Yirmi yaşımdayken annem bana şöyle demişti:
– Manastıra girseydim, hem kendim, hem başkaları için en iyisini yapmış olacaktım.
– Eğer manastıra girmiş olsaydın ben dünyaya gelmezdim, dedim.
– Dünyaya gelmen daha önce kararlaştırılmıştı oğlum, dedi.
– Evet ama, dünyaya gelmeden çok önce seni annem olarak seçmiştim ben, diye karşılık verdim.
– Dünyaya gelmeseydin cenette bir melek olarak kalacaktın, dedi.
– Ama ben hâlâ bir meleğim, diye cevaplardım.
Gülümsedi ve dediki ‘ Kanatların nerede peki? ‘
Elini tutup omzuma koydum ve ‘ Burada ‘, dedim.
‘ Kırılmışlar ‘, dedi.
Bu konuşmadan dokuz ay sonra, annem dönülmez ufukta yitip gitti. Ama ‘kırılmışlar’ sözü içimde yankılanmaya devam etti…
* * *
Bana mutluluktan söz etme; anısı beni mutsuz ediyor. Bana huzurdan söz etme; gölgesi beni korkutuyor; ama ban bana, sana, Cennet’ in kalbimin külleri içinde yaktığı mübarek feneri göstereceğim; seni bir annenin yegane bir çocuğunu sevdiği gibi sevdiğimi biliyorsun. Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni, seninle birlikte uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş o aşktır. Aşk, senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkan vermek için içimdeki arzuyu öldürüyor. Sınırlı aşk, sevdiğini sahiplenmek, sınırsız aşk ise sadece kendini ister. Gençliğin saflığı ve uyanışı arasına düşen aşk kendini sahiplenme ile tatmin eder ve sarılmalarla büyür. Ama gökkubbenin kucağında doğan ve gecenin sırlarıyla inen aşk, edebiyat ve ölümsüzlükten başka hiçbir şeyle huzurlu olamaz; İlahi varlık dışında hiçbir şeyin önünde hürmetle eğilemez.
Halil CİBRAN