6
Daha Suab’daki ilk hareketlerin başında, Thomas Münzer hemen Thüringen’e gelmiş, ve Şubat sonu ya da Mart başında, yandaşlarının en çok olduğu özgür Mulhausen kentinde yerleşmişti. Tüm hareketin iplerini elinde tutuyordu. Güney Almanya üzerinde nasıl bir genel fırtınanın kopmak üzere olduğunu biliyor ve Thüringen’i Kuzey Almanya için hareket merkezi yapmayı da kendi üstüne almış bulunuyordu. Son derece elverişli bir alan buldu. Reformun başlıca merkezi Thüringen bile son derece kaynaşmalı bir durumdaydı. Köylülerin maddi sefaleti olsun, ortalıktaki devrimci, dinsel ve siyasal öğretiler olsun, Hessen, Saksonya ve Hartz gibi komşu bölgeleri de genel bir ayaklanmaya hazırlamışlardı. [sayfa 130] Özellikle Mulhausen’de, küçük-burjuvazinin büyük bir bölümü Münzer’in aşırı fikirlerine kazanılmıştı ve kibirli ayrıcalıklılar üzerindeki sayısal üstünlüğünü değerlendirmekte sabırsızlık gösteriyordu. Münzer, zamansız eyleme geçmemek için, kendini yandaşlarının ateşliliğini yatıştırma zorunda gördü. Ama, Mulhausen’de hareketli yöneten çömezi Pfeifer, daha şimdiden işin içine öylesine girmişti ki, ayaklanmayı geciktirmekte olanaksızlık içinde bulunuyordu, ve bu nedenle, daha 17 Mart 1525’te, hatta Güney Almanya’daki genel ayaklanmadan önce, Mulhausen kendi devrimini yaptı. Eski ayrıcalıklar konseyi devrildi ve kent yönetimi Münzer’in başkan atandığı yeni “ölümsüz konseye verildi.
Aşırı bir parti önderinin başına gelebilecek en kötü şey, hareketin henüz temsil ettiği sınıfın egemenliği, ve bu sınıf egemenliğinin gerektirdigi tedbirlerin uygulanması için olgunlaşmış olmadıği bir zamanda, iktidarı ele alma zorunda kalmaktır. Yapabileceği şey kendi isteğine değil, ama çeşitli sınıflar arasındaki bağdaşmazlığın eriştiği aşamaya ve, her belirli anda, sınıf karşıtlıklarının gelişme derecesini belirleyen maddi varlık koşulları ile üretim ve değişim ilişkilerinin gelişme derecesine bağlıdir. Yapması gereken , kendi öz partisinin ondan istediği şey de, gene ona değil, daha çok sınıf savaşımının gelişme derecesi ve koşullarına bağlıdır. O [parti önderi -ç.], o güne kadar öğrettiği öğretilere ve ileri sürdüğü istemlere, karşı karşıya bulunan toplumsal sınıfların o andaki ilişkilerinden ve üretim ve değişim ilişkilerinin o andaki az çok olumsal (contingent) durumundan değil, ama toplumsal ve siyasal gelişmenin genel sonuçları üzerindeki az çok büyük kavrayışından kaynaklanan öğretilere ve istemlere bağlanmıştır. Böylece, zorunlu olarak çözümlenmez bir ikilem karşısına konmuş bulunur: yapabileceği şey, tüm geçmiş eylemine, ilkelerine ve partisinin yakın çıkarlarına ters düşer, ve yapması gereken şey de, gerçekleştirilmesi olanaksız bir şeydir. Kısacası, o kendi partisini, [sayfa 131] kendi sınıfını değil, ama hareketin kendi egemenligi için olgunlaşmış bulunduğu sınıfı temsil etme zorundadır. Tüm hareketin çıkarı adına, kendisine yabancı bir sınıfın çıkarlarını savunmak, ve kendi öz sınıfını, bu yabancı sınıfın çıkarlarının kendi çıkarları olduğuna inandırmaya çalışmak zorundadır. Bu temelsiz duruma düşen biri, hapı yutmuş demektir. Bunun örneklerini daha yeni gördük. Sadece proletarya temsilcilerinin, kendileri proletaryanın gelişmesinin çok aşağı bir evresinden başka bir şeyi temsil etmeseler de, son Fransız geçici hükümetinde benimsedikleri konumu anımsayalım. Şubat hükümeti deneyinden sonra, bizim o soylu Alman geçici hükümetlerimiz ile hükümdar naipliklerimizi bir yana bırakalım, resmi konumlar üzerinde hâlâ spekülasyon yapabilen birinin, ya her türlü ölçünün ötesinde bir mankafa olması, ya da aşırı devrimci partiye sadece sözle bağlı bulunması gerekir.
Gene de, Münzer’in Mulhausen “ölümsüz konseyi başındaki konumu, herhangi bir modern devrimci yöneticinin konumundan çok daha atılgandı. Sadece o günün hareketi değil, ama yaşadığı yüzyılın kendisi de, onun ancak bulanık bir biçimde sezmeye başladığı fikirlerin gerçekleşmesi için henüz olgunlaşmış değildi. Temsil ettiği sınıf, tamamen gelişmiş olmak ve tüm toplumu egemenlik altına almak şöyle dursun, daha yeni doğuyordu. Kafasına musallat olan toplumsal dönüşüm, çağın maddi koşulları içinde henüz o kadar güçsüz bir temele dayanıyordu ki, bu koşullar hatta onun kurmayı düşlediği toplumsal düzenin tam tersi olan bir toplumsal düzeni hazırlıyorlardı. Üstelik, Münzer hıristiyan eşitliği ve malların İncile uygun ortaklığı üzerindeki eski vaazlarına bağlı kalmıştı. Öyleyse, en azından, bunları uygulamayı denemeliydi. İşte bu nedenle, rnalların,ortaklığını, herkes için çalışma yükümlülüğünü ve her türlü yetkenin (autorité) kaldırılmasını ilân etti. Ama, gerçeklikte, Mulhausen, biraz demokratlaştırılmış bir anayasa, genel oyla seçilmiş, yurttaşlar meclisi denetimine [sayfa 132] bağlanmış bir Senato ve çabucak kotarılmış bir yoksulları azıklandırma sistemi ile, özgür bir cumhuriyetçi kent olarak kaldı. O çağın protestan burjuvalarını öylesine ürküten toplumsal devrim, gerçekte, gelecekteki burjuva toplumu zamanından önce kurmak için girişilmiş güçsüz ve bilinçsiz bir girişim olmanın ötesine hiç bir zaman gidemedi.
Münzer’in kendisi de, teorileri ile önündeki gerçeklik arasında varolan uçurumu dahice görüşleri, yandaşlarının çok büyük bir bölümünün eğitilmemiş kafalarında ne kadar bozuk bir biçimde yansırsa, ona o kadar az gizli kalabilecek olan uçurumu, sezmişe benzer. Kendini, hatta onda bile o zamana kadar görülmemiş bir çabayla, hareketin yayılması ve örgütlenmesine verdi. Bildiriler yazıyor ve dört bir yana haberci ve özel görevliler gönderiyordu. Yazıları ve vaazları, hatta daha önceki yapıtlarından sonra bile, çarpıcı bir devrimci bağnazlık gösteriyordu. İlk devrimci yergilerinin saf genç mizahı tamamen yok olmuştu. Onda o güne kadar eksik olmayan o dingin düşünür dili, artık görünmüyordu. Münzer sınıflara karşı duyulan nefreti durmadan körükler, en ateşli tutkuları kamçılar ve artık Eski Ahit yalvaçlarının dinsel ve ulusal coşkularının diline getirdiği en zorlu deyimlerden başkasını kullanmaz. Bundan böyle benimseyeceği üsluba bakınca, üzerinde etkili olmak istediği yığının entelektüel gelişme derecesinin ne olduğu anlaşılır.
Mulhausen örneği ve Münzer’in ajitasyonu, çabucak uzaklara yansıdı. Köylüler, Thüringen’de, Eichsfeld, Hartz, Saksonya dükalıklarında, Hessen veFulda’da, Yukarı Frankonya ve Vogtland’ da, her yerde ayaklandılar, çeteler halinde toplandılar ve şato ve manastırları ateşe verdiler. Münzer az çok tüm hareketin önderi olarak tanınmıştı ve Mulhausen hareketin merkezi olarak kaldı, oysa Erfurt’da salt burjuva bir hareket zafer kazanıyordu ve egemen parti orada köylülere karşı hep ikircil bir tutum gösterdi.
Prensler, başlangıçta, Thüringen’de, köylüler karşısında, [sayfa 133] tıpkı Frankonya ve Suab’da olduğu kadar elleri böğründe ve güçsüz kaldılar. Ancak Nisanın son günlerindedir ki, Hessen landgravı, bir ordu toplamayı başardı Protestan ve burjuva reform tarihçilerinin, dindarlığını övecek söz bulamadıkları landgrav Philippe. Onun tarafından köylülere karşı yapılan alçaklıklar üzerine küçük bir özet vereceğiz. Landgrav Philippe, birkaç hızlı askeri hareket ve enerjik bir eylem aracıyla, ülkesinin çok büyük bir bölümünü çabucak egemenliği altına aldı, yeni asker topladı ve daha sonra da eski metbuu (suzerain) Fulda başpapazının topraklarına girdi. 3 Mayısta, Frauenberg üzerinde Fulda köylüleri çetesini yendi, tüm ülkeye boyun eğdirdi ve sadece başpapazın metbuluğundan kurtulmak için değil, ama Fulda manastırını, doğal olarak ileride laikleştirme koşuluyla, bir Hessen yurtluğu durumuna dönüştürmek için de, fırsattan yararlandı. Sonra Eisenach ve Langensalza’yı ele geçirdi, ve Saksonya dükünün birliklerine katıldıktan sonra, ayaklanmanın başlıca merkezi olan Mulhausen’e karşı yürüdü. Münzer, birkaç topla birlikte, 8.000 kişi kadar tutan güçlerini, Frankenhausen’de topladı. Thüringen çetesi, Yukarı-Suab ve Frankonya çetelerinden bir kısmının Waldburg yargıcı karşısında gösterdikleri savaşcılığa sahip olmaktan çok uzaktı. Kötü silahlanmıştı ve disiplinsizdi, savaş görmüş askeri azdı ve önderden yoksundu. Münzer’in kendisi de, besbelli en küçük askeri bilgilere sahip bulunmuyordu. Gene de prensler burada, Georg Truchsess’e sık sık zafer kazandıran taktiği; yalan yere andiçme taktiğini kullanmayı uygun buldular. 16 Mayıs günü, köylülerle görüşmelere giriştiler, onlarla bir bırakışma imzaladılar ve, bırakışma sona bile ermeden, onlara baskın halinde saldırdılar.
Münzer, adamları ile birlikte, bugün bile Schlachtberg diye adlandırılan tepede, bir yük arabaları barikatının arkasında mevzilenmiş bulunuyordu. Yılgınlık, daha şimdiden köylüler arasında büyüyordu. Prensler, eğer köylüler Münzeri onlara canlı olarak teslim etmeye razı olurlarsa, genel bir af [sayfa 134] vaadinde bulundular. Münzer, prenslerin önerilerini tartışmak için bir toplantı düzenledi. Bir şövalye ile bir rahip, teslimden yana çıktılar. Münzer bunları hemen toplantının ortasına getirtti ve kafalarını kestirdi. Kararlı devrimciler tarafından coşku ile karşılanan bu enerjik terörcü davranış, köylülerin moralini düzeltti. Ama, eğer prensler ordusunun, tüm tepeyi çevirdikten sonra, bırakışmaya rağmen, sık saflar halinde ilerlediğini görmeselerdi, her şeye karşın, köylülerin çoğu, direnç göstermeksizin, dağılıp giderlerdi. Hızla, köylüler yük arabalarının arkasında savaş düzenine girdiler. Ama, kurşunlar ve mermiler, daha şimdiden silahsız ve deneysiz köylüleri buluyor, paralı askerler daha şimdiden yük arabaları barikatı düzeyine erişiyorlardı. Kısa bir direnmeden sonra, yük arabaları hattı geçildi, köylülerin topları alındı ve kendileri de dağıtıldı. Dağıtılan köylüler, elbette onları görülmemiş bir kıyıma uğratan kuşatma kolları ve süvarinin eline düşmek üzere, korkunç bir düzensizlik içinde kaçıştılar. 8.000 köylünün 5.000’i öldürüldü. Geri kalanı, süvari tarafından yakından izlenerek, Frankenhausen’e girdi. Kent, düştü. Başından yaralanmış olan Münzer, bir evde bulundu ve tutsak edildi. 25 Mayıs günü, Mulhausen de teslim oldu. Orada kalmış bulunan Pfeifer, kaçmayı başardı, ama Eisenach toprakları üzerinde tutuklandı.
Münzer’e, prensler huzurunda, işkence edildi ve kafası kesildi. İşkence yerine, tüm ömrünce gösterdiği cesaretle gitti. İdam edildiği zaman, olsa olsa, 28 yaşındaydı. Pfeifer’in de, başka birçok devrimci ile aynı zamanda, kafası kesildi. Fulda’da, Tanrı adamı Philippe von Hessen, kanlı adaletini uygulamaya başlamıştı. Saksonya prensleri ve Philippe, sakatlamalar ve daha yumuşak başka cezalar, köylerin ve kentlerin yağma edilmeleri ve ateşe verilmeleri bir yana bırakılırsa, başkaları arasında, Eisenach’ta 24, Langensalsa’da 41, Frankenhausen savaşından sonra 300, Mulhausen’de 100’den çok, Germa’da 26, Tungeda’da 50, Sangerhausen’de 12, [sayfa 135] Leipzig’de 8 kişinin kafasını kestiler.
Mulhausen özgür kent niteliğini yitirdi, ve tıpkı Fulda manastırının Hessen landgravlığına katılması gibi, o da Saksonya topraklarına katıldı.
Prensler, daha sonra, Bildhausen ordugâhının Frankonyalı köylülerinin Thüringen köylüleri ile birleştikleri ve birçok şatoyu yaktıkları Thüringen ormanını geçtiler. Savaş, Meiningen önlerinde başladı. Köylüler yenildiler ve kent üzerine çekildiler. Kent, kapılarını birdenbire kapadı ve onlara arkadan saldırmakla gözdağı verdi. Bağlaşıklarının bu ihaneti ile kıstırılan köylüler, prenslerin önünde teslim oldular, ve görüşmelerin sonunu beklemeksizin, dağıldılar. Bildhausen ordugâhı çoktandir dağılmıştı, ve böylece, bu çetenin yok edilmesinden sonra, Saksonya, Hessen, Thüringen ve Yukarı-Frankonya isyancılarının son kalıntısı da ortadan kalkmış oldu,
Alsas’ta, ayaklanma, Ren’in sağ kıyısındakinden daha sonra patlak vermişti. Strasbourg piskoposluğu köylüleri, ancak nisanın ortasına doğru ayaklandılar, az sonra da Yukarı-Alsas ve Sundgau köylüleri ayaklandı. 18 Nisan günü, Aşağı-Alsas köylülerinden bir çete, Altorf manastırını yağma etti. Ebersheim ve Barr’da, Willertal ve Urbistal’de de olduğu gibi, başka köylü çeteleri kuruldu. Bütün bu çeteler, büyük Aşağı-Alsas çetesini oluşturmak üzere birleştiler, kent ve kasabaları aldılar, ve manastırları yakıp yıktılar. Her yerde, her üç erkekten biri seferber edildi. Bu çetenin oniki maddesi, Suab ve Frankonya köylülerininkinden çok daha radikaldir.
Aşağı-Alsas köylülerinin bir kolu, mayıs başında, Saint-Hippolyte’te toplanır, ve bu kenti almak için boşa çıkan bir girişimden sonra, 10 Mayısta Barken’e, 13 Mayısta Ribeauvillé’ye, 14 Mayısta da Riquewihr’e, bu çeşitli kentlerin burjuvaları ile anlaşmaya vararak, girerken, başında Erasme Gerber bulunan bir ikinci kol, bu kenti baskınla ele geçirmek için Strasbourg üzerine yürüdü. Girişim başarısızlığa uğradı. Kol, o zaman Vosges yönüne döndü, Marmoutier manastırını yakıp [sayfa 136] yıktı ve 13 Mayısta teslim olan Saverne’i kuşattı. Oradan, Loren sınırı üzerine yürüdü ve, aynı zamanda dağ geçitlerini de pekiştirirken, dükalığın bitişik kısmını ayaklandırdı. Herbolzheim, yukarı Saar ve Neubourg’da büyük ordugâhlar kuruldu. Sarreguemines’de, 4.000 Alman-Loren köylüsü mevzilendi. İki öncü kolu, Vosges’lerde, Sturzelbronn’daki Kalben kolu ile, Wissembourg’daki Kleeburgen kolu, cephe ve sağ kanadı kapadı, sol kanat, Yukarı-,Alsas köylülerine dayanıyordu. 20 Nisandan beri hareket durumunda bulunan Yukarı-A1sas köylüleri, 10 Mayısta Soultz’u, 12 Mayısta Guebwiller’i, 15 Mayısta da Cernay ve dolaylarını köylü derneğine girme zorunda bırakmış1ardı. Avusturya hükümeti ile dolaylardaki özgür kentler hemen onlara karşı birleştiler, ama onlara ciddi bir direnç gösterecek, hele hele saldırıya geçecek bir duruma gelemediler. Böylece, birkaç kent dışında, tüm Alsas, mayıs ortalarına doğru, isyancıların elinde idi.
Ama Alsas köylülerinin çılgınca ataklığını cezalandıracak olan ordu, daha şimdiden, yaklaşıyordu. Burada feodal egemenliği yeniden kuranlar, Fransızlar oldu. Daha 6 Mayısta, dük Antoine de Lorraine, Fransız soyluluğunun en seçkin savaşçılarını olduğu gibi, İspanyol, Piyemon, Lombardiyalı, Yunan ve Arnavut paralı askerleri de kapsayan 30.000 kişilik bir ordunun başında, yürüyüşe geçti. 16 Mayısta, Petite Pierre’de, güçlük çekmeden yendiği 4.000 köylü ile karşılaştı ve, hemen ertesi günü, köylüler tarafından işgal edilmiş Saverne kentini, teslim olmak zorunda bıraktı. Ama, Lorenli askerler kente girip de köylüleri silahsızlandırdıkları sırada, teslim şartlaşması çiğnendi. Silahsız köylüler paralı askerler tarafından saldırıya uğradı ve çoğu öldürüldü. Öbür Aşağı-Loren kolları dağıldılar, ve dük Antoine, Yukarı-Alsas çetelerinin üstüne yürüdü. Saverne’e, Aşağı-Alsas köylülerine yardıma güç göndermeyi reddetmiş bulunan Yukarı-Alsas çeteleri, Scherwiller’de tüm birleşmiş Loren güçleri tarafından saldırıya uğradılar. Köylüler kendilerini yiğitçe savundular, [sayfa 137] ama düşmanın, 7.000’e karşı 30.000 gibi büyük sayı üstünlüğü, ve bazı şövalyelerin, özellikle Riquewihr yargıcının ihaneti, köylülerin yiğitliğini yararsız kıldı. Tamamen yenilip dağıldılar. Dük, o prenslere özgü kandökücülük ile, tüm Alsas’ı egemenliği altına aldı. Sadece Sundgau ondan kurtuldu. Avusturya hükümeti, dükü ülkeye çağırma tehdidi ile, Haziran başında, köylüleri, Ensisheim anlaşmasını yapmaya razı etmişti. Ama az sonra bu anlaşmayı kendisi bozdu ve hareketin vaız ve önderlerini salkım salkım astırdı. Bunun üzerine, köylüler, sonunda Sundgau köylülerinin Offenbourg antlaşmasına sokulması ile biten (18 Eylül) yeni bir ayaklanma çıkardılar.
Artık bize, şimdi de Avusturya Alpleri’ndeki Köylüler Savaşı üzerine birkaç söz söylemekten başka bir şey kalmadı. Bu ülkeler gibi, bu ülkelere bitişik Salzbourg piskoposluğu da, Stara prawa’lardan [eski haklar -ç.] beri, hükümet ve soyluluk ile sürekli bir karşıtlık içinde bulunuyorlardı, ve reform öğretileri, buralarda da uygun bir alan bulmuşlardı. Dinsel zulüm ile keyfi ve bunaltıcı vergiler, ayaklanmayı patlattılar.
Dolaylardaki köylüler ve maden işçileri tarafından desteklenen Salzbourg kenti, 1522 yılından beri, kendi belediye ayrıcalıkları konusunda ve tapınış sorunları yüzünden, başpiskopos ile anlaşmazlık durumunda bulunuyordu. Başpiskopos, 1524 yılı sonunda, topladığı paralı askerler ile kenti ele geçirdi, onu yıldırmak için satonun toplarını kullandı ve sapkın mezhepli (hérétiques) vaizleri kovuşturdu. Aynı zamanda, yeni ve ağır vergiler alınması için yasa yayımladı, ve böylece halkı adamakıllı kışkırttı. 1525 ilkyazında, Suab, Frankonya ve Thüringen köylülerinin ayaklanmaları ile aynı zamanda, tüm bu ülke köylü ve madencileri de birdenbire ayaklandılar, Prossler ve Weitmoser gibi komutanların komutasında, çeteler halinde örgütlendiler, kenti kurtardılar ve Salzbourg şatosunu kuşattılar. Batı Almanya [sayfa 138] köylüleri gibi, bir hıristiyan derneği kurdular ve istemlerini 14 madde halinde özetlediler.
Aynı biçimde, yeni vergilerin, keyfi gümrük resimleri ve kararnamelerin halkın dirimsel çıkarlarına iyiden iyiye ters düştüğü İstirya, Yukarı-Avusturya,Karintiya ve Karniyol ‘da da, köylülerin ayaklanması 1525 ilkyazında patlak verdi. Bazı şatoları ele geçirdiler ve stara prawa ‘ların galibi yaşlı komutan Dietrichstein’ı, Griss’te yendiler. Her ne kadar hükümet, yalanları ile, isyancıların bir kısmını yatıştırmayı başardıysa da, aralarından çoğu yürüyüş halinde kaldılar ve Salzbourg isyanciları ile birleştiler, öyle ki, tüm Salzbourg bölgesi, ve Yukarı-Avusturya, İstirya, Karintiya ve Karniyol’un çok büyük bir bölümü, köylülerin ve maden işçilerinin elindeydi.
Reform öğretileri, Tirol’de de birçok yandaş bulmuştu. Münzer’in gönderdiği görevliler, burada, Avusturya Alpleri’nin öbür bölgelerinde olduğundan daha başarılı bir çalışım gösteriyorlardı. Arşidük Ferdinand, burada da, yeni öğretinin vaizlerini kovuşturdu ve burada da, yeni vergi düzenlemeleri ile, halk ayrıcalıklarına ağır zararlar verdi. Sonuç, 1525 ilkyazında başka her yerde olduğu gibi, ayaklanmanın patlak vermesi oldu. En büyük başları, büyük bir askeri yeteneğe sahip tek köylü önderi Geismaier, Münzer’in bir çömezi olan isyancılar, çok sayıda şatoyu ele geçirdiler, ve özellikle Güney’de, Adige bölgesinde, rahiplere karşı çok sert bir savaşıma giriştiler. Vorarlberg köylüleri de ayaklandılar ve Allgäu köylüleri ile birleştiler.
Dörtbir yandan tehdit altında kalan arşidük, daha bir zaman önce demir ve ateşle kökünü kazımak istediği isyancılara ödün üstüne ödün verdi. Kalıtımcısı olduğu ülkelerin diyet meclislerini toplantıya çağırdı ve, toplanma anlarına kadar, köylülerle bir bırakışma yaptı. Bu arada, mümkün olan en kısa zamanda, ip kaçkınları ile bir başka dil konuşabilmek için, var gücüyle hazırlanıyordu. [sayfa 139]
Doğal olarak bırakışmaya uzun süre saygı gösterilmedi. Para sıkıntısı çekmeye başlayan Dietrichstein, dükalıklarda ortalığı haraca kesmeye koyuldu. Slav ve Macar askerleri, halka karşı en rezilce canavarlıklarda bulunmakta sakınca görmediler. Bu nedenle İstiryalılar yeniden ayaklandılar, 2 Temmuzu 3 Temmuza bağlayan gece, Schladming’de komutan Dietrichstein’a baskın halinde saldırdılar ve Almanca konuşmayan herkesi öldürdüler. 3 Temmuz sabahı, köylüler, tutsaklar arasındaki 40 Çek ve Hırvat soylusunu ölüme mahküm eden bir mahkeme kurdular. Mahkümiyet kararı hemen uygulandı. Sonuç kendini duyurmakta gecikmedi. Arşidük, beş dükalığa (Yukarı ve Aşağı-Avusturya, İstirya, Karintiya ve Karniyol) bağlı devletlerin tüm istemlerini hemen kabul etti.
Tirol’da da, diyetin istemleri kabul edildi, ve bu da, Kuzeyin barışa kavuşması sonucunu verdi. Ama, diyetin daha ılımlı kararları karşısında eski istemlerini sürdüren Güney, silahı elden bırakmadı. Arşidük orada düzeni kurmayı, zora başvurarak, ancak aralık ayında başarabildi. Eline düşen birçok ayaklanma elebaşı ve önderini idam ettirmeyi de unutmadı.
Nisanda, 10.000 Bavyeralı asker, Georg von Frundsberg yönetiminde, Salzbourg üzerine yürüdü. Bu ezici güç olsun, köylüler arasında patlak veren uyuşmazlıklar olsun, Salzbourgluları, başpiskopos ile, 1 Eylülde imzalanan ve arşidük tarafından da kabul edilen bir anlaşma yapma kararına vardırdı. Ama, bu arada, birliklerini yeterince pekiştirmiş bulunan iki prens, az sonra bu anlaşmayı bozdu ve böylece Salzbourg köylülerini yeniden ayaklanmak zorunda bıraktı. İsyancılar bütün kış dayandılar. İlkyazın, Geismaier onlara katıldı ve dört bir yandan yaklaşan birliklere karşı parlak bir savaşa girişti. Son derece dikkate değer bir dizi çarpışma içinde, Bavyera, Avusturya, ve Suab Birliği ordularını olduğu gibi, Salzbourg başpiskoposunun paralı askerlerini de, Mayıs ve [sayfa 140] Haziran 1525’te, birbiri ardına yendi, ve çeşitli orduların birleşmesini engellemeyi uzun süre başardı. Böylece, Radstadt kentini kuşatma zamanını da buldu. Sonunda, dört bir yandan sayıca üstün birlikler tarafından çevrilmiş olarak, geri çekilmek zorunda kaldı, düşman hatları arasından geçmeyi başardı ve ordusunun kalıntılarını, Avusturya Alpleri üzerinden, Venedik topraklarına götürdü. Venedik cumhuriyeti ve İsviçre, yorulmak bilmez köylü önderine, yeni yeni dolaplar için dayanak noktaları sundular. Geismaier, Venedik ile İsviçre’yi, tam bir yıl boyunca, Avusturya’ya karşı, kendisine yeni bir köylü ayaklanması çıkarma fırsatı verecek bir savaşa sürüklemeye çalıştı. Ama, bu görüşmeler sırasında, bir katil tarafından öldürüldü. Arşidük Ferdinand ile Salzbourg baspiskoposu, Geismaier hayatta oldukça rahat değildiler. Onu öldürmek için bir haydut kiraladılar, ve bu haydut da, 1527’de, korkunç isyancıyı ortadan kaldırmayı başardı. [sayfa 141]
7
Geismaier’in Venedik topraklarına çekilişi, Köylüler Savaşının sen perdesini indirdi. Köylüler her yerde yeni baştan, din adamı, soylu ya da ayrıcalıklı efendilerinin egemenliği altına girmişti. Eski yükümlülükler, yenenlerin yenilenlere zorla kabul ettirdikleri büyük kurtulmalıklar yüzünden daha da ağırlaştılar. Alman halkının en ulu devrimci girişimi, utanç verici bir bozgun ve bir anda iki katına çıkan bir baskı ile sona erdi. Ama gene de, zamanla, köylülüğün durumu, ayaklanmanın bastırılması ile daha da kötüleşmiş olmadı. Soyluluk, prensler ve rahipler, ürün iyi olsun, kötü olsun, köylülerden çekip alabilecekleri her şeyi, daha savaştan önce çekip alıyorlardı. O çağın Alman köylüsünün, modern [sayfa 142] proleter ile şu ortak yanı vardı ki, emek ürününden aldığı pay, yaşaması ve köylü soyunun yeniden üretimi için zorunlu en az geçim araçlarına indirgeniyordu. Genel olarak, onlardan daha çoğu alınamazdı. Gerçi, hali-vakti yerinde çok sayıda orta köylü tamamen yıkıma uğramış, büyük bir sayıda angaryalı, serfliğe düşmüş, koskoca ortaklaşa topraklar bölgeleri prensler tarafından zorla alınmış, birçok köylü, evlerinin yakılıp yıkılması ve tarlalarının kırılıp geçirilmesi sonucu olduğu gibi, genel düzensizlik sonucu da, serserilik ya da kentlerin halk tabakası (plèbe) içine atılmıştı. Ama savaşlar ve kırıp dökmeler o çağda günlük olaylardandı ve, genel olarak, köylü sınıfının durumu, vergilerin artırılması ile sürekli biçimde daha da kötüleştirilemeyecek kadar sefildi. Daha sonra patlak veren din savaşları, ve son olarak Otuz Yıl Savaşı, yakıp yıkmaları ve yoğun yinelemeli nüfussuzlaştırmaları (dépopulation) ile, köylüleri, Köylüler Savaşından çok daha sert bir biçimde sarsmışlardır. Özellikle, Otuz Yıl Savaşı, tarımda kullanılan üretici güçlerin çok büyük bir bölümünü yok etmiş, ve böylece uzun zaman için, ve çok sayıda kentin yakılıp yıkılması sonucu, yıkıma uğrayan köylüleri, halk takımını ve burjuvaları, en korkunç sefalet içine, gerçek bir İrlanda köylüsü sefaleti içine atmıştır.
Köylüler Savaşının sonuçlarından en çok acı çekenler, din adamları sınıfı (clergé) oldu. Manastırlar ateşe verilmiş, değerli eşyaları yağmalanmış, ya yabancılara satılmış, ya da eritilmişlerdi; yedeklikleri yenilip yutulmuştu. Her yerde en az direnç gösterenler bunlardır, ve halk nefreti en çok bunlar üzerine çökmüştür. Öbür zümreler, prensler, soyluluk ve kentler burjuvazisi, nefret ettikleri yüksek aşamalı papazların kurbanı oldukları felaketlere gizliden gizliye seviniyorlardı bile. Köylüler Savaşı, kilise mallarının köylüler yararına laikleştirilmesini popüler kılmıştı. Layik prensler ile kentlerin bir bölümü, bu laikleştirmeyi kendi yararlarına gerçekleştirme işine koyuldular, ve kısa zamanda, protestan [sayfa 143] ilkelerde, yüksek din adamlarının yurtlukları (domaine) prensler ile kentler ayrıcalıklılarının eline geçti. Kilise prenslerinin egemenliği de adamakıllı sarsılmıştı, ve laik prensler, halk nefretini bu yönde sömürme konusunda anlaştılar. Fulda baspapazının, metbu (suzerain) sınıfından (rang), Philippe von Hessen’in bağımlısı (vassal) sınıfına nasıl dönüştüğünü gördük. Kempten kenti de, rahip-prensi, bir dizi önemli ayrıcalığı kendisine sudan ucuz bir fiyatla satmaya, işte böyle zorladı.
Soyluluk da çok acı çekmişti. Şatolarının çoğu yakılıp yıkılmış, bazı büyük aileler yıkıma uğramış ve artık ancak prenslerin hizmetine girerek yaşayabilecek bir duruma düşmüşlerdi. Köylüler karşısındaki güçsüzlüğü ortaya çıkmıştı: Soyluluk her yerde yenilmiş ve teslim bayrağını çekme zorunda kalmıştı. Onu sadece prenslerin orduları kurtarmıştı. Doğrudan doğruya imparatora bağımlı bir zümre olma önemini gitgide yitirecek, ve prenslerin egemenliği altına düşecekti.
Kentler de, genellikle, Köylüler Savaşından hiç bir yarar sağlamamışlardı. Ayrıcalıkların egemenliği hemen her yerde pekişti. Burjuvazinin bu egemenliğe karşı muhalefeti uzun zaman için kırıldı. Ticaret ve sanayii her yandan engelleyen eski ayrıcalıklı göreneği (routine), böylece Fransız Devrimine kadar sürüklenip gitmeye devam etti. Burjuva ya da halkçı partinin, savaşım sırasında kentlerde kazandığı gecici başarılardan, prensler, ilkin kentleri sorumlu tuttular. Daha önce prenslerin yurtlukları içinde bulunan kentler, ağır vergiler ödemek zorunda kaldılar, ayrıcalıklarından yoksun bırakıldılar ve savunmasız bir biçimde prenslerin açgözlü keyfi yönetimi altına sokuldular (Frankenhausen, Arnstadt, Schmalkalden, Wurzbourg, vb.). İmparatorluk kentleri ya prens yurtluklarına katıldı (Mulhausen), ya da Frankonya’daki birçok imparatorluk kentinde olduğu gibi, komşu prenslerin moral egemenliği altına konuldular. [sayfa 144]
Bu koşullarda, Köylüler Savaşından tek kazananlar prensler oldu. Almanya’nın sınai, tecimsel ve tarımsal gelişme yetersizliğinin, Almanların ulus halinde her türlü merkezleşmesini nasıl olanaksız kıldığını, nasıl sadece yerel ve bölgesel bir merkezleşmeye izin verdiğini, ve sonuç olarak, dağınıklık içindeki bu merkezleşmenin temsilcileri olan prenslerin, nasıl varolan toplumsal ve siyasal ilişkilerdeki her değişiklikten yarar sağlayacak tek zümreyi oluşturduklarını, bu yapıtın başında, daha önce gördük. O çağdaki Almanya’nın gelişme derecesi öylesine düşük, ve öte yandan, çeşitli eyaletlerde birbirinden öylesine farklı idi ki, bu laik prensliklerin yanısıra, kilise prenslikleri, kent cumhuriyetleri ve egemen kont ve baronlar da varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Ama, aynı zamanda, Almanya, çok yavaş ve çok gevşek bir biçimde de olsa, bölgesel (provinciale) bir merkezleşmeye, yani varlıklarını hâlâ sürdüren imparatorluk kentlerinin, prenslere bağımlı bir duruma gelmelerine doğru da yöneliyordu. Bu nedenle, Köylüler Savaşından, sadece prensler herhangi bir yarar sağlayabilirlerdi. Olan da budur. Onlar bu içten, rakipleri olan din adamları sınıfı, soyluluk ve kentlerin savaştan güçsüz çıkmaları sonucu, sadece görece değil, ama bütün öbür zümrelerin büyük kazançlarını (baş ganimet) ellerine geçirmeleri anlamında, mutlak bir yarar da sağladılar. Kilise malları onlar yararına laikleştirildi. Soyluluğun, yarı yarıya ya da tamamen yıkıma uğramış bir bölümü, yavaş yavaş onların egemenliği altına girme zorunda kaldı. Kentlere ve köylere yüklenen savaş vergileri parası, onların, birçok belediye ayrıcalıklarının kaldırılması sonucu mali işlemleri için zaten çok büyük bir hareket özgürlüğü kazanan hazine kasalarına aktı.
Köylüler Savaşı, başlıca başarısızlık nedenlerinden biri olan Almanya’nın bölünme durumunu daha da artırmak ve berkitmekten başka bir şey yapmadı.
Almanya’nın, nasıl sadece birbirine hemen tamamen [sayfa 145] yabancı çok sayıda bağımsız eyalet halinde bölünmüş olmakla kalmayıp, ayrıca ulusun, bu eyaletlerden herbirinde, nasıl bir zümreler ve zümre bölüntüleri karmaşık aşama-sırası halinde bölünmüş bulunduğunu da gördük. Prensler ve rahipler dışında, kırda soyluluk ve köylüler, kentlerde ayrıcalıklılar, burjuvalar ve halktan kimselerle, çıkarları, içiçe geçmedikleri zaman, birbirine tamamen yabancı olan, hatta birbiri ile çelişen zümrelerle karşılaşıyoruz. Bütün bu karmaşık çıkarların üstünde, bir de imparatorun ve papanın çıkarları vardı. Bu çeşitli çıkarların, eninde sonunda, kabaca, yerine göre eksik ve değişken bir biçimde, nasıl üç grup halinde bölündüğünü, bu kümelenmeye karşın, nasıl her zümrenin, ulusal gelişmeye çağın koşulları tarafından verilen yöne karşı çıktığını, bağımsız bir biçimde davrandığını, böylece sadece tüm tutucu öğelerle değil, ama tüm öbür muhalefet öğeleri ile de çatışmaya girdiğini ve sonunda bu savaşımda yenik düşeceğini gördük. Sickingen ayaklanmasında soyluluğun, Köylüler Savaşında köylülüğün, ve çekingen reform hareketinde de burjuvazinin durumu bu oldu. Almanya’nın çoğu bölgelerinde, köylüler ile halktan kimseler, böylece ortak bir eyleme varamadılar ve karşılıklı olarak birbirlerini engellediler. Sınıflar savaşımındaki bu dağılmayı belirleyen nedenlerin neler olduklarını, devrimci hareketin tam başarısızlığını ve burjuva hareketin yarı-başarısızlığını da gördük.
Yerel ve bölgesel dağılma ile bunun zorunlu sonucu olan yerel ve bölgesel dargörüşlülüğün hareketi nasıl yıkıma uğrattıklarını; eşgüdümlü genel bir eylemi yürütmeyi, nasıl, ne burjuvaların, ne köylülerin, rie de halk takımının başarabildiğini; köylülerin her eyalette nasıl bağımsız olarak davrandıklarını, komşu bölgelerdeki isyanci köylülerin yardımına gitmeyi nasıl hep reddettiklerini, ve böylece, tek tek çatışmalarda, sayısal gücü çoğu kez isyancı köylülerin onda birini bile bulmayan ordular tarafından birbiri ardına nasıl yokedildiklerini, yukarda anlatılanlara göre, şimdi herkes [sayfa 146] anlayacaktır. Çeşitli çetelerin, düşmanları ile yaptıkları ayrı ayrı birçok bırakışma ve anlaşmalar, ortak dava karşısında birer ihanet davranışıdırlar, ve çeşitli çetelerin mümkün olan tek kümelenmesinin (groupement) temelinde kendi öz eylemlerinin azçok büyük ortaklığının değil, ama karşısında yenik düştükleri düşman ortaklığının yatması da, çeşitli eyaletler köylülerinin partikülarizm derecesinin en parlak kanıtıdır.
1848-1850 hareketi ile andırışma (analogie), burada da kendini gösterir. 1848’de de, çeşitli karşıt sınıfların çıkarları, herbiri kendisi için davrandığından, çatışma haline girdiler. Feodal ve bürokratik mutlakiyet boyunduruğuna daha uzun zaman dayanamayacak kadar çok gelişmiş bulunan burjuvazi, gene de toplumun öbür sınıflarının çıkarlarını kendi çıkarlarına hemen bağımlı kılabilmek için yeterince güçlü değildi. Burjuva dönem üzerinden hızla atlamayı umabilmek ve iktidarın hızlı bir fethine güvenebilmek için çok güçsüz olan proletarya, daha mutlakiyet döneminde, burjuva rejimin tadının ne olduğunu çok iyi öğrenmişti, ve kısacası, hatta çok kısa bir zaman için bile olsa, burjuvazinin kurtuluşunda kendi öz kurtuluşunu göremeyecek kadar çok gelişmişti. Nüfusun küçük-burjuvalar, zanaatçılar ve köylülerden olusan yığını, doğal bağlaşıkları tarafından, burjuvazi tarafından: daha şimdiden çok devrimci olarak, ve kısmen de proletarya tarafından: henüz yeteri kadar ileri olmadığı için, yüzüstü bırakıldı. Ayrıca çeşitli bölüntüler halinde bölünmüş bulunan bir yığın, hiç bir şey elde edemedi ve sağ ve sol muhalefet yoldaşlarına karşı çıktı. Son olarak, yerel dargörüşlülüğe gelince, bu, 1525 yılında, köylülerde, 1848 hareketine katılan tüm sınıflarda olduğundan daha büyük olmuş olamazdı. Kendilerinden daha büyük bir dirençle karşılaşmayan bir o kadar tepkiyle izlenen yüz yerel devrim, küçük devletlerin yerli yerinde tutulması, yeteri kadar açık bir dil konuşurlar. 1525 ve 1848 yıllarındaki iki Alman devriminden ve bu devrimlerin elde ettikleri sonuçlardan sonra, hâlâ [sayfa 147] federatif cumhuriyet üzerinde saçma sapan konuşabilen birinin yeri, tımarhanedir.
Ama iki devrim, 16. yüzyılın devrimi ile 1848-1850’nin devrimi, tüm benzerliklerine karşın, gene de birbirinden adamakıllı farklıdırlar. 1848 devrimi, eğer Almanya’nın ilerlemesini değilse, en azından Avrupa’nın ilerlemesini tanıtlar.
1525 devriminden kim yararlandı? Prensler . 1848 devriminden kim yararlandı? Büyük Hükümdarlar : Avusturya ve Prusya. 1525’in küçük prenslerinin arkasında, onlara vergi ödenmesi ile bağımlı küçük-burjuvalar vardı. 1850’nin büyük prenslerinin ardında, Avusturya ve Prusya’nın ardında ise, devlet borcu aracıyla bunları çarçabuk kendilerine bağımlı kılan modern büyük burjuvalar var. Ve büyük burjuvaların arkasında da, proleterler.
1525 devrimi, yerel bir Alman sorunu oldu. Almanlar kendi köylüler savaşını, yaparlarken, İngilizler, Fransızlar, Çekler, Macarlar, kendilerininkileri çoktan yapmış bulunuyorlardı. Eğer Almanya bölünmüş idiyse, Avrupa daha da bölünmüş idi. 1848 devrimi yerel bir Alman sorunu olmadı, büyük bir Avrupa hareketinin bir parçası oldu. Bu devrimin itici nedenleri, bütün oluşması boyunca, sadece bir ülkenin, hatta sadece bir kıtanın dar çerçevesi içinde yer almadı. Hatta bu devrimin gerçek savaş alanı olan ülkelerin, onun ortaya çıkmasına en az katılan ülkeler oldukları bile söylenebilir. Bu ülkeler, şimdi bütün dünyanın katıldığı bir hareket, gerçi kendi öz hareketlerimizden başka bir şey olmasa da, güncel toplumsal koşullar içinde, bize yabanci bir güç gibi görünen bir hareket içinde dönüşmüş bulunan azçok bilinçli ve edilgen hammaddelerden başka bir şey değildirler. Bu nedenle, 1848-1850 devrimi, 1525 devrimi gibi sonuçlanamaz. [sayfa 148]
1850 Yazında
Engels tarafından yazılmıştır.
İlk kez,
Neue Rheinische Zeitung,
n° 5 ve 6’da
yayınlanmıştır
(Türkçesi, “Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim”, s: 13-148, Sol Yay., Kasım 1975)
Dipnotlar
[1] W. Zimmermann, Allgemeine Geschichte des grossen Bauern-krieges, Stuttgart (1841-1843). s. 15
[2] 1866’da, Schleswig-Holstein, Hannover, seçici Hessen, Nassau ve Frankfurt’u Prusya çevresinde bir araya getiren Kuzey Almanya Konfederasyonu kuruldu. Buna karşılık, Bavyera, Wurtemberg, Baden ve Hessen-Darmstadt’ın bir bölümü konfederasyon dışında kalıyordu. s. 18
[3] Hannover, seçici Hessen ve Nassau dükalığının Prusya tarafından ilhakına anıştırma. s. 18
[4] Uluslararası İşçi Demeğinin (Birinci Enternasyonal) IV. Kongresi (1869). s. 24
[5] Eski “Kutsal Roma-Cermen imparatorluğu adının mizahi naziresi. s. 25
[6] Konut Sorunu’nun (1872’de yayımlandı), Engels tarafından anımsanan parçası şu:
“Gerçeklikte, Almanya’da da, devlet, varolduğu biçimi ile, içinden çıkmış bulunduğu toptumsal altyapının zorunlu ürünüdür. Prusya’da, ve bugün sözünü yürüten Prusya’dır, her zaman güçlü bir toprak soyluluğunun yanında, şimdiye kadar, ne Fransa’daki gibi dolaysız siyasal iktidarı, ne de, İngiltere’deki gibi azçok dolaylı iktidarı eline geçirmiş, görece genç ve hele çok tabansız bir burjuvazi var. Ama bu iki sınıfın yanında da, hızla büyüyen ve günden güne daha çok örgütlenen, kafaca çok gelişmiş bir proletarya var. Yani burada, eski mutlak krallığın temel koşulu olan: toprak soyluluğu ile burjuvazi arasındaki dengenin yanısıra, modern bonapartçılığın temel koşulu olan: burjuvazi ile proletarya arasındaki dengeyi de görüyoruz..
Ama, eski mutlak krallıkta olduğu kadar. modern bonapartçı krallıkta da, gerçek hükümet iktidarı, Prusya’da, ya o özel subay ve memurlar kastının kendi saflarından, ya küçük meşruta (majorat) soyluluğundan, çok seyrek olarak büyük soyluluk ve en az da burjuvaziden gelen özel bir subay ve memurlar kastının elinde bulunur. Bu kastın, onu toplumun dışında, ve deyim yerindeyse üstünde tutar gibi görünen özerkliliği, devlete, toplum karşısında bir bağımsızlık görünüşü kazandırır. (La Question du logement, Bureau d’éditions, 1936, s. 72-73.) s. 26
[7] 1873-74 iktisadi bunalımı. s. 28
[8] 1869’da kurulan, Eisenach partisi denilen “Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin, W. Liebknecht tarafından yönetilen organı, -Vorwärts’ın habercisi. s. 29
[9] Birinci Alman Reichstag için yapılan seçimlerde (1871), Alman sosyalist işçileri toplam 102.000 oy elde ettiler; 1874’te (Ocak seçimleri) 352.000 oy topladılar. s. 30
[10] Top barutunun, Araplara, Hindistan’dan geçerek, Çin’den getirildiği, ve Avrupa’ya da, ateşli silahlar ile, İspanya yolundan, Araplardan geldigi, hiç bir kuşkuya yer kalmamak üzere, bugün tanıtlanmış bulunmaktadır. s. 36
[11] Hanse: Ortaçağda, çoğu Kuzey Almanya’da bulunan bazı Avrupa kentleri arasındaki tecim ortaklığı. -ç. s. -36
[12] Charles-Quint tarafından (Caroline adı buradan geliyor) 1532’de yayımlanan ve 18. yüzyıla kadar yürürlükte kalan 16. yüzyıl ceza mevzuatı. Gene de o zaman yürürlükte olan yöntemlere bir hafifleme getiriyyordu. s. 48
[13] Lyon’lu zengin bir tecimen olan Pierre de Vaux tarafından 1776’larda kurulduğu söylenen vaudois mezhebi, ilk saflığa bir dönüşü salık veriyordu ve İtalya’nın kuzeyinde, Fransa’nın güneyinde, Almanya ve Bohemya’da gelişmişti. Papa Sixte IV, bunlara karşı 1477’de bir haçlı seferi düzenledi. s. 54
[14] Albililer, 11. ve 12. yüzyıllarda, Fransa’nın güneyinde yayılan dinsel bir mezhep kurdular. Merkezleri Albi’deydi. Havarice Hıristiyanlığı öğretiyor ve törelerinde İncil sadeliğine uyuyorlardı. Papa Innocent III, bunlara karşı 1209’da bir Haçlı Seferi düzenledi. Albililer savaşı yirmi yıl sürdü. s. 54
[15] Burada her halde, masumluk durumuna dönüşü ve tüm uygar ve dinsel yasanın kaldırılmasını salık veren Pikardiyalıların mezhep sapkınlığı söz konusu. Bunlar, İngiliz begardları ve lollardları gibi, adamite bir mezhep kurmuşlar, kadınlar ve mallarda ortaklık uyguluyor ve gerçek bir ütopyacı komünizmi temsil ediyorlardı. s. 54
[16] “Ucuz bir hükümet anlamına gelen bu sözcükler, asıl metinde Fransızca yazılmış. -ç. s. 54
[17] Huss hareketinden doğmuş bulunan kalikstenler (calice, yani kiliselerdeki kutsal çanak sözcüğünden geliyor), iki kutsal nesne (ekmek ve şarap) altında communion (kudas ayininde şaraplı ekmek yeme) istiyorlardı. Bunlar, burjuvalar ile, özellikle kilise mallarının zoralımını gözeten küçük soyluluk üyelerini bir araya getiriyorlardı. s. 55
[18] John Ball, vaiz konusu olarak, şunu almıştı: “Adem toprağı beller, Havva iplik eğirirken, soylu kişi neredeydi? s. 56
[19] İnsanları, günahları için bedensel olarak cezalandıran flagellantlar fle yoksulluk ve ilkel sadeliğe dönmeyi öneren lollardların mistisizmi, özellikle yoksul katmanlar arasında yayılmıştı ve manastır tarikatlarına düşmandı. s. 56
[20] Apocalypse’deki bir parçaya dayanan chiliaste’lar, İsa’nın dünyaya dönüşünü ve bir yıllık egemenliğini haber veriyorlardı. s. 57
[21] Augsbourg itirafı (la Confession d’Augsbourg), 1530’da, protestan prensler tarafından, imparator Charles-Quint’e sunulan credo, yani kanışlarının ilkelerini ve Roma Katolik Kilisesinde yapılacak reformları bir bir sayan bir belgedir. s. 60
[22] “Eşeğe gereken yem, yük ve kırbaçtır. s. 62
[23] Arkebüz, 17. yüzyıla kadar kullanılan bir çeşit tüfek. s. 62
[24] 1842 baskısında Zimmermann tarafından da bu tarih verilmiştir. Ama onun 1856 baskısına ve başka kaynaklara göre, Münzer’in doğum yılı, ya 1490, ya da 1493 olacak. s. 63
[25] Ölümsüz İncil öğretisi Joachinisme adı altında tanınan 17. yüzyıl İtalyan mistiği. Bu öğreti Roma tarafından kargışlandı ve kovuşturmaya uğradı. s. 63
[26] 20 nolu dipnota bakınız. -ç. s. 63
[27] Sözcük oyunu. Lügner, Almancada yalancı demektir. Burada Luther yerine kullanılıyor. s. 68
[28] Yani elli yılda bir borçların silinmesini. -ç. s. 78
[29] Rottweil mahkemesi, altı imparatorluk yargılama alanından biri idi. Yargılama yetkisi, Wurtemberg’in bir bölümü, Baden ve Alsas üzerine yayılıyordu. Yargıçlar soylulardan oluşuyor ve yargıçlık görevi kalıtımla babadan oğula geçiyordu. s. 79
[30] Székler, Transilvanyalı Macar. s. 88
[31] “Sicilya akşam duaları, “vêpres sicilliennes, yani Sicilya’daki Fransızların, 1282’de, Saint Louis’nin kardeşi Charles d’Anjou yönetimi zamanında, Paskalyanın Pazartesi günü, akşam duası çanları çaldığı sırada, ayaklanan Sicilyalılar tarafından kılıçtan geçirilmeleri. -ç. s. 88
[32] Aziz Augustin tarikatından olan kimse. -ç. s. 92
[33] İki-Gül Savaşı, armasında beyaz bir gül bulunan York hanedanı ile, armasında kızıl bir gül bulunan Lancaster hanedanının, İngiltere tahtı için giriştikleri savaşımdır. Savaş, acımasız bir biçimde, 1451’den’1485’e kadar sürdü ve İngiliz soyluluğunu kırıp geçirdi. s.95
[34] Rottweil mahkemesi gibi, imparatorluğun altı mahkeinesinden biri. s. 101
[35] Ferdinand Alverez de Tolède, duc d’Albé, (1508-1582) Charles-Quint ile Philippe II’nin, kan dökücülüğü ile ünlü generali. -ç. s. 101
[36] Modern tarihçiler tarafından yapılan araştırmalardan, Florian Geyer’in, o sırada, Rothenbourg Konseyi ile, bu kentin köylü ayaklanmasına katılması konusunu görüşmekle uğraştığından, Frauenberg’e karşı o başarısız saldırıya katılmadığı sonucu çıkıyor. s. 123
[37] Pentecote (pentkot), Yunanca pentêkoste, yani ellinci gün sözcüğünden gelen bir yortu adı. Yahudilerde, Tanrının. Musa’ya yasa levhalarını indirdiği günün anısı; hıristiyanlarda ise Kutsal-Ruhun havarilere indiği günün anısı,Paskalyadan elli gün sonra, bu gün kutlanır. -ç. s. 124
[38] Florian Geyer’in, Suab Birliği askerleri ile dövüşerek ölmediği ama Florian Geyer’in karısı Barbara von Grumbach’ın erkek kardeşi, yani kendi kayın biraderi Wilhelm von Grumbach tarafından (ya da onun buyruğu ile), Wurzbourg yakınlarında, Rimpar’da kahpece öldürüldüğü bugün anlaşılmıştır. s. 124