DEĞER TEORİSİ
Bundan yüz yıl kadar önce Leipzig’de, bu yüzyılın başına kadar otuz küsur kez basılan, otoriteler, vaizler ve her türlü insanseverler tarafından kentte ve kırlarda yayılan, dağıtılan ve ilkokullara herkesçe okuma kitabı olarak salık verilen bir kitap yayımlanıyordu. Bu kitap, Rochow’un Çocukların Dostu adlı kitablıydı. Kitapta gözetilen amaç, köylü ve zanaatçı çocuklarını yaşamdaki işlevleri ve toplum ve devletteki büyüklerine karşı ödevleri üzerine bilgi sahibi etmek, aynı zamanda onlara kara ekmek ve patates, angarya, düşük ücretler, baba dayağı ve yaşamın aynı cinsten öbür hoş şeyleri ile birlikte, dünyadaki yazgıları için kurtarıcı bir hoşnutluk aşılamak ve bütün bunları o sıralar gözde olan aydınlanma çağı fikirleri aracıyla yapmaktı. Bu amaçla kent ve kır gençliğine, doğanın insanı, yaşamını ve zevklerini çalışma ile kazanmaya zorlayan düzenin ne denli bilgece olduğu (sayfa: 274) ve bunun sonucu köylü ve zanatçının, zengin sefih gibi mide ağrısı, safra tıkanıklığı ve peklikten açı çekmek ve en seçkin yemekleri bile istemeye istemeye yemek yerine, yemeklerini alınlarının teri ile tatlandırmalarına izin verildiği için kendilerini ne denli mutlu saymaları gerektiği gösteriliyordu. bay Dühring, bize, Dersler’inin 14. ve daha sonraki sayfalarında en yeni ekonomi politiğin “kesenkes temel” öğesi olarak yaşlı Roshow’un kendi zamanındaki Saksonya küçük köylüleri için yeterinci iyi bulduğu aynı beylik düşünceleri sunar.
“İnsan gereksinmelerinin, insan gereksinmeleri olarak kendi doğal yasaları vardır ve artışları bakımından, bir zaman için ardından içbulantısı, yaşamdan bıkkınlık, güçten düşme, toplumsal sararıp solma ve sonunda kurtarıcı bir yok olma gelinceye değin, ancak doğaya ve aykırı bir biçimde aşılabilen sınırlar içine kapatılmışlardır. … Hiçbir ciddi ereği olmayan salt eğlenceden ibaret bir oyun kısa zamanda bir bıkkınlık durumuna, ya da aynı anlama gelmek üzere, tüm duyma yetisinin yıpranmasına götürür. Bunun sonucu herhangi bir biçim altındaki gerçek emek, sağlıklı kişiliklerin doğal toplumsal yasasıdır. … Eğer içgüdüler ve gereksinmeler bir karşı güç ile dengelenmezlerse, tarihsel yükselme durumundaki bir yaşamdan söz edilebilmesi şöyle dursun, ancak çocukça bir yaşam getirebilirler. Bunlar eğer kolayca ve tamamen doyrulurlarsa, hemen tükenir ve arkalarında bu gereksinmelerin yinelenmesine değin süren cansıkıcı aralar biçiminde boş bir yaşamdan başka bir şey bırakmazlar… Öyleyse, her bakımdan, içgüdü ve tutkuların kullanılmasının ekonomik bir engel üzerinde kazanılmış bir utkuya bağlı olması, dış doğal düzenin ve insanın iç doğasının kurtarıcı temel bir yasasıdır. …”
Görüldüğü gibi, saygıdeğer Roshow’un en tatsız yavanlıkları bay Dühring’de ve üstelik gerçekten eleştirel ve sistematik tek “sosyaliter sistem”in “en derin temeli” biçimi altında, yüzüncü yıldönümlerinin jübilesini kutlamaktadırlar.
Temeller bu biçimde atıldıktan sonra, bay Dühring yapısına (sayfa: 275) devam edebilir. Matematik yöntemi uygulayarak, bize önce Eukleides yöntemi uyarınca bir dizi tanımlama verir. Bu yöntem, bay Dühring tanımlamalarını, bu tanımlamalar tanıtlamaya yarayacakları şeyi önceden azbuçük içerecek biçimde hazırlayabildiği için ve hazırlayabildiği ölçüde, çok elverişli bir yöntemdir. Böylece önce, şimdiye değin ekonomi politiğin yönetici kavramına zenginlik dendiğini ve zenginliğin, evrensel tarihte şimdiye değin gerçekten anlaşıldığı ve egemenliğini geliştirmiş bulunduğu biçimiyle, insanların ve şeylerin üzerinde “ekonomik güç olduğunu öğreniyoruz. İkili yanlış. İlkin, eski aşiret ya da köy topluluklarının zenginliği, hiç de insanlar üzerinde bir egemenlik değildi. Ve ikincisi, hatta sınıf çelişkileri içinde gelişen toplumlarda bile, zenginlik, insanlar üzerinde bir egemenlik içerdiği ölçüde, her şeyden önce ve hemen hemen yalnızca şeyler üzerinde egemenlik gereğince ve şeyler üzerinde egemenlik aracıyla insanlar üzerinde bir egemenliktir. Kölelerin ele geçirilmesi ile çalıştırılmasının iki ayrı faaliyet kolu olduğu çok eski zamanlardan beri, köle emeği sömürücüleri, köle satın alma, insanlar üzerindeki egemenliği şeyler üzerindeki, kölenin geçim ve çalışma araçlarının alım fiyatı üzerindeki egemenlik aracıyla elde etme zorunda kalmışlardır. Bütün ortaçağda, büyük toprak mülkiyeti, feodal soyluluğun haraçlı ve angaryacı köylüler üzerinde elkoyabilmesinin önkoşuludur. Ve bugün bile zenginliğin, insan üzerinde sadece sahip bulunduğu şeyler aracıyla egemenlik kurduğunu altı yaşındaki bir çocuk bilir.
Ama bay Dühring, bu yanlış tanımlamayı neden imal etmek, şimdiye değin bütün sınıflı toplumlarda kurulmuş bulunan gerçek bağlantıyı neden koparmak zorunda kalır? Zenginliği iktisadi alandan ahlâk alanına sürüklemek için. Nesneler üzerinde egemenlik, bu çok iyi; ama insanlar üzerinde egemenlik, işte kötülük; ve bay Dühring, insanlar üzerindeki (sayfa: 276) egemenliği şeyler üzerindeki egemenlik aracıyla açıklamayı kendi kendine yasakladığı için, kendini yeniden bir gözüpeklik girişimine kaptırabilir, ve insanlar üzerindeki egemenliği o sevgili zor’u ile açıklayabilir. İnsanların egemeni olarak zenginlik, “hırsızlık”tır, ve işte, bir kez daha, Proudhon’un eski nakaratının ağırlaştırılmış bir baskısına gelmiş bulunuyoruz: “Mülkiyet, hırsızlıktır”.
Böyle yapmakla, zenginliği uygun bir biçimde üretim ve bölüşümün iki başılca görüş açısı altına getirmiş olduk: Şeyler üzerinde egemenlik olarak zenginlik, üretim zenginliği, iyi yan; insanlar üzerinde egemenlik olarak, günümüze kadar olmuş olduğu gibi bölüşüm zenginliği, kötü yan, cehennemin dibine! Bu, şimdiki koşullara uygulanınca, şu sonucu verir: Kapitalist üretim biçimi çok iyidir ve kalabilir, ama kapitalist bölüşüm biçimi metelik etmez ve onu ortadan kaldırmak gerekir. Sadece üretim ile bölüşüm arasındaki bağlantıyı bile kavramış olmaksızın iktisat yapıldığı zaman, işte böylesi bir budalalığa varılır.
Zenginlikten sonra, değer şöyle tanımlanır:
“Değer, nesnelerin ve ekonomik yükümlülüklerin ticarette sahip oldukları rayiçtir.”
Bu rayiç (cours), “fiyata ya da herhangi başka bir eşdeğer ada, örneğin ücrete” karşılık düşer. Başka bir deyişle, değer, fiyattır. Ya da daha doğrusu, bay Dühring’e haksızlık etmemek ve tanımlamasının saçmalığını kendi öz sözleriyle göstermeye çalışmak için: değer, fiyatlardır. Çünkü 19. sayfada şöyle der: “Değer ve onu para olarak ifade eden fiyatlar”; böylece o, aynı değerin çok çeşitli fiyatları olduğunu ve bir o kadar çeşitli değerlere sahip bulunduğunu kendisi saptar. Eğer Hegel, çok önce ölmüş olmasaydı, kendini asardı! Ne kadar fiyatı varsa o kadar birbirinden farklı değerler olan bir değeri, o tüm tanrıbilimiyle birlikte, dünyada kavrayamazdı. Fiyat ile değer arasında, birinin para ile ifade edilmiş ve öbürünün ifade edilmemiş olması dışında, başkaca bir ayrım görmediğini açıklayarak, iktisadı yeni, daha derin temeller üzerinde kurmaya başlamak için, gerçekten, bir kez daha, bay Dühring’in kendine beslediği güvene sahip olmak gerekir.
Ama gene de değerin ne olduğunu ve hele neye göre belirlendiğini hâlâ bilmiyoruz. Öyleyse bay Dühring’in başka (sayfa: 277) açıklamalar yapması gerekiyor.
“Tamamen genel bir biçimde, değer ve onu para olarak ifade eden fiyatların dayandığı temel karşılaştırma ve değer biçme yasası, değer kavramına sadece ikinci bir öğe getiren bölüşüm bir yana bırakılırsa, önce salt üretim alanında bulunur. Doğal koşullardaki farklılığın nesneler elde etmeye yönelen çabalar karşısına çıkardığı ve onlar aracıyla iktisadi güçlerin azçok büyük harcanışlarına zorladığı azçok büyük engeller de … azçok büyük değeri belirler [ve bu değer] doğanın ve koşulların, şeylerin elde edilmesine karşı çıkardıkları direnç [aracıyla ölçülür]. … Kendi öz gücümüzü onlara [şeylere] sokmuş bulunduğumuz oran, genel olarak değerin varlığının ve bunun özel bir büyüklüğünün doğrudan doğruya kesin nedenidir.”
Bütün bunların bir anlamı olduğu ölçüde, bu, şu anlama gelir: bir emek ürününün değeri, onun üretimi için gerekli-emek zamanı ile belirlenir, ve biz de, bunu, hatta bay Dühring’siz bile, uzun zamandan beri biliyorduk. Gerçeği açıkça anlatacak yerde, ille de onu bir bilmece havası verecek biçimde bozacak. Birinin gücünü bir şey içine soktuğu oran (o tumturaklı anlatım biçimini korumak gerekirse), değerin ve değer büyüklüğünün doğrudan doğruya kesin nedenidir demek düpedüz yanlıştır. Önemli olan, ilkin gücün neyin içine sokulduğu, ikinci olarak da, nasıl sokulduğudur. Eğer adamın biri, başkası için hiç bir kullanım-değeri olmayan bir nesne yaparsa, tüm gücü bir atomluk bile değer yaratmaz; ve bir makinenin yirmi kez daha ucuza yaptığı bir nesneyi elde yapmakta direnirse, o nesneye kattığı gücün 19/20’si, ne genel olarak değer üretir, ne de özel bir değer büyüklüğü.
Ayrıca, olumlu ürünler meydana getiren üretken emeği, salt bir direncin üstesinden gelme olumsuz eylemi durumuna dönüştürmek, sorunu tamamen çarpıtmaktır. O zaman bir gömlek elde etmek için aşağı yukarı şöyle davranmamız gerekir: önce, pamuk tohumunun ekilmeye ve büyümeye karşı direncinin; sonra, olgun pamuğun toplanmaya, balyalanmaya ve sevkedilmeye karşı direncinin; daha sonra açılmaya, (sayfa: 278) taranmaya ve eğrilmeye karşı direncinin; ayrıca, ipliğin dokunmaya, dokumanın kastarlamaya ve dikilmeye, ve son olarak, hazır gömleğin giyilmeye karşı direncinin üstesinden geliriz.
Her şeyi tersine çeviren ters bir kafaya tanıklık eden bu çocukluk ne için? “Direnç” aracıyla, gerçek değer olan, ama şimdiye değin sadece ideal olarak kalan “üretim değeri”nden, tarihte günümüze kadar tek geçerli olan zorun bozmuş bulunduğu “bölüşüm değeri”ne varmak için.
“Doğanın gösterdiği direnç dışında … salt toplumsal, bir başka engel daha var. … İnsanlar ile doğa arasında bir güç, yolu keser, ve bu güç bir kez daha insandır. Tekil ve tek başına düşünülmüş insan, doğa karşısında özgürdür. … Elde kılıç, doğaya ve kaynaklarına giriş yollarını tutan ve geçişe izin vermek için hangi biçim altında olursa olsun bir fiyat isteyen ikinci bir adam düşündüğümüz anda, durum bir başka görünüş kazanır. Bu ikinci adam, … öbürünü, deyim yerindeyse, haraca keser ve böylece, sonunda, istek duyulan nesne değerinin, elde edilmesi ya da üretimine karşı bu siyasal ve toplumsal engel olmadığı zaman olacağından daha büyük olmasına neden olur. … Şeylerin bu yapay olarak yükseltilmiş bedelinin aldığı, özel biçimler son derece çeşitlidir, ve emek bedelinin buna uygun bir düşüşünde doğal karşılığını bulur. … Öyleyse değeri a priori bir biçimde, sözcüğün gerçek anlamında bir eşdeğer olarak, yani bir “şu kadar eder” ya da edim ve karşı-edimin eşitliği ilkesine uygun bir değişim ilişkisi olarak düşünmek istemek bir kuruntu, bir yanılgıdır. Tersine, içerdiği en genel değer biçme etmeninin, bölüşüm zorlamasına dayanan bedelin özel biçimi ile örtüşmediğini görmek, gerçek bir değer teorisinin göstergesi olacaktır. Bu biçim, toplumsal düzenle birlikte değişir, oysa asıl iktisadi değer, doğa karşısında ölçülen bir üretim değerinden başka bir şey olamaz ve bunun sonucu, ancak ve ancak sadece doğal ve teknik nitelikteki üretim engelleri ile birlikte değişir.”
Demek ki, bir şeyin, pratik olarak yürürlükte bulunan değeri, bay Dühring’e göre, iki bölümden bileşir: Önce içerdiği (sayfa: 279) emek ve sonra da “elde kılıç” zorla koparılan ek haraç. Başka bir deyişle, bugün geçerlikte olan değer bir tekel fiyatıdır. Ne var ki, değer teorisine göre, eğer bütün metaların böyle bir tekel fiyatı varsa, o zaman sadece iki yol olanaklıdır. Ya herkes satıcı olarak kazandığını alıcı olarak yitirir; fiyatlar saymaca değer olarak gerçi değişir, ama gerçekte, —karşılıklı ilişkilerinde—, eşit kalırlar; her şey eski durumunda kalır, ve ünlü bölüşüm değeri bir kuruntudan başka bir şey değildir. — Ya da sözde ek haraçlar gerçek bir değer tutarını, yani değer üreticisi çalışan sınıf tarafından üretilen, ama tekelciler sınıfı tarafından elkonulan gerçek bir değer tutarını temsil ederler; ve o zaman, bu değer tutarı düpedüz ödenrnemiş emekten bileşir; bu durumda, kılıcı elinde adama karşın, sözde ek haraçlara ve bölüşüm değerine karşın, dönüp dolaşıp… marksist artı-değer teorisine gelmiş oluruz.
Gene de ünlü “bölüşüm değeri” üzerine birkaç örnek arayalım. 135 ve daha sonraki sayfalarda şöyle denir:
“Bireysel rekabet gereğince fiyat oluşmasını, iktisadi bölüşüm ve karşılıklı bir haraç vergilendirmesinin bir biçimi olarak da düşünmek gerekir. … Zorunlu bir meta stokunun birdenbire büyük ölçüde azaldığını düşünelim, bunun sonucu satıcı yönünde oransız bir sömürü gücü meydana gelir. … Bu gücün artışının hangi yüksek düzeye erişebilecegi, özellikle zorunlu maddeler biçimindeki azık sağlamanın hayli uzun bir zaman için kesilmiş bulunduğu anormal durumlar aracıyla görülür…” vb..
Ayrıca, işlerin normal akışında bile, fiyatların keyfi bir artışını sağlayan edimsel (fiili) tekeller de olabilir, örneğin demiryolları, kentlere su ve havagazı veren şirketler vb. gibi. Bu türlü tekelci sömürü fırsatlarının varlığı, eskiden beri bilinen bir şeydir. Ama yeni olan şey, bu fırsatlarin doğurduğu tekel fiyatlarının istisnalar ve benzeri olmayan durumlar değil de, bugün değerlerin saptanma biçiminin klasik örnekleri değerini kazanmaya aday olmalarıdır. Aşlık (zahire) maddelerinin fiyatları nasıl belirlenir? bay Dühring: azık sağlamanın kesilmiş bulunduğu kuşatılmış bir kente (sayfa: 280) gidin ve bilgi edinin! diye yanıt verir. Rekabet, pazar fiyatlarının oluşması üzerinde nasıl etkili olur? Size, tekele sorun, diye yanıt verecektir.
Öte yandan, hatta bu tekellerde bile, kural olarak, onların arkasında duran eli kılıçlı adam görülemez. Tersine: kuşatılmış kentlerde, eli kılıçlı adam, mevki komutanı, eğer ödevini yaparsa, tekele hemen son verme, ve eşit bir biçimde dağıtmak üzere tekelleştirilmiş stokları zoralımla alma yolunu tutar. Bununla birlikte, kılıçlı adamlar, bir “bölüşüm değeri” üretmeye giriştikleri anda, kötü işlerden ve para kaybından başka bir ürün devşirmemişlerdir. Hollandalılar, Doğu Hindistan ticaretini tekelleştirerek, tekellerini ve ticaretlerini yıkıma götürdüler. Şimdiye değin gelip geçmiş en güçlü iki hükümet, Kuzey Amerika devrimci hükümeti ile Fransız Konvansiyonu, tavan fiyatları saptama iddiasında bulundular ve acınacak bir başarısızlığa uğradılar. Şu anda Rus hükümeti, durmadan değiştirilebilir (konvertible) olmayan banknotlar çıkartarak, Rusya’da düşürdüğü kağıt ruble rayicini, durmadan Rusya üzerine çekilmiş poliçeler satın alarak, Londra’da yükseltmek için ylllardan beri çalışmaktadır. Birkaç yıl içinde, bu küçük oyun, ona, 60 milyon rubleye maloldu ve şimdi ruble, üç markın üstünde olacak yerde, iki markın altındadır. Eğer kılıcın ekonomide bay Dühring’in ona verdiği büyülü gücü varsa, neden hiç bir hükümet uzun zaman kötü paraya iyi paranın “bölüşüm değerini”, ya da assignatlara[17*] altınınkini zorla verdiremedi? Ve dünya pazarı üzerinde baş olarak komuta eden kılıç nerede?
Ayrıca, bölüşüm değerinin, başkaları tarafından yapılmış çalışmanın karşılıksız temellükünü sağlayan bir başka ana biçimi daha var: elde bulundurma (tasarruf) rantı, yani toprak rantı ve sermaye kazancı. Şimdilik, sadece ünlü “bölüşüm değeri” üzerine öğrendiklerimizin hepsinin bu olduğunu söyleyebilmek için, olguyu belirtmekle yetiniyoruz. — Hepsi mi? Gene de hepsi degil. Dinleyelim: (sayfa: 281)
“Bir üretim değeri ile bir bölüşüm değeri kabul edilmesinde ortaya çıkan ikili görüş açısına karşın, gene de, bütün değerlerin kendisinden meydanageldikleri, ve bütün değerlerin kendisiyle ölçüldükleri nesne biçimi altında ortak bir şey temelde her zaman kalır. Dolaysız, doğal ölçü, güç harcaması, ve en yalın biçimde, sözcüğün en kaba anlamıyla insan gücüdür. Bu sonuncusu, kendisi tarafından bakımı kendi payına belirli bir nicelikteki besinsel ve dirimsel güçlükler üzerinde bir utkuyu temsil eden varoluş zamanına indirgenir. Bölüşüm ya da temellük değeri, salt ve yalnız, sadece üretilmemiş şeyleri istediği gibi kullanma gücünün varolduğu yerde, ya da daha anlaşılır bir dil kullanmak istersek, bu şeylerin kendilerinin hizmetler ya da gerçek bir üretim değeri bulunan şeyler ile değiştirildikleri yerde vardır. Türdeş etmen, her türlü değer ifadesinde ve bunun sonucu, karşılıksız olarak bölüşüm aracıyla temellük edilen değer öğelerinde de belirtilmiş ve temsil edilmiş bulunduğu biçimiyle, her meta içinde … cisimleşmiş … bulunan insan gücü harcamasına dayanır.”
Buna ne demeli? Eğer bütün meta değerleri meta içinde cisimleşmiş insan gücü harcaması ile ölçülüyorsa, o zaman bölüşüm değeri, fiyat yükselmesi, zorla kabul ettirilen haraç ne oluyor? Gerçi bay Dühring, bize, hatta üretilmemiş, öyleyse gerçek anlamda bir değere sahip olmakta yeteneksiz nesnelerin bile bir bölüşüm değeri kazanabileceğini ve değere sahip bulunan üretilmiş nesneler ile değiştirilebileceğini söyler. Ama aynı zamanda, bütün değerlerin, yani salt ve yalnız bölüşüm değerlerinin bile, onlarda cisimleşmiş bulunan güç harcamasına dayandığını da söyler. Bu, bir güç harcamasının, üretilmemiş bir şey içinde nasıl cisimleşebileceğini bize ne yazık ki öğretmez. Herhalde, işin sonunda, bütün bu değerler karmaşası içinde ortaya açıkça çıkan şey, bir kez daha, bölüşüm değerinin, meta fiyatlarının toplumsal konum sayesinde zorla yükseltilmesinin, kılıç zoruyla istenen haracın hiç bir anlamı olmadığıdır; meta değerleri, sadece insan gücü harcaması, daha kabaca söylemek gerekirse, onlarda (sayfa: 282) cisimleşmiş bulunan emek harcaması ile belirlenir. Toprak rantı ve bazı tekel fiyatları bir yana bırakılırsa, bay Dühring, daha cansız ve daha karışık üslup dışında, Ricardo ve Marks’ın o kara çalınan değer teorilerinin uzun zamandan beri daha belgin ve daha açık bir biçimde söylediğinden başka ne söyler?
Onu söyler, ve bir solukta, onun karşıtını söyler. Marks, Ricardo’nun irdelemelerinden hareketle, şöyle yazar: Metaların değeri, metalar içinde cisimleşmiş bulunan, ve kendisi de süresine göre ölçülen, toplumsal bakımdan zorunlu genel insan emeği ile belirlenir. Emek, bütün değerlerin ölçüsüdür, ama kendisinin değeri yoktur. bay Dühring de, kendi cansız deyişiyle, emeği değer ölçüsü olarak koyduktan sonra, şöyle devam eder: o, “kendisi tarafından bakımı kendi payına belirli bir nicelikteki besinsel ve dirimsel güçlükler üzerinde bir utkuyu temsil eden varoluş zamanına indirgenir.”
Burada önemli tek şey olan emek zamanı ile, şimdiye değin hiç bir zaman ne değer yaratmış ne de değer ölçmüş olan varoluş zamanı arasındaki ne pahasına olursa olsun özgünlük ardında koşmaktan doğan karışıklığı bir yana bırakalım. Bu varoluş zamanının “kendisi tarafından bakımı”nın ortaya çıkaracağı “sosyaliter” hileyi de bir yana bırakalım; dünya varolduğundan beri ve varolacağı sürece, herkes, kendi geçim araçlarını kendisi tüketeceği anlamında, kendisitarafından bakılacaktır. bay Dühring’in, düşüncesini, iktisat terimleri ile, ve belginlikle dile getirdiğini kabul edelim; bu durumda, yukardaki tümce, ya hiç bir anlama gelmez, ya da şu anlama gelir: Bir metaın değeri onda cisimleşmiş bulunan emek zamanı ile, ve bu emek zamanının değeri de, işçinin bu zaman süresinde bakımı için gerekli varoluş araçları ile belirlenir. Ve bu, bugünkü toplum için, şu anlama gelir: Bir metaın değeri, onun içerdiği ücret ile belirlenir.
İşte en sonunda bay Dühring’in gerçekten demek istediği şeye gelmiş bulunuyoruz. Bir metaın değeri, yüzeysel (vulgaire) iktisadın deyiş biçimiyle, üretim giderleri ile belirlenir; buna karşı Carey, “değeri, üretim giderlerinin değil, ama yeniden-üretim (sayfa: 283) giderlerinin belirlediği doğruluğunu belirtmiştir”. (Eleştirel Tarih, s. 401.)
Bu üretim ya da yeniden-üretim giderlerinin ne olduğunu daha ilerde göreceğiz; burada sadece, bunların, herkesin bildiği gibi, ücret ile sermaye kârından bileştikleri üzerinde duralım. Ücret, metada cisimleşmiş “güç harcaması”nı, üretim değerini temsil eder. Kâr, haracı, ya da kapitalist tarafından kendi tekeli, elindeki kılıcı gereğince, zorla kabul ettirilen fiyat yükselişini, bölüşüm değerini temsil eder. Ve böylece, bay Dühring’in değer teorisinin tüm çelişik karışıklığı, işin sonunda, açıklıkların en güzeli ve en uyumlusu içinde ortadan kalkar.
Adam Smith’te değerin emek-zamanıyla belirlenişi ile henüz sık sık karışan meta değerinin ücret tarafından belirlenmesi anlayışı, Ricardo’dan beri bilimsel iktisattan uzaklaştırılmıştır, ve bugün ancak yüzeysel iktisatta sık sık kendini gösterir. Değerin ücret tarafından belirlendiğini söyleyenler, ve aynı zamanda kapitalist kârını yüksek bir ücret türü, bir vazgeçme ücreti (kapitalistin sermayesini düğün ve eğlencelerde saçıp savurmaması sonucu), bir tehlike primi, bir yönetim ücreti, vb. olarak gösterenler, varolan kapitalist düzenin en yavan pohpohçularından başkaları değildir. bay Dühring, onlardan, sadece kârın bir hırsızlık olduğunu söylemesiyle ayrılır. Başka bir deyişle, bay Dühring, sosyalizmini, doğrudan doğruya en kötü yüzeysel iktisat türü üzerine kurar. Bu yüzeysel iktisat kaç para ederse, bay Dühring’in sosyalizmi de o kadar para eder. Her ikisi de birlikte durur, birlikte yıkılırlar.
Bununla birlikte, sorun açıktır: Bir işçinin ürettiği şey ile o işçinin neye malolduğu, tıpkı bir makinenin ürettiği şey ile o makinenin neye malolduğu kadar birbirinden farklı iki şeydir. Bir işçinin oniki saatlik bir işgünü içinde yarattığı değer ile bu işgünü ve onu tamamlayan dinlenme içinde tükettiği yaşama araçlarının değeri arasında ortak bir yan yoktur. Bu yaşama araçları içinde, emek veriminin evrim derecesine göre, üç, dört, ya da yedi saatlik bir emek süresi cisimleşmiş (sayfa: 284) olabilir. Eğer bu araçların üretimi için yedi saatlik emeğin gerekli olduğunu kabul edersek, yüzeysel iktisada özgü ve bay Dühring tarafından kabul edilmiş olan değer teorisi, oniki saatlik emek ürününün yedi saatlik emek ürünü değerine sahip olduğunu, oniki saatlik emeğin yedi saatlik emeğe eşit, ya da 12 = 7 olduğunu söyler. Daha açık konuşalım: toplumsal koşullar ne olursa olsun, bir kır işçisi, yılda bir miktar tahıl, diyelim yirmi hektolitre buğday üretsin. Bu zaman içinde, onbeş hektolitre buğdaylık bir tutarla belirlenen bir değerler tutarı tüketsin. Öyleyse, yirmi hektolitre buğday onbeş hektolitre buğday ile, hem de aynı pazarda ve bütün öbür koşullar eşit olduğu halde, aynı değere sahip; başka bir deyişle, 20 = 15. İşte ekonomi politik denilen şey!
İnsan toplumunun hayvansal yabanıllık düzeyi üstündeki tüm gelişmesi, aile emeğinin kendi geçimi için zorunlu olandan çok ürün yarattığı, emeğin bir bölümünün, artık sadece yalın yaşama araçları üretimine değil, ama üretim araçları üretimine ayrılabildiği günden itibaren başlar. Emek ürünlerinde emeğin bakım giderlerine göre bir artı, bu artının yardımıyla toplumsal bir üretim ve yedeklik fonunun kurulması ve büyümesi — her türlü toplumsal, siyasal ve entelektüel ilerlemenin temelleri işte bunlar olmuştur, ve bunlardir. Şimdiye değin, tarihte, bu fon, ayrıcalıklı bir sınıfın mülkiyeti oldu, siyasal egemenlik ve entelektüel yönetim de, bu mülkiyetten ötürü, o sınıfın elinde bulunuyordu. Bu toplumsal üretim ve yedeklik fonunu, yani toplam hammaddeler, üretim aletleri ve yiyecek malları yığınını gerçek bir toplumsal fon durumuna, sadece, bunu o ayrıcalıklı sınıfın elinden alıp, ortak mal olarak toplumun tümüne aktararak, gelecekteki toplumsal devrim getirecektir.
İki şeyden biri. Birinci olanak: metaların değeri, üretimleri için gerekli-emeğin bakım giderleri tarafından, yani bugünkü toplumda, ücret tarafından belirlenir. Bu durumda, her işçi, ücretinde kendi emek ürününün değerini alır, ve o zaman, ücretliler sınıfının, kapitalistler sınıfı tarafından sömürüsü olanaksızdır. Belirli bir toplumda, bir işçinin bakım (sayfa: 285) giderlerinin üç mark olarak belirlendiğini varsayalım. Bu durumda, işçinin günlük ürünü, yukarda sözü edilen yüzeysel iktisat teorisine göre, üç mark değerindedir. Şimdi de bu işçiyi çalıştıran kapitalistin, bu ürün üzerinden bir marklık bir kâr, bir haraç aldığını, ve onu dört marka sattığını varsayalım. Öbür kapitalistler de aynı biçimde davranırlar. Böyle olunca, işçi, artık, günlük geçimini üç mark ile karşılayamaz, bunun için onun da dört marka gereksinmesi vardır. Bütün öbür koşullar eşit varsayıldığına göre, yaşama araçları biçiminde ifade edilen ücret, kesenkes aynı kalacaktır; öyleyse para biçiminde ifade edilen ücretin günde üç marktan dört marka yükselmesi gerekir. Kapitalistler, işçi sınıfından, kâr biçimi altında sızdırdıkları şeyi, ona ücret biçimi altında geri vermek zorundadır. Gene tam başlangıçtaki nokta üzerinde bulunuyoruz: eğer değeri, ücret belirliyorsa, emekçinin kapitalist tarafından hiç bir sömürüsü olanaklı değildir. Ama bir artı ürün oluşturulması da olanaksızdır, çünkü varsayımımıza göre, işçiler tam da yarattıkları kadar değer tüketirler. Ve kapitalistler değer üretmediklerine göre, onların ne ile yaşayacakları bile anlaşılamaz. Ve eğer bugün, gene de tüketime göre üretimde böyle bir artı, böyle bir üretim ve yedeklik fonu varsa, ve bu fon, kapitalistlerin elinde bulunuyorsa, geriye bir tek, işçilerin kendi bakımları için sadece metaların değerini tükettikleri, ama metaların kendilerini, daha geniş bir kullanım için, kapitalistlere bıraktıkları açıklaması kalır.
İkinci olanak: eğer bu üretim yedeklik fonu, kapitalist sınıf elinde gerçekten varsa, eğer gerçekten kâr birikiminden doğmuşsa (şimdilik toprak rantını bir yana bırakalım), bu fon zorunlu olarak, işçi sınıfı tarafından kapitalist sınıfa sağlanan emek ürününün, kapitalist tarafından işçi sınıfına ödenen ücretler tutarı üzerinden kalan bölümünün birikmiş artısından bileşir. Bu durumda, değer, ücret tarafından değil, ama emek niceliği tarafından belirlenir; bu durumda, işçi sınıfı, kapitalist sınıfı, emek ürünü içinde, onun kendine ödediği ücret aracıyla ondan aldığından daha büyük nicelikte bir değer sağlar; ve bu (sayfa: 286)
Arada şunu da söyleyelim: Ricardo’nun başlıca yapıtına kendisiyle başladığı büyük bulgudan, yani o “bir metaın değeri … üretimi için gerekli-emek niceliğine bağlıdır, yoksa bu emek için ödenen yüksek ya da düşük karşılığa değil”[18*] biçimindeki çağ açan bulgudan, bütün İktisat Dersleri içinde hiç bir yerde sözedilmez. Eleştirel Tarih’te, bu sıkıntılı işten, şu çetrefil tümce ile kurtulunur:
“O [Ricardo], içinde ücretin dirimsel gereksinmelerin bir göstergesi olabileceği az ya da çok büyük oranın [!] zorunlu olarak … değer ilişkilerinin ayrı cinsten bir bileşimini de içerdiğini görmez.”
Okura ne isterse onu düşündüren bir tümce, ve bu konuda okur için en güvenlisi hiç bir şey düşünmemek olacaktır.
Ve şimdi, okur, bay Dühring’in bize sunduğu beş cins değerden en hoşuna gidenini seçmekte özgürdür: Doğadan gelen üretim değeri; insanların kötülüğünün yarattığı ve kendinde bulunmayan güç harcaması ile ölçülme özelliğine sahip bulunan bölüşüm değeri; üçüncüsü, emek-zamanı ile ölçülen değer; dördüncüsü, yeniden-üretim giderleri ile ölçülen değer; son olarak, ücretle ölçülen değer. Çeşit bol, karışıklık son perdesinde, ve artık, bize, bay Dühring ile birlikte haykırmaktan başka bir şey kalmıyor: “Değer teorisi, iktisadi sistemlerin sağlamlığının denek taşıdır!” (sayfa: 287)
Anti-Dühring – Ekonomi Politik | Değer Teorisi – Friedrich Engels
RELATED ARTICLES