SONUÇ
Felsefe ile işimizi bitirdik; Dersler’de yalvaçca düşlemler olarak gene de raslanacak şeyler, bizi bay Dühring’in sosyalizmi altüst etme biçimini inceleyeceğimiz zaman uğraştıracak. Bay Dühring, bize ne vaat etti? Her şeyi. Ve hangi vaadini tuttu? Hiçbirini. “Gerçek ve dolayısıyla doğanın ve yaşamın gerçekliğine dönük bir felsefenin öğeleri”, “dünyanın kesinlikle bilimsel anlayışı”, “sistem doğurucu fikirler” ve bay Dühring’in gene bay Dühring tarafından davul zurna ile tumturakli tümceler biçiminde ilan edilen bütün öteki güzel sonuçları, ne yandan ele alırsak alalım, salt şarlatanlık çıktı. “Varlığın temel biçimlerini, düşünce derinliğinden hiçbir şey bırakmaksızın saptamış bulunan” evren şemasının irdelenmesi, hegelci mantığın son derece yavanlaştırılmış bir kopyası olarak göründü ve onunla birlikte bu “temel biçimler” ya da mantıksal kategorilerin, “uygulanmaları” gereken dünyadan (sayfa 221) önce ve dünyanın dışında bir yerlerde gizemli bir varoluşu bulunduğu boş inancını paylaştığı anlaşıldı. Doğa felsefesi bize, hareket noktası “maddenin kendi kendine özdeş bir durumu”, ancak madde-hareket ilişkisi üzerine en onulmaz bir karışıklığa düşülerek ve üstüne üstlük dünyanın dışında, bu durumu ancak kendi harekete geçirebilecek kişisel bir Tanrı kabul edilerek tasarlanabilecek bir durum olan bir evrendoğum sunar.
Organik doğayı incelerken gerçek felsefesi, Darwin’in yaşama savaşımı ve doğal seçmesini “hayvanın insanlığa karşı yüceltilmesi olarak” yadsıdıktan sonra, onları ikinci dereceden de olsa, doğada etkili etkenler olarak arka kapıdan yeniden kabul etmek zorunda kaldı. Bu felsefe ayrıca, biyoloji alanında, bilimsel halk konferanslarının yaygınlaşmasından bu yana, kültürlü sınıfların genç kizlarında bile mumla aranacak bir bilgisizliği gösterme fırsatını buldu. Ahlak ve hukuk alanında Rousseau’yu sulandırmakla, daha önce Hegel’i yavanlaştırdığından daha şanslı çıkmadı ve tüzel (adli) bilimle ilgili olarak, tersini doğrulamak için katlandığı bütün çabaya karşın, hatta en bayağı eski Prusyalı tipi hukukçularda bile seyrek raslanabilecek bir bilgisizlik gösterdi. “Yalnızca görünür çevreni kabul etmeyen” felsefe, tüzel alanda Prusya yasamasının yürürlükte bulunduğu bölge ile örtüşen gerçek bir çevrenle yetindi. Bu felsefenin, güçlü devrimci hareketi içinde gözlerimizin önüne sereceğini vaat ettiği “dış ve iç doğanın yerleri ve gökleri”ne gelince, tıpkı “son çözümlemede kesin doğruluklar” ve “mutlak temel” gibi onları da hep bekliyoruz. Düşünce biçimi “dünyanın öznel olarak sınırlı bir tasarlanışının” bütün geçici hevesini dıştalayan filozof, yalnızca büyük eksikliğini gösterdiğimiz bilgileri, sınırlı metafizik düşünce biçimi ve gülünç kendini beğenmesi ile değil ama hatta çocukça kişisel hevesleri ile de öznel bakımdan sınırlı olduğunu gösterdi. Tütün, kediler ve Yahudiler için duyduğu tiksintiyi, Yahudiler dahil insanlığın geri kalan bölümüne evrensel değerde bir yasa olarak dayatmaksızın gerçeksel felsefesini tamamlaması olanaksız. Başkası karşısındaki “gerçekten eleştirel bakış açısı”, insanlara (sayfa 222) hiçbir zaman söylemedikleri ve bay Dühring’in kişisel üretimi olan şeyleri dikkafalılıkla yüklemeye dayanıyor.
Yaşamın değeri ve ondan en iyi yararlanma biçimi gibi küçük-burjuva konular üzerindeki bitmez tükenmez ipsiz-sapsızlıkları, Gœthe’nin Faust’una karşı duyduğu öfkeyi açıklayacak bir hamkafalıktadır. Gœthe, ağırbaşlı gerçeksel filozof Wagner’i değil de o ahlakdışı Faust’u kahraman olarak almakla, kuşkusuz bağışlanmaz bir kusur işlemiştir. Kısacası, bütünüyle ele alındığı zaman gerçeksel felsefe, Hegel gibi konuşmak gerekirse kendini, “Alman aydınlanma felsefesinin en solgun firesi”, güçsüzlük ve saydam bayağılığı ancak ona kattığı falcı kadın retorik artıkları ile güçlendirilip bulandırılabilen bir tortu olarak gösterir. Ve kitabın sonuna geldiğimiz zaman, ayaklarımız suya erer ve “yeni düşünce biçimi”nin, “tepeden tırnağa özgün sonuç ve görüşler”in ve “sistem doğuran düşünceler”in bize gerçi birçok yeni saçmalıklar sunduklarını ama herhangi bir şey öğrenebildiğimiz bir tek satır bile sunmadıklarını itiraf etmek zorunda kalırız. Ve en bayağı işportacı ile yarışırcasına, marifetlerini ve malını davul zurna ile öven ve iri sözlerinin arkasında hiç, ama hiçbir şey bulunmayan bu adam, aralarından en küçüğü bile kendisine oranla bir dev olan Fichte, Schelling ve Hegel gibi adamlara şarlatan demekte bir sakınca görmez. Şarlatan? Kuşkusuz! Peki ama kim? (sayfa 223)