Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkAnti-Dühring - Friedrich EngelsAnti-Dühring - Ekonomi Politik | Eleştirel Tarih Üzerine (1.Bölüm) - Friedrich Engels

Anti-Dühring – Ekonomi Politik | Eleştirel Tarih Üzerine (1.Bölüm) – Friedrich Engels

“ELEŞTİREL TARİH” ÜZERİNE[40*]
Bitirmek için Ekonomi Politiğin Eleştirel Tarihi üzerine, bay Dühring’in kendi deyimiyle “benzeri hiç görülmemiş” (sayfa: 326) olan “bu girişim”i üzerine de bir göz atalım. Belki bize o denli söz verilmiş bulunan en kesin bilimin o son sözünü burada bulacağız. [41*]
Bay Dühring ekonomik öğretinin “son derece yeni bir olay” olduğu yolundaki buluşuna çok büyük bir önem verir (s. 12).
Gerçekte Marks’ın Kapital’inde şöyle denir: “Ekonomi politik” “Manüfaktür dönemi sırasında ilk kez bir bilim olarak ortaya çıkar”[42*] ve Ekonomi PolitiğinEleştirisine Katkı’da, sayfa 29, şu okunur: “Klasik ekonomi politik … İngiltere’de Petty, Fransa’da Boisguillebert ile başlar ve İngiltere’de Ricardo, Fransa’da Sismondi ile sona erer.”[43*]
Bay Dühring kendisine öğütlenen bu yolu izler, şu farkla ki ona göre yüksek iktisat, ancak burjuva bilimin klasik döneminin sona ermesinden sonra dünyaya getirdiği içler acısı düşüklerle başlar.[44*] Buna karşılık, girişimin sonunda çok haklı olarak şöyle övünür:
“Ama eğer bu girişim dıştan algılanabilir özelliklerinde ve yarı-modern içeriğinde henüz hiç görülmemiş bir şeyse, iç eleştirel bakış açıları ve genel konumu bakımından daha da çok benim öz malımdır (s.9).”
Gerçekten, dış ve iç, iki yönden kendi “girişim”inin (bu sınai deyim kötü seçilmemiş) reklamını şöyle yapabilirdi: (sayfa: 327) Biricik ve özgülüğü.[45*]
Ekonomi politik, tarihte ortaya çıktığı biçimiyle, gerçekte kapitalist üretim dönemi iktisadının bilimsel bilgisinden başka bir şey olmadığı için, bu dönemle ilgili tezler ve teoremler, örneğin eski Yunan toplumu yazarlarında kendilerini ancak meta üretimi, ticaret, para, faiz getiren sermaye vb. gibi bazı olaylar her iki toplumda da ortak olduğu ölçüde gösterebilirler. Yunanlılar, bu alanda durum elverdiği ölçüde yapmış bulundukları çalışmalarda, bütün öteki alanlarda gösterdikleri aynı dehayı, aynı özgünlüğü gösterirler. Bu nedenle onların sezgileri, tarihsel olarak modern bilimin teorik hareket noktalarını oluşturur. Şimdi tarihçi bay Dühring’i dinleyelim:
“Böylece bilimsel iktisat teorisi, konusunda, doğrusunu söylemek gerekirse ilkçağda gösterecek olumlu hiçbir şey [!] bulamayız ve tamamen bilim düşmanı olan ortaçağ, [buna, hiçbir şey belirtmemeye!] çok daha az vesile verir. Bununla birlikte, derin bilgi görüşünü böbürlenme ile sergileyen gösteriş … modern bilimin arı niteliğini bozduğu için, hiç değilse birkaç örnek üzerine dikkati çekmek gerek.”
Ve o zaman bay Dühring, “derin bilgi görünüşünden” gerçekten yoksun bir eleştiriden örnekler verir.[46*]
Aristoteles’in, “her malın, hem ayağa giyilebilen hem de başka bir şeyle değişilebilen bir sandal gibi, biri şey olarak o mala özgü olan ve öteki öyle olmayan ikili bir kullanımı vardır; bunların her ikisi de sandalın kullanım biçimleridir, (sayfa: 328) çünkü sandalı kendinde olmayan bir şeyle, para ya da yiyecekle değişen kimse bile, sandalı sandal olarak kullanır; ama onun doğal kullanım biçimine göre değil, çünkü sandal onda değişim nedeniyle bulunmaz”[47*]
“Platon’un devlet üzerine yapıtlarında da ekonomik işbölümünün modern bölümü bulunmak istendi.”
Bu tümce kuşkusuz Kapital’in üçüncü baskısının, Bölüm XII, 5, s. 369’daki parçasıyla ilgili; ne var ki orada, klasik ilkçağın işbölümü üzerindeki düşüncesi, tersine, modern düşünce ile “en sert karşıtlık oluşturan” bir düşünce olarak gösterilir.[48*] — Güç beğenir bir dudak bükme, işte Platon’un (Yunanlılar bakımından devlet ile aynı şey demek olan) kentin doğal temeli olarak işbölümü üzerindeki zamanı için dahice açıklamasının[49*] bay Dühring tarafından değimli görüldüğü tek şey ve o da Platon’un “pazarın belirli bir genişliğinin, meslek türlerinin daha ileri derecede dallanıp budaklanması ve özel işlemlerin teknik ayrışması karşısına çıkardığı sınır”ın sözünü etmemesi nedeniyle —ama Yunanli Ksenefon bu işi yaptı[50*] , bay Dühring!— “Yalnızca ve yalnızca bu sınır kavramı, başka türlü bilimsel olarak nitelendirilemeyecek fikrin, sayesinde önemli bir ekonomik doğruluk durumuna dönüşüğü bilgidir.”
Bay Dühring tarafından öylesine küçümsenen “profesör” Roscher, o işbölümü fikrinin “bilimsel” duruma gelmesi için zorunlu “sınır”ı çizmiş[51*] ve bu nedenle bay Dühring (sayfa: 329) işbölümü yasasının keşfini, kesin olarak Adam Smith’e maletmiştir. Meta üretiminin egemen üretim biçimi olduğu bir toplumda, “pazar” —bir kez olsun bay Dühring’in gösterişi ile söylemek gerekirse— “iş adamları” arasında çok tanınmış bir “sınır” olmuştur. Ama, kapitalist işbölümünü yaratan şeyin pazar değil, tersine, pazarı yaratan şeyin daha önceki toplumsal bağların ayrışması ve bundan doğan işbölümü olduğunu görmek için, “görenekçi bilgi ve içgüdü”den daha çok şey gerek. (Bkz: Kapital, 1, Bölüm XXIV, 5, sanayi sermayesi için içpazarın kurulması.)[52*]
“Paranın rolü her zaman ekonomik düşüncelerin en önemli uyarıcısı olmak olmuştur [!]. Ama bir Aristoteles bu rol üzerine ne biliyordu? Açıktır ki para aracıyla değişimin, ilkel doğal değişimi izlemiş olmasından başka hiçbir şey.”
Ama eğer “bir” Aristoteles paranın, biri içinde yalın dolaşım aracı olarak hareket ettiği, öteki içinde para-sermaye işini gördüğü iki ayrı dolaşım biçimini[53*] Eğer hatta “bir” Aristoteles parayı kendi değer-ölçüsü rolü içinde çözümlemeye kalkma cüretini gösterir ve para teorisi bakımından öylesine önemli olan bu sorunu doğru bir biçimde koyarsa,[54*]
Sonal sonuç: bay Dühring’in “dikkate sunma” biçiminde yansıdığı durumu ile Yunan ilkçağı, gerçekten “tamamen basit fikirler”den (s. 25) başkasına sahip değildir ama eğer bu türlü bir “bönlük”ün (s. 19) basit ya da basit olmayan fikirlerle herhangi ortak bir yanı varsa.[55*]
Bay Dühring’in merkantilizm üzerindeki bölümüne gelince, onu aslından, yani List’in Nationales System (Ulusal Sistem), bölüm 29: “Okul tarafından yanlış olarak merkantil (sayfa: 330) sistem diye adlandırılan sınai sistem”inden okumak daha iyi olacaktır. Bay Dühring’in, burada her türlü “derin bilgi görünüşünden” ne denli büyük bir özenle kaçınmasını bildiği, başkaları arasında, aşağıdaki satırlardan görülebilir.
List, 28. bölümde, “İtalyan iktisatçılar” bölümünde: “İtalya, ekonomi politiğin pratiğinde olduğu kadar teorisinde de bütün modern ulusların önüne geçmiştir”, der ve “Napolili Antonio Serra’nın, krallığa bir altın ve gümüş bolluğu sağlamanın yolları üzerindeki yapıtını (1613), İtalya’da özel olarak ekonomi politiği konu alan ilk yapıt” olarak anar.[56*]
Bay Dühring, bunu duraksamadan kabul eder ve bunun sonucu Serra’nin Breve Trattato’sunu “iktisadın modern tarih-öncesinin girişinde bir çeşit yazıt olarak” değerlendirebilir. Gerçekten, onun Breve Trattato irdelemesi, bu “yazınsal kırıtkanlık” ile sınırlanır. Ne yazık ki aslında işler başka türlü olmuştur: 1609’da, yani Breve Trattato’dan dört yıl önce, Thomas Mun’un A Discourse of Trade’i vb. yayınlanıyordu. Daha ilk baskısında bu yapıt, İngiltere’de o zaman hâlâ devlet pratiği olarak savunulan ilkel parasal sisteme karşı yöneltiliş olma özgül anlamına sahiptir; yani merkantil (sayfa: 331) sistemin, kendini doğurmuş bulunan sistem ile bilinçli ayrılışını temsil eder. Daha ilk biçimi altında bu yapıt, birçok kez yayınlandı ve yasama üzerinde dolaysız bir etkide bulundu. Yazar tarafından baştan başa gözden geçirilen ve ancak ölümünden sonra yayınlanan 1664 baskısı biçimi altında: Englands Treasure, vb., daha yüzyıl merkantilist incil olarak kaldı. Öyleyse eğer merkantilizm, “girişte bir çeşit yazıt olarak” devir yapan bir yapıta sahipse, o yapıt bu yapıttır ve işte bu nedenle de bay Dühring’in “hiyerarşik ilişkilere öylesine önem veren tarihi” için bu yapıt, kesin olarak yoktur.[57*]
Modern ekonomi politiğin kurusucu olan Petty üzerine bay Dühring, bize onun “bol sayıda boş düşünceye, kavramların iç ve biraz da ince ayrımları bakımından [bir] duyarlık yoksunluğuna … birçok şey bilen ama hiçbiri üzerinde biraz daha derine gitmeksizin kolayca birinden öteğine geçen [bir] kararsızlığa sahip bulunduğunu … iktisat konusunda henüz çok kaba biçimde davrandığını [ve] karşıtlıkları, durum elverirse, ciddi düşünürü kuşkusuz eğlendirebilecek bönlüklere vardığını” bildirir.
Dikkatini “bir Petty”den esirgememeye tenezzül ettiği zaman, “ciddi düşünür” bay Dühring için ne eşi benzeri bulunmaz bir alçakgönüllülük! Peki ona hangi dikkati gösterir?
Petty’nin, “onda yetersiz izleri bulunan emek, hatta değer (sayfa: 332) ölçüsü olarak emek-zamanı” üzerindeki tezleri, bu tümceden başka hiçbir yerde anılmaz. Yetersiz izler. Treatise on Taxes and Contributions’unda Petty, 1. baskı, 1662, metaların değer büyüklüğünün son derece açık ve doğru bir çözümlemesini verir. Buna önce aynı nicelikte emeğe malolan değerli madenler ile buğdayın eşdeğerliliği yardımıyla örneklendirerek, değerli madenlerin değeri üzerine ilk ve son “teorik” sözü söyler. Ama metaların değerlerinin eşit emek (equal labour) ile ölçüldüklerini de çok açık ve genel bir biçimde dile getirir. Bulgusunu kısmen çok karmaşık çeşitli sorunların çözümüne uygular ve yer yer, çeşitli vesilelerde ve çeşitli yazılarda, hatta ana tezi yinelemediği yerlerde bile, bundan önemli sonuçlar çıkarır. Ama daha ilk yapıtında, şunu da söyler:
“Bunun [emeğin eşitliğiyle değer biçme] değerlerin denge ve ölçülmesinin temeli olduğunu öne sürüyorum; bununla birlikte, bunun üzerine kurulan her şeyde, bunun pratik uygulanmasında, birçok çeşitlilik ve karmaşıklık olduğunu da itiraf ederim.”[58*]
Demek ki Petty, bulgusunun öneminin olduğu denli, onun ayrıntılı uygulamasındaki güçlüğün de bilincinde. Bu nedenle bazı ayrıntılı erekler için bir başka yol daha arar. Özellikle toprak ile emek arasında doğal bir eşitlik ilişkisi (a natural Par) kurmaya çalışır, öyleki değer, “ikisinden her biri içinde ve daha iyisi, ayrı ayrı her ikisi içinde” istenildiği gibi dışavurulabilsin. Bu yanılgı bile dahice bir şeydir.
Petty’nin değer teorisi üzerine bay Dühring, şu derin düşünceyi ileri sürer:
“Eğer daha derin bir biçimde düşünmüş olsaydı, önceden anımsatmış bulunduğumuz karşıt bir anlayışın izlerine başka yerde raslamak kesinlikle olanaklı olmazdı”; yani: “izler”in… “yetersiz” oldukları bir yana bırakılırsa, “önceden” hiçbir şey anılmamıştır. Bay Dühring’in okuru, önceden de sonradan da üzerinde hiç durmadığı işin özü üzerinde “önceden” bilgi sahibi edildiğine “sonradan” inandırmak için, kof (sayfa: 333) bir tümce yardımıyla, bir şeye “önceden” anıştırmada bulunma yolundaki o çok belirtili davranışı, burada kendini açıkça gösteriyor.
Adam Smith’te değer kavramı üzerine “karşıt anlayışların” yalnızca “izleri”ni ve değer üzerine açıkça karşıt yalnızca iki görüş değil ama üç, hatta hepsini sayarsak rahatça yanyana gelip çaprazlaşan dört görüş buluruz. Ama zorunlu olarak elyordamıyla ilerleyen, çeşitli denemeler yapan, daha yeni yeni biçimlenmeye başlayan bir fikirler karmaşası ile savaşan ekonomi politiğin kurucusunda çok doğal görünen şey, birbuçuk yüzyıllık araştırmaları, sonuçlan kısmen kitaplardan ortak bilince geçtikten sonra seçerek özetleyen bir yazarda tuhaf görünebilir. Ve büyük şeylerden küçük şeylere inmek gerekirse, görmüş bulunduğumuz gibi, bay Dühring’in kendisi de bize beş ayrı çeşit değer ve onlarla birlikte bir o denli karşıt anlayış sunar. Kuşkusuz, “eğer o da daha derin bir biçimde düşünmüş olsaydı”, okurlarını Petty’nin son derece açık değer anlayışından en büyük karııklık içine atmak için onca güçlüğe katlanmazdı.[59*]
Petty, 1682’de yayınlanan Quantulumcumque Concerning Money adlı yapıtı ile Anatomy of Ireland’ından on yıl sonra (bu yapıt, ilk kez olarak, bay Dühring’in en orta malı okul kitaplarından kopya ettiği gibi, 1691’de değil 1672’de yayınlandı),[60*] bir tek bütün biçiminde eksiksiz bir çalışma verdi. Merkantilist anlayışın öteki yapıtlarında raslanan son izleri, bu yapıtta büsbütün yok olmuştur. Bu yapıt, hem içeriği hem de biçimi ile küçük bir başyapıttır ve işte bu nedenle de bay Dühring’de adı bile geçmez. İktisatta ortaya çıkan en deha sahibi ve en özgün araştırıcı karşısında kendi kendiyle dolu bayağı bir ukalanın paylayıcı hoşnutsuzluğunu dışavurmak ve teorik deha ışıltılarının kusursuz “belitler” olarak düzenli saflar biçiminde caka satmayı kabul etmediğini (sayfa: 334) ama tersine “kaba” pratik gereçlerin, örneğin verginin derinleştirilmiş irdelemesinden dağnğk düzen fışkırdığını görmekle çarpılmaktan başka bir şey yapamaması çok doğaldır.
Bay Dühring, “Siyasal Aritmetik”in Petty tarafından bayağı sayılama (istatistik) terimleri ile kurulması karşısında, tıpkı onun doğrudan doğruya iktisat çalışmaları karşısında davrandığı gibi davranır. Petty tarafından uygulanan yöntemlerin benzersizliği üzerine, hırçınlıkla omuz silkilir! Lavoisier’nin bile bu alanda ondan yüzyıl sonra uyguladığı gülünç yöntemler karşısında,[61*] bugünkü istatistiği Petty’nin ona ustaca vermiş bulunduğu erekten hâlâ ayıran o büyük uzaklık karşısında, bu kasıntılı üstünlük savı, şenlikten iki yüzyıl sonra, çırılçıplak bönlüğü içinde apaçık görünür.
Petty’nin, bay Dühring’in “girişim”inde hemen hemen hiç dikkat edilmeyen en önemli fikirleri, bay Dühring’e göre zamanımızda ancak kendi bağlamları dışında sözkonusu edilerek, kendilerinde sahip olmadıkları bir önem verilen tutarsız esintiler, rasgele düşünceler ve gelişigüzel açıklamalardan başka bir şey değildirler; öyleyse bu fikirler, ekonomi politiğin gerçek tarihinde değil ama yalnızca bay Dühring’in köktenci eleştiri düzeyi ve “derine giden tarih yazma üslubu” altında bulunan modern kitaplarda bir rol oynarlar. Bay Dühring “girişim”inde, savdan sonra kanıt istemeye cüret etmekten sakınan körü körüne inanç sahibi bir okurlar çevresini gözönünde tutmuşa benzer. Bu konuya birazdan döneceğiz (Locke ve North dolayısıyla) ama önce, söz arasında, Boisguillebert ve Law üzerine bir göz atmamız gerek.[62*]
Birinciye ilişkin olarak, bay Dühring’e özgü tek buluşu belirtelim. O, Boisguillebert ve Law arasında, kendisine değin bilinmeyen bir bağlantı bulmuştur. Gerçekten Boisguillebert meta dolaşımı içinde yerine getirdikleri normal parasal işlevlerde değerli madenlerin kredi parası (“bir kağıt (sayfa: 335) parçası”) ile değişilebileceklerini ileri sürer.[63*] Law, buna karşılık, bu “kağıt parçaları”nın keyfi bir “artış”ının, bir ulusun zenginliğini artıracağını düşünür. Bundan, bay Dühring için, “Boisguillebert’in deyişinin yeni bir merkantilizm yolunu kendinde barındırdığı”, bir başka deyişle Law’u kendinde barındırdığı sonucu çıkar. Ve bu da şu biçimde apaçık tanıtlanır: “Önemli olan yalnızca, yalın kağıt parçalarına değerli madenlerin oynayacakları rolün tıpkısının verilmesiydi ve böylece merkantilizmin bir başkalaşımı hemen gerçekleşmiş bulunuyordu.”
Aynı biçimde, amcamın halam durumuna başkalaşımı da hemen gerçekleşebilir. Gerçi bay Dühring, işleri yoluna koymak için, şöyle ekler: “Bununla birlikte, Boisguillebert’in böyle bir niyeti yoktu.” Ama o, değerli madenlerin parasal rolü üzerindeki kendi ussal anlayışını, kendisine göre değerli madenlerin bu rolde kağıt ile değiştirilebilmeleri nedeniyle, merkantilistlerin boşinana dayanan anlayışları ile değiştirme niyetini nasıl besleyebilirdi? Bununla birlikte bay Dühring, istençsiz komedyası ile şöyle devam eder: “Gene de, şurada burada yazarımızın, başarı ile gerçekten yerli yerinde bir gözlem yaptığı da itiraf edilebilir” (s.83).[64*] (sayfa: 336)
Law’a gelince bay Dühring, başarı ile ancak şu “gerçekten yerli yerinde gözlem”i yapar:
“Law’un da son temeli (yani değerli madenler temelini) hiçbir zaman tamamen ortadan kaldıramadığı ama son sınıra, yani sistemin yıkılışına, kağıt para çıkarılmasına değin götürdüğü görülür.” (s.94.)
Gerçeklikte, eğer yalın para işaretleri olan kağıttan kelebekler halk içinde seke seke uçuşacaklardıysa bu, değerli madenler temelini ortadan kaldırmak için değil, tersine, halkın ceplerini tamtakır devlet kasalarına boşaltmak içindi.[65*]
Gene Petty’ye ve bay Dühring’in iktisat tarihinde ona oynattığı silik role dönmek için, önce Petty’nin hemen ardından gelenler üzerine, Locke ve North üzerine bize ne dendiğine bakalım. Locke’un Considerations on Lowering of (sayfa: 337) Interest and Raising Of Money’si ile North’un Discourses uponTrade’i aynı yıl, 1691’de yayınlandılar.[66*]
“Onun [Locke] faiz ve para üzerine yazdıklan, merkantilizm çağında devlet yaşamı olayları konusunda geçerliliği olan düşünceler çerçevesinden çıkmaz.” (s. 64.)
—Bu “açıklama”nın okuru için, Locke’un Lowering of Interest’inin 18. yüzyılın ikinci yarısında Fransa ve İtalya’da ekonomi politik üzerine, hem de çeşitli yönlerden öylesine büyük bir etki kazanmış olmasının nedenleri herhalde çok açık olacaktır.
“Faiz oranının özgürlüğü üzerine, birçok iş adamı [Locke ile] aynı şeyi düşünüyor ve durumun evrimi de faiz oranı karşısındaki engellerin etkisiz olarak görülmesi eğilimini yaratıyordu. Bu Dudley North’un Discourses upon Trade’ini özgür değişim yönünde yazabildiği bir zamanda, faiz sınırlamalarına karşı teorik muhalefeti olağanüstü hiçbir yanı bulunmayan bir muhalefet olarak gösteren birçok şey, deyim yerindeyse havada olmalıydı.” (s.64.)
Demek ki Locke, “olağanüstü” hiçbir şey söylemeksizin faiz özgürlüğü üzerine teori kurmak için, şu ya da bu çağdaş “iş adamı”nın düşüncelerini yeni baştan düşünmek ya da zamanında, “deyim yerindeyse havada” olan şeyleri yakalamaktan başka bir şey yapmamalıydı! Ama gerçekte Petty, daha 1662’de, Treatise on Taxes and Contributions’unda, bizim tefecilik adını verdiğimiz para rantı olarak faizi (rent of money which we call usury), toprak ve bina mülkiyeti rantı (rent of land and houses) ile karşılaştırıyor ve kuşkusuz toprak rantına karşı değil ama elbette para rantına karşı yasama önlemleri aracıyla sert davranılmasını isteyen toprak sahibi karşısında, doğa yasasına karşı pozitif hukuk yasaları (sayfa: 338) çıkarmanın ne denli boş ve kısır bir şey olduğunu gösteriyordu (the vanity and fruitlessness of making civil positive law against the law of nature).[67*] Bu nedenle, Quantulumcumque Concerning MoneyRaising of money üzerine kesin şeyler söyler (örneğin bir ons gümüşten iki kat şilin basarak yarım şiline bir şilin adını verme girişimi).
Bu son noktada Petty, Locke ve North tarafından, düpedüz ya da pok az bir farkla kopya edilir. Ama faiz konusunda Locke, Petty’nin para faizi ile toprak rantı arasındaki paraleline bağlanır, oysa daha ileri giden North, sermaye rantı olarak (rent of stock) faizi toprak rantına ve finans lordlarını da toprak lordlarına karşı koyar. Ama Locke, Petty tarafından istenen faiz serbestliğini ancak sakınımlarla benimserken, North bu özgürlüğü kesin olarak benimser.
“Daha ince” anlamda daha da zorlu bir merkantilist olan bay Dühring, kendini Dudley North’un Discourses upon Trade’inden,[68*] bu yapıtın “özgür-değişim yönünde” yazıldığı gözlemi ile kurtardığı zaman, kendi kendini geride bırakır. Bu, Harvey üzerine, onun “kan dolaşımı yönünde” yazdığını söylemek gibi bir şeydir. North’un yapıtı, öbür değimleri bir yana, iç ticarete ilişkin olduğu denli dış ticarete ilişkin olarak da hiçbir şeyin engellemediği bir mantıkla yazılmış, özgür-değişim öğretisinin tamamen klasik bir tartışmasıdır; kuşkusuz 1691’de “olağanüstü bir şey”!
Bununla birlikte bay Dühring, bize North’un bir “tüccar”, üstelik kötü bir çocuk olduğunu ve yapıtının “başan kazanamadığını” açıklar. Böyle bir yapıt, İngiltere’de koruyucu sistemin kesin utkusu zamanında, toplumun her işinde önayak olan ayak takımı gözünde “başarı” kazansın — işte bir bu eksikti! Gene de bunun böyle olması, bu yapıtın İngiltere’de (sayfa: 339) hemen arkasından, hatta birkaçı 17. yüzyıl sonundan önce yayınlanan bir dizi iktisat yapıtında görülebilecek hızlı teorik etkisini engellemedi.
Locke ve North, Petty’nin ekonomi politiğin hemen her alanında gerçekleştirdiği ilk başarıların, İngiliz ardılları tarafından birer birer nasıl yeniden ele alınıp geliştirildiklerini bize göstermişlerdir. Bu sürecin, 1691’den 1752’ye değin giden dönem içindeki izleri, kendini daha bu dönemde herhangi bir önem taşıyan tüm iktisat yapıtlarının, olumlu ya da olumsuz hareket noktası olarak Petty’yi almış olmaları yalın olgusu ile en yüzeysel gözlemciye bile zorla kabul ettirir. Bu nedenle, özgür kafalarla dolu bulunan bu dönem, ekonomi politiğin kerteli oluşmasının irdelenmesi için en önemli dönemdir. Bu dönem Kapital’de, Petty ile bu dönem yazarlarına o denli önem vermiş olmasını Marks’a bağışlanmaz bir günah olarak yükleyen “parlak üsluplu tarih yazma biçimi” tarafından, tarihten düpedüz silinmiştir. Bu tarih yazma biçimi, Locke, North, Boisguillebert ve Law’dan hemen fizyokratlara geçer ve daha sonra ekonomi politiğin gerçek tapınağının girişinde, David Hume görünür. Bay Dühring’in izniyle, kronolojik düzeni yeniden kuracak ve bunun sonucu Hume’u fizyokratların önüne koyacağız.[69*]
Hume’un ekonomik Essay’leri[70*] 1752’de yayınlandı. Bir bütün oluşturan Of Money, Of the Balance, of Trade, Of Commerce başlıklı denemelerde Hume, adım adım ve çoğu kez (sayfa: 340) yalın özençlerine değin, Jacob Vanderlint’in Money Answers All Things, Londra, 1734, kitabını izler. Bu Vanderlint, bay Dühring için ne denli bilinmez kalmış olursa olsun, 18. yüzyıl sonu, yani Adam Smith’ten sonraki dönem İngiliz iktisat yapıtlarına değin hesaba katılır.
Vanderlint gibi Hume da parayı, yalın bir değer simgesi olarak inceler; ticaret bilançosunun bir ülke için sürekli biçimde lehte ya da aleyhte olamaması nedenlerini, hemen hemen harfi harfine Vanderlint’ten kopya eder (ve bu da önemli bir şeydir, çünkü değer simgeleri teorisini başka birçok kitaptan da alabilirdi); çeşitli ülkelerin çeşitli ekonomik konumlarına göre doğal olarak kurulan bilançolar dengesini Vanderlint gibi öğretir; özgür-değişimi Vanderlint gibi, ama biraz daha az cüret ve mantıkla öğütler. Vanderlint gibi ama onunki denli belirgin olmayan bir biçimde, gereksinmeleri üretimin motoru olarak değerlendirir. Meta fiyatları üzerinde yanlışlıkla kredi parası ve devlet tahvillerine yüklediği etkide Vanderlint’i izler; Vanderlint ile birlikte kredi parasına mahkum eder, Vanderlint gibi meta fiyatlarını emeğin fiyatına, yani ücrete bağlar; hatta para yığmanın (thésaurisation, iddihar) meta fiyatlarını düşük bir oranda tuttuğu yolundaki o delice fikri bile Vanderlint’ten kopya eder vb., vb..
Uzun zaman önce bay Dühring, Hume’un para teorisi konusunda başkalarının düştüğü yanılgıyı gizemli bir havayla kulağımıza fısıldamış; özellikle Hume’un, Vanderlint ve adını anacağımız bir başka yazarla daha, J. Massie ile olan gizli ilişkilerini, üstelik izin de almaksızın göstermekte sakınca görmeyen Marks’a gözkorkutucu anıştırmalarda bulunmuştu.
İşte bu yanılgının içyüzü. Hume’un, paranın değer simgesinden başka bir şey olmadığı ve bunun sonucu öteki koşullar değişmediği sürece, meta fiyatlarının dolaşımdaki para miktarının artışından dolayı düştükleri ve azalışından dolayı yükseldikleri yolundaki gerçek para teorisine ilişkin olarak bay Dühring, dünyanın en büyük iyi niyetiyle —ve gizemine sahip bulunduğu ışıklı biçim hesaba katılarak—, öncellerinin yanlışlıkla söyledikleri şeyleri yinelemekten başka (sayfa: 341) bir şey yapamaz. Hume’a gelince, sözü geçen teoriyi sunduktan sonra kendi kendine, Amerika madenlerinin bulunmasından sonra da, gene de “sanayinin, bu madenlerin sahipleri hariç, Avrupa’nın bütün uluslarında geliştiği”nin ve bunun da, “başka nedenler arasında, altın ve gümüş artışı sonucu olduğu”nun “açık” olduğu itirazında bulunur (aynı öncüllerden hareket eden Montesquieu de daha önce aynı şeyi yapmıştı).[71*] Hume bu olayı, “metaların yüksek fiyatı, altın ve gümüş artışının zorunlu sonucu olmasına karşın, gene de bu artışı hemen izlemez ama paranın tüm devlette dolaşması ve etkilerini nüfusun tüm katmanları üzerinde duyurması için belirli bir zamanın geçmesi zorunludur” diyerek açıklar. Bu aracı dönemde, paranın sanayi ve ticaret üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Bu açıklamanın sonunda Hume, öncellerinin ve çağdaşlarının çoğundan daha dar bir biçimde de olsa, bize bunun nedenlerini söyler:
“Parayı tüm topluluktaki ilerlemesi içinde izlemek kolaydır ve o zaman onun, emeğin fiyatını yükseltmeden önce, herkesin çabasını kamçılayacağını görürüz.”[72*]
Bir başka deyişle, Hume burada değerli madenlerin değerinde bir devrimi, düpedüz bir değer düşmesini ya da aynı anlama gelmek üzere değerli madenlerin değer ölçüsünde bir devrimi betimler. Bundan, meta fiyatlarının yavaş yavaş oluşan eşitlemesinde, bu değer düşüşünün “emeğin fiyatını”, yani ücretleri ancak son kertede yükselttiği; bunun işçiler zararına tüccar ve sanayicilerin kârını yükselttiği (bunu tamamen normal karşılar) ve böylece “çabayı kamçıladığı” doğru sonucunu çıkarır. Ama gerçek bilimsel soru: Değerli madenlerin, değerlerinde hiçbir düşme olmadan artan bir dışalımı meta fiyatları üzerinde etkili olur mu ve nasıl etkili olur? — bu soru, herhangi bir “değerli madenler artışı”nı onların değerden düşmeleri ile karıştıran Hume tarafından sorulmaz bile. Demek ki Hume, Marks ona neyi yüklerse tastamam onu yapar (Contribution à critique, s. 141).[73*] Geçerken (sayfa: 342) bu noktaya gene döneceğiz, ama daha önce Hume’un “faiz” üzerindeki denemesine bakalım.
Hume’un, faizin varolan para yığını ile değil ama kâr oranı ile düzenlendiği yolundaki açıkça Locke’a karşı yöneltilmiş tanıtlaması ile faiz oranının yüksek ya da düşük düzeyini belirleyen nedenler üzerindeki öteki açıklamaları, — bütün bunlar, Hume’un Essay’inden iki yıl önce, 1750’de yayınlanan bir yapıtta: AnEssay on the Governinig Cause of the Natural Rate of Interest wherein the sentiments of Sir W. Petty and Mr. Locke, on that head, are considered’de daha doğru ve daha kaba bir biçimde bulunur. Bu yapıtın yazarı, birçok bakımdan çok hareketli ve o çağın İngiliz bibliyografyasından anlaşılabileceği gibi çok okunan bir yazar olan J. Massie’dir. Faiz oranı üzerine Adam Smith tarafından yapılan açıklama, Massie’ye Hume’dan daha yakındır. Massie de, Hume da, her ikisinde de bir rol oynayan “kâr”ın içyüzü üzerine ne herhangi bir şey bilir, ne de herhangi bir şey söylerler.[74*]
“Genel olarak, diye kurum satar bay Dühring, Hume üzerine yapılan değerlendirmelerde çoğu kez büyük bir taraf kayırıcılığı ile davranılmış ve hiç de onun olmayan fikirler ona maledilmiştir.”
Ve bu “davranış”ın birçok çarpıcı örneğini bize bay Dühring’in kendisi verir.[75*]
Böylece, örneğin Hume’un faiz üzerindeki Essay’i şu sözlerle başlar: (sayfa: 343)
“Her ne denli ben bunun nedeninin, genel olarak kabul edilen nedenden bambaşka olduğunu sanıyorsam da, düşük faiz oranından başka hiçbir şey, hem de haklı olarak, bir halkın gönenç durumunun en güvenilir belirtisi olarak görülmemektedir.”[76*]
Yani daha ilk tümecde Hume, faiz oranının düşüklüğünün bir halkın gönençli durumunun en güvenilir belirtisi olduğu kanısını, zamanında orta malı durumuna gelmiş bulunan beylik bir düşünce olarak anar. Ve gerçekten bu “fikir” herkesçe bilinen bir fikir durumuna gelmek için, Child’dan sonra tam yüz yıl geçirmiştir. Buna karşılık:
“[Hume’un] faiz oranı üzerindeki düşüncelerinde, özsel olarak faiz oranının, durumun [hangi durumun?] gerçek barometresi olduğu ve düşüklüğünün bir halkın gönencinin hemen hemen şaşmaz bir belirtisi bulunduğu fikrini vurgulamak gerekir.” (s. 130).
Böyle konuşan taraf kayırıcı ve suçlu “kişi” kim? Bay Dühring’den başkası değil.[77*]
Öte yandan eleştirel tarihçimizde yapmacıksız bir şaşkınlık uyandıran şey de Hume’un, bazı başarılı fikirler konusunda, “kendini bunların sahibi olarak göstermeye bile kalkmaması”dır. İşte bay Dühring’in başına gelmeyecek bir hal.
Hume’un her değerli maden artışını bir değer düşmesine, kendi öz değerinde, yani metaların değer ölçüsünde bir devrime eşlik eden artış ile nasıl karıştırdığını görmüştük. Bu (sayfa: 345) karışıklık Hume’da kaçınılmaz bir şeydi, çünkü değerli madenlerin değer ölçüsü görevi üzerine en küçük bir fikri yoktu. Bu konuda fikri olamazdı, çünkü değer üzerine hiçbir şey bilmiyordu. Değer sözcüğü, incelemelerinde belki yalnızca bir kez görünür, o da Locke’un değerli madenlerin ancak “sanal bir değer”e sahip oldukları yolundaki yanlışını, “onlar özsel olarak saymaca bir değere sahiptir” diyerek biçimsizleştirdiği parçada.[78*]
Burada o, yalnızca Petty’nin değil ama İngiliz çağdaşlarından çoğunun da altındadır. Petty’nin uzun zamandan beri aşmış bulunduğu bir aşama olan “tüccar”ı üretimin başta gelen iticisi olarak yüceltmeye devam ettiği zaman da aynı “gecikme”nin kanıtını verir. Hume’un incelemelerinde, “bellibaşlı ekonomik ilişkiler” ile uğraştığı yolunda bay Dühring tarafından verilen güvenceye gelince, Hume’un ekonomik çalışmalarının dar çevrenine şaşıp kalmak için, Cantillon’un Adam Smith tarafından adı anılan yapıtına (Hume’un incelemeleri gibi 1752’de, ama yazarın ölümünden yıllarca sonra yayınlanmış yapıt) bakmak yetecektir.[79*] Hume, söylenmiş bulunduğu gibi, hatta ekonomi politik alanında bile, bay Dühring’in kendisine verdiği berata karşın saygıdeğer kalır; (sayfa: 346) ama bu alanda çağ açmak şöyle dursun, özgün bir araştırıcı bile değildir. Onun iktisat incelemelerinin zamanındaki aydın çevreler üzerindeki etkisi, yalnızca açıklamanın üstünlüğünden değil ama daha da çok o sıralarda serpilip gelişmekte olan sanayi ve ticaretin, başka bir deyişle o zaman İngiltere’de hızla yükselen kapitalist toplumun ilerici ve iyimser bir yüceltilmesi olmasından ileri geliyordu: Yani o toplum, bu incelemeleri “alkışlamak”tan başka bir şey yapamazdı. Yalın bir bilgi yetecek. Tam da Hume’un yaşadığı çağda, toprak sahipleri ve genel olarak zenginlerin vergi yükünü azaltmak için o çok ünlü Robert Walpole tarafından yöntemli bir biçimde kullanılan dolaylı vergiler sistemine karşı İngiliz halk yığınının ne büyük bir tutku ile savaşım verdiğini herkes bilir. Hume’un, kafasından hiç çıkarmadığı ve dolaysiz vergilerin en koyu düşmanı, toprak vergisinin en kararlı yandaşı olan yanıtçısı Vanderlint’e karşı, adını anmaksızın kalem tarttışması yaptığı Vergiler Üzerine Deneme’sinde (On Taxes) şunlar okunabilir:
“İşçinin bu vergileri [tüketim vergileri] emeğinin fiyatı artmaksızın çaba ve tasarruf ruhunu artırarak ödeyebilecek durumda olmaması için, gerçekte bunların çok ağır ve çok usdışı biçimde dağıtılmış vergiler olmaları gerekir.”[80*]
İnsan burada Robert Walpole’un da kendisini dinlediğini sanır, hele buna Kamu Kredisi Üzerine Deneme’nin, devlet alacaklılarından vergi toplamının güçlüğü konusunda şöyle dendiği parçası da eklenirse:
“Onların gelirlerindeki azalış, oktruva ya da gümrüklerin basit bir maddesi görünüşü altında gizlenemez.”[81*]
Bir İskoçyalıdan da başka türlüsü beklenemeyeceği gibi, Hume’un burjuva kârı için duyduğu hayranlık hiç de platonik bir hayranlık değildir. Kökeni yoksul bir aileye dayandığı halde, 1.000 sterlinlik bir yıllık gelir sahibi oldu ve bunu da, bir Petty sözkonusu olmadığına göre, bay Dühring şu biçimde açıklar: (sayfa: 347)
“İyi bir özel tasarruf sayesinde, çok dar olanaklar temeli üzerinde, kimsenin keyfine göre yazma zorunda olmamak durumuna erişmişti.”
Bay Dühring, ayrıca:
“Hiçbir zaman partilerin, prenslerin ya da üniversitelerin etkisiyle en küçük bir ödün vermedi” dediği zaman, bilindiği kadarıyla Hume’un bir “Wagener”[82*] ile hiçbir zaman ortaklaşa bir yazı işi yapmadığını ama hiç değilse whig oligarşisinin yorulmak bilmez bir yandaşı olduğunu, “Kiliseyi ve Devlet”i yücelttiğini ve bu değimine karşılık olarak, kendisine önce Paris elçiliğinde sekreterlik görevi ve daha sonra da ondan çok daha önemli ve çok daha kazançlı müsteşarlık görevi verildiğinin doğruluğunu da kuşkusuz itiraf etmek gerekir.
“Siyasal bakımdan Hume, tutucu ve sıkı sıkıya kralçı kanıdaydı ve her zaman da öyle kaldı. Bundan ötürü kurulu kilise yandaşları tarafından, sapkınlıkla Gibbon denli sert bir biçimde suçlandırılmadı” der, yaşlı Schlosser.[83*]
“Bu bencil Hume, bu tarih kurcalayıcısı”, İngiliz keşişlerini çoluksuz çocuksuz, sadakayla bolluk içinde yaşamakla suçlar, “ama kendisinin de hiçbir zaman ne ailesi, ne karısı oldu; bu adam, devlete yapılmış herhangi bir hizmetle hiçbir zaman hak kazanmaksızın devlet gelirlerinden tıka-basa yiyen, ense kulak adamakıllı yerinde biriydi” der avam takımından o kaba Cobbet.[84*] “Yaşamın pratik davranışında, başlıca yönlerde bir Kant’ı hayli önceler”, der bay Dühring.
Ama Eleştirel Tarih’te Hume’a, bu denli abartılmış bir yer neden verilir? Yalnızca bu “ciddi ve ince düşünür”, 18. yüzyıl Dühring’i olma onuruna sahip bulunduğu için. Eğer bir Hume “bütün bir bilim dalının [iktisat] kurulmasının aydınlanmış felsefenin bir yapıtı olduğunu” tanıtlamaya (sayfa: 348) yarıyorsa, onun müjdeci rolü bütün bir bilim dalının zamanımız için tamamlanışını, yalnızca “aydınlanmış” durumda bulunan felsefeyi gerçeğin mutlak olarak ışık saçan felsefesi haline dönüştürmüş olan ve kendisinin tıpkı Hume’daki gibi “—Alman toprağı üzerinde şimdiye değin görülmemiş [şey]…—, dar anlamda felsefe saygısının iktisat konusundaki bilimsel çabalarla birleşmiş bulunduğu” şaşılacak adamda bulacağının en iyi güvencesini verir.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments