Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Çarşamba, Ekim 16, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkAnti-Dühring - Friedrich EngelsAnti-Dühring - Felsefe | Doğa Felsefesi Evrendoğum,Fizik,Kimya - Friedrich Engels

Anti-Dühring – Felsefe | Doğa Felsefesi Evrendoğum,Fizik,Kimya – Friedrich Engels

DOĞA FELSEFESİ EVRENDOĞUM, [14*] FİZİK, KİMYA
Açıklamanın devamında, şimdi güncel dünyanın oluşma biçimine ilişkin teorilere geliyoruz. Maddenin evrensel bir dağılım durumu eski iyonya filozoflarının başlangıç fikri olmuştur, ama özellikle Kant’tan sonra, evrensel çekim ve ısının yayılmasının çeşitli katı gökcisimlerinin giderek oluşması sonucunu verdiği düşüncesine götüren bir ilkel bulutsu varsayımı yeni bir rol oynar. Günümüzün mekanik ısı teorisi, evrenin ilkel durumları üzerindeki vargılara çok daha belirli bir biçim verilmesini olanaklı kılar. Her şeye karşın “gazsal dağılım durumu, ancak ve ancak, eğer ilk iş olarak onda verilmiş bulunan mekanik sistem çok belirli bir biçimde belirtilebilirse, ciddi tümdengelimler için bir hareket noktası görevi görebilir. Yoksa yalnızca fikir, gerçekte son derece bulutsu olmakla kalmaz ayrıca tümdengelimden (sayfa 112) tümdengelime ilerlendiği ölçüde, ilkel bulutsu gerçekten gitgide daha yoğun ve gitgide daha akıl almaz bir durum da alır. Şimdilik henüz her şey, daha yakından belirlenmesi olanaksız bir yayılma kavramının biçimsizlik ve belirsizliği içinde kalır” ve böylece “bu gazsal evren ile son derece bulanık bir kavramdan” başka bir şeye sahip bulunmayız.
Güncel bütün göksel cisimlerin kökenini, dönüş durumundaki bulutsu kütlelerde gören Kant teorisi, astronominin Kopernik’ten sonra yaptığı en büyük ilerleme oldu. [15*] Doğanın zaman içinde bir tarihi olmadığı fikri, ilk kez olarak sarsılmış bulundu. O zamana değin göksel cisimler, başlangıçtan beri her zaman aynı yörüngeler ve her zaman aynı durumlar içinde kalmış olarak kabul ediliyorlardı ve hatta çeşitli göksel cisimler üzerinde, bireysel organik varlıklar her ne denli ölüyorduysalar da, cinsler ve türler gene de değişmez sayılıyorlardı. Gerçi doğa, açıkça kesintisiz bir hareket içindeydi ama bu hareket, aynı süreçlerin değişmez yinelenmesi olarak görülüyordu. Tamamen metafizik düşünce biçimine uygun düşen bu tasarımda ilk gediği Kant açtı ve bu işi öylesine bilimsel bir biçimde yaptı ki kullandığı tanıtlamaların çoğu, bugün de geçerliktedir. Doğrusunu söylemek gerekirse Kant teorisi, günümüze değin gerçek anlamda bir varsayım olarak kaldı. Ama şimdiye değin Kopernik’in evren sistemi de bundan daha çok bir şey olmadı ve spektroskop, gökkubbe üzerinde bu akkor durumundaki gazsal kütlelerin varlığını, her türlü karşı koymayı yerlebir edecek bir biçimde tanıtladıktan sonra, Kant sistemine karşı bilimsel muhalefet susmak zorunda kaldı. Bay Dühring’in kendisi de bu bulutsu aşama olmaksızın kendi evren yapısını iyi bir sonuca götüremez, ama bu bulutsu durumda, verilmiş mekanik sistemin kendisine gösterilmesini isteyerek bunun öcünü alır ve kimse bunu yapamadığı için de bu bulutsu duruma her türlü küçümseyici sıfatı verir. Güncel bilim bu sistemi, bay Dühring’i hoşnut edecek bir biçimde, ne yazık ki belirleyemez. Başka birçok soruyu da daha çok yanıtlayamaz. Bilime: (sayfa 113)
Talihimiz olduğu için şimdi de Kant’in bulutsu kütlesinin “evrensel gevrenin tamamen özdeş bir durumu ile ya da maddenin kendi-kendine özdeş durumu ile tastamam örtüşmekten çok uzak olduğunu” öğreniyoruz.
Varolan göksel cisimleri bulutsu küreye kadar çıkarmakla yetinebilen ve maddenin kendi-kendine özdeş durumunu usuna bile getirmeyen Kant için ne talih! Bu arada eğer bugünkü doğa biliminde, Kant’ın gazsal küresi ilkel bulutsu olarak adlandırılıyorsa, bu sözcüğün elbette ancak göreli bir anlamda alınabileceğine dikkat edelim. Bu ilkel bulutsu, bir yandan varolan göksel cisimlerin kökeni olarak, bir yandan da maddenin şimdiye değin çıkılması olanaklı olan en eski biçimi olarak ilkel bulutsudur. Bu, maddenin ilkel bulutsudan önce sonsuz bir dizi başka biçimlerden geçmiş olmasını hiç mi hiç dıştalamaz, tersine, içerir. [16*]
Bay Dühring üstünlüğünü burada gösterir. Bilime (sayfa 114) dayanarak, bizim geçici olarak aynı derecede geçici olan ilkel bulutsuda durduğumuz yerde onun bilimler bilimi, onun çok daha yükseğe, ta “fikrin güncel anlamıyla ne salt statik olarak, ne de dinamik olarak anlaşılabilen —yani, hiç anlaşılamayan!— o evrensel çevre durumu”na değin çıkmasını sağlar.
“Bizim evrensel çevre adını verdiğimiz madde ve mekanik enerji birliği, tüm sayılabilir evrim aşamalarının önkoşulu olarak maddenin kendi-kendine özdeş durumu anlamına gelmek üzere, deyim yerindeyse aynı zamanda hem mantıksal ve hem de gerçek bir formüldür.”
Maddenin kendi-kendine özdeş ilkel durumundan öyle o denli kolay kurtulamayacağımız açık. Bu durum, burada madde ve mekanik enerji birliği olarak ve bu birlik de mantıksal ve gerçek bir formül olarak vb. belirtiliyor. Öyleyse, madde ve mekanik enerji birliği ortadan kalktığı zamandır ki hareket başlıyor demektir.
Mantıksal ve gerçek formül, hegelci Kendinde (En Soi) ve Kendi-için (Pour Soi) kategorilerini, gerçek felsefesi yararına kullanma yolunda aksak bir girişimden başka bir şey değildir. Hegel’e göre Kendinde’de bir nesne, bir süreç, bir kavram içinde saklı bulunan gelişmemiş karşıtların ilkel özdeşliği vardır; Kendi-için’de, bu saklı öğelerin ayrım ve ayrılması işe karışır ve karşıtlıkları başlar. İşte bu nedenle hareketsiz ilkel durumu, madde ve mekanik enerji birliği olarak ve harekete geçişi de bunların ayrılmaları ve birbirine karşıt duruma gelmeleri olarak düşünmek zorundayız. Bundan kazandığımız şey, bu düşsel ilkel durumun gerçekliğinin kanıtı değil ama yalnızca bu düşsel durumu, hegelci Kendinde kategorisi altında ve bu durumun aynı derecede düşsel sona erişini de Kendi-için kategorisi altında kavrama olanağıdır. Yetiş, ya Hegel!
Bay Dühring, madde gerçek olan her şeyin dayanağıdır der, bundan da madde dışında mekanik enerji olamaz sonucu çıkar. Mekanik enerji ayrıca, bir madde durumudur da. Buna göre hiçbir şeyin olup bitmediği ilkel durumda madde (sayfa 115) ile onun durumu, yani mekanik enerji, aynı şeylerdi. Öyleyse daha sonra, bir şeyler olup bitmeye başladığı zaman, durumun maddeden ayrılmış olması gerek. İşte, yetinmemiz gereken —kendi-kendine özdeş durumun ne statik ne dinamik, ne denge ne de hareket halinde olduğu güvencesine bağlı— mistik söz ebeliği, bu! Evrenin bu durumunda mekanik enerjinin nerede olduğunu ve dıştan bir itiş olmaksızın, yani Tanrı olmaksızın mutlak hareketsizlikten harekete nasıl geçebileceğimizi gene de bilmiyoruz.
Bay Dühring’den önce materyalistler, madde ve hareketten söz ediyorlardı. O, hareketi, hareketin kendi sözde temel biçimine indirger gibi mekanik enerjiye indirger ve madde ile hareket arasındaki, zaten daha önceki bütün materyalistler için de karanlık olan gerçek ilişkiyi, böyle anlaşılmaz duruma getirir. Bununla birlikte sorun, yeteri kadar yalındır. Hareket, maddenin varoluş biçimidir. Hiçbir zaman, hiçbir yerde, hareketsiz madde ne olmuştur, ne de olabilir. Evren uzayında hareket, her gökselcisim üzerinde daha küçük kütlelerin mekanik hareketi, ısı, elektrik ya da manyetik akım biçiminde moleküler titreşim, kimyasal dağılma ve bileşim, organik yaşam: Evrendeki her tekil madde atomu, her belirli anda, bu hareket biçimlerinden herhangi birine ya da aynı zamanda birçoğuna birden katılır. Her hareketsizlik, her denge, yalnızca görelidir, ancak şu ya da bu belirli hareket biçimine göre bir anlamı vardır. Bir cisim, örneğin yeryüzünde mekanik denge durumunda, mekanik bakımdan hareketsiz durumda bulunabilir. Bu onun, dünyanın, tüm güneş sisteminin hareketine katılmasını hiç mi hiç engellemediği gibi, en küçük fizik parçacıklarının, onun ısısı tarafından koşullandırılan titreşimlere uğramalarını da, atomlarının kimyasal bir süreç gerçekleştirmelerini de engelleyemez. Hareketsiz madde, maddesiz hareket denli us almaz bir şeydir. Öyleyse, maddenin kendisi gibi, hareketin yaratılması ve yokedilmesi de olanaksızdır; eski felsefenin (Descartes) “dünyada varolan hareket miktarı değişmez kalır” derken dile getirdiği şey, budur. Demek ki hareket üretilemez, ancak aktarılabilir. (sayfa 116) Hareket, bir cisimden bir başka cisme aktarıldığında, kendi geçerse hareketin nedeni olmak bakımından, etkin olarak, aktarılırsa edilgin olarak değerlendirilebilir. Bu etkin harekete enerji, edilgin harekete de enerjinin belirtisi diyoruz. Öyleyse enerjinin, kendi belirtisi denli büyük olduğu açıktır, çünkü her ikisinde gerçekleşen hareket, aynı harekettir.
Böylece maddenin hareketsiz bir durumunun en boş, en gülünç fikirlerden biri, arı bir “saçma kuruntu” olduğu anlaşılır. Bu fikre varmak için, bir cismin yeryüzünde içinde bulunabileceği göreli mekanik dengeyi mutlak bir hareketsizlik olarak düşünmek ve sonra onu evrenin tümüne geçirmek gerekir. Eğer evrensel hareket yalnızca mekanik enerjiye indirgenirse, bu işin daha kolay olacağı açıktır. Ve sonra, hareketin yalnızca mekanik enerjiyle sınırlandırılması, bir enerjinin durgun, zincirlenmiş, yani bir anda etkisiz olarak düşünülebilmesi üstünlüğünü de sağlar. [17*] Eğer gerçekte bir hareketin aktarılışı, çoğu kez görüldüğü gibi, çeşitli aracıların işe karıştığı biraz karmaşık bir süreç ise, zincirin son halkasını yokederek, gerçek aktarma herhangi bir ana kadar ertelenebilir. Örneğin bir tüfeğin doldurulduğu ve tetiği çekerek boşalmanın, yani barutun ateşlenmesiyle özgür kalan hareketin aktarılmasının sağlanacağı anın geciktirilmesinde durum böyledir. Öyleyse, kendi-kendine özdeş hareketsiz durum sırasında, maddenin enerji yüklü olduğu düşünülebilir ve bay Dühring’in madde ve mekanik enerji birliğinden anladığı da, eğer bundan gerçekten bir şey anlıyorsa, her halde budur. Saçma anlayış; çünkü niteliği gereği göreli olan ve aynı anda maddenin yalnızca ve yalnızca bir bölümüne uygulanabilecek bir durumu, evrene mutlak bir durum olarak yayıyor. Hatta bunu bir yana bıraksak bile, birincisi bugün tüfekler kendi başlarına dolmadıklarına göre, dünyanın nasıl olup da doldurulduğunu ve ikincisi o zaman tetiği çekmiş (sayfa 117) bulunan parmağın kimin parmağı olduğunu bilme güçlüğü hep devam eder. Ne desek, ne etsek boş: Bay Dühring’in yönetimi altında, dönüp dolaşıp geldiğimiz yer hep… Tanrının parmağı.
Bizim gerçekçi filozofumuz, astronomiden mekaniğe ve fiziğe geçer ve mekanik ısı teorisinin, bulunmasından bir kuşak sonra, Robert Mayer’in onu yavaş yavaş getirmiş bulunduğu noktanın ötesinde dişe dokunur gelişmeler göstermemiş olmasından yakınır. Ayrıca bütün iş, hala çok karanlıktadır; “maddenin hareket durumları ile birlikte statik ilişkilerinin de verilmiş olduklarını ve bu sonuncuların mekanik iş durumunda ölçülmediklerini hep yeni baştan anımsamamız gerekir. … Eğer daha önce doğayı büyük bir işçi olarak nitelendirmiş ve şimdi bu deyimi dar anlamı içinde almış bulunuyorsak, buna bir de kendi-kendine özdeş durumların, hareketsiz durumların ortaya mekanik iş çıkarmadıklarını eklememiz gerekir. Öyleyse statikten dinamiğe giden köprümüz gene eksik ve eğer gizli denilen ısı, şimdiye değin teorinin bir engeli olarak kalmışsa, burada da acunbilimsel (kozmolojik) uygulamalarda daha az yadsınması gereken bir eksikliğin varlığını kabul etmek zorundayız.”
Bütün bu anlaşılmaz boş sözler, bir kez daha hareketi mutlak hareketsizlikten çıkartarak, kötü bir işe fena halde bulaştığını sezen, ama gene de tek kurtarıcıya, göğün ve yerin yaratıcısına başvurmaya utanan sıkıntılı bir vicdanın içini dökmesinden başka bir şey değildir. Eğer ısı mekaniği dahil, mekanikte bile statikten dinamiğe, dengeden harekete giden köprüyü bulmak olanaksızsa, bay Dühring’e kendi hareketsizlik durumundan harekete giden köprüyü bulma zorunluluğu ne hakla yüklenecek? İşte işin içinden tereyağından kıl çeker gibi böyle sıyrılınır.
Bayağı mekanikte statikten dinamiğe giden köprü… dıştan itiştir. Bin kentallik bir taş, on metre yüksekliğe kaldırılıp da, orada kendi-kendine özdeş bir durum içinde kalacak biçimde serbest bir konumda asıldığı zaman, bu cismin şimdiki konumunun mekanik bir iş temsil etmediğini ya da bu (sayfa 118) konum ile daha önceki konum arasındaki ayrımın mekanik iş biçiminde ölçülmediğini ileri sürebilmek için, bir süt çocukları topluluğuna yönelmek gerekir. Sokaktan ilk geçen adam, taşın kendi başına gidip yukarıya ipin ucuna asılmadığını bay Dühring’e kolayca anlatacak ve eline ilk geçecek mekanik elkitabı, eğer taşı oradan düşürürse, taşın düşerken, onu on metreye çıkarmak için ne denli mekanik iş gerekmişse o denli mekanik iş yapacağını kendisine söyleyebilecektir. Hatta yukarıya asılmış bulunan taşın mekanik bir iş temsil ettiğinden daha yalın bir gerçek yoktur, çünkü eğer yeterince uzun bir süre asılı kalırsa, kimyasal dağılma sonucu, artık taşı taşımak için yeteri kadar sağlam olmaktan çıktığı an, ip kopar. Demek ki bütün mekanik süreçler, bay Dühring’in diliyle söylemek gerekirse, bunun gibi yalın temel biçimlere indirgenebilirler ve yeterli bir itişe sahip olduğu halde, statikten dinamiğe giden köprüyü bulmakta yeteneksiz kalacak bir mühendis de henüz anasından doğmamıştır.
Gerçi hareketin kendi ölçüsünü karşıtında, dinginlikte bulması gerektiği, metafizikçimiz için çok sert bir ceviz, çok acı bir haptır. Bu bangır bangır bağıran bir çelişkidir ve bay Dühring’e göre her çelişki, saçmadır. [18*] Bununla birlikte asılı taşın, ağırlığı ve topraktan uzaklığı ile tam olarak ölçülebilir[19*] ve istendiği gibi —örneğin doğrudan doğruya düşme, eğik planda kayma ya da çıkrık hareketi biçiminde— kullanılabilir belirli bir mekanik hareket miktarını[20*] temsil ettiği bir gerçektir ve doldurulmuş tüfek konusunda da durum aynıdır. Diyalektik anlayış bakımından hareketi kendi karşıtında, dinginlikte dışavurma olanağı, hiçbir güçlük göstermez. Onun için bütün bu karşıtlık, görmüş bulunduğumuz (sayfa 119) gibi, ancak görelidir; mutlak dinginlik, koşulsuz denge yoktur. Tekil hareket dengeye yönelir, toplu hareket dengeyi yeniden bozar. Bundan ötürü, dinginlik ve denge karşılaştıkları yerde, sınırlı bir hareketin sonucudurlar ve bu hareketin kendi sonucu aracıyla ölçülebileceği, kendi sonucunda dışavurulabileceği ve ondan hareket ederek şu ya da bu biçim altında eski durumuna gelebileceği, kendiliğinden anlaşılır. Ama bay Dühring, sorunun bu denli yalın bir düşünülüşüyle yetinemez. Tam bir metafizikci olarak, önce hareket ile denge arasında gerçeklikte varolmayan uçsuz bucaksız bir uçurum açmakla başlar ve sonra da en hurda ayrıntısına değin kendisinin imal ettiği bu uçurumu geçmek için köprü bulamamakla şaşkınlığa düşer. O, pekala metafizik merakının sırtına da binebilir ve Kant’ın “Kendinde-şey”inin ardına da düşebilirdi; çünkü eninde sonunda, bu bulunmaz köprünün ardında saklanan şey, başka hiçbir şey değil, yalnızca odur [Kant’ın “Kendinde-şey”i].
Ama mekanik ısı teorisi ve bu teorinin bir “engeli” olarak kalan soğurulmuş ya da “gizli” ısı üzerine ne düşünmeli?
Eğer ısıyla, donma noktası sıcaklığında ve normal hava basıncı altındaki yarım kilo buz aynı sıcaklıkta yarım kilo su haline dönüştürülürse, aynı yarım kilo suyu 0 santigrad dereceden 79,4 santigrad dereceye değin ya da 79.4 yarım kilo suyu bir derece ısıtmaya yetecek miktarda bir ısı kaybolur. Eğer bu yarım kilo su, kaynama noktasına, yani 100º’ye değin ısıtılır ve o zaman 100º’deki buhar haline dönüştürülürse, son su damlaları da buhar haline dönüşünceye değin, hemen hemen yedi kat daha büyük, 537,2 yarım kilo suyun sıcaklığını bir derece yükseltmek için yeterli bir miktarda ısı kaybolur. [21*] Bu kaybolan ısıya, gizli ısı denir. Eğer soğutmayla, buhar yeni baştan su ve su da buz durumuna dönüştürülürse, daha önce soğurulmuş olan aynı ısı miktan bu kez özgür(sayfa 120) sonra, su durumuna ancak yavaş yavaş dönüşmesinin ve donma derecesi sıcaklığındaki bir su kütlesinin buz durumuna ancak çok yavaş dönüşmesinin nedeni, işte buharın su durumuna ya da suyun buz durumuna geçmesi sırasındaki bu ısı özgürleşmesidir. Olgular, bunlar. Öyleyse, sorun şu: Isı, gizli olduğu zaman ne oluyor?
Isının, fiziksel olarak etkin cisimlerin en küçük parçacıklarının (moleküller), sıcaklık ve topaklanma durumuna göre az ya da çok geniş —ve bazı koşullarda hareketin bambaşka bir biçimi durumuna dönmeye yetenekli— bir titreşimine dayandığını ileri süren mekanik ısı teorisi, sorunu, kaybolan ısının bir iş gördüğünü, iş durumuna dönüştüğünü söyleyerek açıklar. Buzun erimesinde, çeşitli moleküllerin kendi aralarındaki dar ve sıkı yapışıklık ortadan kalkmış ve gevşek yanyana konulmuş durumuna dönüşmüş bulunur; kaynama noktasında suyun buharlaşmasında, ortaya çeşitli moleküllerin birbiri üzerinde hiçbir önemli etkide bulunmadığı ve hatta ısının etkisi altında her yönde dağıldığı bir durum çıkar. Ne var ki bir cismin çeşitli moleküllerinin, gazsal durumda sıvı durumdan ve aynı şekilde sıvı durumda da katı durumdan çok daha büyük bir enerji ile bezendikleri açıktır. Öyleyse soğurulmuş ısı kaybolmamıştır; yalnızca dönüşmüş ve moleküller genleşirlik (expansibilité) biçimini almıştır. [22*] Çeşitli moleküllerin birbirine karşı bu mutlak ya da göreli özgürlüğü gösterebildikleri koşullar ortadan kalkar kalkmaz, yani sıcaklık ya 100º ya da 0º asgarisinin altına düşer düşmez, bu genleşme gücü gevşer ve moleküller, daha önce onları birbirinden ayırmış bulunan aynı güçle, birbirleriyle yeniden sıkışırlar; ama eğer bu güç kayboluyorsa, bu, yalnızca yeni baştan ısı olarak ve tastamam daha önce soğurulmuş olan niceliğe eşit bir ısı niceliği ile oraya çıkmak içindir. Bu (sayfa 121) açıklama, şimdiye değin kimsenin bir molekül, hele hele titreşim durumunda bir molekül görmemiş olması nedeniyle, bütün mekanik ısı teorisi gibi, elbette bir varsayımdır. Bu nedenle, henüz çok genç olan teorinin kendisi gibi, elbette eksikliklerle doludur; ama hiç olmazsa, hareketin ne yok edildiği ne de yaratıldığı gerçeğiyle hiçbir biçimde çatışmaya girmeksizin, işlerin nasıl olup bittiğini açıklar; hatta ısının dönüşümü sırasında nereye geçtiğini de tam olarak gösterebilir. [23*] Demek ki gizli ya da soğurulmuş ısı, hiçbir durumda mekanik ısı teorisinin bir engeli değildir. Tersine bu teori, ilk kez olarak olayın ussal bir açıklamasını verir ve eğer bir engel çıksaydı bu engel, olsa olsa fizikçilerin moleküler enerjinin bir başka biçime dönüşmüş bulunan ısıyı, zaman aşımına uğramış ve artık uygun bir deyim olmaktan çıkmış “gizli” deyimiyle adlandırmaya devam etmeleri olurdu.
Kendi-kendilerine özdeş durumlar ile katı, sıvı ve gazsal topaklanma (agrégation) durumlarının dinginlik konumları, öyleyse, mekanik işin ısı ölçüsü olduğu kadarıyla, mekanik işi temsil ederler. Yeryüzünün katı kabuğu tıpkı okyanusun suyu gibi, bugünkü topaklanma durumunda kendisine doğal olarak belirli bir mekanik işin karşılık düştüğü tamamen belirli bir serbest ısı miktarını temsil eder. Dünyanın kendisinden çıktığı gazsal küre, önce sıvı topaklanma durumuna, sonra da çok büyük bir bölümü bakımından katı duruma geçtiği zaman, belirli bir moleküler enerji miktarı ısı olarak uzaya yayılmıştır. Öyleyse bay Dühring’in kulağımıza gizemli bir biçimde fısıldadığı güçlük yoktur ve biz, evrenle ilgili uygulamalarda —bilgi edinme araçlarımızın yetersizliğinden doğan— eksiklikler ve boşIuklarla gerçi karşılaşabiliriz ama teori bakımından aşılmaz engellerle hiçbir yerde karşılaşmayız. Statikten dinamiğe giden köprü, burada da dıştan gelen (sayfa 122) itiştir — denge durumundaki nesne üzerinde etkili olan başka cisimlerin neden olduğu soğuma ya da ısıtma. Bay Dühring’in bu doğa felsefesinde ne denli ilerlersek, hareketi hareketsizlikle açıklama ya da tamamen statik, dinginlik durumunda olan şeyin, sayesinde kendiliğinden dinamik duruma, harekete geçebildiği köprüyü bulma yolundaki bütün girişimler o denli olanaksız görünür.
İşte kendi-kendine özdeş ilkel durumdan bir zaman için böylece kurtulmuş bulunuyoruz. Bay Dühring kimyaya geçer ve bu vesileyle bize doğanın, gerçek felsefesi tarafından elde edilmiş bulunan üç sürerlik yasasını, yani: 1. evrensel madde miktarının, 2. yalın (kimyasal) öğelerin miktarının ve 3. mekanik güç miktarının değişmez olduklarını açıklar.
Böylece, bay Dühring’in inorganik dünyanın özlüğü felsefesinin vargısı olarak bize sunabilecek durumda bulunduğu gerçekten olumlu tek sonuç, maddenin —eğer varsa yalın öğeleri ile birlikte— ve hareketin yaratılma ve yokedilme olanaksızlığı, yani herkes tarafından bilinen, ayrıca burada çok yetersiz bir biçimde dile getirilmiş bulunan bu eski gerçektir. Bunlar, uzun süreden beri bildiğimiz şeyler. [24*] Ama bilmediğimiz şey, bunların “sürerlik yasaları” ve bu nitelikle de “şeyler sisteminin şematik özellikleri” olduklarıdır. Yukarıda Kant konusunda olan öykünün tıpkısı: Bay Dühring, herkesçe bilinen incir çekirdeğini doldurmaz bir şey alıyor, ona bir ” Dühring” etiketi yapıştırıyor ve buna da “tepeden (sayfa 123) tırnağa özgün sonuç ve görüşler … sistem doğurucu fikirler … köktenci bir derinlikteki bilim” adını veriyor.
Bununla birlikte burada, henüz umutsuzluğa kapılacak bir şey yok. En köklü bir biçimde derin bilim ile en iyi toplumsal kurumun gösterdiği eksiklikler ne olursa olsun, bay Dühring’in kesinlikle öne sürebileceği bir şey var:
“Evrende varolan altının her zaman aynı miktarda olması gerekir ve bu miktar evrensel maddeden daha çok artmış ya da eksilmiş olamaz.”
Yalnız bu “varolan altın” ile neyi ödeyebileceğimizi bay Dühring ne yazık ki söylemiyor. [25*] (sayfa 124)

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments