Kültür Sanat Edebiyat Felsefe
Pazartesi, Aralık 23, 2024
No menu items!
Ana SayfaKitaplıkKarl Marx - Friedrich Engels ArşiviF. Engels: Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim (2.Bölüm)

F. Engels: Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim (2.Bölüm)

XVI. ULUSAL MECLİS VE HÜKÜMETLER

Frankfurt Ulusal Meclisi, Prusya kralını Almanya (Avusturya dışında) imparatoru olarak seçtikten sonra, ona tacı sunmak üzere Berlin’e bir kurul gönderdi. Friedrich Wilhelm, temsilcileri 3 Nisan günü kabul etti. Onlara, Almanya’nın bütün öbür prensleri üzerinde, halk temsilcilerinin oyunun kendisine vermiş bulunduğu öncelik hakkını kabul etmesine karşın, öbür prenslerin kendi üstünlüğünü ve ona haklarını veren Reich Anayasasını tanıyacaklarından emin olmadıkça, imparatorluk tacını kabul edemeyeceğini bildirdi. Bu anayasanın, onlar tarafından onaylanabilecek gibi olup olmadığını incelemenin, Almanya hükümetlerinin işi olduğunu da ekledi. Sözünü, imparator olsun olmasın, onu her zaman iç ve dış düşmana karşı kılıcını çekmeye hazır (sayfa 445) bulacaklarını söyleyerek tamamladı. Onun bu sözünü, Ulusal Meclis bakımından hayli şaşırtıcı bir biçimde, nasıl tuttuğunu göreceğiz.
Frankfurt bilgeleri, ince eleyip sık dokuyan diplomatik bir soruşturmadan sonra, bu yanıtın, tacın bir reddi anlamına geldiği sonucuna vardılar. O zaman (12 Nisan), Reich Anayasasının ülke yasası olduğunu ve korunacağını kararlaştırdılar; ve bir çıkar yol göremedikleri için, anayasanın yürürlüğe konma araçları üzerinde öneriler yapmakla görevli otuz kişilik bir komite seçtiler.
Bu karar, o zaman Frankfurt Meclisi ile Alman hükümetleri arasında patlak veren çatışmanın işareti oldu. Burjuvazi, ve özellikle küçük-burjuvazi, birdenbire yeni Frankfurt Anayasasından yana olduklarını açıkladılar. “Devrimi kapayacak” anı artık daha çok bekleyemezlerdi. Avusturya ve Prusya’da, ordunun işe karışmasıyla, devrim şimdilik bitmişti. Sözü geçen sınıflar, bu işi daha yumuşak bir biçimde yapmayı yeğ tutarlardı, ama seçim ellerinde değildi; olan olmuştu ve hemen aldıkları ve kahramanca uygulamaya koyuldukları karardan en iyi biçimde yararlanmak gerekiyordu. İşlerin görece iyi gittiği küçük devletlerde, burjuvazinin, uzun süreden beri, özlüğüne en iyi uyan o olağantüstü, ama güçsüz olduğu için kısır parlamenter ajitasyona yeniden daldığı görüldü. Almanya’nın, tek tek alınan çeşitli devletleri, bundan böyle dingin bir anayasal gelişme yoluna girmelerini sağlayacağı düşünülen yeni ve kesin biçime erişmiş gibi görünüyorlardı. Bir tek sorun açık kalıyordu: Alman Konfederasyonunun yeni siyasal örgütlenmesi sorunu. Ve hâlâ tehlikeye gebe gibi görünen tek sorun olan bu sorunun hemen çözülmesi zorunlu bulundu. Burjuvazi tarafından, anayasayı elden geldiğince çabuk tamamlamak için, Frankfurt Meclisi üzerinde yapılan baskının nedeni budur; gecikmeden kararlı bir düzen kurma amacıyla, üst ve alt burjuvazinin, bu anayasayı, ne olursa olsun, kabul etme ve desteklemekte gösterdikleri gözpekliğinin nedeni budur. Öyleyse, Reich Anayasası için ajitasyonun ilk kaynağı gerici bir duygu içinde bulunuyor, ve kökenini uzun zamandan beri devrimden bezmiş sınıflardan alıyordu.
Ama dikkate değer bir başka şey daha var. Gelecekteki (sayfa 446) Alman Anayasasının temel ilkeleri, 1848 ilkyaz ve yazının ilk ayları sırasında, halk kaynaşması henüz en yüksek noktasında bulunduğu bir zamanda oylanmıştı. Oylanan kararlar, o sırada tamamen gerici de olsalar, şimdi, Avusturya ve Prusya hükümetlerinin keyfi davranışlanndan sonra, son derece liberal ve hata demokratik görünüyorlardı. Karşılaştırma ölçeği değişmişti. Frankfurt Meclisi, manen intihar etmeden, bir kez oylanmış bulunan bu hükümlerin üzerine çizgi çekemez, ve Reich Anayasasını, Avusturya ve Prusya hükümetlerinin, elde kılıç zorla söyleyip yazdırdıkları anayasalara benzetemezlerdi. Ayrıca, görmüş bulunduğumuz gibi, Meclisteki çoğunluk yer değiştirmişti ve liberal ve demokratik partinin etkisi büyüyordu. Böylece Reich Anayasası, sadece görünüşteki salt halkçı kökeni ile ayrılmakla kalmıyordu, ama aynı zamanda, bütün çelişkilerine karşın, tüm Almanya’nın en liberal anayasasıydı da. En büyük eksikliği, hükümlerini yürürlüğe sokmak için hiç bir güce sahip bulunmayan bir kağıt parçasından başka bir şey olmaması idi.
Bu koşullarda, sözümona demokratik partinin, yani küçük-burjuvalar yığınının, Reich Anayasasına dört elle sarılması doğaldı. Bu sınıf, istemlerinde, kralcı-anayasacı liberal burjuvaziden her zaman daha ileri olmuştu; daha cesur bir tutum benimsemiş, birçok kez silahlı bir direnme tehdidinde bulunmuş, ve özgürlük için savaşımda kanını ve yaşamını verme vaatlerini esirgememişti; ama tehlike zamanı ortalıkta görünmeyişinin kanıtını da birçok kez vermiş bulunuyordu ve, gerçekte, hiç bir zaman, herşey yitirilmiş de bulunsa, kendini hiç değilse, işlerin şu ya da bu biçimde bir düzene girmiş olduğunu bilmekle avuttuğu kesin bir yenilgi ertesinde olduğu kadar rahat bir nefes almıyordu. Sonuç olarak, büyük bankacıların, sanayici ve tüccarların katılması daha sakıntılı bir nitelik taşıdığı ve daha çok Frankfurt Anayasası yararına basit bir gösteri olduğu halde, onların hemen altındaki sınıf, bizim yiğit demokrat küçük-burjuvalarımız, büyük bir tumturakla konuşuyor, ve her zamanki gibi, Reich Anayasasını yerde bırakmaktansa, kanlarını son damlasına kadar dökeceklerini ilan ediyorlardı.
Reich Anayasasının hemen kabulü için, bu iki parti, yani anayasal krallığın burjuva yandaşları ile, azçok (sayfa 447) demokratik-küçük-burjuvazi tarafından yürütülen ajitasyon, hızla alan kazandı, ve en güçlü ifadesini, çeşitli devletlerin parlamentolarında buldu. Prusya, Hannover, Saksonya, Baden, Würtemberg Meclisleri, Anayasadan yana çıktılar. Hükümetler ile Frankfurt Meclisi arasındaki savaşım korkutucu bir nitelik kazandı.
Bununla birlikte, hükümetler hızlı davranıyorlardı. Prusya Meclisleri, anayasayı gözden geçirme ve onaylamakla görevli olduklarına göre, anayasa-dışı bir biçimde dağıtıldılar; Berlin’de, hükümet tarafından tasarlanarak kışkırtılmış karışıklıklar patlak verdi, ve ertesi gün, 28 Nisan günü, Prusya hükümeti, içinde Reich Anayasasının, değiştirme ve arındırılması Almanya hükümetlerine düşen en anarşik ve en devrimci türden bir belge olarak gösterildiği bir genelge yayımladı. Böylece, Prusya, Frankfurt bilgelerinin durmadan böbürlendikleri, ama bir türlü kuramadıkları o egemen kurucu iktidara açıkça karşı çıkıyordu. Böylece, resmen ilan edilmiş bulunan bu anayasayı bir karara bağlamak için, eski federal Diyetin bir yenilenmesinden başka bir şey olmayan bir prensler kongresi,[248] toplantıya çağrıldı. Ve, aynı zamanda, Prusya askeri birliklerini, Frankfurt’tan yaya üç günlük uzakta bulunan Kreuznach’ta topluyor, ve küçük devletleri, Frankfurt Meclisine katılır katılmaz, kendi meclislerini dağıtarak, verdiği örneği izlemeye çağırıyordu. Bu örnek, Hannover ve Saksonya tarafından hızla izlendi.
Sorunun ancak silah gücü ile çözülebileceği açıktı. Hükümetler arasındaki düşmanlık, halk içindeki kaynaşma her gün daha belirgin biçimler alıyordu. Ordu her yerde, ve Almanya’nın güneyinde büyük bir başarı ile, demokrat burjuvalar tarafından işlenmişti. Her yerde, Reich Anayasası ile Ulusal Meclisi, eğer gerekse, elde silah destekleme kararı alınan büyük yığın mitingleri düzenleniyordu. Kolonya’da, aynı erekle, Ren Prusyası’nın tüm belediye meclisi temsilcilerinin bir toplantısı oldu. Pfalz’da, Bergen dükalığında, Fulda’da, Nuremberg’de, Odenwald’da, köylüler yığın yığın toplandılar ve esriyecek derecede coştular. Fransız Kurucu Meclisi tam bu sırada dağılıyor, ve zorlu çalkantılar arasında yeni seçimlere hazırlanıyordu; oysa, Almanya’nın doğu sınırı üzerinde, Macarlar, bir aylık bir süre içinde, bir parlak (sayfa 448) zaferler dizisi ile, Avusturya istila dalgasını Tisza’dan[249] Leitha’ya[250] kadar püskürtmüşlerdi ve her gün bir baskınla Viyana’yı almaları bekleniyordu. Her yerde, halkin imgeleme yetisi böylece en yüksek derecede kızıştığı ve hükümetlerin saldırgan siyaseti kendini her gün daha açık bir biçimde gösterdiği için, zorlu bir çatışmadan kaçınılamazdı, ve savaşımın barışçı bir sonuca bağlanacağına, ancak tabansız avanaklık kendini inandırabilirdi. Ama bu tabansız avanaklık, Frankfurt Meclisinde geniş ölçüde temsil ediliyordu.
Londra, Temmuz 1852

XVII. AYAKLANMA

Frankfurt Ulusal Meclisi ile Alman devletlerinin hükümetleri arasındaki kaçınılmaz çatışma, sonunda, 1849 Mayısının ilk günleri içinde, açık savaşmalar halinde patlak verdi. Hükümetleri tarafından geri çağrılan Avusturya temsilcileri, birkaç demokratik sol üye dışında, Meclisi bırakmış ve yurtlarına dönmüş bulunuyorlardı. İşlerin alacağı gidişi sezen tutucu üyeler çoğunluğu, hatta kendi hükümetlerinin çağrısını bile beklemeden, Meclisten çekildiler. Buna göre, solun etkisini artıran ve bundan önceki makalelerde açıklanmış bulunan nedenlerden bile bağımsız olarak, sadece sağ üyelerin görevlerini bırakıp kaçmaları, eski azınlığı Meclis çoğunluğu durumuna dönüştürmeye yetiyordu. Daha önce böyle bir tarihi düşünde bile görmemiş bulunan yeni çoğunluk, eski çoğunluk ve onun imparatorluk naibinin güçsüzlüğü, kararsızlığı ve gevşekliğine karşı öfkeden köpürmek için, muhalefetteki durumundan yararlanmıştı. Ve şimdi, birdenbire o eski çoğunluğun yerine geçmeye çağrılmış bulunan oydu. Neler yapmaya yetenekli olduğunu göstermek, şimdi ona düşüyordu. Onun egemenliği, söylemeye gerek yok, enerjik, gözüpek, ve etkin bir egemenlik olacaktı. O, Almanya’nın seçkin topluluğu, hasta imparatorluk naibi ile onun sallantılı bakanlarını çarçabuk yürütmeyi başaracaktı; eğer başaramazsa, hiç bir kuşkuya yer yok, halkın egemen hakkı adına, bu güçsüz hükümeti zorla işten uzaklaştıracak, ve onun yerine, Almanya’nın kurtuluşunu sağlayacak (sayfa 449) enerjik, yorulma bilmez bir yürütme gücü geçirecekti. Zavallı yoksullar! Eğer kimsenin kulak asmadığı yerde bir hükümetten sözedilebilirse, onların hükümet rejimi, hatta öncellerinin hükümet rejiminden bile daha gülünç bir şey oldu.
Yeni çoğunluk, tüm engellere karşın, yeni anayasanın, hem de hemen uygulanması gerektiğini, 15 Temmuzda, halkın yeni Temsilciler Meclisine temsilcilerini seçeceğini, ve bu meclisin Frankfurt’ta 15 Ağustosta toplanacağını açıkladı. Nedir ki, bu açıklama, Alman nüfusunun dörtte-üçünden çoğunu kapsayan Prusya, Avusturya ve Bavyera’nın ilk sıralarında bulundukları, imparatorluk anayasasını tanımayan o hükümetlere bir savaş ilanı idi; o hükümetlerin kabul etmekte ivedilik gösterdikleri bir savaş ilanı. Prusya ile Bavyera da, kendi devletlerinin Frankfurt’a göndermiş bulundukları temsilcileri geri çağırdılar ve Ulusal Meclise karşı askeri hazırlıklarını hızlandırdılar. Bununla birlikte, bir başka yandan, demokratik partinin, Reich Anayasası ve Ulusal Meclis yararına (parlamento dışında) yaptığı gösteriler daha karıştırıcı, daha zorlu bir nitelik kazanıyordu, ve en aşırı partinin adamları tarafından yönetilen emekçiler yığını, kendi davaları olmasa da, hiç değilse Alnianya’yı eski monarşik engellerinden kurtararak, amaçlarına biraz olsun yaklaşma olanağı veren bir dava için silaha sarılmaya hazırdı. Böylece her yanda halklar ile hükümetler karşı karşıya, çatışmaya hazır idiler; patlama kaçınılmazdı; lağım barut doluydu; onu patlatmak için bir kıvılcımdan başka bir şey gerekli değildi. Saksonya’da Meclislerin dağıtılması; Prusyada Landwehr’in (askeri yedek) silah altına alınması, hükümetin Reich Anayasısına açık direnci, bu kıvılcımların ta kendileri idiler; bir göz açıp kapayıncaya kadar çaktılar ve ülke tutuştu. Dresden’de, 4 Mayıs günü, çevredeki tüm bölgeler isyancılara pekiştirme birlikleri gönderirken, muzaffer halk, kenti ele geçirdi ve kralı[5] oradan kovdu. Ren Prusyası ile Vestefalya da, Landwehr yürümeyi reddetti, cephaneliklere elkoydu ve Reich Anayasasını savunmak için silahlandı. Pfalz’da, halk Bavyera hükümet memurlarını teslim alıp devlet kasalarına elkoydu, ve eyaleti Ulusal Meclisin (sayfa 450) korunması altına koyan bir Savunma Komitesi kurdu. Würtemberg’de, halk, kralı[6] Reich Anayasasını tanımaya zorladı, ve Baden’de, halkla birleşen ordu, büyük-dükayı[7] kaçma zorunda bıraktı ve bir eyalet hükümeti kurdu. Almanya’nın öbür bölgelerinde de, halk, elde silah ayaklanmak, ve onun buyruğuna ginnek için, Ulusal Meclisin kesin bir işaretinden başka bir şey beklemiyordu.
Ulusal Meclisin durumu, onursuz geçmişinden sonra beklenebileceğinden çok daha elverişli idi. Batı Almanya’nın yarısı onun için silaha sarılmıştı; ordu her yerde kararsızdı; küçük devletlerde, ordu, hiç kuşkusuz hareketten yana bir eğilim gösteriyordu. Avusturya, Macarların başarılı ilerleyişi ile kötürümleşmişti, ve Rusya, Alman hükümetlerinin o yedek gücü, tüm güçlerini Avusturya’yı Macar ordularına karşı desteklemeye yöneltiyordu. Sadece Prusya’ya boyun eğdirmek gerekiyordu, ve bu ülkede varolan devrimci duygudaşlıklarla birlikte, bu ereğe erişmek için elbette bir olanak vardı. Öyleyse her şey, Meclisin tutumuna bağlıydı.
Oysa, ayaklanma, savaş ya da herhangi bir başka sanat kadar bir sanattır; savsaklanmaları, bunları savsaklayan partinin yıkımına yolaçan bazı pratik kurallara bağlıdır. Böyle durumlarda gözönünde tutulmaları gereken partilerin ve koşulların özlüğünden mantıksal olarak çıkan bu kurallar öylesine açık ve öylesine yalındırlar ki, kısa 1848 deneyi, bunları Almanlara adamakıllı öğretmiştir. Birincisi, eğer oyununuzun bütün sonuçlarına korkusuzca göğüs germeye iyice kararlı değilseniz, ayaklanma ile hiç oynamamak. Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz büyüklükler ile yapılan bir hesaptır; düşman güçleri, her tür örgütlenme, disiplin ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne sahiptirler; eğer onların karşısına daha üstün güçler çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın, hapı yuttuğunuzun resmidir. İkincisi, bir kez ayaklanma yoluna girdikten sonra, en büyük bir kararlılık ile ve saldırıcı biçimde davranmak. Savunma, her türlü silahlı ayaklanmanın ölümüdür; ayaklanma, daha düşmanları ile boy ölçüşmeden yitirilir. Düşmanlarınıza, güçleri dağınık olduğu sırada, birdenbire saldırın, (sayfa 451) ne kadar küçük olursa olsun, yeni, ama günlük başarılar hazırlayın; ilk başarılı ayaklanmanın size verdiği moralı yükselterek sürdürün; her zaman en güvenilir yanda gitmeye çalışan sallantılı öğeleri böylece kendi yanınıza alın; devrimci siyasette, bugüne kadar bilinen en büyük usta olan Danton ile birlikte: de l’audace, de l’audace, encore de l’audace[8] diyerek, düşmanlarınızı güçlerini size karşı toparlayamadan, önünüzden kaçmaya zorlayın.
O zaman Frankfurt Meclisi, kendisini tehdit eden kesin yıkımdan kurtulmak için ne yapmalıydı? Her şeyden önce, durumu açıkça görmeli ve, ya hükümetlere kayıtsız şartsız boyun eğmek, ya da kayıtsız şartsız ve duraksamaksızın, silahlı ayaklanmaya katılmaktan başka bir çıkar yol olmadığına aklını yatırmalıydı. İkinci olarak, daha önce patlak vermiş bulunan bütün ayaklanmaları açıkça tanımak, ve kendi vekilleri tarafından temsil edilen egemen halka karşı çıkma cüretini gösterecek tüm prens, bakan ve öbürlerini yasa-dışı ilan ederek, ulusal temsilin savunulması için halkı her yerde silaha sarılmaya çağırmalıydı. Üçüncü olarak, imparatorluk naibini hemen işbaşından uzaklaştırmalı; güçlü, etkin, ve hiç bir şeyin durduramayacağı bir yürütme gücü kurmalı; isyancı birlikleri, böylece aynı zamanda ayaklanmayı genişletmek için yasal bir bahane de sağlayarak, kendini korumak üzere Frankfurt’a çağırmalı, elinde bulunan bütün güçleri sağlam bir birlik halinde örgütlemeli, uzun sözün kısası, kendi durumunu güçlendirmek ve düşmanlarının durumunu güçten düşürmek için kullanabileceği bütün araçlardan hızla ve duraksamaksızın yararlanmalıydı.
Frankfurt Meclisinin erdemli demokratları ise, bütün bunların tam tersini yaptılar. İşleri, canları istediği gibi gitmeye bırakmakla yetinmeyen bu gönül adamları, karşı çıkmaları ile, hazırlanan bütün ayaklanma hareketlerini boğacak kadar ileri gittiler. Örneğin, Bay Karl Vogt, Nuremberg’de işte böyle davrandı. Saksonya, Ren Prusyası, Vestefalya ayaklanmalarını, Prusya hükümetinin görülmemiş zorbalığına karşı duygusal ve iş işten geçtikten sonra yapılan bir protestodan başka hiç bir yardımda bulunmaksızın, ezdirttiler, (sayfa 452) Almanya’nın Güneyindeki ayaklanmalarla gizli diplomatik ilişkiler sürdürüyorlardı, ama onlara açık bir tanıma desteği vermekten sakındılar. İmparatorluk naibinin, hükümetler ile suç ortaklığı içinde olduğunu biliyorlardı, ama gene de, bu hükümetlerin çevirdikleri dolaplara engel olmak için kılını bile kıpırdatmayan ona başvurdular. İmparatorluğun, eski tutucu bakanları, her oturumda bu güçsüz meclisi maskaraya döndürüyor, ve bu meclis de, bunu yapmalarına göz yumuyordu. Ve, Silezyalı bir temsilci ve Neue Rheinische Zeitung yazarlarından biri olan Wilhelm Wolff, onları, imparatorluğun başta gelen ve en büyük haininden başka bir şey olmadığını haklı olarak söylediği imparatorluk naibini* yasa-dışı etmeğe çağırdığı zaman, bu devrimci demokratların ortak ve erdemli öfkesi ile yuhalandı! Kısacası, gevezeliğe, protestoya, atıp tutmaya istemeye istemeye devam ettiler, — ama hep davranma cesaret ve ruhundan yoksun olarak. Bu sırada hükümetlerin düşman birlikleri gitgide ilerliyor, ve onların kendi yürütme güçlerl, yani imparatorluk naibi, Alman prensleri ile birlikte onların yaklaşan sonunu hazırlıyordu. Bu aşağılık meclis, saygınlığının son kalıntılarını da işte böyle yitirdi; onu savunmak için ayaklanmış bulunan isyancılar, bundan böyle onun için hiç bir kaygı göstermez oldular; ve sonunda, göreceğimiz gibi, utanılacak bir sona erdiği zaman, onursuz sonuna kimse ilgi göstermeksizin öldü.
Londra, Ağustos 1852

XVIII. KÜÇÜK-BURJUVALAR

Son makalemizde, Alman hükümetleri ile Frankfurt Parlamentosu arasındaki savaşımın, sonunda, Mayısın ilk günleri içinde, Almanya’nın büyük bir bölümünün açıkça ayaklandığı bir dereceye varmış bulunduğunu; önce Dresden, sonra Bavyera Pfalzı, Ren Prusyası bölümleri, ve en sonra da Baden’in ayaklandığını göstermiştik.
Her durumda, isyancıların gerçek dövüşken gücü, o ilk olarak silaha sarılan ve askerlerle savaşa girişen çekirdek, (sayfa 453) kentlerin işçi sınıfından
İşçi sınıfı, bu ayaklanmaya, ya siyasal iktidar ve toplumsal devrime doğru gidişindeki bir engeli ortadan kaldırmayı, ya da hiç değilse toplmunun daha etkin, ama daha az cesur sınıflarını, o zamana kadar izlediklerinden daha gözüpek ve daha devrimci bir yolda ilerletmeyi vaadeden herhangi bir harekete katılacağı gibi girdi. İşçi sınıfı, bu savaşımın doğrudan doğruya kendi savaşımı olmadığının eksiksiz bilinci ile silaha sarıldı; ama kendisi için doğru olan tek taktiği izledi: kendi omuzları üzerinde yükselen (burjuvazinin 1848’de yaptığı gibi) hiç bir sınıfın, hiç değilse işçi sınıfına kendi öz çıkarları yaranına savaşım için uygun bir alan açmadıkça, kendi sınıf egemenliğini pekiştirmesine izin vermemek; ve, her durumda, işleri, ya ulusun tamamen ve karşı konmaz bir biçimde devrimci bir yola atılacağı, ya da devrimden önceki status quo’nun, yeni bir devrimi kaçınılmaz kılacak biçimde, elden geldiğince yeni baştan kurulacağı bir bunalıla kadar ileri götürmek. Her iki durumda da, işçi sınıfı, eski uygar Avrupa toplumlarından hiç biri, güçlerinin daha dingin ve daha düzenli bir gelişmesini yeni baştan özleyemeden önce, bu toplumlar için bundan böyle bir zorunluluk durumuna gelmiş bulunan bu devrimci yolda ilerleyerek, tüm ulusun gerçek ve iyi anlaşılmış çıkarlarını temsil ediyordu.
Ayaklanmaya katılan kır adamlarına gelince, onlar devrimci partinin kollarına aslında, ya vergilerin görece ağır yükü, ya da üstlerine çöken feodal yükürnlülükler nedeniyle atıldılar. (sayfa 454)
Onlar, kendi öz girişimleri olmaksızın, ayaklanmaya katılan öbür sınıfların, bir yandan işçiler ve öte yandan da küçük-burjuvazi arasında sallanan bir kuyrukçuğunu oluşturuyorlardı. Hemen her durumda, tutacakları yolu belirleyen şey, özel toplumsal konumları oluyordu; tarım işçisi, genellikle, kent işçisini destekliyordu; küçük çiftçi, küçük dükkancı ile elele yürüme eğilimindeydi.
Önem ve etkinliğini birçok kez belirtmiş bulunduğumuz o küçük-burjuvalar sınıfı, 1849 ayaklanmasının yönetici sınıfı olarak kabul edilebilir. Bu kez büyük Alman kentlerinden hiç biri hareketin merkezleri arasında bulunmadığından, orta ve küçük kentlerde her zaman ağır basan küçük-burjuvalar sınıfı, hareketin yönetimini eline almanın yolunu buldu. Öte yandan, Reich Anayasası ve Alman Parlamentosunun hakları için yürütülen bu savaşımda sözkonusu olan çıkarların, bu sınıfın çıkarları olduğunu da görmüştük. Tüm isyancı bölgelerde kurulan geçici hükümetler, çoğunlukla halkın bu katmanını temsil ediyorlardı, ve bu katmanın hangi noktaya kadar gittği, Alman küçük-burjuvazisinin, göreceğimiz gibi, eğer kendisine verilen her hükümeti yıkıma götürmeye değilse, hiç bir şeye yetenekli olmadığını akla-uygun bir biçimde gösterebilir.
Tafra satmakta üstüne olmayan küçük-burjuvazi, eylemde çok yeteneksiz ve bir şeyleri göze almak gerektiği zaman çok korkaktır. Ticari alışveriş ve kredi işlemlerinin mesquin[9] karakteri, onun öz karakterine enerji ve girişim ruhu yoksulluğunun damgasını vurmuştur; öyleyse aynı niteliklerin bu katmanın siyasal tutumunu da belirlemesini beklemek gerekir. Sonuç olarak, küçük-burjuvazi, yapmaya kararlı olduğu şey üzerindeki tumturaklı ve çok saldırgan sözlerle ayaklanmayı kışkırttı; ayaklanma, kendisi hiç istemediği halde, bir kez patlak verir verinez, iktidarı eline almakta ivedilik gösterdi; iktidarı sadece ayaklanmanın etkilerini yoketmek için kullandı. Silahlı bir çatışmanın, işleri ciddi bir bunalıma götürdüğü her yerde, küçük-burjuvalar önlerine çıkan tehlikeli durum karşısında yıldırımla vurulmuşa döndüler; onların cafcaflı silah başına çağrılarını (sayfa 455) ciddiye alan halk karşısında yıldırımla vurulmuşa döndüler; her şeyin üstünde, izleme zorunda kaldıkları siyasetin, kendileri, toplumsal konumları, servetleri bakımından doğurabileceği sonuçlar karşısında yıldırımla vurulmuşa döndüler. Onlardan, her zaman söyledikleri gibi, ayaklanma davası uğruna “yaşam ve mallarını” tehlikeye atmaları beklenmiyor muydu? Ayaklanmada, yenilgi durumunda onlara servetlerini yitirme tehlikesini taşıyan resmi görevler alma zorunda değil miydiler? Ve, zafer durumunda, savaşkan orduların ana gövdesini oluşturan muzaffer proleterlerin, kendilerini görevlerinden kovmak ve tüm siyasetlerini altüst etmekte ivedilik göstereceklerinden emin değil miydiler? Böylece, iki ateş arasında kalmış, sağdan da soldan da tehdit edilen küçük-burjuvazi, iktidarını, her şeyi gelişigüzel gitmeye bırakmaktan başka türlü kullanamadı; bu da, beklenebileceği gibi, hâlâ varolabilecek azıcık başarı olanağını yitirtiyor ve ayaklanmayı tamamen yıkıma uğratıyordu. Taktiği, daha doğrusu taktiksizliği, her yerde aynı idi; bu nedenle, 1849 Mayıs ayaklanmaları, Almanya’nın her yanında, aynı kalıba göre biçildiler.
Dresden’de, savaşım, kent sokaklarında dört gün sürdü. Dresden dükkancıları, yani “ulusal muhafız”, sadece dövüşmemekle kalmadı, ama birçok durumda, birliklerin isyancılara karşı yürüttükleri harekâtı da kolaylaştırdı. İsyancılar, bir kez daha, hemen tamamen çevre sanayi bölgeleri işçilerinden bileşiyorlardı. Bunlar, daha sonra tutsak düşen ve şimdi Macaristan’da, Munkacs zindanlarında hapsedilmiş bulunan Rus göçmeni Mişel Bakunin’in kişiliğinde,yetenekli ve soğukkanlı bir önder buldular. Kalabalık Prusya birliklerinin işe karışması, bu ayaklanmayı bastırdı.
Ren Prusyası’nda gerçek çatışmalar pek önemli olmadı. Bütün büyük kentler, kaleler tarafından komuta edilen müstahkem kentler olduklarından, isyancılar sadece birkaç küçük çatışmaya girişebiliyorlardı. Yeterli sayıda birlik toplanır toplanmaz, silahlı çatışmanın sonu oluyordu.
Pfalz ve Baden’de, tersine, isyancıların eline zengin ve verimli bir eyalet ile tam bir devlet geçti. Para, silah, asker, savaş yedeklikleri, her şey bulunuyordu. Düzenli ordunun askerleri bile isyancılara katıldılar; dahası, Baden’de, bu askerler ilk safta bulunuyorlardı. İsyancılar, Saksonya (sayfa 456) ve Ren Prusyası’nda, Almanya’nın Güneyindeki hareketin örgütlenmesi için zorunlu zamanı kazanma ereğiyle, kendilerini feda ettiler. Hiç bir eyaletsel ve kısmi ayaklanma, bundan daha elverişli bir konum içinde bulunmamıştır. Paris’te bir devrim bekleniyordu; Macarlar Viyana kapılarında idiler; bütün Orta Almanya devletlerinde, ayaklanmaya sadece halk değil, ama askeri birlikler bile çok yatkındılar ve ona açıkça katılmak için sadece bir fırsat bekliyorlardi. Ama gene de, hareket, bir kez küçük-burjuvazinin eline düştükten sonra, daha başından beri, hapı yutmuş demekti. Küçük-burjuva hükümdar naipleri, özellikle, başlarında Bay Brentano olmak üzere Baden’dekiler, “yasal” hükümdarın, büyük-dükanın görev ve üstünlük haklarını gaspetmekle, yurt ihaneti suçunu işlediklerini hiç unutmadılar. Bakanlık koltuklarına, yüreklerinde suçlarının ağırlığını taşıyarak kuruldular. Bu türlü ödleklerden ne beklenebilir? Ayaklanmayı, komuta birliğinden, dolayısıyla etkinlikten yoksun, kendiliğindenliğine bırakmakla kalmadılar, ama hareketin gidişini kırmak, onu güçten düşürmek, yoketmek için, ellerinden gelen her şeyi gereçekten yaptılar. Ve, küçük-burjuvazinin, Brentano cinsinden bir avuç ahlaksız dalavereci tarafından burunlarından sürüklendikleri halde, gerçekten “ülkeyi kurtaracaklarını” düşleyen “demokrat” kahramanlarının, o akıl sır ermez politikacı takımının acar desteği sayesinde, başarı da kazandılar.
İşin askeri bölümüne gelince, hiç bir savaş harekâtı, Baden başkomutanı, eski düzenli ordu teğmeni Sigel’in komutası altındaki harekâttan daha baştansavma ve daha budalaca bir biçimde uygulanmamıştır. Sonunda yetenekli Polonyalı Mieroslawski komutayı alana kadar, her yerde karışıklık hüküm sürüyor, her iyi fırsat kaçırılıyor, her değerli dakika, büyük, ama uygulanması olanaksız tasarılar kurmakla yitiriliyordu; ordu, dört kat daha büyük bir düşman ordusu karşısında, örgütsüz, yenik, yılgın, ordonatımı kötü bir durumda bulunduğundan, artık yeni komutana, Waghäusel’de onurlu, ama etkisiz bir savaş vermek, ustaca bir çekilişte bulunmak, Rastadt surları önünde son bir umutsuz çatışmaya girişmek [251] ve istifa etmekten başka bir şey kalmıyordu. Orduların, iyi yetişmiş askerler ile acemi erlerin bir (sayfa 457) karışımından bileştikleri her ayaklanma savaşında olduğu gibi, devrimci orduda da bir kahramanlık bolluğu ile, askerlikten uzak, çoğu kez de açıklanması olanaksız bir terör bolluğu, birarada görüldü; ama bu ordu yetkinlikten zorunlu olarak ne kadar uzak kalırsa kalsın, hiç değilse sayıca dört kat üstün bir gücün onu yenmek için yeterli sayılmadığını, ve yüz bin kişilik bir düzenli birliğin, 20.000 isyancıya karşı bir seferde, askeri bakımdan kendisine sanki Napoléon’un eski muhafız ordusu ile savaşacaklarmışcasına saygılı davrandığını görme mutluluğuna da erdi.
Ayaklanma, Mayısta patlak vermişti; 1849 Temmuzu ortalarında tamamen yenilmiş ve birinci Alman devrimi de sona ermiş bulunuyordu.
Londra, (tarihsiz)

XIX. AYAKLANMANIN SONU

Almanya’nın Güneyi ve Batısı açık bir ayaklanma içinde bulunur, ve hükümetler, Dresden’de çatışmaların başlamasından, Rastadt’ın teslimine kadar, birinci Alman devrimi tarafından sıçratılan bu son alevleri de söndürmek için on haftadan çok bir zaman ayırırken, Ulusal Meclis, gidişi kimsenin dikkatini çekmeksizin siyasal sahneden yok oldu.
Bu yüce meclisi, saygınlığına karşı hükümetlerin saygısız saldırıları, yaratmış bulunduğu merkezi iktidarın güçsüzlük ve hain hareketsizlığı, küçük-burjuvazinin kendini savunmak ve işçi sınıfının da daha devrimci bir son erek için yaptıkları ayaklanmalar ile hesapları tarnamen altüst olmuş bir biçimde, Frankfurt’ta bırakmıştık. Üyeleri arasında büyük bir bitkinlik ve umutsuzluk hüküm sürüyordu; olaylar birdenbire öylesine açık ve öylesine kesin bir biçim almışlardı ki, bu bilgin yasamacıların gerçek güç ve gerçek etkinlikleri üzerindeki düşleri birkaç gün içinde dipten doruğa yıkılmışlardı. Tutucular, hükümetler tarafından verilen işaret üzerine, bundan böyle varolmaya ancak kurulu yetkileri önemsemeksizin devam edebilecek bir meclisten çoktan çekilmiş bulunuyorlardı. Liberaller, tam bir bozgun içinde, davanın yitirildiği sonucuna vardılar ve onlar da temsilcilik (sayfa 458) görevlerini bıraktılar. Sayın beyefendilerin yüzlercesi pabuçsuz kaçtılar. Başlangıçta 800-900 olan sayıları öyle bir hızla azaldı ki, bundan böyle, yüz elli, ve birkaç gün sonra da bir elli kişinin, çoğunluk içinde yeterli sayıyı oluşturduğu açıklandı. Ve, demokratik parti tümüyle orada kalmış olmasına karşın, bu rakama erişmekte bile güçlük çekildi.
Bu parlamento artıklarının izleyeceği yol iyice çizilmişti. Açıkça ve kesinlikle ayaklanmanın yanında yer alacak, böylece kendi öz savunmaları için bir orduya sahip olmakla, aynı zamanda, yasallıktan aldıkları tüm gücü ayaklanmaya kazandıracaklardı. Merkezi iktidarı çatışmalara hemen bir son vermeye çağıracak, ve eğer, kolayca kestirilebileceği gibi, bu iktidar bu işi yapmayı ne ister ne de yapabilirse, onu hemen işbaşından uzaklaştıracak ve yerine daha enerjik bir hükümet getireceklerdi. Eğer isyancı birlikleri Frankfurt’a getirmek olanaklı olmazsa (başlangıçta, çeşitli Alman devletleri hükümetleri hazırlıksız ve henüz duraksamalı iken kolayca yapılabilecek olan şey), Meclis vakit geçirmeden isyancı bölge merkezine taşınabilirdi. Bütün bunlar, en geç Mayıs ortası ya da sonlarına doğru hemen ve kararlı bir biçimde yapılsaydı, hem ayaklanma, hem de Ulusal Meclis için başarı olanağı vardı.
Ama Alman küçük-burjuvazi temsilcilerinden böylesine kararlı bir çizgi beklenemezdi. Bu gözünü hırs bürümüş devlet adamları düşlerinden hâlâ kurtulmamışlardı. Parlamentonun gücüne ve dokunulmazlığına duydukları, kendileri için uğursuz inancı yitiren üyeler çoktan çekip gitmişlerdi; kalan demokratlar ise, on iki aydır besledikleri iktidar ve büyüklük düşlerinden vazgçmeye hiç de yatkın değildiler. O zamana kadar izledikleri çizgiye bağlı kalarak, tüm başarı olanağı ortadan kalkana kadar, her türlü kesin eylem karşısında gerilediler. O zaman, yüksekten atmalarına bağlı açık güçsüzlüğü ancak acıma ve gülme uyandırabilecek yapmacık ve kendini begenmişlik dolu bir çalışım sürdüren bu adamlar, yaptıklarına kulak bile asmayan bir imparatorluk naibi ile düşmanla açıkça birlik kurmuş bakanlara, kararlar, çağrılar, dilekler gönderrneye devam ettiler. Ve sonunda, tüm Meclisin gerçekten devrimci tek adamı, Neue Rheinische Zeitung yazarlarından biri, Striegau temsilcisi (sayfa 459) Wilhelm Wolff, onlara, eğer ciddi olarak konuşuyorlarsa, çançanlarını kısa kesip, ülkenin baş haini imparatorluk naibini hemen yasadışı ilan etmekle daha iyi yapacaklarını söylediği zaman, parlamenter bayların yoğunlaşmış tüm erdemli öfkesi, hükümetler onları sövgü ve alaylar altında bunaltırken bir türlü gösteremedikleri bir enerjiyle patlak verdi.
Wolff’un önerisi, Saint-Paul Kilisesinin duvarları arasında[252] söylenen ilk aklı başında söz olduğuna göre, bu iş doğaldı; istediği şey, yapılacak şeyin ta kendisi olduğuna, ve dosdoğru ereğe yönelen bu kadar açık bir dil, ancak kararsızlıkla kararlı ve bir şey yapmaya ödleri kopan, hiç bir şey yapmayarak, aslında yapmaları gereken şeyin ta kendisini yapan duygulu ruhlar için bir sataşma olabileceğine göre, bu iş doğaldı. Kafalarının sislerini aydınlatan şimşek gibi her söz onları ellerinden geldiğince uzun bir süre kapanmakta direndikleri labirentten çıkartacak nitelikte her uyarı, durum üzerine, onu olduğu gibi ortaya koyan her görüş, bu egemen meclis çoğunluğuna karşı elbette ağır bir suçtu.
Kararlara, çağrılara, gensorulara ve söylevlere karşın, az sonra, sayın temsilcilerin konumu Frankfurt’ta tutunmaya elverişsiz bir durum aldığından, oradan çekildiler; ama isyancı bölgelere değil; bu çok kararlı bir adım olurdu. Würtemberg hükümetinin bir bekle gör tarafsızlığı izlediği Stuttgart’a gittiler. Orada, en sonuncu, imparatorluk naibinin yerinden alındığını ilan ettiler ve kendi içlerinden beş kişilik bir naipler kurulu seçtiler. Bu kurul, hemen, Almanya’nın bütün hükümetlerine kuzu kuzu ve gereken b!çimler içinde iletilen bir milis yasası kabul etti. Hükümetler, yani Meclisin gerçek düşmanları, Meclisin savunmasi için asker toplamakla görevlendirildiler. Sonra, Ulusal Meclisin savunmasi için —doğal olarak kağıt üzerinde— bir ordu kuruldu. Tümenler, tugaylar, alaylar, bataryalar, her şey, her şey düzenlendi, sıraya kondu. Gerçeklikten başka hiç bir şey eksik değildi; çünkü bu ordu, elbette hiç mi hiç gerçekleşmedi.
Meclisin karşısına son bir çare çıkıyordu. Dernokratik nüfus, parlamentonun buyruğuna girmek ve onu kesin bir eylemde bulunmaya zorlamak için, ülkenin her yanından temsilciler gönderdi. Würtemberg hükümetinin niyetlerini sezen halk, bu hükümeti komşu isyancıların hareketine açık (sayfa 460) ve etkin bir katılmaya zorlaması için Ulusal Meclisi sıkıştırıyordu. Ama, nafile. Ulusal Meclis, Stuttgart’a gidişiyle, kendini Würtemberg hükümetinin insafına bırakmıştı. Üyeler bunu biliyorlardı ve halk arasındaki kaynaşmanın önünü aldılar. Böylece, hâlâ koruyabilecekleri son etki kalıntısını da yitirdiler. Hakettikleri önemsenmemeyi kazandılar, ve Würtemberg hükümeti, Prusya’nın ve imparatorluk naibinin baskısı altında, 18 Haziran 1849 günü, Parlamento toplantı salonunu kapatıp, naipler kurulu üyelerinin ülkeden ayrılmalarını emrederek, demokratik güldürüye son verdi.
Bu kez, Baden’e, ayaklanma ordugahına gittiler; ama artık orada hiç bir yararlılıkları yoktu. Kimse onlara ilgi göstermedi. Gene de naipler kurulu, egemen Alman halkı adına, ülkeyi tüm çabası ile kurtarmaya devam ediyordu. Almayı isteyen herkese pasaport vererek, kendini yabancı devletlere tanıtmaya çalıştı. Daha iş işten geçmemişken etkin bir yardımda bulunmayı reddettiği o aynı Würtemberg bölgelerini ayaklandırmak için, bildiriler yayınlayıp komiserler gönderdi; elbette hiç bir sonuç çıkmadı. Şu anda elimizde bu komiserlerden birisi, Herr Roesler (Öls temsilcisi) tarafından naipler kuruluna gönderilmiş, içeriği hayli ilginç özgün bir rapor var. Stuttgart, 30 Haziran 1849 tarihini taşıyor. Bu komiserlerden, verimsiz bir para avcılığı yapan bir yarım düzinesinin serüvenlerini anlattıktan sonra, hâlâ görevi başında bulunmamasından ötürü bir dizi özür sunuyor: Ve sonra da, Prusya, Avusturya, Bavyera ve Würtemberg arasındaki olası anlaşmazlıklar ve bunların olanaklı sonuçları üzerine büyük bir önem taşıyan düşüncelere dalıyor. Tam bir incelemeden sonra, artık umut edilecek hiç bir şey kalmadığı sonucuna varıyor. Daha sonra, haberlerin aktarılması için güvenilir adamlardan ara istasyonları ve Würtemberg bakanlarının niyetleri ile askeri birliklerin hareketleri üzerine bilgi toplamak için bir casusluk şebekesi kurulmasini öneriyor. Bu mektup yerine hiç ulaşmadı, çünkü, daha yazıldığı anda, “naipler kurulu”, çoktan “Dışişleri Bakanlığı” durumuna gelmiş, yani yurt dışına, İsviçre’ye geçmiş; ve bu zavallı Herr Roesler, altıncı dereceden bir krallığın korkunç hükümetinin niyetleri üzerinde kafa patlattığı sırada, yüz bin Prusya, Bavyera ve Hessen askeri, Rastadt (sayfa 461) surları önünde son bir savaşma ile tüm sorunu çoktan çözmüş bulunuyordu.
Alman Parlamentosu, ve onunla birlikte devrimin ilk ve son yapıtı, böylece uçtu gitti. Toplanmaya çağrılması, Almanya’da gerçekten bir devrim olduğunun ilk tanıklığı idi, ve ilk modern Alman devrimi sonuna errnediği sürece, o da varlığını sürdürdü. Kapitalist sınıfın etkisi altında, çoğunluğu ile feodal uyuşukluktan daha yeni kurtulmuş, ufalanmış ve dağınık bir kırsal nüfus tarafından seçilen bu Parlamento, 1820-1848 döneminin tüm büyük popüler, adlarını blok halinde siyasal sahneye çıkarmaya, ve sonra da onları tamamen yere sermeye yaradı. Burjuva liberalizminin bütün ünlü kişileri orada toplanmıştı. Burjuvazi harikalar bekliyordu; eline kendisi ve temsilcileri adına, utançtan başka bir şey geçmedi. Sanayici ve tüccar kapitalistler sınıfı, Almanya’da, tüm öbür ülkelerdekinden daha ağır bir yenilgiye uğradi; önce Almanya’nın tek tek her devletinde devrildi, iktidardan kovuldu, ve sonra da, Alman merkezi parlamentosunda, adamakıllı yenildi, onuru kırıldı, rezil rüsva edildi. Siyasal liberalizm, burjuvazinin rejimi, ister kralcı, ister cumhuriyetçi hükümet biçimi altında olsun, bundan böyle Almanya’da sonuna kadar olanaksızdır.
Alman Parlamentosu, varlığının son döneminde, 1848 Martından beri, resmi muhalefetin başında bulunan o kesimin, yani küçük-burjuvazi, ve bir parça da köylülük çıkarları temsilcisi olan demokratların namusunu, sonsuz olarak lekelemeye hizmet etti. Mayıs ve Haziranda, bu sınıf, Almanya’da sağlam bir hükümet kurmak için yeteneklerini gösterme fırsatını buldu. Uygunsuz kcşullardan çok, devrimin patlak vermesinden sonra meydana gelen tüm kesin hareketler içindeki tam ve sürekli korkaklığı nedeniyle, ticari işlemlerinde gösterdiği sinirli, korkak, kararsız anlayışı siyasette de göstererek, nasıl başarısızlığa uğtadığını gördük. 1849 Mayısında, bu yüzden, tüm Avrupa ayaklanmalarının gerçek savaş birliği olan işçi sınıfının güvenini yitirmişti. Ama gene de, elinde büyük olanaklar vardı. Gericiler ile liberallerin çekip gitmesinden sonra, Alman Parlamentosu tamamen ona kalmıştı. Kırsal nüfus ondan yanaydı. Yeter ki durumun açık bir anlayışının sonucu olan bir karar ve (sayfa 462) cesaretle davransın, küçük devlet ordularının üçte-ikisi, Prusya ordusunun üçte-biri, Landwehr’in çoğunluğu ona katılmaya hazırdılar. Ama bu sınıfı yöneten politikacılar, kendilerini izleyen küçük-burjuvalar kalabalığından daha keskin görüşlü değillerdi. Bunların, liberallerden daha gözü kör, bile bile sürdürülen yanılgılara daha bağlı, daha kolay inanır, olaylarla hesaplaşmakta daha yeteneksiz oldukları ortaya çıktı. Siyasal önlemleri de sıfırın altına düştü. Bununla birlikte, beylik ilkelerini uygulamaya gerçekten koymamiş olduklarından, bu son umut, tıpkı Louis Bonaparte’ın coup d’Etat’sı ile Fransa’daki “saf demokrasi” görevdeşlerinde uyandırıldığı gibi, onlarda yeniden uyandırıldığı zaman, çok elverişli koşullarda ani bir ayaklarımaya girişebilirler.
Ayaklanmanın, Almanya’nın güney-batısındaki yenilgisi ve Alman Parlamentosunun dağılması, birinci Alman devrimi tarihini kapatır. Şimdi bize, karşı-devrimci ittifakın muzaffer üyelerine son bir gözatma işi kalıyor; bunu da gelecek mektubunuzda yapacağız.[253] (sayfa 463)
Londra, 24 Eylül 1852

Ağustos 1851-Eylül 1852’de Engels tarafından yazılmıştır.

25 ve 28 Ekim; 6, 7, 12 ve 28 Kasım 1851’de;
27 Şubat 5, 15, 18 ve 19 Mart 9, 17 ve 24 Nisan, 27 Temmuz,
13 Ağustos, 18 Eylül ve 2 ve 23 Ekim 1852’de
New York Daily Tribune’da yayınlanmıştır.

İmza: Karl Marks

Dipnotlar
[1] Heinrich LXXII. -Ed.
[2] Bavyera kralı Maximilian II kastediliyor. -Ed.
[3] Sözcük anlamı: küçük tanrılar; mecazi anlamı: ikinci sınıf kişiler. -Ed.
[4] Ani sıçramalar. -ç.
[5] Friedrich August II. -Ed.
[6] Wilhelm I. -Ed.
[7] Leopold. -Ed.
[8] Saldır, saldır, gene saldır. -ç.
[9] Soysuz; bayağı. -ç.
[10] Çek. -Ed.
[11] Büyük ve orta köylüler. -ç.
[12] Aleksandr I. -Ed.
[13] Fredrich Wilhelm III. -Ed.
[14] Güzel ülkü. -ç.

Açıklayıcı Notlar
[18] Kıta Sistemi, ya da kıta ablukası — 1806’da Napoléon I tarafından ilan edilmişti ve Avrupa kıtasındaki ülkelerle Büyük Britanya arasında ticareti yasaklıyordu. Napoléon’un Rusya’daki yenilgisinden sonra kaldırılmıştır.
[42] Doğu Roma İmparatorluğu — Köleci Roma İmparatorluğunun 395 yılında ayrılmış bir devlet; merkezi Konstantinople (İstanbul) idi. Daha sonraları Bizans adını almıştır. Doğu Roma İmaparatorluğu 1453’de Osmanlılar tarafından istila edilinceye dek varolmuştur. -443.
[65]
[90]
[98] “In partibus infidelium” (kafirler dünyasında) — Hıristiyan olmayan ülkelerdesalt adı var kendi yok piskoposluk bölgelerine atanan katolik piskoposlara verilen ek bir ünvan. Bu deyim, Marks’ın ve Engels’in yapıtlarında, çoğu kez, bir ülkede fiili durumu görmezden elerek yurtdışında kurulmuş olan mülteci hükümetler için kullanılmaktadır.
[103] Alman Konfederasyonu, feodal-mutlakiyetçi Alman devletlerinin 8 Haziran 1815’te Viyana Kongresi tarafından kurulan birliğidir. Almanya’nın siyasal ve ekonomik parçalanmışlığının sürdürülmesine yardımcı olmuştur. -372.
[187] Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim adlı yapıtında Engels, 1848-1849 Alman Devriminin sonuçlarını eleştirmekte ve bu devrimin öncüllerini, gelişmesindeki temel aşamaları ve çeşitli sınıflar ve partiler tarafından takınılan tavrı tarihsel materyalist açıdan tahlil etmektedir. Bu yapıtta proleter devrimci savaşımın taktik ilkeleri geliştirilmekte ve silahlı ayaklanma konusundaki marksist öğretinin temelleri atılmaktadır.
Bu yapıt, 1851-52 tarihleri arasında The New-York Daily Tribune’de yayınlanmış bir dizi makaleden oluşmuştur. Bu makaleler o sırada iktisadi araştırmalar yapmakta olan Marks’on ricası üzerine Engels tarafından yazılmıştır. Ama makalelerin altında gazetenin resmi muhabiri Marks’ın imzası yer almaktaydı. Ancak Marks ve Engels arasındaki yazışmaların 1913 yılında yayınlanmasından sonradır ki, bu makalelerin Engels tarafından yazılmış oldukları açığa çıkmıştır.
The New-York Daily Tribune’de bu makaleler alt başlıksız yayınlanmışlardı. Bu yapıtın Marks’ın kızı Eleanor Marks-Eveling tarafından yayına hazırlanan 1896 İngilizce baskısında, makaleler bu ciltte yer alan alt başlıkla konulmuştur.
Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim’in bu ciltte yer alan Türkçe metni, bu yapıtın Fransızcasından çevrilerek (Friedrich Engels, La Révolution Democratique Buourgeois en Allemagne, Editions Sociales, Paris 1951) Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim adı ile Sol Yayınları tarafından Kasım 1975’de yayınlanmış metnin (s. 267-404) bu cilt için düzenlenmiş yeniden basımıdır. -363
[188] Burada sözkonusu olan, örneğin “Avrupa demokrasisi merkez komitesi”, ya da “Londra’daki Alman işleri komitesi” vb. gibi komiteler, Londra’da kurulan (ve devrimin bozguna uğraması ve Avrupa’da gericiliğin canlanmasından sonra, siyasal göçmenliğin merkezi durumuna gelen) çeşitli komitelerdir. Bu örgütlerin yönetimini ellerine alanlar, eski parlamento üyeleri, gazeteciler vb. gibi küçük-burjuva demokrasisi temsilcileri oldu.
Bunların halka yönelttikleri, ve Marx’ın deyimine göre, “halkın ezilen sınıflarının doğrudan doğruya dolandırılması girişiminin ta kendisi” olan çağrılar ve bildiriler, Marx ve Engels tarafindan, sert bir eleştiriden geçirildiler. – 363.
[189] Burada sözkonusu olan, İngiltere’de 17. yüzyıl ve Fransa’da da 18. yüzyıldaki burjuva devrimlerdir. – 364.
[190] 1848 Devrimi, Paris’te 24 Şubatta, Viyana’da 13 Mart, ve Berlin’de de 18 Martta başladı. – 364.
[191] 24 Şubat 1848 günü seçilen geçici Fransız hükümeti üyeleri. – 365.
[192] The Tribune — 1841-1924 yılları arasında yayınlanmış ilerici bir burjuva gazetesi olan The New-York Daily Tribune’ün kısaltılmış adı. Marx ve Engels, Ağustos 1851’den Mart 1862’ye kadar bu gazeteye yazılar yazmışlardır. – 365, 465, 611.
[193] Yani Napoléon I’in kesin devrilişinden sonra. O zamana kadar, Alman devletleri, Fransa’ya yıllar yılı büyük tazminatlar ödemek zorunda kaldılar. Ayrıca, Batı ve Güney Almanya, siyasal bakımdan olduğu kadar, iktisadi bakımdan da Fransa’ya bağımlıydı. – 367.
[194] 1818 Koruyucu Gümrük Tarifesi — Prusya toprakları üzerinde iç gümrüklerin kaldırılması. – 367.
[195] Zollverein (Gümrük Birliği), Prusya’nın hegemonyası altında 1834’te kuruldu, hemen tüm Alman devletlerini içine alıyordu; ortak bir gümrük sınırları kurarak Almanya’nın siyasal bütünlüğünün gerçekleşmesine yardımcı olmuştur. – 367, 614.
[196] Almanya o sıralarda kendi bağımsızlıklarına sahip ve toprak bakımından birbirinden çok ayrı olan 36 krallık, prenslik ve özgür kentten oluşuyordu. – 367.
[197] Prusya burjuvazisinin artan hoşnutsuzluğu, ilk kez, Prusya kralının ölümünden sonra 1840’ta patlak verdi. Oğlu, burjuvazinin tüm umutlarını kendisine bağladığı Friedrich Wilhelm IV, Napoléon’a karşı savaş sırasında Prusya kralı tarafından vaadedilen Anayasayı ihsan etmeyi tıpkı babası gibi, reddetti. – 368.
[198] Almanya’da proletarya ile burjuvazi arasındaki ilk büyük sınıf savaşması olan Silezya dokumacılarının 4-6 Haziran 1844’teki ayaklanmaları ve Çek işçilerinin 1944 Haziranının ikinci yarısındaki ayaklanmaları, hükümetin askeri birlikleri tarafından kanlı bir biçimde bastırılmıştı. – 370.
[199] Fransız devriminin dolaylı etkisinin çok güçlü olduğu ve Napoléon l’in egemenliği sırasında Fransa tarafından ilhak edilmiş bulunan Renanya’da, feodal ilişkiler 19. yüzyılın başlarında ortadan kaldırıldı; ve bu ülke gene Prusya’ya döndüğü zaman, 1815’te de yeniden kurulmadı. Buna karşılık, Prusya’da, feodal rejim özünde 1948 Devrimine kadar, varlığını sürdürdü. – 370.
[200] Diyet — Alman Konfederasyonunun merkez organı; Alman hükümeti tarafından gerici bir siyasal araç olarak kullanılmıştır. – 372.
[201] Bu gümrük birliği (Steuerverein) Mayıs 1834’te kurulmuştu. Bu birlik Alman devletlerinden Hannover’i, Braunschweig’i, Oldenburg’u ve Schaumburglippe’yi içine alıyordu. Bu devletlerin İngiltere ile ticaret yapmaktan çıkarları vardı. Bu ayrılıkçı birlik 1854’te dağıldı ve bu birliğe katılmış olan devletler Zollverein’e (bkz: 195 nolu not) katıldılar. – 372.
[202] Napoléon I’in düşüşünden sonra, 1814-1815 yıllarında Rus çarı, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında 1815’te kurulan gerici Kutsal İttifak içinde yönetici bir rol oynadı. Çarlığın, Almanya’nın bölünmüş kalmasında çıkarı vardı. – 372.
[203] 1814-15’teki Viyana kongresinde Avrupa gericiliğinin başını çeken İngiltere ve çarlık Rusyası, halkların ulusal birlik ve bağımsızlıklarına aldırmadan meşruiyetçi monarşileri yeniden kurma amacıyla Avrupa’nın haritasını baştan başa değiştirdiler. – 372.
[247] 21 Mart 1848’de Prusyalı burjuva bakanların girişimiyle Berlin’de Almanya’nın birliğinin kurulması lehinde tantanalı bir gösteri düzenlenmişti. Friedrich Wilhelm IV, kolunda siyah-kırmızı-sarı bir pazıbent -birleşik Almanya’nın sembolü- olmak üzere at sırtında sokaklarda dolaşmış ve sahte-yurtsever söylevler vermişti. -445.
[248] Burada İmparatorluk Anayasasını gözden geçirmek amacıyla toplanan konferansa değiniliyor. Bu konferansın sonucunda, Prusya, Saksonya ve Hannover kralları arasında, 26 Mayıs 1849’da bir anlaşma (“Üç Kralın Birliği”) imzalandı. Bu “Birlik”, Prusya monarşisinin Almanya’da egemenlik elde etme girişimiydi, çünkü buna göre Prusya kralı imparatorluğun naibi olacaktı. Ama Avusturya ve Rusya’dan gelen baskı karşısında, Prusya daha Kasım 1850’de bu “Birlik”ten vazgeçmek zorunda kaldı. -448.
[249] Eski Macaristan’ı kuzeyden güneye geçen ırmak. -449.
[250] Macaristan’ın, onu Almanya’dan ayıran batı sınırı ırmağı. -449.
[251] Bu çatışma Haziran sonunda oldu. Rastadt müstahkem kenti henüz devrimci öğelerin elinde bulunuyordu, ama 23 Temmuzda teslim oldu. -449.
[252] Tüm-Alman Ulusal Meclisi 18 Mayıs 1848’den 30 Mayıs 1849’a kadar olan oturumlarını St. Paul Kilisesi’nde yapmıştı. -460.
[253] Bu dizinin son makalesi The New-York Tribune’de çıkmadı. Marx’ın kızı Eleanor Marx-Aveling tarafından hazırlanan 1896 İngilizce baskısının ve bundan sonra çıkan bazı baskıarın sonuna, bu yazı dizisine ait olmayan Engels’in “Kolonya’da Komünistlerin Yargılanması” adlı makalasi eklenmiştir. -463

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments