[ALMANCA İLK BASKIYA] ÖNSÖZ[3]
BU ÖNSÖZÜ izleyen kitabı aslında, İngiltere’nin toplumsal tarihi üzerine yapacağım daha geniş bir çalışmanın bir bölümü olarak yazmaya niyetlenmiştim.[4] Ancak konunun önemi, çalışmaya başladıktan kısa süre sonra, sorunu ayrıca araştırmamı gerektirdi.
İşçi sınıfının durumu, günümüzdeki bütün toplumsal hareketlerin gerçek temeli ve çıkış noktasıdır; çünkü günümüzdeki toplumsal yoksulluğun en saklanamaz ve en yüksek olduğu nokta odur. Fransız ve Alman işçi sınıfı komünizmi, bunun doğrudan; Fourier’cilik ve İngiliz sosyalizmi ise, eğitimli Alman burjuvazisinin komünizmi, dolaylı ürünleridir. Bir yandan sosyalist teorilere, öte yandan bunların haklılığına ilişkin yargılara sağlam bir temel sağlamak için, ve yandaş ya da karşıt duygusal düşlerle fantezilere bir son vermek (sayfa 23) için, proletaryanın koşullarının bilgisi kesin bir zorunluluktur. Ne var ki, proletaryanın içinde bulunduğu koşullar, klasik biçimiyle, en mükemmel durumuyla yalnızca Britanya İmparatorluğunda, özellikle de asıl İngiltere’de mevcuttur. Ayrıca, konunun en az ayrıntıyla bile ortaya konabilmesi için gerek duyulan malzeme, resmî araştırmacılar tarafından yalnızca İngiltere’de derlenmiş ve yazıya dökülmüştür.
Ben yirmibir ay boyunca, İngiliz proletaryasını ve onun çabalarını, sevincini, kederini tanıma, kişisel gözlemle ya da kişisel ilişkiyle onu yakından görme, aynı zamanda da gerekli otantik kaynaklara başvurarak gözlemlerimi tamamlama fırsatını buldum. Gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarım bu kitapta ortaya konmuştur. Birçok çevrede, yalnızca bakış açıma değil, özellikle kitap İngilizlerin eline ulaştıktan sonra, bu kitapta andığım olgulara saldırılmasını görmeye hazırım. Ayrıca çok iyi biliyorum ki, konunun geniş kapsamlılığı ve uzun erimli öngörüleri gözönüne alındığında, şurda burda, bir İngilizin bile sakınamayacağı, önemsiz sayılabilecek hatalarım gösterilebilir; İngiltere’de bile, benimki gibi tüm işçileri kapsayan bir kitap henüz olmadığı için, bu olasılık daha fazladır. Ama bakış açımın bir bütün olarak sunuluşunda sonuca ilişkin tek bir olguda bile sorumlu olduğum bir hata varsa bunu kanıtlamaya, ama benimki gibi otantik bilgilerle kanıtlamaya çağırarak, İngiliz burjuvazisine bir an bile duraksamaksızın meydan okuyorum.
Proletaryanın yaşam koşullarının İngiltere’de ulaştığı klasik biçimin ortaya konması, özellikle Almanya için ve tam da şu sıralarda büyük önem taşıyor. Alman sosyalizmi ve komünizmi, daha çok teorik öncüllerden ortaya çıktı; biz Alman teorisyenler, bu “kötü gerçeklik”in reformlarına, gerçek ilişkiler tarafından doğrudan itilmek için, gerçek dünyanın hâlâ çok azını biliyorduk. En azından, bu reformların açık savunucularından hemen hiçbiri komünizme, hegelci spekülasyonun Feuerbach’çı çözülüşü yolundan başka bir yolla ulaşmadı. Proletaryanın gerçek yaşam koşulları hakkında bilgimiz öylesine azdı ki, şimdi burjuvazinin toplumsal sorunu (sayfa 24) kendi amaçları için kötüye kullandığı “işçi sınıfını kalkındırma dernekleri”[5] bile, işçilerin durumuyla ilgili olarak, sürekli, en gülünç ve mantıksız yargılardan yola çıkıyor. Bu sorunla ilgili olarak olguların bilgisine herkesten çok biz Almanlar gerek duymaktayız. Gerçi Almanya proletaryasının durumu, İngiltere’deki klasik biçimine ulaşmadı ama, yine de temelde aynı toplumsal düzene sahibiz; ulusun zekası, toplumsal sistemin bütünü için yeni bir temel sağlayacak önlemleri zamanında almazsa, er ya da geç, [bu toplumsal düzen] Kuzey Denizinin karşı yakasında şu anda ulaşmış olduğu noktaya kaçınılmaz olarak varmak zorundadır. İngiltere’deki sonuçları, proletaryanın yoksulluğu ve ezilmesi olan temel nedenler Almanya’da da var ve uzun vadede aynı sonuçları yaratmak zorundadır. Ama bu arada İngiltere’deki sefil koşulların kanıtlanmış bir olgu olarak ortaya konması, bizi Almanya’daki sefil koşulları da kanıtlanmış bir olgu olarak ortaya koymaya zorlayacak ve Silezya’yla Bohemya’da, Almanya’nın sakin havasını doğrudan tehdit eden karışıklıkların[6] günışığına çıkardığı tehlikenin genişliğini ve büyüklüğünü ölçebileceğimiz bir ölçüt sağlayacaktır.
Son olarak, değinmek istediğim iki nokta daha var. Birincisi Mittelklasse sözcüğünü, kitabın başından sonuna İngilizce orta-sınıf (ya da genelde söylendiği gibi orta-sınıflar) sözcüğü karşılığı kullandım. Fransızca burjuvazi sözcüğü gibi bu da mülksahibi sınıf, özellikle de aristokrasi denen sınıftan ayrışmış mülksahibi sınıf anlamını taşımaktadır — Fransa ile İngiltere’de doğrudan doğruya, Almanya’da “kamuoyu” görünümü altında dolaylı biçimde siyasal iktidarı elinde tutan sınıftır. Bunun gibi, emekçiler (Arbeiter), proleterler, işçi sınıfı, mülksüz sınıf ve proletarya sözcüklerini birbirinin dengi sözcükler olarak kullandım. İkincisi, alıntıların çoğunda, o sözün sahibinin bağlı olduğu partiyi de belirttim; çünkü, hemen her olayda liberaller kırsal kesimdeki ıstırabı vurgulamaya ve fabrika yörelerindekiniyse geçiştirmeye çalışırlarken, muhafazakarlar, fabrika yörelerindeki sefaleti itiraf ediyorlar, ama tarım yörelerinde sefaletin varlığını kabule (sayfa 25) yanaşmıyorlar. Aynı nedenle, sanayi işçilerinin durumunu tanımlayıcı resmî belgelere sahip olmadığım durumlarda, liberal burjuvazinin yüzüne vurmak için liberal kaynaklardan kanıt sunmayı yeğledim. Torylerle, çartistlerden, ancak benim yaklaşımımı destekledikleri ölçüde, o da doğruluğunu kişisel gözlemle belirlemişsem ya da gerçeği yansıttığına inanıyorsam ya da adını andığım otoritelerin kişisel ya da yazınsal ününe güveniyorsam alıntı yaptım. (sayfa 26)
Barmen, 15 Mart 1845
F. Engels
İNGİLİZCE BASKIYA ÖNSÖZ
İNGİLİZCE baskısı yeniden basılan bu kitap ilkin 1845’te Almanya’da yayınlanmıştı. Yazarı o zamanlar gençti; yirmidört yaşındaydı; ürünü, iyi ve, hiçbiri için utanç duymadığı hatalı yanlarıyla onun gençliğinin damgasını taşır. Kitap İngilizceye 1885’te Amerikalı bir hanımefendi, bayan F. Kelley Wıschnewetzky tarafından çevrilmiş ve izleyen yıl New York’ta yayınlanmıştı. Amerika baskısı neredeyse tükendiği ve Atlantik’in bu yakasında geniş çaplı dağıtılmadığı için, şimdiki İngilizce yayın haklı yeni baskısı, ilgili tüm tarafların tam rızasıyla gerçekleştirildi.
Kitabın Amerika baskısı için, yazarı tarafından İngilizce yeni bir önsöz ve bir ek yazılmıştı. O önsözün kitapla ilintisi pek yok gibiydi; o tarihlerdeki Amerika işçi sınıfı hareketini tartışıyordu; ilgisiz olduğu için de bu baskıya alınmadı. İkincisinden —orijinal önsözden— bu baskının sunumunda geniş (sayfa 27) ölçüde yararlanıldı. Bu kitapta anlatılanlar bugün artık, İngiltere sözkonusu olduğu ölçüde, birçok yönden geçmişe aittir. Bizim kabul görmüş bilimsel çalışmalarımızda, her ne kadar açıkça belirtilmemişse de kapitalist üretimin gerçekleştirildiği ölçek ne kadar geniş olursa, kapitalizmin ilk zamanlarının karakteristiği olan ufak-tefek dolandırıcılık ve yağma olaylarını o kadar az desteklediği gerçeği, modern ekonomi politiğin yasasıdır. Avrupa ticaretinin enalt düzeyinde olduğu dönemde, temsilciliğini Polonya yahudisinin yaptığı kılı kırk yaran iş alemi oyunlarının,ona kendi ülkesinde çok yarar sağlayan ve genelde orada geçerli olan bu oyunların, modası geçmiş, ırapta yeri olmayan oyunlar olduğunu, aynı yahudi Hamburg’a ya da Berlin’e geldiği zaman görür; bunun gibi, yüzdeyle çalışan, Berlin ya da Hamburg’dan gelen, yahudi ya da hıristiyan komisyoncu, birkaç ay içinde Manchester borsasını tanıyıp öğrenince, görür ki, pamuk ipliğini ya da kumaşı ucuza almak için onun da kendi ülkesinde zekiliğin tepe noktası sayılan, bir ölçüde daha incelikli olsa bile yine de o rezilce hile ve oyunlardan vazgeçmesi gerekir. Gerçek şu ki, zamanın para demek olduğu, yalnızca zamandan ve sorunlardan tasarruf etme aracı olarak belli bir ticaret ahlakının ister-istemez geliştirildiği geniş bir pazarda, sözkonusu oyunlar geçerli değildir. İmalatçıyla “işçileri” arasındaki ilişkilerde de bu böyledir.
1847 bunalımından sonra ticaretin canlanması yeni bir sanayi çağının şafağıydı. Tahıl Yasasının[11*] yürürlükten kaldırılması ve onu izleyen mali reformlar, İngiliz sanayi ve (sayfa 28) ticaretine, arzu ettiği hareket alanını sağladı. Birbiri ardından Kaliforniya ve Avustralya altın madenleri keşfedildi. Sömürge pazarları, İngiliz mamul mallarını emme kapasitelerini, giderek büyüyen bir hızla artırdılar. Hindistan’daki milyonlarca dokuma tezgahı; Lancashire’da enerjiyle çalışan dokuma tezgahları tarafından sonunda çökertildi. Çin giderek daha çok dışarı açıldı. Hepsinin ötesinde, —o sıralarda ticari açıdan düşünülürse basit bir sömürge pazarı olan, ama sömürge pazarlarının en büyüğü olan— Birleşik Devletler, hızla ilerleyen, kendisinin bile hayret ettiği bir ekonomik gelişme sürecine girdi. Ve son olarak, önceki dönemin bitiminde ortaya çıkan yeni ulaşım araçları —demiryolları ve buharlı gemiler— artık uluslararası ölçekte kullanılmaya başlandı; o zamana kadar yalnızca potansiyel olarak varolan şeyi, dünya pazarını, bu yeni ulaşım araçları gerçek yaptı. Bu dünya pazarı ilkin, hammadde üretimlerinin fazlasının büyük bir kısmını tüketen ve karşılığında mamul madde gereksinmelerinin büyük bir kısmını sağlayanı bir imalat merkezinin —İngiltere’nin— çevresinde gruplanan, ya tümüyle ya önemli ölçüde tarıma dayalı ülkelerden oluşuyordu. İngiltere’nin sınai ilerleyişinin devcesine ve benzersiz olması, [bu durumda] çok doğal; öyle ki, bu gelişmeyle karşılaştırıldığı zaman 1844’teki durum ilkel ve önemsiz kalıyor. Ve bu gelişme ile oranda olduysa, imalat sanayisi de aynı oranda moral kazandı. Bir imalatçının öteki imalatçıyla kendi işçileri üzerinden adi hırsızlıklarla rekabet etmesi artık bir değer ifade etmez oldu. Ticaret, böyle bayağı para kazanma yöntemlerinin ötesine taştı; imalatçı milyoner için artık böyle uygulamalara değmezdi; yalnızca her kuruşu kazanç sayan daha küçük çaplı işyerlerinin rekabetini ayakta tutmaya hizmet ediyordu. Bu çerçevede ücreti malla ödeme sistemi kaldırıldı, on saatlik işgünü tasarısı[12*] yasalaştırıldı ve ikincil önemde birkaç reform daha yapıldı —bu reformların çoğu, gerçi serbest ticaret ve dizginlenmemiş bir rekabet ruhuna aykırıydı ama, (sayfa 29) kendisine daha az çıkar sağlanan kardeşine karşı rekabetinde dev kapitalistin yararınaydı. Dahası, işletme ne kadar büyükse ve orada ne kadar çok işçi çalışıyorsa, patronla çalışanlar arasındaki her anlaşmazlık daha büyük bir rahatsızlık ve daha büyük bir yitik nedeni oluyordu; bu yüzden patronlara, daha çok da büyük patronlara, gereksiz sürtüşmelerden kaçınmalarını, sendikaların varlığını ve gücünü kabul etmelerini ve son olarak da —uygun zamanlarda— grevlerde bile kendi amaçlarına hizmet edecek güçlü yöntemler bulmalarını öğreten yeni bir ruh egemen oldu. En büyük imalatçılar, eskiden işçi sınıfına karşı verilen savaşın önderleri, şimdi herkesin önünde barış ve uyuşumu övüyordu. Hem de çok iyi bir nedenle. Gerçek şu ki, hakkaniyet ve insanseverlik adına verilen tüm bu ödünler, sermayenin birkaç elde yoğunlaşmasını hızlandırmaktan öte bir amaç taşımıyordu; önceki yılların hasisçe gasp yöntemleri, o bir avuç insan için artık tüm önemini yitirmişti, hatta başağrısı durumuna gelmişti; tüm bu ödünlerin amacı, o hasisçe gasp yöntemleri olmaksızın iki yakası biraraya gelemeyen küçük rakipleri çabucak ve güzelce ezmekti. Böylece, üretimin —önemsiz sanayi dallarında durum tamamen başka olduğundan, en azından önde gelen sanayilerde— kapitalist sistem temelinde gelişimi; ilk zamanlarda işçilerin durumunu kötüleştiren ufak-tefek yakınma nedenlerini ortadan kaldırmak için yeterliydi. Şimdi bu çerçevede, giderek daha belirgin duruma gelen büyük temel olgu şu: İşçi sınıfının sefil durumunun nedeni, o ufak-tefek yakınma konularında değil, ama kapitalistsistemin kendisinde aranmalıdır. Ücretli işçi, emek-gücünü, belli bir gündelik karşılığı kapitaliste satar. Bu gündeliğin karşılığı olan değeri, birkaç saatlik bir çalışmayla üretmiştir; ama sözleşmeye göre, işgününü tamamlamak için daha bir dizi saat çalışmak zorundadır; bu ek artı-emek saatlerinde ürettiği değer, kapitaliste hiçbir maliyeti olmayan, ama yine de onun cebine giren artı-değerdir. Uygar toplumu, bir yanda bütün üretim ve geçim araçlarının sahipleri bir avuç Rothschildsler’le Vanderbiltsler’e, öte yanda (sayfa 30) emek-güçlerinden başka hiçbir şeye sahip olmayan çok büyük sayıda ücretli işçilere bölme eğilimi taşıyan sistemin temeli budur. Ve bu sonucu, şu ya da bu ikincil yakınma konusunun değil ama sistemin kendisinin yarattığı gerçeği, kapitalizmin 1847’den bu yana İngiltere’de gösterdiği gelişmeyle açık-seçik ortaya çıkarılmıştır.
Kolera, tifüs, çiçek ve öteki salgın kastalıkların tekrar tekrar ortaya çıkması, İngiliz burjuvaya, eğer kendini ve ailesini bu hastalıklardan koruyacaksa, kasaba ve kentlerde sağlık koruma kurallarına hemen uyulması gereğini göstermiştir. Böylece, bu kitapta anlatılan en göze batar rezillikler ya tümden ortadan kalkmış ya göze daha az çarpar olmuştur. Kanalizasyon, varsa iyileştirilmiş, yoksa yeniden yapılmıştır; betimlemek zorunda kaldığım en kötü “gecekondular”ın bir başından öteki ucuna geniş caddeler açılmıştır. Küçük İrlanda[13*] ortadan kalkmıştır; yıkılıp açılacak mahalleler listesinde sırada “Seven Dials”[14*] vardır. Peki bundan ne çıkar? 1844’te benim cennetten bir köşe diye anlattığım yerler, şimdi kentlerin de genişlemesiyle, rahatsızlık verici, sefalet yüklü, harabelere dönüşmüştür. Artık, yalnızca domuzlarla çöp yığınlarına göz yumulmuyor. Burjuvazi, işçi sınıfının ıstırabını gözlerden saklama sanatında yeni ilerlemeler sağlamış bulunuyor. Ama işçi konutları konusunda hiçbir esaslı gelişme olmadığını “Yoksulların İskanı”nı incelemek üzere kurulan Krallık Komisyonunun 1885 tarihli raporu bol bol kanıtlıyor. Başka açılardan da durum böyle. Polis kuralları böğürtlenler kadar çok; ama işçilerin ıstırabını ancak çitle çevirebilirleri, o ıstıraba son veremezler.
Gerçi İngiltere, kapitalist sömürünün anlattığım ilk gençlik dönemini geride bırakmış bulunuyor ama, başka ülkeler oraya henüz geldiler. Fransa, Almanya ve özellikle Amerika —1844’te öngördüğüm gibi— şuanda İngiltere’nin sanayi tekelini giderek daha fazla kırmakta olan zorlu (sayfa 31)cottage-system] yararlanıyorlar. 1886’da Pennsylvanialı 12.000 maden işçisinin Connellesville bölgesinde giriştiği büyük grevin haberini veren Amerikan gazetelerini okurken, sanki İngiltere’nin kuzeyindeki 1844 madenciler grevi hakkında yazdıklarımı okuyordum. İşçileri, sahte önlemlerle aynı aldatmalar, aynı malla ödeme sistemi, madencilerin direncini kırmak için kapitalistlerin başvurduğu son ama ezici aynı darbe — şirketlerin sahip olduğu kulübelerden işçileri çıkarma.
Bu çeviride, kitabı güncelleştirmeye ya da 1844’ten bu yana gerçekleşen tüm değişiklikleri ayrıntılarıyla göstermeye kalkışmadım. Bunun iki nedeni var: İlkin, bunu gereği gibi yapabilmek için, kitabın oylumunu bir kat artırmak gerek; ikincisi, Karl Marx’ın İngilizce çevirisi halka sunulmuş olan DasKapital’inin birinci cildi, Britanya işçi sınıfının 1865 dolayındaki, yani Britanya’nın sınai gönencinin doruk noktasına çıktığı dönemdeki durumunu genişçe anlatıyor. O nedenle, Marx’ın ünlü yapıtının kapsadığı bir alana yeniden girmek zorunda kalacaktım.
Söylemenin hiçbir gereği yok, bu kitabın genel teorik yaklaşımı —felsefi, ekonomik, siyasal— bugünkü yaklaşımımla çakışmıyor .O zamandan bu yana esas olarak ve hemen hemen tamamen Marx’ın çabalarıyla bir bilim olarak (sayfa 32) gelişen modern enternasyonal sosyalizm, 1844’te henüz ortalarda yoktu. Benim kitabım, onun embriyon olarak gelişiminin aşamalarından birine işaret eder; ve insan embriyonu ilk evrelerinde balık olan atalarının solungaç kemerlerini nasıl yeniden üretiyorsa, bu kitap da her yerinde [modern sosyalizmin] atalarından biri olan Alman felsefesinden modern sosyalizmin çıkışının izlerini taşır. Komünizmin, yalnızca işçi sınıfının parti öğretisi olmadığının, kapitalist sınıf dahil olmak üzere tüm toplumun, bugünkü dar koşullarından kurtuluşunun teorisi olduğunun sıkı sıkıya vurgulanması da işte bundan ötürüdür. Bu soyut olarak yeterince doğrudur ama pratikte kesinlikle yararsız ve hatta bazan daha da kötüdür. Varlıklı sınıflar yalnızca herhangi bir kurtuluş gereği duymamakla kalmayıp işçi sınıfının kendini kurtarmasına da kararlı biçimde direndiklerine göre toplumsal devrimin tek başına işçi sınıfı tarafından hazırlanıp başarılması gerekiyor. 1789’un Fransız burjuvası da burjuvazinin kurtuluşunun, tüm insan soyunun kurtuluşu demek olacağını ilan etmişti; ama soylular ve din adamları bunu görmüyordu; o sıralarda feodalizmle ilgili olarak soyut tarihsel bir doğru olan bu önerme, kısa sürede basit bir duygusalcılık [sentimentalism] durumuna geldi ve devrimci savaşımın alevleri arasında yitip gitti. Ve bugün, kendi üstün konumlarının “yansızlığı” ile işçilere, sınıf çıkarlarının ve sınıf savaşımlarının çok üstüne çıkmış ve rakip iki sınıfın çıkarlarını daha üst bir insanlıkta uzlaştırmaya yönelmiş bir sosyalizm öneren insanlar ya henüz çok şey öğrenmesi gereken cahillerdir, ya da işçilerin en korkunç düşmanlarıdır — kuzu postuna bürünmüş kurtlardır.
Büyük sınai bunalımın yinelenme periyodu, metinde beş yıl olarak belirtiliyor. 1825’ten 1842’ye kadarki olayların işaret ettiği periyod bu idi. Ama 1842’den 1868’e kadar olan sürenin sınai tarihi, gerçek periyodun on yılda bir olduğunu gösterdi; aradaki dalgalanmalar ikincil nitelikteydi ve giderek ortadan kalkma eğilimindeydi. 1868’den bu yana durum yeniden değişti; biraz aşağıda bu konuya yine dönülecek. (sayfa 33)
Aralarında gençlik heyecanımın bana söylettiği, İngiltere’de toplumsal bir devrimin yakın olduğu kehaneti de dahil, birçok kehanetimi kitaptan çıkarıp atmaya kalkışmadım. İşin garibi, bu kehanetlerden birkaçının yanlış çıkması değil, birçoğunun doğru çıkmasıdır; ve İngiltere’nin ticaretinin Kıta Avrupası ve özellikle Amerika’dan gelen rekabet sonucu, o zaman öngördüğüm gibi -gerçi çok kısa sürede demişim- nazik bir konuma gireceği kehanetim gerçekleşti ve artık geçmişin malı oldu. Bu açıdan, Londra’da yayınlanan Commonweal’in 1 Mart 1885 tarihli sayısında çıkan “1845’te ve 1885’te İngiltere” başlıklı bir yazımı buraya alarak kitabımı güncelleştirebilirim ve hatta güncelleştirmem gerekiyor . O makale, aynı zamanda, o kırkyıl1ık dönemin İngiliz işçi sınıfı tarihini de kısaca özetliyor. Makale şöyle:
“Kırk yıl önce İngiltere, ancak zor ile çözülebilecek gibi görünen bir bunalımla yüzyüzeydi. Manüfaktürlerin çok büyük ve hızlı gelişimi, dış pazarların genişlemesinin ve talepteki artışın ötesine taşmıştı. Her on yılda bir sanayinin yürüyüşü, genel bir ticari çöküşle sert bir kesintiye uğruyor, bunu, uzunca süren süreğen bir depresyon döneminin ardından kısa, birkaç yıllık bir gönenç dönemi izliyor, ve her zaman hummalı bir aşırı-üretim ve onun sonucu olan yeniden çöküşle sona eriyordu. Kapitalist sınıf tahılda serbest ticaret yaygarası koparıyor ve kentlerde açlığa mahkum olan nüfusu, geldikleri yere, kırsal yörelere geri göndererek serbest ticareti zorlama ve bu insanların, oraları ekmek dilenen yoksullar olarak değil, ama John Bright’ın dediği gibi, düşmanın üzerine yürümüş bir ordu olarak işgal edeceği tehdidinde bulunuyordu. Kentlerin işçi kitleleri siyasal iktidarı paylaşmak -Halk çartı- istiyorlardı; küçük esnafın çoğunluğu onları desteklemekteydi, ve bu ikisi arasındaki tek fark, Halk Çartının fizik güçle mi, moral güçle mi gerçekleştirilmesi gerektiğindeydi. Sonra 1847 ticari çöküşü, İrlanda’daki açlık ve bu ikisiyle birlikte de devrim beklentisi geldi.
“1848 Fransız Devrimi İngiliz orta-sınıfını kurtardı. (sayfa 34) Utkun Fransız işçilerinin sosyalizan bildirgeleri, İngiltere’nin küçük bir grup olan orta-sınıfını ürküttü ve İngiliz işçi sınıfının, daha dar, ama daha gerçek olan hareketinin ise düzenini bozdu Tam da çartizm kendini olanca gücüyle ortaya koymak üzereyken, 10 Nisan 1848’de,[15*] dışardan çökertilmeden önce içerden çöktü. İşçi sınıfının eylemi geri plana düştü. Kapitalist sınıf tüm cephede utkun geldi.
“1831[16*] tarihli reform tasarısı, tüm kapitalist sınıfın toprak aristokrasisi üzerindeki utkusuydu. Tahıl Yasasının yürürlükten kaldırılmasıysa sanayi kapitalistlerinin yalnızca toprak aristokrasisi üzerindeki utkusu değildi, ama aynı zamanda çıkarları aşağıyukarı toprak aristokrasisinin çıkarlarıyla ilintili olan kapitalist kesimler -bankerler, borsa simsarları, fon sahipleri vb.- üzerinde de utkusuydu. Serbest ticaret, İngiltere’nin tüm iç ve dış ticari ve mali politikasını, artık ulusu temsil eden imalatçı kapitalistlerin çıkarlarına uygun biçimde yeniden ayarlamak demek oluyordu. Bu işe azimle başladılar. Sınai üretimin önündeki her engel acımasızca yok edildi. Gümrük tarifeleri ve tüm vergi sistemi tepeden tırnağa değiştirildi. Her şey bir amaca, imalatçı kapitalist açısından çok önemli bir amaca dönüktü: Bütün tarım (sayfa 35) ürünlerinin ve özellikle işçi sınıfının geçim araçlarının ucuzlatılması; hammadde maliyetinin düşürülmesi ve ücretlerin -henüz aşağı çekilmese bile- düşük tutulması. İngiltere, “dünyanın atölyesi” olacaktı; İngiltere için İrlanda ne idiyse, bütün öteki ülkeler de o olacaktı – İngiltere’nin mamul malları için pazar olacaklar karşılığında hammadde ve gıda vereceklerdi. Tarımsal bir dünyanın büyük imalat merkezi olan sanayi güneşinin, İngiltere’nin çevresinde dönen ve sayıları giderek artan tahıl ve pamuk üreticisi, İrlandalar. Ne parlak bir görünüm!
“İmalatçı kapitalistler, güçlü bir sağduyu ile ve onları Kıta Avrupası’ndaki darkafalı benzeşlerinden farklılaştıran bir duyguyla, geleneksel ilkeleri hor görme duygusuyla, bu büyük amaçlarını gerçekleştirmeye giriştiler. Çartizm ölüm döşeğindeydi. 1847 çalkantısı durulduktan sonra doğal olarak ticari gönencin canlanması, serbest ticaretin erdemleri hanesine yazıldı. Bu iki gelişme İngiliz işçi sınıfını, siyasal açıdan “büyük liberal parti”nin, imalatçıların önderlik ettiği partinin kuyruğu durumuna getirdi. Bu avantaj bir kez yakalandıktan sonra sürdürülmeliydi. Serbest ticarete değil, ama serbest ticaretin yaşamsal bir ulusal sorun durumuna getirilmesine karşı duran çartist muhalefetten, imalatçı kapitalistler, işçi sınıfının yardımı olmaksızın, orta-sınıfın ulus üzerinde hiçbir zaman tam bir toplumsal ve siyasal güç elde edemeyeceğini öğrenmişlerdi ve öğrenmeye devam ediyorlardı. Bu çerçevede, iki sınıfın ilişkilerinde adım adım bazı değişiklikler oldu. Bir zamanlar tüm imalatçıların umacısı olan Fabrika Yasasına yalnızca gönüllü rıza gösterilmekle kalınmadı, hemen hemen tüm ticareti düzenleyen kurallar olarak genişletilmesine gözyumuldu. O zamana kadar şeytan icadı sayılan sendikalar artık son derece meşru kurumlar ve işçiler arasında sağlam ekonomik doktrinlerin yayılması için yararlı araçlar olarak canım-cicim olmuştu. 1848’e kadar ondan daha habis bir şey olamaz diye kestirilip atılan grevlerin bile, şimdi, özellikle de patron tarafından kendine uygun bir zamanda kışkırtılmışsa, pekala yararlı olabileceği düşünülüyordu. (sayfa 36) İşçiyi patron karşısında daha alt düzeye ya da dezavantajlı bir konuma koyan, en azından en karşı çıkılan yasalar yürürlükten kaldırıldı. Ve pratikte, korkunç “Halk Çartı”, sonuna kadar ona karşı çıkmış olan imalatçıların siyasal programı durumuna geldi. “Seçmen olmak için mal-mülksahibi olma kuralının kaldırılması” ve “oy pusulasıyla seçim” artık ülkenin yasaları arasındaydı. 1867 ve 1884 reform yasaları,[17*] “genel oy”a, en azından şimdi Almanya’da varolan düzeye yaklaştı. Halen parlamentoda olan seçim çevreleri yasa tasarısı “eşit seçim çevreleri” oluşturuyor -genelde Almanya’dakinden daha eşitsiz bir durum sözkonusu değil; “parlamento üyelerine aylık ödenmesi”, gerçekten “yıllık parlamentolar” değilse bile şimdikinden daha kısa süreli parlamento dönemi ufukta belirdi- ve yine de çartizm öldü diyenler var.
“1848 Devriminin de öncekilerden daha az olmayan garip yatak arkadaşları ve halifeleri var. O devrimi bastıran aynı insanlar, Karl Marx’ın dediği gibi, sonradan devrimin vasiyetinin icracısı durumuna geldiler. Louis Napoleon bağımsız ve birleşik bir İtalya yaratmak durumunda kaldı; Bismarck Almanya’yı tepeden tırnağa değiştirmek ve Macaristan’ın bağımsızlığını yeniden vermek durumunda kaldı; İngiliz sanayiciler Halk Çartını yasalaştırmak durumunda kaldılar.
“İmalatçı kapitalistlerin bu başatlığının etkileri İngiltere için ilkin şaşırtıcıydı. Ticaret canlanmış ve modern sanayinin beşiğinde bile işitilmedik bir genişliğe ulaşmıştı; 1850’den 1870’e kadar gerçekleştirilen çok büyük ürün kitlesiyle, çok yüksek ithalat ve ihracat rakamlarıyla (sayfa 37) kapitalistlerin elinde biriken zenginlikle ve büyük kentlerde yoğunlaşan insan çalışma-gücüyle karşılaştırıldığı zaman, daha önce buharın ve öteki makinelerin hayretten insanın ağzını açık bırakan keşfi, devede kulak kalıyordu. İleriye doğru gidiş daha önce her on yılda bir gelen bunalımla olduğu gibi 1857’de ve 1866’da kesintiye uğradı; ama bu dalgalanmalar doğal ve kaçınılmaz sayılıyor, kadere boyun eğiliyor ve sonunda [sistemin] kendini düzelteceği düşünülüyordu.
“Peki işçi sınıfının bu dönemdeki durumu? Büyük kitle için bile geçici bir iyileşme sağlandı. Ama büyük yedek işsiz ordusunun sürekli akışı, yeni makinelerin sürekli olarak emeğin yerini kapması, şimdilerde makineler tarafından işinden edilen tarım nüfusunun da giderek daha fazla sayıda göçmesi, sağlanan iyileşmeyi yeniden eski düzeyine geri götürdü.
“İşçi sınıfının yalnızca ‘korunan’ iki kesimi için kalıcı bir iyileşme olduğu görülüyor. Birincisi fabrika işçileridir. Onların çalışma saatlerinin parlamentonun çıkardığı bir yasa ile bir ölçüde rasyonel sınırlar içinde sabitleştirilmesi, işçilerin beden sağlığını yeniden kazandırmış ve onlara moral bir üstünlük duygusu getirmiştir; bu işçilerin belli yerlerde toplanmaları da bu duyguyu pekiştirmiştir. Hiç kuşkusuz 1848 öncesinden çok daha iyi durumdalar. Bunun en iyi kanıtı şu: Yaptıkları on grevden dokuzu, imalatçıların, kendi çıkarları için, üretimi kısıtlamanın güvence altına alınmasının tek aracı olarak kışkırttıkları grevlerdir. Mamul mallar satılmayıp kaldıkça patrona ‘kısa süreli’ çalışmayı kabul ettiremezsiniz; ama çalışanları greve götürürsünüz, patronlar da fabrikayı son işçisine kadar kapatırlar .
“İkincisi büyük sendikalardır. Bunlar, yetişkin erkek işçilerin çoğunlukta olduğu ya da yalnızca onların çalıştırıldığı işkollarında kurulmuş örgütlerdir. Bu işkollarında ne kadın ve çocukların, ne makinaların rekabeti şimdiye dek onların örgütlü gücünü zayıflatabilmiştir. Makine işçileri, marangozlar ve mobilya yapımcıları, duvarcılar, bunların her biri bir güçtür; öyle ki, duvarcılar ve duvarcı ameleler [sendikasında] (sayfa 38) olduğu gibi, makine kullanımına bile başarıyla karşı durabilirler. Durumlarının 1848’den beri önemli ölçüde iyileştiğinden hiç kuşku yoktur; bunun en iyi kanıtı da onbeş yılı aşkın bir zamandan bu yana, yalnızca işverenlerinin onlarla değil, onların da işverenleriyle gayet iyi geçinmekte oluşudur. Bunlar işçi sınıfı içinde bir aristokrasi oluştururlar; kendileri için göreli olarak rahat bir konum yaratmayı başarmışlardır ve bunu tartışmaya bile yanaşmazlar .Bunlar Leone Levi ve Giffen bayların model işçileridir ve şimdilerde herhangi bir makul kapitalistin ve genelde tüm kapitalist sınıfın birlikte çalışabileceği çok kibar insanlardır.
“Ne var ki, emekçilerin büyük bölümüne gelince, içinde yaşadıkları ne olacağını bilmezlik ve sefalet eskisinden daha fazla değilse, eskisi kadar yakadan-paçadan akmaktadır. Londra’nın doğu kesimi, bir işte çalışıyorsanız fizik ve moral aşağılanmanın, bir işiniz yoksa açlığın, umutsuzluğun ve sefaletin sürekli genişleyen durgun havuzu gibidir. Ve bütün öteki büyük kentlerde böyledir – doğal ki, işçilerin ayrıcalıklı azınlığı ayrı tutulduğunda; ve kasabalarda böyledir, ve tarım yörelerinde böyledir. Emek-gücünün değerini zorunlu geçim araçlarının değerine indiren yasayla, emek-gücünün ortalama fiyatını, kural olarak o geçim araçlarının asgarisine indiren yasa, bu ikisi, o insanlar üzerinde hükmünü yerine getirir, otomatik bir makinenin dayanılmaz gücüyle, onları dişlileri arasında ezer.
“1847 serbest ticaret politikasının ve yirmi yıllık imalatçı kapitalistlerin o zamanlar yarattığı durum buydu. Ama sonra bir değişiklik oldu. 1866 çöküntüsünü 1873 dolayında, hafif ve kısa süreli bir canlanma izledi; ama bu uzun sürmedi. Gerçekte, olması beklenen zamanda, 1877 ya da 1878’de tam bir bunalımdan geçmedik; ama 1876’dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi, ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak edegeldiğimiz özlenen gönenç. İç karartıcı bir depresyon, bütün işkollarında ve bütün piyasalarda süreğen bir mal fazlalığı – yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu. Bu nasıl oluyor? (sayfa 39)
“Serbest ticaret teorisi, bir varsayıma dayanıyordu: İngiltere, tarımsal bir dünyanın tek imalatçı merkezi olacaktı. Bu varsayımın katışıksız bir yanılgı olduğu ortaya çıktı. Modern sanayinin gerekleri, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt, özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir. Ve İngiltere’nin yanısıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika, Almanya, Amerika, hatta Rusya’da- kömür vardır. Ve oralardaki insanlar, sırf İngiltere’nin şanı-şerefi ve daha büyük bir zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler. Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya için mal üretimine giriştiler; ve sonuç şu ki, İngiltere’nin neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri döndürülemeyecek biçimde kırıldı.
“Ne var ki, İngiltere’nin imalat tekeli, orada şimdiki toplumsal sistemin eksenidir. Tekel ayakta kaldığı sürede bile piyasa, İngiliz imalatçılarının artan üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık bunalımlardı. Şimdi artık yeni pazarlar bulmak her gün daha zorlaşıyor; öyle ki, Kongo zencileri bile, şimdi Manchester patiskası, Staffordshire çanak- tabağı ve Birmingham araç-gereci tezgahtarlığı yaparak uygarlığa zorlanıyor. Kıta Avrupası’nın, özellikle de Amerika’nın malları, giderek artan miktarlarla akmaya başladığı zaman, henüz İngiliz imalatçıların aslan payını aldıkları pazarlarda o pay yıldan yıla azalmaya başladığı zaman ne olacak peki? Her derde deva serbest ticaret, sen yanıtla.
“Buna ilk işaret eden ben değilim. 1883’te Britanya Derneğinin Southport’taki toplantısında, ekonomi bölümünün başkanı bay Inglis Palgrave, açıkça şöyle demişti: ‘İngiltere’nin ticaretten büyük kâr sağladığı günler geride kaldı; sınai çalışmanın birçok büyük dalındaki büyümede bir durgunluk vardı; ülkenin, gelişmesiz bir döneme girdiği söylenebilirdi.”
“Ama sonuç ne olacak? Kapitalist üretim duramaz. Artarak ve genişleyerek sürmelidir ya da ölmelidir. Şimdi bile, (sayfa 40) İngiltere’nin dünya pazarlarına mal gönderimindeki aslan payının yalnızca azalması bile durgunluk, sıkıntı şurada sermaye fazlası, burada istihdam edilmemiş işçi fazlası demek oluyor. Yıllık üretimdeki artış tümden durduğu zaman ne olacak?
“Zayıf nokta burası, kapitalist üretimin Achilles’in topuğu. Temeli sürekli genişlemeye dayanıyor ve bu sürekli genişleme şimdi olanaksız duruma geliyor .Bir çıkmazla son buluyor. İngiltere şu soruyla her yıl daha yakından yüzyüze geliyor: ya ülke parça parça olacak, ya kapitalist üretim. Hangisi?
“Ya işçi sınıfı? 1848’den 1868’e kadar eşi görülmedik bir ticari ve sınai genişlemede bile, böylesine bir sefalet içinde kaldılar; o zaman bile onların büyük çoğunluğu yaşam koşullarında en fazlasından geçici bir iyileşme elde edebildi; buna karşılık yalnızca, küçük, ayrıcalıklı, ‘korunan’ bir azınlık sürekli yarar sağladı; peki bu göz kamaştırıcı dönem sona erdiği zaman ne olacak; şimdiki ürkütücü durgunluğun yalnızca yoğunlaşmakla kalmayacağı, ama o yoğunlaşmış koşulların süreklilik kazandığı ve İngiliz ticaretinin normal durumu haline geldiği zaman ne olacak?
“Gerçek şu: İngiltere’nin sanayi tekeli döneminde, İngiliz işçi sınıfı, bir dereceye kadar bu tekelden yarar sağladı. Bu yararlar, onlar arasında çok dengesiz bölüştürüldü; ayrıcalıklı azınlık çoğunu kendi cebine attı; ama büyük kitle bile ara sıra geçici bir yarar sağladı. Owen’cılığın ölümünden bu yana İngiltere’de sosyalizm olmayışının nedeni işte budur. O tekelin kırılmasıyla, İngiliz işçi sınıfı, o ayrıcalıklı konumunu yitirecektir; genel olarak kendisini -ve ayrıcalıklı, önde gelen azınlık da bunun dışında değil- öteki ülkelerdeki işçi arkadaşlarıyla aynı düzeyde bulacaktır. Ve İngiltere’de sosyalizmin yeniden niçin olacağının nedeni de budur.”
Bana. 1885’te göründüğü biçimiyle duruma ilişkin bu yazıya ekleyecek pek az şeyim var. Söylemenin gereği yok, “İngiltere’de yeniden sosyalizm” bugün gerçekten var ve bol bol (sayfa 41) var – her rengiyle sosyalizm: bilinçli ve bilinçsiz sosyalizm; yavan ve şairane [prosaic and poetic] sosyalizm; işçi sınıfı sosyalizmi ve gerçekten o beterin beteri orta-sınıf sosyalizmi; sosyalizm yalnızca saygınlaşmakla kalmadı, artık gece giysileri giyiyor ve tembelce divana uzanıp oturma odası causeuses’üne[18*] katılıyor. Bu, “toplumun” o korkunç despotunun, orta-sınıf kamuoyunun, tedavi edilemez kararsızlığını gösteriyor ve biz eski kuşak sosyalistlerin o kamuoyu hakkında beslediğimiz horgörünün ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Ama aynı zamanda hastalık belirtisinin kendisi üzerinde homurdanmamız için de bir neden yok.
Burjuva çevrelerdeki bu gelip geçici, sulandırılmış ılımlı sosyalizm modasından ve hatta sosyalizmin genel olarak İngiltere’de sağladığı ilerlemeden çok daha önemli bulduğum şey, Doğu Londra’nın yeniden dirilmesidir. O engin sefalet karabasanı, artık altı yıl önceki gibi durgun bir havuz değil. O uyuşuk çaresizliğini silkip attı, yaşama döndü ve “yeni sendikacılık” denen şeyin, yani büyük “niteliksiz” işçiler kitlesinin örgütlenmesi hareketinin vatanı durumuna geldi. Bu örgütlenme eski “nitelikli” işçiler sendikalarının benimsediği biçimi kabul edebilir, ama niteliği farklıdır. Eski sendikalar, kuruldukları günlerin geleneğini koruyorlar ve ücret sistemini, bir kez kurulmuş ve hep öyle kalacak sonal bir olgu gibi anlıyorlar; en fazlasından kendi üyelerinin çıkarları için bu sistemi ılımlayabileceklerini düşünüyorlar. Yeni sendikalarsa, ücret sisteminin sonsuza dek öyle kalacağı inancının sarsıldığı bir sırada kuruldu; kurucuları ve destekleyicileri ya bilinçli ya da duygusal sosyalistler sendikalara sarılarak bu kişilere güç veren kitleler, kaba, ihmal edilmiş ve işçi sınıfı aristokrasisinin tepeden baktığı insanlar, ama engin bir üstünlükleri var: zihinleri bakir bir toprak; daha iyi konumdaki eski sendikacıların beyinlerini özgür düşünceden alıkoyan edinilmiş, “saygın” burjuva önyargılardan tümüyle uzaklar. Ve şimdi, bu yeni sendikaların, genel olarak işçi sınıfı hareketinde başı çektiklerini, zengin ve gururlu “eski” (sayfa 42) sendikaları giderek peşlerine taktıklarını görüyoruz. Kuşku yok ki, Doğu Londralılar çok büyük acemilikler de yaptılar: ama öncelleri de öyle, onları poh-pohlayan doktriner sosyalistler de öyle. Geniş bir sınıf, tıpkı büyük bir ulus gibi, en hızlı ve en iyi, kendi hatalarının ceremesini çekerek öğrenir. Geçmişte yapılmış, şimdi yapılan, gelecekte yapılacak bütün hatalara karşın, Doğu Londra’nın yeniden doğuşu, fin de siecle’in[19*] en büyük ve en verimli olgularından biridir . Bunu görecek kadar yaşadığım için mutlu ve gururluyum. (sayfa 43) rakiplerdir. Manüfaktürleri, İngiltere’ninkiyle karşılaştırıldığı zaman genç, ama İngiltere’ninkinden çok daha hızlı bir oranda artıyor; garip görünüyor ama; İngiliz manüfaktürünün 1844’te eriştiği gelişme evresine, tam da şu sıralarda ulaştılar. Koşutluk, Amerika örneğinde gerçekten çok çarpıcı. Doğru, Amerika’da işçi sınıfının içinde yeraldığı dış çevre çok farklıdır, ama aynı ekonomik yasalar orada da işliyor ve sonuçları, her yönüyle özdeş olmasa bile aynı sıraya göre gelişmek durumunda. Böylece Amerika’da da daha kısa işgünü, çalışma zamanının özellikle fabrikalardaki kadın ve çocuklar için yasayla sınırlanması gibi konularda aynı savaşımı görüyoruz; ücreti malla ödeme sistemi tam hız gidiyor; kırsal kesimde “patronlar” işçiler üzerinde egemen olmak için kulübe sisteminden [
F. Engels
11 0cak 1892[20*]
Dipnotlar
[1*] Emekçi Sınıfın Durumu’dan başka, marksist ekonomik çözümlemenin henüz tam olmayan bir taslağı Umrisse zu einer Kritik derNationalökonomie, [“Ekonomi Politiğin Bir Eleştiri Denemesi”, K. Marks, 1844 Elyazmaları, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 352-383] ayrıca Kıta Avrupası’ndaki bazı gazeteler için İngiltere hakkında, Owen’ci New Moral World için de Kıta Avrupası olayları hakkında bazı makaleler, İngiltere günlerininürünüdür. Bkz. K. Marks-F. Engels, Werke I (Berlin 1956), 454-592
[2*] Die Lage der arbeitenden Klasse in England. Nach eigener Anschaung und authentischen Quellen von Friedrich Engels, Leipzig, Druck und Verlag, von Otto Wigand, 1845. Kitabın ikinci Almanca baskısı 1892’de yayınlandı. Standart baskı Berlin’de 1932’de yayınlanan Marx-Engels, Gesamtausgabe’dir. (Kısım I, Cilt: 4, s. 5-286) Atlamalar ve dizgi yanlışları o baskıda düzeltilmiştir. Buradaki metin 1892 İngiltere baskısıdır. En tam İngilizce baskı W. O. Henderson’la W. H. Chaloner’in hazırladığı (Oxford 1958) baskısıdır; metin yeniden çevrilmiş, tamamlayıcı bilgiler eklenmiş, Engels’in referansları kontrol edilmiş ve gerektiğinde düzeltilmiştir. Ne yazık ki o çeviri çok güvenilir değildir, çevirmenler, Engels’in kıtabını güzden düşürmeye dönük kuvvetli ama boş arzularının etkisi altındadırlar.
[3*] Özellikle Buret’den. Suçlama, Fastav Mayer, Friedrich Engels, Cilt I, (Lahey 1934) s. 195’te tartışılmış ve yersiz görülmüştür. Mayer, Buret’nin görüşüyle Engels’in görüşü arasında ortak bir yan bulunmadığını, ayrıca Engels’in İngiltere’den dönmeden önce Buret’nin kitabını görmüş olabileceği noktasında herhangi bir kanıt bulunmadığını belirtmiştir.
[4*] Komünist Manifesto öncesi döneme ait öteki çalışmalar arasında Engels’in kitap halinde yeniden yayınlamaya değer gördüğü öteki yapıtlar, Marks’ın Feuerbach Üzerine Tezler’i ve Felsefenin Sefaleti’dir (1847). Engels’in çalışmasının önceliği konusundaki kuşku, Marks’ın büyük Tezler’ini 1845 baharında ne zaman hazırladığını bilmeyişimizden ileri geliyor. Engels’in kendi kitabının önsözüne koyduğu 15 Mart tarihinden önce olması zayıf bir olasılıktır.
[5*] Lenin’in 1895’de yazdığı “Friedrich Engels” başlıklı yazısından (Marx-Engels-Marxizm, Londra 1935, s. 37) [V. İ. Lenin, Marks-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Ankara 1997, s. 61]
[6*] Bu konuda biraz Sismondi’ye ve daha fazlasını, bu kitabı hazırlarken kullandığı, Orta Sınıflar ve İşçi Sınıfının Tarihi’nin (1833) yazarı John Wade’e borçludur. Wade 5-7 yıllık döngüler öngörür. Engels önce bunu benimsemiş, sonra 10 yıllık döngüden yana olmuştur.
[7*] V. A. Hubler (Janus 1845 II, s. 387), Bruno Hildebrand (Nationalökonomie der Gegenwart and Zukunft, Frankfurt 1848), Chaloner ve Henderson, Engels Condition of the Working Class, Oxford 1958 XXXI). Engels’in kitabı hakkındaki çağdaş Alman tepkiler için bkz. Kuczynski, DieGeschichte der Lage der Arbeiter unter dem Kapitalismus, vol. 8 (Berlin 1960).
[8*] Bu suçlama hakkında bkz. E. J. Hobsbawn’ın Labouring Men (Londra 1962), bölüm 6.
[9*] İçişleri Bakanlığının. -ç.
[10*] Resmi Hükümet raporları. -ç.
[11*] Tahıl Yasasıyla, İngiltere parlamentosu 1815’te tahıl için toprak sahipleri lehine, yüksek gümrük vergileri uygulamaya başladı. Yasaya göre, 12,7 kg’lık bir ölçek buğdayın fiyatı 80 şilinden az ise ithalat yasaktı. Daha sonra birkaç kez yumuşatılmakla birlikte, bu yasa yoksullar üzerinde ağır bir yük oluşturuyordu. Lancashire’daki sanayi burjuvazisinin örgütü olan Tahıl Yasasıyla Savaşım Ligi, ısrarlı biçimde bu yasanın yürürlükten kaldırılması için kampanya yürütmüştür. Çünkü yasa kapitalist gelişmeyi köstekliyordu. Bu yasa, emek-gücünü pahalılaştırıyor, iç pazarın genişlemesini engelliyor ve dış ticareti köstekliyordu. Bu yasa 1846’da yürürlükten kaldırıldı. -Ed.
[12*] On saatlik işgünü yasasını İngiltere parlamentosu 8 Haziran 1847’de kabul etti. Yasa yalnızca 13-18 yaş arasındaki gençleri ve kadın işçileri kapsıyordu. -Ed.
[13*] 1840’larda Manchester’deki bir işçi sınıfı mahallesi. -Ed.
[14*] Londra’nın merkezinde, bugünkü Soho’nun doğusunda berbat bir gecekondu mahallesi. -Ed.
[15*] Çartist Konvansiyon 10 Nisan 1848 tarihinde Londra’da bir miting yapılmasını ve yeni dilekçenin parlamentoya verilmesi için bir işçi yürüyüşü düzenlenmesini kararlaştırmıştı. Parlamento, dilekçede istendiği gibi, Halk Çartını onaylamayı reddederse, konvansiyon bir ayaklanma başlatacaktı. Ne var ki, hükümetin aldığı önlemler -başkente polis, asker ve silahlı burjuva birlikleri seli akıtıldı- ve onun yanısıra çartistlerin kesin bir eyleme hazır olmayışları ve önderlerinin kararsızlığı sonucu gösteri başarısız oldu. Çartist lider O’Connor’ın parlamentoya götürülmesini emrettiği dilekçeyi Avam Kamarası tartışmaya bile açmadı. -Ed.
[16*] Daha çok kullanılan tarih, 1831’deki tasarının yasalaştığı 1832’dir. 19 yüzyılda yapılan bu ilk büyük parlamento seçim reformu, oy hakkını bir parça genişletti – 435 bin seçmenden 652 bin seçmene çıkardı; (İngiltere’de ve Galler’de) milletvekilliklerini çok sınırlı olarak yeniden dağıttı ve böylece toprak aristokrasisinin ve onun içinde erimiş olan köklü kapitalistlerin dizginleri elde tutmasını çok fazla zayıflatmadı. Yine de parlamentonun kapılarını yeni sanayi burjuvazisinin temsilcilerine ve burjuva radikallere daha fazla açtı; hepsinden öte bundan böyle onların çıkarlarının belirleyici olacağını saptadı. Burjuva radikallerin bu reformu gerçekleştirebilmek için harekete geçirdiği işçi sınıfı ise, oy hakkından yoksun kalmaya devam etti, çünkü yasa kentte ve kırsal alanda oy verebilmek için belli miktarda mal-mülk sahibi olmayı öngörüyordu.
[17*] 1867’deki ikinci reform yasası, ilk kez işçi sınıfının bir kesimine de oy hakkı tanıdı -seçmen sayısını yaklaşık bir milyondan yaklaşık iki milyona çıkardı- ama niteliksiz işçilerin çoğuna ve büyük kentlerin dışındakilere oy hakkını gene tanımadı.1884 tarihli üçüncü reform yasası (parlamento üyeliklerinin yeniden dağıtımını tamamladı), seçmen sayısını yaklaşık 5 milyona çıkardı ve kırsal kesimdeki işçilerin önemli bir kısmına da ilk kez oy hakkı tanıdı. Ancak gene de etkin bir genel (erkek) oy hakkını gerçekleştirmedi. Yaklaşık iki milyon erkek ve kadınların tümü seçim sandığından uzak kaldı. Bazı sınırlamalar hâlâ olmakla birlikte yetişkin erkeklerin (ve 1929’da 21 yaşından büyük kadınların) oy hakkına sahip olması ancak 1918’de gerçekleşti. -Ed.
[18*] Sohbet, gevezelik. -ç.
[19*] Yüzyılın sonu. -ç.
[20*] İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nun Almanca ikinci baskısına yazdığı önsözde Engels, İngilizce baskının bu önsözünden bir paragraf alıntıladıktan sonra aşağıdaki bölümü ekledi:
“Altı ay önce, ben bunları yazdıktan sonra, İngiliz işçi sınıfı hareketi, yeniden ileri doğru büyük bir adım attı. Önceki gün yapılan parlamento seçimleri, resmi iki partiye, muhafazakarlarla liberallere, artık bundan sonra bir üçüncü partiyi, işçilerin partisini dikkate almaları gerekeceği işaretini verdi. Bu işçi partisi henüz kuruluyor; kurucu öğeleri, hâlâ her tür geleneksel önyargıyı -burjuva, eski sendikacı ve hatta doktriner sosyalist önyargıları- atma çabası içindeler; öyle ki, bunu yaparak, hepsi için ortak olan bir temelde bir araya gelebilsinler. Ama ardından gittikleri birleşme güdüsü o kadar güçlüydü ki, şimdiye dek İngiltere’de eşi görülmedik seçim sonuçlarını ortaya çıkardı. Londra’da seçime iki işçi aday katıldı ve açıktan sosyalist aday olarak katıldı; liberaller, onlara karşı kendi adamlarını çıkarmaya cesaret edemediler. ve iki sosyalist ezici bir çoğunlukla, beklenmedik bir oyla kazandılar. Middlesbrough’da bir işçi aday, bir liberal ve bir muhafazakar adayla yarıştı ve ikisine karşın o seçildi; öte yandan liberallerle seçim işbirliği yapan yeni işçi adaylar, biri dışında başarısız oldular. İşçi temsilcisi denen eski temsilciler, yani kendi liberalizm okyanusunda kendi işçi niteliklerini boğmak istedikleri için zaten işçi sınıfı temsilciliğinden affedilenler arasında bulunan Henry Broadhurst, eski sendikacılığın bu en önemli temsilcisi, sekiz saatlik işgününe karşı çıktığı için, başı tümden önüne eğik kaldı. Glasgow’da iki, Salford’da bir ve daha başka seçim çevrelerinde bağımsız işçi adaylar her iki partinin adaylarıyla yarıştılar. Yenik düştüler. Ama liberal adaylarda yenildi. Kısacası, bazı büyük kentlerde ve sınai seçim çevrelerinde, işçiler, iki eski partiyle tüm bağlarını kopardılar ve önceki herhangi bir seçimde görülmeyen dolaylı ya da doğrudan başarı kazandılar. Bunun, işçi sınıfında yarattığı keyif sınırsızdır. İlk kez, oylarını kendi sınıflarının çıkarlarına kullandıkları zaman ne başarabileceklerini anladılar ve gördüler. Neredeyse 40 yıldır İngiliz işçilerini, “büyük liberal parti” boşinanına bağlayan büyü bozuldu. İşçiler, isterlerse ve ne istediklerini bilirlerse, İngiltere’de, sonucu belirleyici gücün kendileri olduğunu çarpıcı örneklerle gördüler. Ve 1892 seçimleri böyle bir bilmenin ve istemin başlangıcını işaret ediyor. Kıta Avrupası işçi hareketi, gerisini halledecektir. Kendi parlamentolarında ve yerel meclislerinde zaten çok sayıda temsilci bulunduran Almanlar ve Fransızlar yeni yeni başarılarla, İngilizlerin yeterli bir hızla yürüyerek rekabet etme ruhunu ayakta tutacaktır. Ve çok uzak olmayan bir gelecekte bu yeni parlamentonun bay Gladstone ile, bay Gladstone’un da bu parlamentoyla hiçbir yere gidemeyeceği ortaya çıkarsa, İngiliz işçi partisi, iktidarda birbirini izleyen ve bu yolla burjuvazinin egemenliğini sürdüren iki partili tahterevalliye son verecek bir konumda olacaktır.” -Ed.
Açıklayıcı Notlar
[18] Kıta Sistemi, ya da kıta üblukası — 1806’da Napoléon I tarafından ilan edilmişti ve Avrupa kıtasındaki ülkelerle Büyük Britanya arasında ticareti yasaklıyordu. Napoléon’un Rusya’daki yenilgisinden sonra kaldırılmıştır.