ile birlikte şey ve yanılsama. c) Güç ve anlık, görüngü ve duyulur-üstü dünya.
II. Kendinin bilinci. Kendinin kesinliğinin doğruluğu. a) Kendinin bilincinin bağımsızlık ve bağımlılık, egemenlik ve bağımlılık. b) Kendinin bilincinin özgürlüğü. Stoacılık, kuşkuculuk, mutsuz bilinç.
III. Us. Usun kesinlik ve doğruluğu. a) Gözlem yapan us; doğanın ve kendinin bilincinin gözlemlenmesi. b) Ussal kendinin bilincinin kendi öz etkinliği ile edimselleşmesi. Zevk ve zorunluluk. Yürek yasası ve kendini beğenme taşkınlık. Erdem ve dünyanın gidişi. c) Kendini kendinde ve kendisi için gerçek bilen bireysellik. Hayvanal tin dünyası ve aldatma ya da şeyin kendi. Yasamacı us. Yasaları inceleyen us.
B. — T i n
I. Doğru tin; aktörel düzen
II. Kendi kendine yabancılaşmış tin, kültür
III. Kendinden kuşkusuz tin: sağtörelilik.
C. — D i n
Doğal din. Estetik din. Açımlanmış din.
D. — M u t l a k b i l g i
Hegel’in Ansiklopedi’si[70] mantık ile, salt kurgusal düşünce ile başlayıp, mutlak bilgi ile, felsefi ya da mutlak, yani (sayfa 242) insanüstü ve soyut, kendi bilincinde olan ve kendi kendini kavrayan tin ile bittiğinden, kendi bütünselliği içinde, felsefi tinin açılmasından, kendini nesnelleştirmesinden başka bir şey değildir; felsefi tin, kendinin yabancılaşmasından çıkmaksızın, kendini anlıkla, yani soyut olarak kavrayan yabancılaşmış dünya tininden başka bir şey değildir. Mantık, tinin parası, insanın ve doğanın düşünülmüş, kurgusal değeridir — tüm gerçek ve bundan ötürü de gerçek dışı belirlenime büsbütün kayıtsız duruma gelmiş özü — yabancılaşmış, demek ki doğayı ve gerçek insanları bir yana bırakan düşünce: soyut düşüncedir. — Bu soyut düşücenin dışsallığı … bu soyut düşünce için olduğu biçimiyle doğa. O [doğa -ç.] tinin dışındadır, tinin kendi kendini yitirmesidir; ve tin de onu dışardan soyut bir düşünce, yabancılaşmış soyut düşünce olarak kavrar — son olarak tin, o kendi öz kaynağına dönen, insanbilimsel, görüngübilimsel, ruhbilimsel, sağtörel, sanatsal, dinsel biçim altında, sonunda kendi kendini mutlak bilgi, ve bunun sonucu mutlak, yani soyut tin olarak bulana kadar, kendi kendine uygun düşene ve kendine uygun bilinçli varoluşu kazanana kadar, kendisi için olduğunu hiç düşünmeyen düşünce. Çünkü tinin gerçek varoluşu soyutlamadır.—
Hegel’de ikili yanılgı.
Birincisi, en açık biçimde, Hegel felsefesinin kökensel kaynağı olan Görüngübilim’de görünür. Hegel, örneğin zenginliği, devlet erkliğini vb., insanaları, yani soyut felsefi düşüncenin bir yabancılaşmasıdır bunlar. Bu nedenle tüm hareket mutlak bilgi ile sona erer. Bu nesnelerin yabancılaşması oldukları, ve gerçeklik olduklarını ileri sürerek korkusuzca saldırdıkları şey, soyut düşüncenin ta kendisidir. Filozof —yabancılaşmış insanm soyut biçiminin ta kendisi— kendini yabancılaşmış dünyanın (sayfa 243) ölçüsü sayar. Bu nedenle tüm, yabancılaşma tarihi ve bu yabancılaşmanın tüm onarımı, soyut, yani mutlak düşüncenin, kurgusal mantıksal düşüncenin üretim tarihinden [XVII] başka bir şey değildirler. Bu yoksunlaşma ve onun kaldırılmasının, demek ki asıl önemli yanını oluşturan yabancılaşma, düşüncenin kendi içinde, Kendinde ile Kendisi İçin, bilinç ile kendinin bilinci, nesne ile özne karşıtlığıdır, yani soyut düşünce ile duyulur gerçeklik ya da gerçek duyulur karşıtlığı. Tüm öbür karşıtlıklar ve onların hareketleri, o öbür karşıtlıkların, yabancı karşıtlıkların anlamını oluşturan tek ilginç karşıtlıklar olan bu karşıtlıkların görünüşünden, dış görünüşünden, dışrak biçiminden başka bir şey değildirler. Yabancılaşmanın konulmuş ve kaldırılacak özü olarak görünen şey, insanal varlığın, kendi kendine karşıt olarak, insanal- olmayan biçimde nesnelleşmesi değil, ama soyut düşünceden ayrılarak ve ona karşıt olarak nesnelleşmesidir.
[XVIII] bunun sonucu, insanın, nesneler, ve yabancı nesneler durumuna gelmiş bulunan özsel güçlerinin temellükü, ilkin bilinçte, arı düşüncede, yanisoyutlamada olup biten bir temellüküdür, bu nesnelerin düşünceler ve düşünce hareketleri niteliğiyle temellüküdür ve temellük; bu nedenle daha Görüngübilim’de —dipten doruğa olumsuz ve eleştirel görünümüne karşın ve içerdiği ve daha sonraki açındırmayı çoğu kez geniş ölçüde önceleyen eleştiriye karşın— Hegel’in daha sonraki üretimlerinin eleştirel olmayan olguculuğu ile gene eleştirel olmayan idealizmi —varolan deneysel gerçekliğin o felsefi ayrıştırma ve yeniden kurulması— daha o zamandan gizli, tohum olarak varolan, gücül durumda ve giz olarak, görülür. İkinci olarak. Nesnel dünyanın insana dönüş istemi, — örneğin duyulur bilincin soyut olarak duyulur bir bilinç değil, ama insanal olarak duyulur bir bilinç olduğunu, dinin, zenginliğin vb., insanalinsanal gerçekliğe götüren yoldan (sayfa 244) başka bir şey olmadıklarınım kabul etmek, — bu sürecin temellük ya da kavranması, demek ki, Hegel’de, duyulur dünyanın, dinin, devlet erkliğiniri vb., tinsel özler olmaları biçiminde görünür — çünkü sadece tin insanın gerçek özüdür ve gerçek tin biçimi de düşünen tin, kurgusal mantıksal tindir. Doğanın ve tarih tarafından oluşturulan doğanın, insan ürünlerinin insanal özlüğü, onların soyut tinin ve bunun sonucu, bu ölçü içinde, tinin uğraklarının, düşünülmüş varlıklarınürünleri olmalarında görünür. Bu nedenle Görüngübilim gizli, henüz kendi başına karanlık ve yalanlaştırıcı (mystifiante) eleştiridir, ama insanın yabancılaşmasınıtüm öğelerinin gizli olarak varoldukları görülür, ve bunlar çoğu kez hegelci görüş açısını çok aşan bir biçimde hazırlanmış ve geliştirilmiş bulunurlar. “Mutsuz bilinç”, “dürüst bilinç”, “soylu bilinç ile soysuz bilinç” arasındaki savaşım vb., bu kesimlerin herbiri, —henüz yabancılaşmış bir biçim altında da olsa— din, devlet, uygar yaşam vb. gibi koca koca alanların eleştiri öğelerini içerirler. Ve öz, nesne, nasıl onun için her zaman düşünülmüş öz ise, özne de aynı biçimde her zaman bilinç ya da kendinin bilincidir, ya da daha doğrusu nesne ancak soyut bilinç ve insan da kendinin bilinci olarak görünür. Bu nedenle Görüngübilim’de görünen çeşitli yabancılaşma biçimleri, bilincin ve kendinin bilincinin çeşitli biçimlerinden başka bir şey değildirler. Nesnenin kavranma biçimi olan soyut bilinç, kendinde nasıl ki kendinin bilincinin bir ayrımlaşma uğrağından başka bir şey değilse, kendinin bilinci ile bilincin özdeşliği, mutlak bilgi, soyut düşüncenin artık dış yönünde değil, ama sadece kendi içinde oluşan hareketi de hareket sonucu olarak tıpkı öyle elde edilir, yani sonuç olarak arı düşünce diyalektiği elde edilir.
[XXIII] Hegel’in Görüngübilim’i ile onun sonal (final) sonucunun —itici ve yaratıcı ilke olarak olumsuzluk (sayfa 245) diyalektiği— büyüklüğü, demek ki bir yandan Hegel’in, insanın kendisi tarafından üretimini bir süreç olarak, nesnelleşmeyi nesnelsizleşme olarak, yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın kaldırılması olarak kavramasına; demek ki emeğin özünü kavramasına ve gerçek (réel) olduğu için nesnel, doğru (veritable) olan insanı da, kendi öz emeğinin sonucu olarak tasarlamasına dayanır. İnsanın kendi kendisi ile türsel varlık olarak etkin gerçek ilişkisi ya da gerçek türsel varlık olarak, yani insanal varlık olarak kendini göstermesi, ancak insan kendi tüm tinsel güçlerini yaratma ile gerçekten dışlaştırdığı —bu da ancak tarihin sonucu olarak, insanların toplu etkinliği etkisi ile olabilir—, bu güçler karşısında nesneler karşısındaymış gibi davrandığı için olanaklıdir, ki bu da ilkin ancak yabancılaşma biçimi altında olanaklıdır.
Şimdi Görüngübilim’in son bölümünü, mutlak bilgiyi —aynı zamanda hem Görüngübilim’in özetlenmiş özünü, hem kurgusal diyalektik ile ilişkisini, ve hem de Hegel’in bir yandan bu ikisi, ve öte yandan karşılıklı ilişkileri üzerinde sahip bulunduğu bilinci içeren bölüm— irdeleyerek, Hegel’in darlık ve sınırlılığını ayrıntılı bir biçimde açıkyacağız.
Öncelemek için, geçici olarak şundan çoğunu söylemeyeceğiz: Hegel, modern ekonomi politiğin bakış açısında yer alır. O, emeği öz olarak, insanın doğruluğu gösterilmiş özü olarak kavrar; emeğin sadece olumlu yönünü görür ve olumsuz yönünü görmez. Emek, insanın, yabancılaşma içinde ya da yabancılaşmış insan olarak, kendisi için oluşudur. Hegel’in bildiği ve kabul ettiği tek emek, tinin soyut emeğidir. Kısacası, demek ki, felsefenin özünü oluşturan şeyi, kendinin bilgisine sahip insanın yabancılaşmasını ya da kendi kendini düşünen yabancılaşmış bilimi, Hegel emeğin özü olarak kavrar ve bu nedenle, daha önceki felsefe karşısında, onun çeşitli uğraklarını biraraya getirip kendi felsefesini tek Felsefe olarak sunabilir. Öbür filozofların yaptıkları şeyi, —doğanın ve insanal yaşamın çeşitli uğraklarını kendinin (sayfa 246) bilincinin, ve üstüne üstlük soyut kendinin bilincinin uğrakları olarak kavramak— Hegel felsefesinin eylemibilir. Bu nedenle, bilimi mutlaktır.
Şimdi konumuza geçelim.
Mutlak Bilgi. Görüngübilimin son bölümü.
Özsel fikir, bilinç nesnesinin, kendinin bilincinden başka bir şey olmaması, ya da nesnenin ancak nesnelleşmiş kendinin bilinci, nesne olarak bilinç olduğudur. (İnsanı koymak = kendinin bilinci.)
Öyleyse bilinç nesnesini aşmak gerekir. Nesnellik olarak nesnellik, insanın yabancılaşmış bir ilişkisi, insanal öze, kendinin bilincine uygun düşmeyen bir ilişkidir. Yabancılaşma belirlenimi içinde, insanın, yabancı olarak oluşturulmuş nesnel özünün yeniden temellükü, demek ki sadece yabancılaşmanın değil, ama nesnelliğin de kaldırılması anlamına gelir; yani demek ki, insan, nesnel- olmayan, tinselci (spiritualiste) bir varlıktır.
Hegel, bilinç nesnesinin aşılması hareketini işte şöyle betimler:
Nesne, sadece (ve bu, Hegel’e göre, bu hareketin tek yönlü —demek ki yönlerden ancak birini kavrayan— görüşüdür) Kendi içinde dönen bir şey olarak görünmez.[71] İnsan, Kendine eşit olarak konulmuştur. Ama Kendi, soyut olarak kavranmış ve soyutlama ile oluşturulmuş insandan başka bir şey değildir. İnsan, Kendi doğasındandır.[72] Gözü, kulağı, vb., (sayfa 247) kendi doğasındandırlar; özsel güçlerinden herbirinin insanda Kendi[73] niteliği vardır. Ama bundan ötürü: kendinin bilincinin gözleri, kulakları, özsel güçleri vardır demek, çok yanlıştır. insanal doğa kendinin bilincinin bir niteliği değil, daha çok kendinin bilinci insanal doğanın, insanal gözün vb. [XXIV] bir niteliğidir.
Soyut ve kendisi için saptanmış Kendi, soyut bencil olarak insan, kendi salt soyutlamasına, düşünceye yükseltilmiş bencilliktir. (Bu konuya gene döneceğiz.)
Hegel için, insanal öz, insan, kendinin bilincine eşittir. Bunun sonucu, insanal özün tüm yabancılaşması, kendinin bilincinin yabancılaşmasından başka bir şey değildir. Kendinin bilincinin yabancılaşması, insanal özün gerçek yabancılaşmasının, düşünce ve bilgide yansıyan dışavurumu değildir. Tersine, somut olarak görünen gerçek yabancılaşma, en içten —ve sadece felsefe tarafından aydınlatılmış— gizli özüne göre, gerçek insanal özün yabancılaşmasının, kendininbilincinin yabancılaşmasının belirtisinden başka bir şey değildir. Bu nedenle, bunu kavrayan bilime Görüngübilim adı verilir. Yabancılaşmış nesnel özün tüm yeniden temellükü demek ki kendinin bilincinde bir bütünleşme olarak görünür; kendi özüne egemen olan insan, nesnel özü egemen olan kendinin bilincinden başka bir şey değildir. Nesnenin Kendi içinde dönüşü, demek ki nesnenin yeniden temellüküdür.
Evrensel bir biçirnde dile getirildiğinde, bilinç nesnesinin aşılması şuna dayanır:
l° Nesne olarak nesne, kendini, bilince yokolmak üzere bulunan bir şey olarak sunar; 2° şeyliği (choséité) koyan şey, kendinin bilincinin yabancılaşmasıdır; 3° bu yabancılaşmanın olumsuz değil, olumlu bir anlamı da vardır; 4° o bu anlama yalnız bizim için ya da kendinde değil, ama kendisi için de sahiptir; 5° onun için,[74] nesnenin olumsuzunun ya da onun (sayfa 248) kendi kendini kaldırışının (autosuppression) olumlu bir anlamı vardır, başka bir deyişle, kendinin bilinci, kendi kendine yabancılaştığı için nesnenin bu hiçliğini bilir, çünkü bu yabancılaşmada o kendi kendini nesne olarak koyar, ya da, kendisi- için- Varlık’ın bölünmez birliği gereğince, nesneyi kendi kendisi olarak koyar. 6° Öte yandan bu, onun bu yabancılaşma ve bu riesnelliğe kendinde sahip olmuş, kaldırmış ve onarmış bulunduğu ve bunun sonucu kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığı olarak kendi yanında olduğu o öbür uğrağı da içerir. 7° Bilinç hareketi böyledir ve demek ki o uğraklarının bütünselliğidir. 8° O aynı biçimde nesneye onun belirlenimlerinin bütünselliğine göre uygun gelmeli ve onu böylece onlar içinden herbirine göre kavramış olmalıdır. Belirlenimlerinin bu bütünselliği kendinde nesneyi tinsel öze yükseltir ve, bilinç için, bu gerçekte tikel belirlenimlerinden herbirinin Kendi olarak kavranması ya da onlara karşı daha önce sözü edilmiş bulunan tinsel davranışla olur.[75]
l° konusunda. Nesne olarak nesnenin kendini bilince yokolmak üzere bulunan bir şey olarak sunması olgusu, nesnenin Kendi içinde yukarda sözü edilmiş bulunan dönüşüdür.
2° konusunda. Kendinin bilincinin yabancılaşması, şeyliği koyar. İnsan = kendinin bilinci olduğundan, onun yabancılaşmış nesnel varlığı ya da şeylik — (şeylik onun için nesnedir, ve ancak onun için özsel nesne olan şey onun için gerçekten nesnedir, öyleyse şeylik onun nesnel varlığıdır. Özne olan gerçek insan olarak gerçek insan olmadığına, öyleyse doğa da olmadığına, —insan insanal doğadan başka bir şey değildir—, ama sadece insan soyutlaması olduğuna göre, kendinin bilinci, şeylik, yabancılaşmış kendinin bilincinden başka bir şey olamaz) yabancılaşmış kendinin bilincine eşittir, (sayfa 249) ve şeylik bu yabancılaşma tarafından konulmuştur. Canlı, doğal, nesnel, yani maddi özsel güçlerle donanıp bezenmiş bir varlığın, varlığının gerçek ve doğal nesnelerinegerçek, ama kendini dışsallık (extéorité) biçimi altında sunan, demek ki onun özüne ilişkin olmayan ve onu egemenliği altına alan nesnel bir dünya koyması çok doğaldır. Burada garip ve anlaşılmaz hiç bir şey yok. Asıl karşıtı garip ve anlaşılmaz olurdu. Ama bir kendinin bilincinin, kendi yabancılaşması ile, gerçek bir şeyi değil, ancak şeyliği, yani ancak kendi başına soyut bir şeyi, bir soyutlama şeyini koyabileceği de bir o kadar açık. Ayrıca [XXVI] şeyliğin, kendinin bilincine göre hiç de bağımsız, özsel bir şey olmadığı, ama sadece yalın bir yaratık, kendinin bilincinin koymuşgörünüşte —ama sadece bir an için— ona bağımsız, gerçek bir varlık rolünü veren koyma eyleminin bir olurlamasından başka bir şey olmadığı da açıktır.
Gerçek, etten kemikten, sağlam ve kararlı toprak üstünde yaşayan insan, doğanın tüm güçlerini soluyan insan, kendi gerçek nesnel özsel güçlerinikoyma olgusu değildir; eyleminin de nesnel olması gereken nesnel özsel güçlerin öznelliğidir. Nesnel varlık nesnel bir biçimde davranır, ve eğer özünün belirleniminde nesnellik olmasaydı, nesnel olarak davranamazdı. O sadece nesneler yaratır, nesneler koyar, çünkü kendisi nesneler tarafından konulmuştur, çünkü başlangıçta o, Doğadır. Öyleyse, koyma eyleminde, o kendi, “arı etkinlik”inden bir nesne evrenine düşmez, ama nesnel ürünü kendi nesnel etkinliğini, kendi doğal nesnel varlık etkinliğini doğrulamaktan başka bir şey yapmaz.
Burada tutarlı doğalcılık ya da insancılığın, idealizmden olduğu kadar materyalizmden de ayrıldığını, ve aynı zamanda (sayfa 250) onların, onları birleştiren doğrulukları (vérité) olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda, evrensel tarih eylemini kavramaya, sadece doğalcılığın yetenekli olduğunu da görüyoruz.
İnsan, araçsız olarak doğa varlığıdır. Doğal varlık, ve yaşayan doğal varlık niteliği ile, o bir yandan doğal güçlerle, dirimsel güçlerle donatılmıştır; etkin bir doğal varlıktır; bu güçler onda anıklıklar ve yetenekler biçimi altında, eğilimler biçimi altında vardırlar. Öte yandan, doğal, etten ve kemikten, duyarlı, nesnel varlık niteliği ile, insan, hayvanlar ve bitkiler gibi, edilgin, bağımlı ve sınırlı bir varlıktır; yani eğilimlerinin nesneleri, bağımsız nesneler olarak, onun dışında vardırlar; ama bu nesneler onun gereksinmelerinin nesneleridirler; onun özsel güçlerinin kullanılması ve doğrulanması bakımından zorunlu, özsel nesnelerdir bunlar. İnsanın etten ve kemikten, doğal, canlı, gerçek nesnel güçlerle donanmış olduğunu söylemek, onun kendi varlığı, kendi yaşam belirtisinin nesnesi alarak, gerçek, duyulur nesnelere sahip olduğunu, ve yaşamını ancak gerçek, duyulur nesneler aracıyla belirtebileceğini söylemek demektir.[76] Nesnel, doğal, duyulur olmak demek, nesne, doğa ve duyguya kendi dışında sahip olmak ya da bir üçüncü kişi için nesne, doğa ve duyu olmakla aynı şey demektir. Açlık doğal bir gereksinmedir; bu nedenle, onu karşılamak, onu yatıştırmak için, ona kendi dışında bir doğa, bir nesne gerekir. Açlık, benim bedenimin, kendi dışında bulunan, onu tamamlamak ve varlığını göstermek için zorunlu olan bir nesneye karşı duyduğu açıklanmış gereksinmedir. Güneş, bitkinin nesnesi, onun için (sayfa 251) zorunlu olan ve yaşamını doğrulayan bir nesnedir; aynı biçimde, bitki de, güneşin canlandırıcı gücünü, güneşin nesnel özsel gücünü belirten bir şey olarak, güneşin nesnesidir.[77]
Doğası kendi dışında olmayan bir varlık doğal bir varlık değildir, doğanın varlığına katılmaz. Kendi dışında hiç bir nesne olmayan bir varlık, nesnel bir varlık değildir. Bir üçüncü varlık için kendisi nesne olmayan bir varlık, nesne olarak hiç bir varlığa sahip değildir, yani nesnel biçimde davranmaz, varlığı nesnel değildir.
[XXVII] Nesnel-olmayan bir varlik, bir yokluktur (Unwesen) .[78]
Kendisi nesne olmayan ve nesnesi de olmayan bir varlık düşünün. Böyle bir varlık, ilkin biricik varlık olacak; onun dışında hiç bir varlık olmayacak, o, yalnızlığı içinde, tek başına varolacaktır. Çünkü benim dışımda nesneler var olur, ben tek başıma olmaktan çıkar çıkmaz, bir başkası, benim dışımdaki nesneden bir başka gerçeklik olurum. Demek ki, bu üçüncü nesne için, ben ondan başka bir gerçekliğim, yani ben onun nesnesiyim. Bir başka varlığın nesnesi olmayan bir varlık, demek ki, hiç bir nesnel varlığın varolmadığını varsayar. Ben bir nesneye sahip olur olmaz, o nesne de bana nesne olarak sahip olur. Ama nesnelolmayan bir varlık, gerçek olmayan, duyulur olmayan, sadece düşünülmüş, yani sadece imgelenmiş bir varlıktır, bir soyutlama varlığıdır. Duyularla donatılmışduyulur nesne olmak, demek ki kendi dışında duyulur nesnelere, duyularının nesnelerine sahip olmak demektir. Duyulara sahip olmak, acı çekmek[79] anlamına gelir. (sayfa 252)
Bu nedenle insan, duyulur nesnel varlık olarak, acı çeken bir varlıktır ve acısını duyan bir varlık olarak, tutkulu bir varlıktır. Tutku, kendi nesnesine doğru yılmadan yönelen insanın özsel gücüdür.[80]
Ama insan sadece doğal bir varlık değildir, insanal bir doğal varlıktır da; yani kendisi için varolan bir varlık, öyleyse varlığı ve bilgisi içinde kendini türsel varlık olarak doğrulayıp göstermesi gereken türsel bir varlıktır da. Öyleyse ne insanal nesneler, kendilerini araçsız olarak sundukları biçimleri ile, doğal nesnelerdir, ne de insanal duyu, araçsız olarak, nesnel olarak olduğu biçimi ile insanal duyarlık, insanal nesnelliktir. Ne doğa —nesnel anlamda— ne de öznel anlamda doğa, insanal varlığa upuygun bir biçimde araçsız olarak vardırlar. Ve nasıl ki, doğal olan her şey doğmak zorunda ise, insan da kendi doğum belgesine, tarihe sahiptir, ama bu onun için bilinen bir tarihtir ve bunun sonucu, doğum belgesi olarak, kendi kendini bile bile ortadan kaldıran bir doğum belgesidir. Tarih, insanın gerçek doğal tarihidir — (bu konu üzerine gene gelinecek).
Üçüncü olarak, şeyliği koyma olgusu, kendi başına sadece bir görünüşten, sadece arı etkinliğin özü ile çelişen bir eylemden başka bir şey olmadığından, sırası gelince kaldırılmalı, şeylik yadsınmalıdır.
3, 4, 5, 6. noktalar üzerine: 3° Bilincin bu yabancılaşmasının sadece olumsuz değil, ama olumlu bir anlamı da var ve 4° o bu olumlu anlama sadece bizim için ya da Kendinde değil, ama kendisi için, bilinç için de sahip. 5° Onun [81] bakımından, (sayfa 253) kendi kendine yabancılaştığı için nesnenin olumsuzu ya da onun kendi-kendini kaldırışı olumlu bir anlama sahiptir (ya da o nesnenin hiçliğini bilir), çünkü bu yabancılaşmada, Kendisi-için-Varlığın bölünmez birliği gereğince, o kendini nesne ya da nesneyi kendisi olarak bilir. 6° Öte yandan bu, onun bu yabancılaşma ve bu nesnelliğe kendinde sahip olmuş, kaldırmış ve onarmış bulunduğu ve bunun sonucu kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığı olarak kendi yanında olduğu o öbür uğrağı da içerir.
Görmüş bulunduğumuz gibi, yabancılaşmış nesnel varlığın temellükü, ya da —zorunlu olarak kayıtsız yabancı özlükten gerçek düşman yabancılaşmaya kadar giden— yabancılaşma belirlenimi içinde nesnelliğin kaldırılması, Hegel için aynı zamanda, ya da hatta başlıca, nesnelliğin kaldırılması anlamına gelir; çünkü kendinin bilinci için davranış töresine aykırılık ve yabancılaşma olan şey, nesnenin belirli özlüğü değil, ama nesnel özlüğüdür. Öyleyse nesne bir olumsuzdur, kendi kendini kaldıran bir şeydir, bir hiçliktir. Nesnenin bu hiçliğinin bilinç için sadece olumsuz bir anlamı değil, ama olumlu bir anlamı da var; çünkü nesnenin bu hiçliği, onun nesnel-olmayışının, kendi soyutlamasının kendi kendini doğrulamasının [XXVIII] ta kendisidir. Bilincin kendisi için, nesnenin hiçliğinin olumlu bir anlamı vardır; çünkü o bu hiçliği, nesnel varlığı, kendi kendinin yabancılaşması olarak bilir, çünkü o bu nesnel varlığın ancak bu kendinin yabancılaşması aracıyla varolduğunu bilir…
Bilincin varoluş ve şeylerin bilinç için varoluşları biçimi, bilgidir. Bilgi, onun tek eylemidir. Bu nedenle, herhangi bir şey, bilinç için, bilinç bu herhangi birşeyi bildiği ölçüde vardır. Bilgi, onun tek nesnel davranışıdır. — Oysa bilinç nesnenin hiçliğini bilir, yani nesne ondan ayrılmaz, o nesnenin onun için yokluğunu bilir — çünkü o nesnenin kendi kendinin yabancılaşması olduğunu bilir, yani kendi kendini tanır —nesne olarak bilgi— çünkü nesne, hangi tansıkla bilmem, (sayfa 254) bir nesnenin görünüşünden başka bir şey değildir, ama özü gereği, kendi kendine karşı çıkan ve demek ki, bir hiçlik bilgi dışında hiç bir nesnelliği olmayan bir şey karşısına çıkartılmış bilginin kendisinden başka bir şey değildir; başka bir deyişle, bilgi, bir nesne ile ilişkili olduğu sürece, sadece kendi dışındakendisinin nesne olarak görünmekten başka bir şey yapmadığını, ya da ona nesne olarak görünen şeyin, kendisinden başka bir şey olmadığını bilir.
Öte yandan, der Hegel, bu aynı zamanda, şu kendinin bilinci bu yabancılaşma ve bu nesnelliğe kendinde sahip olmuş, kaldırmış ve onarmış bulunduğu ve bunun sonucu kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığı olarak kendi yanında olduğu öteki uğrağı da içerir.
Bu usavurmada, kurgunun tüm yanılgılarını biraraya gelmiş buluyoruz. Birinci olarak. Bilinç, kendinin bilinci — kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığıolarak kendi yanında bulunur. Demek ki o —ya da burada eğer hegelci soyutlamayı bir yana bırakır ve kendinin bilinci yerine insanın kendinin bilincini geçirirsek— demek ki, o, kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığı olarak kendi yanında bulunur. Bu bir yandan bilgi olarak bilincin —bilgi— düşünce olarak düşüncenin, — doğrudan doğruya öteki kendisi olduğunu, duyulur dünya, gerçeklik, yaşam olduğunu ileri sürdüğünü içerir. Düşüncede kendi kendini aşan düşüncedir bu (Feuerbach).[82] Bilinç olarak bilinç, sadece yabancılaşmış nesnellikten değil, ama nesnellik olarak nesnellikten de incindiği ölçüde, bu yön burada içerilmiştir.
İkinci olarak, bu, kendinin bilincinde olan insanın tinsel dünyayı —ya da kendi dünyasının evrensel tinsel varoluşunu— kendinin yabancılaşması olarak tanımış ve kaldırmış bulunduğu kadarıyla, gene de bu dünyayı bu yabancılaşmış biçim altında yeniden olurladığını, onu kendi gerçek varlığı (sayfa 255) olarak sunduğunu, yeniden kurduğunu, insanın kendi öteki varlığı içinde kendi öteki varlığı olarak kendi yanında bulunduğunu içerir. Ve böylece, örneğin dini kaldırdıktan sonra, onda bir kendinin yabancılaşması ürününü tanıdıktan sonra, gene de din olarak dinde kendi doğrulanmasını bulur. Hegel’in yanlışpositivisme) ve görünüşten başka bir şey olmayan eleştiriciliğinin kökü işte burada yatar; Feuerbach’ın din ve tanrıbilimi koyma, yadsıma ve yeniden kurma[83] adını verdiği, ama daha evrensel bir biçimde kavranabilecek olan şey, işte budur. Öyleyse us, ussuzluk olarak ussuzluk içinde kendi yanında bulunur. Hukukta, siyasette, vb., yabancılaşmış bir yaşam sürdüğünü kabul etmiş bulunan insan, bu yabancılaşmış yaşam içinde, yabancılaşmış yaşam olarak, kendi gerçek insanal yaşamını sürer. Kendinin, kendi kendisi ile, bilgi ile olduğu kadar, nesnenin özü ile de çelişki durumundaki olurlanması, doğrulanması, gerçek bilgi ve gerçek yaşamdır.
Böylece, Hegel tarafından dine, devlete vb. verilmiş ödünler artık sözkonusu bile edilemez, çünkü bu yalan, onun ilkesinin yalanıdır.
[XXIX] Eğer ben dinin insanın yabancılaşmış kendinin bilinci olduğunu biliyorsam, din olarak dinde doğrulamasını bulan şeyin, benim kendimin bilinci değil, ama benim yabancılaşmış kendimin bilinci olduğunu da biliyorum demektir. Demek ki, o zaman, benim kendi kendine, kendi özüne bağlı (sayfa 256)dinde değil, ama tersine yıkılmış, kaldırılmış dinde olurladığını da biliyorum demektir.
Bu nedenle Hegel’de yadsımanın yadsınması, görünüşteki özün yadsınmasının ta kendisi aracıyla, doğru özün doğrulanması değil, ama görünüşteki özün ya da kendi yadsınması içinde kendine yabancılaşmış özün doğrulanması, ya da bu görünüşteki özün, insanın dışında bulunan ve ondan bağımsız nesnel öz olarak yadsınması ve özne durumuna dönüştürülmesidir.
Demek ki yadsıma ile korumanın, olurlamanın içinde birbirlerine bağlı bulundukları aşamanın[84] (Aufhebung) oynadığı rol, kendine özgü bir roldür.
Böylece örneğin Hegel’in Hukuk Felsefesi’nde aşılmış kişi hukuku sağtörelliğe, aşılmış sağtörellik aileye, aşılmış aile uygar topluma, aşılmış uygar toplum devlete, aşılmış devlet evrensel tarihe eşittir.[85] Gerçeklikte, kişi hukuku, sağtöre, aile, uygar toplum, devlet vb., oldukları gibi kalırlar; ama onlar, insanın, kendi başlarına değer taşımayan, eriyen ve birbirlerini doğuran uğrakları, varoluşları ve varlık biçimleri durumuna gelmişlerdir. Hareketin uğrakları.
Gerçek varoluşlarında, devingen özleri gizlenmiştir. Bu öz, ancak düşüncede, felsefede belirir, kendini açınlar, ve bu nedenle benim gerçek dinsel varoluşum, din felsefesindeki varoluşum; gerçek siyasal varoluşum, hukuk felsefesindeki (sayfa 257) varoluşum; gerçek doğal varoluşum, doğa felsefesindekisanat felsefesindeki varoluşum; gerçek insanal varoluşum, felsefi varoluşumdur. Aynı biçimde, dinin, devletin, doğanın, sanatın gerçek varoluşu da, din felsefesi, doğa felsefesi, devlet felsefesi, sanat felsefesidir. Ama eğer sadece din felsefesi vb. benim için dinin gerçek varoluşu ise, ben, ancak din filozofu olduğum kadar gerçekten dindarımdır ki, bu da bana gerçek din duygusunu ve gerçekten dindar insanı yadsıtır. Ama aynı zamanda, ister kendi öz varoluşum içinde, ister ötekinin bunları karşısına çıkardığım varoluşu içinde olsun, bunları doğrularım da, çünkü varoluş bunların felsefi dışavurumlarından başka bir şey değildir; ister onların kendine özgü ilkel biçimleri içinde olsun, çünkü onlar benim için sadece görünüştekifelsefi varoluşumun duyulur görünüşleri altında gizlenmiş allegoriler, simgeler değerini taşırlar.
Tıpkı, aşılmış niceliğin niteliğe, aşılmış niteliğin ölçüye, aşılmış ölçünün öze, aşılmış özün görüngüye, aşılmış görüngünün gerçekliğe, aşılmış gerçekliğin kavrama, aşılmış kavramının nesnelliğe, aşılmış nesnelliğin mutlak fikre, aşılmış mutlak fikrin doğaya, aşılmış doğanın öznel tine, aşılmış öznel tinin sağtörel, nesnel tine, aşılmış sağtörel tinin sanata, aşılmış sanatın dine, aşılmış dinin mutlak bilgiye eşit olması gibi.[86]
Bir yandan bu aşma, düşünülmüş varlığın bir aşılmasıdır, demek ki düşünülmüş özel mülkiyet, sağtöre fikrinde aşılır. Ve düşünce kendinin doğrudan doğruya öteki kendi olduğuna, duyulur gerçeklik olduğuna inandığı, bunun sonucu eylemi onun için duyulur gerçek eylemi değerini taşıdığı için, düşünce tarafından, gerçeklikte nesnesini olduğu gibi bırakan bu aşma, onun gerçekten üstesinden geldiğini (sayfa 258) sanır; öte yandan, bu nesne onun için düşüncenin bir uğrağı durumuna gelmiş bulunduğundan, kend! gerçekliği içinde nesne onun için kendinin, kendinin bilincinin, soyutlamanın kendi kendini doğrulaması değerini de taşır.
[XXX] Bir yandan Hegel’in felsefeye aktararak aştığı bir varoluş, demek ki din, devlet, gerçek doğa değil, ama daha şimdiden bilgi nesnesi niteliğiyle dindir, dogmatiktir,[87] ve hukuk (türe) bilimi, siyasal bilim ve doğa biliminde de durum böyledir. Bir yandan, demek ki o, hem gerçek varlık ile, hem de felsefi-olmayan araçsız bilim ya da bu varlığın felsefi-olmayan kavramları ile karşıtlık durumundadır. Bunun sonucu, günlük (courant) kavramların tersini söyler.
Öte yandan, dindar insan vb., Hegel’de kendi sonal doğrulamasını bulabilir.
Şimdi Hegel diyalektiğinin olumlu uğraklarını gözönünde tutalım — yabancılaşma belirlenimi içinde.
a) Aşma, yabancılaşmayı kendinde onaran nesnel hareket. — {Yabancılaşmanın içinde dile getirilmiş, nesnel gerçekliğin kendi yabancılaşmasını kaldırması ile temellükü fikridir bu. İnsanın gerçek nesnelleşmesinin, kendi nesnel özünün, nesnel dünyanın yabancılaşmış belirleniminin yokolması ile, kendi yabancılaşmış varoluşu içinde ortadan kalkması ile temellükünün yabancılaşmış kavranışı, — tıpkı Tanrının kaldırılması olan tanrıtanımazlığın, kuramsal insancılık oluşu olması; özel mülkiyetin kaldırılması olan komünizmin, insanın gerçek yaşamının, onun özgürlüğü olarak, pratik insancılık oluşu olarak istenmesi olması gibi; başka bir deyişle, tanrıtanımazlık, dinin kaldırılması orta terimi aracıyla kendi kendine indirgenmiş insancılıktır; komünizm özel mülkiyetin kaldırılması orta terimi aracıyla kendi kendine indirgenmiş insanlıktır. Olumlu olarak kendi kendinden yola çıkan insancılık, olumlu insancılık, ancak bu —gene de zorunlu bir önkoşul olan— orta terimin kaldırılması ile doğar.} (sayfa 259)
Ama tanrıtanımazlık ve komünizm, bir kaçış, bir soyutlama, insan tarafından oluşturulmuş nesnel dünyanın bir yitirilmesi, insanın nesnel bir biçim almış bulunan özsel güçlerinin bir yitirilmesi değildirler. Onlar, doğaya aykırı ve henüz gelişmemiş yalınlığa dönen bir yoksulluk değildirler. Onlar daha çok, ilk kez olarak, gerçek oluş, insan için kendi özünün, ve gerçek öz olarak kendi özünün, gerçek durumuna gelmiş gerçekleşmesidirler.
Demek ki —yeniden yabancılaşmış bir biçimde de olsa— kendi kendine yönelmiş yadsımanın olumlu anlamını gözönünde tutarak, Hegel, kendinin yabancılaşmasını, özün yabancılaşmasını, insanın nesnellik ve gerçeklik yitimini, kendinin temellükü, özün belirmesi, nesnelleşme, gerçekleşme olarak kavrar. {Kısacası Hegel —soyutlama içersinde— emeği (çalışmayı) insanın kendisi tarafından oluşturulması eylemi olarak, kendisi ile ilişkiyi yabancı bir varlıkla ilişki olarak ve yabancı varlık olarak kendinin belirmesini de oluş biçimindeki türsel bilinç ve türsel yaşam olarak kavrar.}
b) Ama Hegel’de —daha önce betimlemiş bulunduğumuz bozulma bir yana bırakılırsa, ya da daha doğrusu bu bozulmanın sonucu olarak— bu eylem, bir yandan soyut olduğu için sadece biçimsel bir eylem olarak görünür, çünkü insanal varlığın kendisi, ancak soyut düşünen varlık olarak, kendinin bilinci olarak değer taşır; ve
ikinci olarak, kavranışı biçimsel ve soyut olduğu için, yabancılaşmanın kaldırılışı, ygbancılaşmanın doğrulanması durumuna dönüşür. Başka bir deyişle, Hegel için, bu kendini oluşturma, kendini nesnelleştirme hareketi, kendinin yabancılaşma ve yitirilmesi olarak, insanal yaşamın mutlak belirtisidir, ve sonuç olarak, kendi öz ereği olan ve kendi kendinde yatıştırılmış bulunan insanal yaşam, kendi özüne erişmiştir.
Soyut biçimi [XXXI] altında, diyalektik olarak, bu hareket, demek ki, gerçekten insanal yaşam olarak görünür, ve (sayfa 260) ne de olsa insanal yaşamın bir soyutlaması, bir yabancılaşması olduğundan, tanrısal süreç, ama insanın tanrısal süreci olarak görünür — kendinden ayrı, soyut, arı, mutlak özünün kendisinden geçtiği süreç.
Üçüncü olarak: Bu sürecin bir etkeni, bir öznesi olmalı; ama bu özne ancak sonuç olarak görünür; bu nedenle bu sonuç, yani kendini mutlak kendinin bilinci olarak tanıyan özne, kendini tanıyan ve belirten Tanrı, mutlak Tin, Fikir’dir. Gerçek insan ile gerçek doğa, bu saklı gerçek-dışı insan ile bu gerçek-dışı doğanın yalın yüklemleri, simgeleri durumuna gelirler.[88] Demek ki, özne ile yüklem, birbirleri karşısında mutlak bir terslik ilişkisi içindedirler; gizemli özne-nesne ya da nesneyi aşan öznellik, süreç olarak mutlak özne (özne bu yabancılaşma temelinde yabancılaşır, kendine döner, ama aynı zamanda bu yabancılaşmayı kendi içinde onarır) ve bu süreç olarak öznedir; bu, kendi içinde, durmayan, arı bir çembersel harekettir.
Birinci nokta. İnsanın kendi kendini oluşturma ve kendi kendini nesnelleştirme eyleminin biçimsel ve soyut kavranışı.
Yabancılaşmış nesne, insanın yabancılaşmış özsel gerçekliği —çünkü Hegel insanı kendinin bilincine eşit olarak koyar— bilinçten, yabancılaşma içinden, yabancılaşmanın soyut, ve bunun sonucu boş ve gerçek-dışı dışavurumundan, yadsımadan başka bir şey değildirler. Öyleyse yabancılaşmanın kaldırılması da, bu boş soyutlamanın boş ve soyut bir kaldırılmasından, yadsımanın yadsınmasından başka bir şey değildir. Kendinin nesnelleşmesinin, özlü, canlı, duyulur, somut etkinliği demek ki, kendi arı soyutlaması, mutlak olumsuzluk durumuna gelir, — sırası gelince, (sayfa 261) soyutlama olarak saptanmış ve bağımız bir etkinlik olarak, arı durumundaki etkinlik olarak düşünülmüş bulunan soyutlama. Nedir ki, sözü geçen olumsuzluk, bu canlı, gerçek eylemin boş ve soyutsoyutlamanın, her içeriğe uygun ve bunun sonucu her içeriğe kayıtsız olduğu kadar, bunlardan herbiri için de geçerli soyut genel biçimleridirler, gerçek tin ve gerçekmantıksal içeriğini daha ilerde açındıracağız.)
Hegel’in burada olumlu olarak gerçekleştirmiş bulunduğu şey, —kurgusal Mantık’ında— düşüncenin belirli kavramlarının, duruk evrensel biçimlerini, doğa ve tin karşısındaki bağımsızlıkları içinde, insanal varlığın, öyleyse insan düşüncesinin de, genel yabancılaşmasının zorunlu sonucu durumuna getirmiş, ve sonuç olarak onları soyutlama sürecinin uğrakları olarak sunmuş ve biraraya getirmiş olmasıdır. Örneğin, aşılmış varlık öz, aşılmış öz kavram, aşılmış kavram… mutlak Fikirdir. Ama mutlak Fikir nedir? Eğer tüm soyutlama eyleminden, başından beri bir kez daha geçmek, ve bir soyutlamalar bütünselliği ya da kendi kendini kavrayan soyutlama olmakla yetinmek istemezse, sırası gelince o da [mutlak Fikir -ç.] aşılır. Ama kendini soyutlama olarak kavrayan soyutlama, kendini bir hiç olarak bilir; kendi kendini bırakmalı, soyutlamayı bırakmakdır, ve böylece kendi dolaysız karşıtı olan bir varlığa, Doğaya varır. Tüm Mantık, demek ki, soyut düşüncenin, tıpkı mutlak Fikir gibi, kendi başına hiç bir şey olmadığının, sadece doğanın bir şey olduğunun kanıtıdır.
[XXXII] Mutlak Fikir, “kendi kendisi ile birliğine göre gözönünde tutulursa, seyredalma (contemplation)[89] olan” (sayfa 262) (Hegel, Ansiklopedi, 3. baskı, s. 222), “kendi mutlak doğrusunda, kendi tikellik ya da birinci belirlenim ve öteki varlık uğrağını kendinden özgürce çıkartmaya, kendi yansısı olarakaraçsız fikrini, doğa olarak kendinden özgürce çıkartmaya karar veren”[89*] soyut Fikir, öylesine tuhaf ve öylesine garip bir biçimde davranan ve hegelcilerin üzerinde öylesine kafa şişirdikleri tüm bu Fikir, soyutlamadan, yani soyut düşünürden başka bir şey değildir. Deney tarafından bilgili kılınmış ve kendi doğruluğu üzerinde aydınlanmış olarak, bu Fikir, —kendi başlarına yanlış ve gene soyut— birçok koşullar altında, kendinden vazgeçmeye, ve kendi yanındaki varlığının, varlık-olmayanının, evrensellik ve belirsizliğinin yerine, öteki varlığını, tikeli, belirliyi koymaya karar verir; kendinde sadece soyutlama olarak, fikir olarak gizlediği doğayı, kendinden özgürce çıkartmaya, yani soyutlamayı bırakmaya ve sonunda kendinden çıkartmış bulunduğu doğaya bakmaya karar verir. Araçsız olarak seyredalma durumuna gelen soyut Fikir, kendi kendinden vazgeçen ve seyredalmaya dönüşen soyut düşünceden başka bir şey değildir. Mantık’tan Doğa Felsefesi’ne tüm bu geçiş, soyutlamadan seyredalmaya (soyut düşünür için gerçekleştirmesi öylesine güç ve sonradan onun tarafından öylesine zirzopça betimlenmiş) geçişten başka bir şey değildir. Seyredalma yararına filozofu soyut düşünceyi bırakmaya götüren gizemli duygu, cansıkıntısıdır, bir içerik özlemidir.
(Kendine yabancılaşmış insan, kendi özüne, yani doğal ve insanal öze yabancılaşmış düşünürdür de. Bu nedenle onun fikirleri doğanın ve insanın dışında bulunan donmuş tinlerdir. Mantık’ında, Hegel, bütün bu donmuş tinleri biraraya getirip kapatmış, ve onlardan herbirine, önce yadsıma olarak, yani insanyabancılaşması olarak, sonra da yadsımanın yadsınması olarak, yani bu yabancılaşmanın (sayfa 263) kaldırılması olarak, insanal düşüncenin gerçek[89**] ya da bu soyutlamanın kendi kendini kavradığı ve kendinden sonsuz bir cansıkıntısı duyduğu ölçüde, sadece düşünce içinde devinen, ne gözü, ne dişi, ne kulağı, ne de herhangi bir şeyi olan soyut düşüncenin bırakılması, Hegel’de öz olarak doğayı tanıma ve kendini seyredalmaya verme kararı olarak görünür.)
[XXXIII] Ama hatta, insandan ayrılması içinde yalıtık, donmuş, soyut olarak alınmış doğa bile onun için hiçtir. Seyredalmaya karar vermiş bulunan soyut düşünürün onu soyut olarak seyrettiği açıktır. Doğa, düşünür tarafından, mutlak fikir, düşünülmüş şey biçimi altında, onun için henüz gizli ve bilinmez olan kendi öz kişisi içinde kapatılmış bulunduğundan, gerçekte o, doğayı kandinden kurtararak, kendinden sadece o soyut doğayı, Doğanın o arı soyutlamasını(sayfa 264) bir yana bakmayan düşünce çalışmasının arı ürünleri olarak yarattığını sandığı varlıkların, doğal belirlenimlerinsoyutlamalarından başka hiç bir şey olmadıklarırı öğrenir. Tüm doğa, demek ki, onun için, dışsal bir duyulur biçim altında, Mantık soyutlamalarını yinelemekten başka bir şey yapmaz. O, onu çözümler, ve bu soyutlamaları yeniden çözümler. Onun doğayı seyredalması, demek ki, onun doğayı seyredalma soyutlamasını doğrulayan eylemden, bile bile yinelediği soyutlamasını doğurma sürecinden başka bir şey değildir. Örneğin zaman, kendi kendisine uygun gelen olumsuzluğa özdeştir (s. 238, l.c.).[90] Varoluş olarak kaldırılmış oluşa, —doğal biçimi altında— maddi olarak kaldırılmış hareket karşılık düşer. Işık … kendinde yansımanın… doğal biçimidir. Ay ve kuyruklu yıldız olarak cisim… Mantık’a göre bir yandan kendi kendine dayanan olumlu, öte yandan kendi kendine dayanan olumsuzkarşıtlığın… doğal biçimidir. Yeryüzü, karşıtlığın olumsuz birliği olarak, mantıksal temelin doğal biçimidir, vb..
Doğa olarak doğa, yani kendinde saklanmış bulunan o gizli anlamdan henüz somut olarak ayrıldığı ölçüde, bu soyutlamalardan ayrılmış ve ayrı doğa, hiçliktir, kendini hiçlik olarak doğrulayan bir hiçlik, anlamı yoktur, ya da ancak kaldırılması gereken dışsallığının anlamı vardır.
“Sınırlı tanrıbilim görüşü, doğanın mutlak ereği kendinde içermediği doğru varsayımını içerir.” (s. 225.)[91]
Ereği, soyutlamanın doğrulanmasıdır.
“Doğa, öteki-Varlık biçimi içindeki fikir olarak ortaya çıkmıştır. Düşünce böylece kendi kendinin olumsuzu olduğundan, başka bir deyişle kendi kendine dışsal olduğundan, doğa sadece bu (sayfa 265) fikre göre dışsal olmakla kalmaz, ama dışsallık, onun içinde doğa olarak o.Iduğu belirlenimi oluşturur.” (s. 227.)[92]
Dışsallık burada kendini dışlaştıran ve ışığa, duyu ile donatılmış insana açan duyulur dünya olarak anlaşılmamalıdır. Onu, burada, yabancılaşma, bir eksiklik, olmaması gereken bir kusur anlamında almak gerekir. Çünkü doğruluk hep fikir olarak kalır. Doğa onun öteki- Varlık biçiminden başka bir şey değildir. Ve soyut düşünce öz olduğundan, ona dışsal olan şey de, özü gereği, ancak dışsal bir şeydir. Soyut düşünür, aynı zamanda, duyulur dünyanın doğanın özü, durmadan kendi içinde dönen düşünce ile karşıtlık durumundaki dışsallık olduğunu da kabul eder. Ama aynı zamanda o bu karşıtlığı o biçimde dile getirir ki, doğanın bu dışsallığı, düşünceye karşıtlığı, onun kusurudur ve, kendini soyutlamadan ayırdığı ölçüde, doğa yetkinlikten uzak bir varlıktır.
[XXXIV] Sadece benim için, sadece benim gözümde yetkinlikten uzak değil, ama kendinde öyle olan bir varlığın, kendi dışında onda eksik olan bir şey vardır. Yani özü kendinden başka bir şeydir. Bu nedenle soyut düşünür için doğa kendi kendini kaldırmalıdır, çünkü doğa onun tarafından gücül olarak kaldırılmış bir varlık biçiminde konulmuş bulunmaktadır.
“Tin bizim için, önvarsayım olarak, doğaya dayanır: Tin doğanın doğruluğu ve bu nedenle de birinci mutlaklıktır. Bu doğruluk içinde doğa yitip gitmiş ve Tin, kavramı, aynı zamanda, hem özne ve hem de nesne olan kendi kendisi-için-Varlık’ına erişliş bulunan Fikir olarak ortaya çıkmıştır. Bu özdeşlik mutlak olumsuzluktur, çünkü doğada kavram kendi eksiksiz dışsal nesnelliğine sahiptir, ama o kendi yabancılaşması olan bu yabancılaşmayı kaldırmıştır ve onda kendisi ile özdeş duruma gelmiştir. Bundan ötürü o, ancak doğadan kendine döndükçe bu özdeşliktir.” (s. 392.)[93]
“Soyut Fikir olarak, dolayımsız geçiş olan belirme, özgür olan Tin’in belirmesi olarak, doğayı kendi dünyası olarak koyma olgusu (sayfa 266) olan doğanın oluşu; yansıma olarak, aynı zamanda bağımsız doğa biçiminde dünyanın önvarsayımı olan konum. Kavram içinde belirme, doğanın, kavramın içinde kendi özgürlüğünün doğrulanması ile doğruluğunu kazandığı kavram varlığı olarak yaratılmasıdır… Mutlak, Tindir: Mutlağın en yüksek tanımı işte budur.”[94] (sayfa 267)