VI
Düzen partisinin, askeri iktidarı elinde tutmak ve yürütme gücünün en yüksek yönetimini yeniden ele geçirmek için boşuna sarfettiği çabada, kendini Montagne ile ve katıksız cumhuriyetçilerle güçbirliği yapmak zorunda görmesi, kendi parlamenter çoğunluğunu yitirmiş olduğunu yadsınamaz bir biçimde tanıtlıyordu. Takvimin yalın gücü, saatlerin akrebi, 29 Mayıs[33*] günü düzen partisinin tam parçalanmasının işaretini verdi. 29 Mayıs ile Ulusal Meclisin son yılı da başladı. Bundan böyle, meclisin, ya anayasanın değişiklik yapmadan olduğu gibi saklanması, ya da değiştirilmesi lehinde karar vermesi gerekiyordu. Ama anayasanın değiştirilmesi yalnızca burjuvazinin ya da küçük-burjuva demokrasisinin egemenliği anlamına, demokrasi ya da proletarya anarşisi, parlamenter cumhuriyet ya da Bonaparte anlamına gelmiyordu, bunlar kadar Orleans ya da Bourbon anlamına (sayfa 548) da geliyordu! Böylece, anlaşmazlık elma’sı parlamentonun ortasına düştü, onun çevresinde çıkar çatışmaları kaçınılmaz olarak alevlenecek ve bu çatışmalar düzen partisini karşıt kesimlere bölecekti. Düzen partisi, türdeş olmayan toplumsal öğelerin bir karışımı idi. Anayasa değişikliği sorunu, bu karışımın ürününü, başlangıçtaki ilkel öğelerine ayrıştıran siyasal bir sıcaklık yarattı.
Bonapartçıların, anayasanın değiştirilmesindeki çıkarları basitti. Onlar için her şeyden önce Bonaparte’ın yeniden seçilmesini yasaklayan 45. maddeyi kaldırmak ve onun iktidarının uzatılmasını sağlamak sözkonusuydu. Cumhuriyetçilerin tutumları da daha az basit görünmüyordu. Onlar, anayasanın her türlü değişikliğini cumhuriyete karşı genel bir komplo gibi gördüklerinden, kesinlikle reddediyorlardı. Cumhuriyetçiler, Ulusal Meclisin dörtte-birinden fazla oya sahiptiler ve anayasa gereğince, yasal olarak anayasanın değiştirilmek üzere gözden geçirilmesine karar verebilmek ve bu değişikliği yapmakla görevli bir meclisi toplantıya çağırmak için oyların dörtte-üçü gerekli olduğundan, onların zafere güvenmeleri için, oylarına sahip çıkmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Ve zaferden emin bulunuyorlardı.
Bu açık tutumların karşısında, düzen partisi, içinden çıkılmaz çelişkilerin oyuncağı durumunda bulunuyordu. Eğer değişikliği reddederse, Bonaparte’a yalnız bir tek çıkış yolu, yani zor kullanma yolunu bırakarak, Fransa’yı, 2 Mayıs 1852 tarihinde, yani karar anında, bütün otoritesini yitirmekte olan bir cumhurbaşkanı, artık çoktan beri otoritesi olmayan bir parlamento ve onu yeniden ele geçirmeyi düşünen bir halk ile devrimci anarşiye terkederek, statusquo’yu tehlikeye atıyordu. Eğer anayasa değişikliği lehinde oy verirse, oyunun boşa gideceğini ve kaçınılmaz olarak, anayasa gereğince, cumhuriyetçilerin vetosuyla karşılaşacağını biliyordu. Eğer, anayasaya aykırı olarak, adi çoğunluğun yeterli olduğunu açıklarsa, yürütme gücünün keyfine kayıtsız şartsız boyun etmedikçe, devrimi önlemeyi umamıyordu, ama böylelikle de, Bonaparte’ı, anayasanın, değişikliğin ve kendi kendisinin efendisi haline getiriyordu. Cumhurbaşkanının iktidarını uzatan sadece kısmi bir değişiklik, imparatorluk doğrultusunda bir gaspa yolaçıyordu. (sayfa 549) Cumhuriyetin ömrünü kısaltan genel bir değişiklik, zorunlu olarak, hükümdarlık üzerinde hak iddia edenler arasında bir çekişmeye götürüyordu, çünkü krallığın Bourbon’lar açısından dirilmesinin koşulları ile Orleans’lar açısından dirilmesinin koşulları, yalnızca birbirinden ayrı olmakla kalmıyordu, ayrıca karşılıklı olarak birbirleri ile tam bağdaşmaz, tekelci bir durumda bulunuyorlardı.
Parlamenter cumhuriyet, burjuvazinin meşruiyetçi ve orleancı iki kesiminin, büyük toprak mülkiyeti ile sanayiin, birbiri yanında, eşit haklara sahip olarak birarada bulunabildikleri tarafsız alan olmaktan fazla bir şeydi. Parlamenter cumhuriyet bu kesimlerin ortak egemenliklerinin vazgeçilmez koşulu, onların genel sınıf çıkarlarının, hem bu ayrı ayrı kesimlerin, hem de toplumun bütün öteki sınıflarının istemlerine egemen olabileceği tek devlet biçimi idi. Onlar kralcı olmak sıfatıyla, toprak mülkiyetinin ya da paranın üstünlüğü uğruna savaşımlarında yeniden uzlaşmaz bir çelişki içine düşüyorlardı ve bu uzlaşmaz çelişkinin en yüce ifadesi, kralların kendilerinde ve hanedanlarında kişileşiyordu. Düzen partisinin Bourbon’ların geri çağrılmasına karşı direnmesi de bundandı.
Orleancı milletvekili Creton, 1849’da, 1850’de ve 1851’de belirli aralarla, krallık ailelerine karşı yöneltilmiş sürgün kararının kaldırılması önerisini meclise sunmuştu. Parlamento, gene aynı belirli aralarla, sürgüne gönderilmiş krallarının ülkeye dönebileceği kapıları kapamakta ayak direyen bir kralcılar meclisi görünümü veriyordu. Richard III, bu yeryüzü için fazla iyi olduğunu ve onun yerinin gökyüzünde bulunduğunu açıklayarak Henri VI’yı öldürmüştü. Onlar ise, Fransa’nın yeniden krallarına sahip olamayacak kadar kötü olduğunu açıklıyorlardı. Koşulların zoru ile cumhuriyetçi olmuşlardı ve birçok kez, Fransa’nın kendi krallarını sürmüş olan halkın kararını onaylamak zorunda kaldılar.
Anayasa değişikliği durum, bu konuyu dikkate almaya zorluyordu cumhuriyetten başka ayrıca burjuvazinin iki kesiminin ortak egemenliklerini de tehlikeye sokuyordu ve monarşinin yeniden kurumlaşması olasılığı ile, sırasıyla daha çok temsil ettiği çıkarlar arasında rekabet uyandırıyor ve bir kesimin öteki kesim üzerindeki üstünlüğü için (sayfa 550) savaşımı canlandırıyordu. Düzen partisinin diplomatları, iki hanedanın, kralcı partilerin ve onların kral ailelerinin bir kaynaşması dedikleri şeyle, savaşımı kapatabileceklerini sanıyorlardı. Restorasyon ile temmuz monarşisinin gerçek kaynaşması, parlamenter cumhuriyetti. Parlamenter cumhuriyette orleancı ve meşruiyetçi renkler kaynaşıp yumuşuyor, ayrı ayrı burjuva çeşitleri, kısaca burjuvada, burjuva cinsinde kayboluyordu. Ama, şimdi orleancı meşruiyetçi, meşruiyetçi ise orleancı olacaktı. Onların uzlaşmaz karşıtlıklarını kişileştiren krallık, onların birliklerini cisimleştirecekti ve onların salt kesimlere özgü dar çıkarlarını, sınıflarının ortak çıkarı yapacaktı. Monarşi, iki monarşinin yadsınmasının, yani cumhuriyetin gerçekleştirebileceği ve gerçekten de gerçekleştirdiği şeyi gerçekleştirecekti. Bu, düzen partisi doktorlarının, üretmek için kafa patlattıkları simya taşı idi. Sanki meşru monarşi, sanayi burjuvazisinin monarşisi haline gelebilirmiş gibi, ya da burjuva krallığı mirasa dayanan toprak aristokrasisinin krallığı olabilirmiş gibi! Taç, ancak bir tek başa, büyük kardeşin ya da küçük kardeşin başına geçirilebileceği halde, sanki toprak mülkiyeti ile sanayi aynı tacın altında kardeşleşebilirlermiş gibi! Sanki, toprak mülkiyeti, kendini sanayileştirmeye karar vermediği sürece, genel anlamda, sanayi, toprak mülkiyeti ile uzlaşabilirmiş gibi! Eğer Henri V yarın ölseydi, Paris kontu, orleancıların kralı olarak kaldığı sürece, sanki meşruiyetçilerin kralı olamayacaktı. Bununla birlikte, anayasa değişikliği sorunu gitgide ön plana geçtikçe kendilerine bir o kadar daha önem veren, Assemblde Nationale[179] ile kendilerine gündelik resmi bir organ kuran ve şu anda (Şubat 1852) yeniden işe koyulmuş bulunan kaynaşma filozofları, sorunun bütün güçlüğünün, iki hanedanın direnişinden ve rekabetinden ileri geldiği düşüncesinde idiler. Louis-Philippe ölür ölmez girişilen, ama hanedan entrikaları gibi genellikle kulislerde, Ulusal Meclisin tatilleri sırasında, yani perde aralarında, sorunu ciddiye almaktan çok, eski körü körüne bir bağlılıkla gönül avcılığı oynayarak yürütülen Orleans ailesini Henri V ile uzlaştırma çabaları, bundan böyle bir devlet işi oldu ve düzen partisi tarafından, şimdiye kadar olduğu gibi amatör bir sahnede oynanacağı yerde kamu sahnesine aktarıldılar. Ulaklar, (sayfa 551) Paris’ten Venedik’le,[295](sayfa 552) diriltilmesi iki hanedanm kaynaşmasını ve bu cinsten her çeşit kaynaşma ile Orleans sülalesinin tahttan elçekmesini gerektiriyordu ve buna karşılık geçici olarak cumhuriyeti tanımak ve olayların cumhurbaşkanlığı koltuğunu bir tahta dönüştürmeye olanak yaratmasını beklemek, atalarının geleneğine tamamen uygundu. Prens Joinville’in adaylığı söylentisi ortalığa yayıldı, kamuoyu, bir süre meraktan nefesi kesilmiş durumda tutuldu, ve aradan birkaç ay geçince, anayasa değişikliği geri çevrildikten sonra, eylül ayında Joinville’in resmen adaylığı kondu.
Böylece orleancılar ile meşruiyetçiler arasında kralcı kaynaşma girişimi sadece başarısızlığa uğramakla kalmamış, onların parlamenter kaynaşmalarını da, ortak cumhuriyetçi biçimlerini de parçalamış ve düzen partisini yeniden ilkel öğelerine ayrıştırmıştı. Ama, Claremont ile Venedik arasındaki ilişkiler gerginleştikçe, aralarındaki uzlaşma bozuldukça, Joinville çevresindeki çalkantı genişlik kazandıkça, Bonaparte’ın bakanı Faucher ile meşruiyetçiler arasında başlamış olan görüşmeler, giderek daha ateşli, daha ciddi oluyordu.
Düzen partisinin çözülmesi, ilkel öğelerinde durmadı. Bu büyük kesimlerin herbiri, kendi içinde parçalandı. Sanki eskiden, meşruiyetçi ve orleancı, iki klandan herbiri içinde birbirlerine çarpan ve birbirleriyle çatışan eski siyasal nüanslar, suyu bulunca yeniden canlılık kazanan kurumuş haşlamlılar gibi yeniden ortaya çıkıyordu ve sanki onlar da kendilerine özgü gruplar oluşturmak ve bağımsız uzlaşmaz çelişkiler meydana getirmek üzere yeteri kadar dirimsel güç kazanıyorlardı. Meşruiyetçiler, Tuilerdes ile Pavillon Marsan arasındaki, Villèle ile Polignac arasındaki çekişmeleri anımsadılar.[296] Orleancılar, Guizot, Molé, Broglie, Thiers ve Odilon Barrot arasındaki turnuvaların altın çağını yeniden yaşadılar.
Düzen partisinin anayasanın değiştirilmesinden yana olan, ama bu konu dışında kendi içinde bölünmüş olup, bir yandan Berryer ve Falloux, öte yandan da Rochejaquelin tarafından yönetilen meşruiyetçiler ile, Molé, Broglie, Montalernbert ve Odilon Barrot’nun yönetimi altındaki savaşımdan yorulmuş orleancılardan oluşan kesimi, şu aşağıdaki (sayfa 553) belirsiz, anlaşılmaz önergeyi meclise sunmak için bonapartçı temsilcilerle birleşti: “Aşağıda imzası bulunan temsilciler, ulusa, egemenliğinin kayıtsız şartsız tam kullanma hakkını teslim etmek amacıyla anayasanın değiştirilmesini önerirler.” Ama aynı zamanda, oybirliği ile Ulusal Meclisin cumhuriyetin kaldırılmasını önermeye hakkı olmadığını, yalnız anayasayı değiştirecek meclisin böyle bir hakka sahip olduğunu, sözcüleri Tocqueville’in ağzından açıkladılar. Zaten, anayasa, ancak “yasal” yoldan dolayısıyla da yalnız anayasanın buyurduğu dörtte-üç oy çoğunluğu karar verirse değiştirilebilirdi. Altı günlük gürültülü tartışmalardan sonra, 18 Temmuzda, anayasanın değiştirilmesi önerisi, önceden de tahmin edildiği gibi, reddedildi. 446 oy değişiklik lehinde kullanıldı, ama karşı-oylar 278 idi. Gerçek orleancı bilinenler, Thiers, Changarnier ve ötekiler, cumhuriyetçilerle ve Montagne ile birlikte oy verdiler.
Parlamentonun çoğunluğu, böylece anayasaya karşı olduklarını açıklıyorlardı, ama bizzat bu anayasa, azınlıktan yana olduğunu açıklıyordu ve azınlığın kararına zorunlu bir nitelik veriyordu. Oysa düzen partisi, 31 Mayıs 1850’de, 13 Haziran 1849’da anayasayı çoğunluğa bağımlı kılmamış mıydı? Onun tüm geçmiş politikası, anayasa paragraflarının parlamenter çoğunluğun kararlarına bağımlılığına dayanmıyor muydu? Düzen partisi, yasa metni halinde Nuh nebiden kalma boş inanları demokratlara bırakmamış mıydı ve demokratları bununla cezalandırmamış mıydı? Ama şimdi, şu anda, anayasa değişikliği cumhurbaşkanlığı iktidarının sürdürülmesinden başka bir anlama gelmiyordu, nasıl ki anayasanın olduğu gibi korunması da Bonaparte’ın görevden alınmasından başka bir anlama gelmiyorduysa. Parlamento, Bonaparte’tan yana oyunu açıklamıştı, ama anayasa, parlamentoya karşı bir düşünce taşıyordu. Demek ki, o, anayasayı yırtarken parlamentonun anlayışında, parlamentoyu kovarken de anayasa doğrultusunda hareket ediyordu.
Parlamento, anayasayı ve onunla birlikte kendi egemenliğini “çoğunluk-dışı” ilân etmişti. Parlamento, kararı ile anayasayı ortadan kaldırmış, bakanlık iktidarını uzatmış, ve aynı zamanda da kendisi var olmaya devam ettikçe, ne birinin ölebileceğini, ne de ötekinin yaşayabileceğini ilân (sayfa 554) etmişti. Onu gömecek olan mezar kazıcıları daha şimdiden kapısına dayanmışlardı. Parlamentoda anayasa değişikliğinin tartışıldığı sırada, Bonaparte, kararsız görünen General Baraguay d’Hilliers’nin birinci askeri tümen komutanlığını elinden alıyor, onun yerine, Lyon galibi, aralık günleri kahramanı, Bonaparte’ın daha Louis-Philippe zamanında, Boulogne seferi vesilesiyle azçok kendisiyle uzlaşmaya girmiş adamlarından biri olan General Magnan’ı getiriyordu.
Düzen partisi ise, anayasa değişikliğine ilişkin kararı ile, ne yönetmeyi ne de hizmet etmeyi, ne yaşamayı ne de ölmeyi, ne cumhuriyete katlanmayı ne de onu devirmeyi, ne anayasayı sürdürmeyi ne de ondan kurtulmayı, ne cumhurbaşkanı ile işbirliği yapmayı ne de onunla tüm ilişiği kesmeyi bilmediğini gösterdi. Peki düzen partisi, bütün bu çelişkilerin çözümünü kimden bekliyordu? Takvimden, olayların gidişinden. Olaylar üzerinde bir etkinliği olduğunu varsaymaktan vazgeçiyor, böylelikle onları kendisine karşı zor kullanmaya zorluyordu, bu yüzden de, halka karşı savaşımında iktidara vergi bütün özel nitelikleri karşısında tamamıyla güçsüz bir halde görününceye kadar birer birer kendisine bıraktığı gücü kışkırtıyordu. Yürütmenin başkanına, kendisine karşı kampanyayı daha rahat hazırlayıp geliştirmesi, saldırı araçlarını güçlendirmesi, silahlarını seçmesi, mevzilerini berkitmesi olanağını vermek için tam en tehlikeli anda sahneden çekilmeye ve 10 Ağustostan 4 Kasıma kadar, üç ay tatile girmeye karar verdi.
Parlamento partisi, yalnız iki büyük kesime bölünmüş olmakla, yalnız bu kesimlerin herbiri de kendi içlerinde bölünmüş olmakla kalmıyordu, parlamentodaki düzen partisi parlamento dışındaki düzen partisi ile çatışmaya başlamıştı. Burjuvazinin konuşmacıları, yazarları, kürsüsü ve basını, kısacası, burjuvazinin ideologları ve bizzat burjuvazi, temsilciler ve temsil edilenler birbirlerine yabancı olmuşlardı ve artık birbirlerinin dilini anlamıyorlardı.
Taşra illerindeki meşruiyetçiler, sınırlı ufukları ve sınırsız coşkuları ile, kendi parlamento liderleri olan Berryer ile Falloux’yu, Bonaparte’ın safina geçmekle ve Henri V’in davasını bırakmakla suçluyorlardı. Onların bir zambak saflığındaki zekaları günaha inanıyordu, ama diplomasiye (sayfa 555) inanmıyordu.
Ticaret burjuvazisi ile kendisini temsil eden politikacılar arasındaki kopma, kıyaslanamayacak kadar daha kaçınılmaz, daha kesin oldu. Ticaret burjuvazisi, temsilcilerini, meşruiyetçilerin kendi temsilcilerine yaptıkları gibi ilkelerden ayrılmakla değil, tam tersine, yararsız hale gelen ilkelere bağlı kalmakla suçluyordu.
Daha önce, Fould’un bakanlar kuruluna girişinden beri, Louis-Philippe döneminde iktidarın en büyük bölümünü elinde bulunduran ticaret burjuvazisi kesimi, mali aristokrasi, bonapartçı olmuştu. Fould, yalnız borsada Bonaparte’ın çıkarlarını temsil etmiyordu, bir onun kadar, borsanın Bonaparte yanındaki çıkarlarını da temsil ediyordu. Mali aristokrasinin tutumu, kendi Avrupa organı olan Londra’nın Economist’inde[297] en göze çarpar bir biçimde betimlenmiş bulunuyor. 1 Ocak 1851 tarihli sayısında, bu gazete, Paris muhabirinden naklen şöyle yazıyordu:
“Şimdi herbir yandan gelen haberlerden Fransa’nın her şeyden çok huzur istediğini saptayabilmiş bulunuyoruz. Cumhurbaşkanı Yasama Meclisine yolladığı mesajda bunu açıklıyor, aynı şey, meclis kürsüsünden yankılanıyor, basın bunu olumluyor, vaiz kürsüsü bunu ilân ediyor, devlet tahvillerinin en ufak birkargaşalık kuşkusuna karşı duyarlılığı, ve yürütme gücünün üstün gelişinde her sefer devlet tahvillerinin de sağlamlık kazanması bunu tanıtlıyor.”
Economist, 29 Kasım 1851 tarihli sayısında kendi adına şöyle diyor: “Avrupa’nın bütün borsalarında, cumhurbaşkanı, bugünkü günde düzenin bekçisiolarak bilinmektedir.”
Bunun için, mali aristokrasi, düzen partisinin yürütmeye karşı yürüttüğü parlamenter savaşımı, düzeni karıştırmak diye kargışlıyor ve başkanın sözde temsilcilere karşı her zaferini düzenin bir zaferi olarak kutluyordu. Burada mali aristokrasi denilince, yalnız çıkarları iktidarın çıkarları ile birbirine denk düşen istikraz veren büyük iş adamlarını ve devlet tahvilleri spekülasyoncularını anlamamak gerekir. Bütün modern maliye (finans) alemi, bütün bankalar alemi, devlet kredisinin idame’si ile çok yakından ilgilidir. Onların ticari sermayelerinin bir bölümü, zorunlu olarak, hızla paraya çevrilebilir devlet tahvillerine yatırılmış durumdadır. (sayfa 556) onların emrine konmuş olan ve tacirlerle sanayiciler arasında paylaşılan depozitolar ve sermaye, kısmen devlet tahvilleri sahiplerinin aldıkları faizlerden gelir. Eğer bütün çağlarda, iktidarın sağlamlığı, para pazarı için ve bu pazarın papazları için Musa ve peygamberler anlamına geldiyse, şimdi, her tufanın, eski devletlerle birlikte eski devlet borçlarını da alıp götürmek korkusunu yarattığı bir zamanda, bu özellikle böyle değil midir?
Onun için, sanayi burjuvazisi, bir düzen bağnazlığı içinde, parlamenter düzen partisi ile yürütme gücü arasındaki sürekli çekişmelerden hoşnutsuzdu. Thiers, Anglas, Sainte-Beuve ve ötekiler Changarnier’nin görevden alınması dolayısıyla yapılan 18 Ocak oylamasından sonra, kendi müvekkillerinden, özellikle sanayi bölgelerinden olanlardan, açık uyarılar aldılar, bu uyarılarda, bu Montagne ile ittifakları düzene karşı büyük hiyanet olarak damgalanmıştı. Eğer, gördüğümüz gibi, düzen partisinin cumhurbaşkanına karşı savaşımını ortaya koyan palavracı sataşmalar, küçük entrikalar, daha iyi bir karşılayışı haketmiyorlarsa, beri yandan, temsilcilerinden askeri iktidarı, direnç göstermeden kendi parlamentosunun elinden alıp serüvenci bir taht talibinin eline teslim etmelerini isteyen bu burjuva partisi, kendi çıkarına bol bol çevrilen bu entrikaları bile haketmiyordu. Kendi genel çıkarlarını, kendi sınıf çıkarlarını, kendi siyasal gücünü
Taşra kentlerinin burjuva ileri gelenleri, belediye yetkilileri, ticaret mahkemeleri yargıçları, vb., her yerde hemen hemen ayrıksız, Bonaparte’ı, gezileri sırasında, en kölece bir bağlılıkla, hatta Dijon’da olduğu gibi, Ulusal Meclise, ve özellikle de düzen partisine hiç sözünü sakınmadan saldırdığı zaman bile en kölece bir yardakçılıkla karşıladılar.
İşler iyi gitmekte iken, henüz 1851’in başlarında olduğu gibi, tüccar burjuvazi, ticaretine zarar verebilecek her türlü parlamenter savaşıma karşı başkaldırıyordu. İşler kötü giderken, 1851 yılı şubat ayı sonundan bu yana daima olduğu gibi, işlerin durmasının nedeni olarak parlamenter savaşımdan yakınıyordu ve ticaretin yeniden başlaması için bu (sayfa 557) savaşıma son verilmesini bağıra çağıra istiyordu. Anayasanın değiştirilmek üzere görüşülmesi sırasında yapılan tartışmalar, tam bu kötü döneme rastladı. Burada, bizzat devlet biçiminin varlığı yokluğu sözkonusu olduğundan, burjuvazi, temsilcilerinden, kendisini çok bunaltan bu geçici yönetime son vermelerini ve aynı zamanda status quo’nun korunmasını istemekte, kendini, o kadar çok haklı buldu. Bunda hiç bir çelişki yoktu. Geçiciliğe son vermek, burjuvazi için, kesinlikle onu sürdürmek, bir karar almasını gerektirecek anı, belirsiz bir uzaklığa götürmek demekti. Status quo ancak iki biçimde sürdürülebilirdi: Bonaparte’ın iktidarını uzatarak, ya da anayasanın maddelerine uygun olarak Bonaparte’ın yetkilerini elinden alarak ve Cavaignac’ı seçerek. Burjuvazinin bir bölümü bu son çözümü diliyordu ve temsilcilerine susmaktan ve bu netameli soruna dokunmamaktan daha iyi bir öğüt veremiyordu. Eğer temsilcileri konuşmazsa, Bonaparte bir davranışta bulunmaz diye düşünüyordu. Bu burjuvazi, doğrusu, görünmemek için başını kuma gömecek bir devekuşu parlamento istemekteydi. Burjuvazinin bir başka bölümü, her şey gene olduğu gibi kalsın diye, zaten cumhurbaşkanlığı koltuğunda olduğuna göre Bonaparte’ı o koltukta bırakmak istiyordu. Bunlar, parlamentoları anayasanın açıkça ırzına geçmediği ve işi uzatmadan yetkilerinden el çekmediği için öfkeleniyordu.
Ulusal Meclisin tatili sırasında 25 Ağustosta toplanan il genel kurulları, hemen hemen oybirliği ile anayasanın değiştirilmek üzere görüşülmesi lehinde, dolayısıyla parlamentoya karşı ve Bonaparte’tan yana görüşlerini açıkladılar.
Ama burjuvazi, yazın alanındaki temsilcilerine, kendi başına karşı aşırı öfkesini parlamentodaki temsilcilerine karşı gösterdiği öfkeden daha açık, kesin bir biçimde gösterdi. Burjuva gazetecilerinin, Bonaparte’ın gasp isteklerine karşı yönelttikleri her türlü saldırı için ve basının, yürütme gücüne karşı burjuvazinin siyasal haklarını savunmak üzere yaptığı her türlü girişim için, burjuva jürilerinin verdikleri ağır para cezaları ve duyulmadık hapis cezaları, yalnız Fransa’da değil, tüm Avrupa’da genel bir şaşkınlık yarattı.
Daha yukarıda gösterdiğim gibi, düzenin parlamenter partisi, huzur için bağırıp çağırmaları ile kendi kendini (sayfa 558) eylemsizliğe mahküm etti ise, burjuvazinin siyasal egemenliğini, burjuvazinin varlığı ve güvenliği ile bağdaşmaz ilan etti ise, toplumun öteki sınıflarına karşı savaşımında, kendine özgü rejimin, yani parlamenter rejimin bütün koşullarını kendi elleri ile yıktı ise, burjuvazinin parlamento-dışı kitlesi de, tersine, başkana karşı kölece boyun eğişiyle, parlamentoya karşı sövmeleri ile, kendi basınına karşı kabaca davranışı ile Bonaparte’a kuvvetli ve mutlak bir hükümetin koruyuculuğu altında, güven içinde kendi özel işleriyle uğraşabilmesi olanağını sağlamak üzere, onu, burjuvazinin kendi konuşmacılarını ve yazarlarını, politikacılarını ve yazıncılarını bastırmaya ve kökünü kazımaya kışkırttı. Bu kesim, aynı zamanda, iktidarın hem tasalarından, hem de tehlikelerinden kurtulmak isteğiyle yanıp tutuştuğunu dobra dobra açıkladı.
Ve, daha önce kendi öz sınıfının egemenliğinden yana parlamenter ve yazınsal savaşımdan hoşnut olmayan ve bu savaşımın önderlerine ihanet etmiş olan bu burjuvazi, şimdi iş işten geçtikten sonra, hiç çekinmeden, proletaryayı, kendisi için kanlı bir savaşım, kıyasıya bir savaşım yürütmek üzere ayaklanmamış diye kınıyor. Her an kendi genel sınıf çıkarını, kendi siyasal çıkarını en sınırlı, en kirli özel çıkarlarına feda eden, temsilcilerinden de aynı doğrultuda bir fedakarlık isteyen bu burjuvazi, şimdi hiç çekinmeden proletaryayı genel siyasal çıkarlarını maddi çıkarlarına feda etmekle suçluyor. Sosyalistlerin doğru yoldan saptırdığı proletaryanın değerini bilmediği ve en kesin anda yalnız başına bıraktığı bir iyi yürekli bir saf yaratıkmış gibi davranıyor. Tüm burjuva aleminde, genel bir yankı bile buluyor. Elbette ki, burada, Almanya’nın aynı kafadan politikacılarından ve aydın ayaktakımından sözetmiyorum. Örneğin, gene, 29 Kasım 1851’de, yani hükümet darbesinden ancak dört gün önce, hâlâ Bonaparte’ı “düzenin bekçisi” ilan eden ve Thiers ve Berryer’i “anarşist” diye nitelendiren ve daha 27 Aralık 1851’de Bonaparte bu anarşistleri istirahata mahkum ettiği zaman, “…cahil, kaba, sersem proletarya kitlelerinin, toplumun üst ve orta tabakalarının becerisine, bilimine, disiplinine, kafa yeteneklerine ve manevi niteliklerine karşı işledikleri … ” ihanet üstüne ağlayıp sızlayan bu aynı Economist’e başvuruyorum. (sayfa 559)
Bu sersem, cahil ve kaba yığın, burjuva kitlesinin kendisinden başka bir şey değildi.
Fransa, doğrusu, 1851’de, bir çeşit ticaret bunalımından geçmişti. Şubat sonunda, bir yıl öncesine oranla, ihracatta bir azalmaya tanık olundu. Martta, ticaret azaldı, fabrikalar işi durdurdu. Nisanda, sanayi bölgelerinin durumu Şubat günlerinin ertesinde olduğu kadar umutsuz görünüyordu. Mayısta, işler henüz yola girmemişti. 28 Haziranda hâlâ Fransız Bankasının defterleri, banka mevduatının çok fazla artmasıyla ve teminat karşılıklı avansların aynı ölçüde azalmasıyla, üretimin durduğunu gösteriyordu. Ancak Ekim ortalarındadır ki, işlerde gitgide bir düzelme görüldü. Fransız burjuvazisi, ticaretteki bu, durgunluğu salt siyasal nedenlerle, parlamento ile yürütme gücü arasındaki savaşımlarla, düpedüz geçici bir hükümet biçiminin güvensizliği ile, dehşet salan gelecek 2 Mayıs 1852 endişesi ile açıklıyordu. Bütün bu koşulların Paris’te ve ilçelerde, bazı sanayi dallarında bir çöküşe yolaçtığını yadsımak istemiyorum. Ama, herhalde, siyasal durumun, işlerin gidişi üzerindeki bu etkisi, ancak, yerel ve önemsizdi. Tamamen siyasal durumun ağırlaştığı, siyasal ufkun karardığı ve her an Elysée’den bir şimşek çakmasının beklendiği anda, yani ekimin ortasında ticarette iyileşmenin meydana gelmesinden daha başka tanıtlar gerekir mi? “Becerisi, bilimi, ileri görüşlülüğü, kafa yetenekleri” burnunun ötesine geçmeyen Fransız burjuvazisi de, zaten, Londra Sanayi Sergisi[298] boyunca, kendi ticari zavallılığının gerçek nedenini, tam burnunun dibinde buldu. Fransa’da fabrikalar kapanırken, İngiltere’de, ticarette iflaslar patlak veriyordu. Fransa’da sanayideki panik nisan ve mayıs aylarında doruğuna varırken, İngiltere’de, aynı nisan ve mayıs aylarında ticari panik en yüksek noktasına varıyordu. İngiliz yün sanayii, tıpkı Fransız yün sanayii gibi, ve gene İngiliz ipek sanayii, tıpkı Fransız ipek sanayii gibi bunalım içindeydi. İngiliz pamuklu fabrikaları çalışmayı sürdürdülerse de, bunlar, artık 1849 ve 1850’deki aynı kazançları getirmiyordu. İki bunalım arasındaki tek fark, Fransa’da bunalımın sınai, İngiltere’de ise ticari olması ve Fransa’da fabrikalar işi durdurdukları halde, İngiltere’de gelişmeleri, ama önceki yıllara göre daha elverişsiz koşullarla gelişmeleri, (sayfa 560) Fransa’da dışsatımın (ihracatın), İngiltere’de ise dışalımın (ithalatın) daha çok zarar görmüş olmasıdır. Elbette ki, Fransız siyasal ufkunun sınırlarını aşan bu iki bunalımın ortak nedeni apaçık göze batıyordu. 1849 ve 1850 yılları, çok büyük bir maddi refah ve fazla-üretim yılları olmuşlardı, ancak bu nitelikler, 1851 yılında kendini gösterdi. Bu fazla üretim, yılın başında, sanayi sergisi perspektifleri sonucu büsbütün daha da ağır bir durum almıştı. Buna, bir de, şu aşağıdaki özel durumları eklemek gerekir: ilkönce 1850 ve 1851 yıllarındaki kötü pamuk ürünü, sonra da beklenenden çok daha fazla bir pamuk ürünü alınacağı güvenci; pamuk fiyatlarında önce yükselme, sonra birdenbire hızlı düşme, kısaca dalgalanma. Brüt ipek rekoltesi, hiç değilse Fransa’da ortalamanın altına düşmüştü. Nihayet yünlü imalatı 1848’den beri, o kadar yayılmıştı ki, yün üretimi, yünlü yapımına yetmiyordu ve işlenmemiş yün fiyatı, yünlülerin fiyatına göre çok oransız bir biçimde yükseldi. Bu bakımdan, burada, dünya pazarını ilgilendiren üç sanayiin hammaddelerinin üretiminde üçlü bir ticari durgunluk nedenimiz var. Bu özel durum ve koşullar bir yana bırakılırsa, 1851 yılının göze görünür açık bunalımı, sanayi çevriminde fazla-üretimin ve aşırı spekülasyonun, çevrimin son bölümünü çoğunlukla geçmek ve yeniden başlangıç noktasına genel ticari bunalıma dönüp gelmek üzere bütün güçlerini toplamadan önce meydan verdikleri duraklamadan başka bir şey değildir. Ticaret tarihinin benzer aralıklarında, İngiltere’de ticari iflaslar patlak veriyor, oysa Fransa’da bizzat sanayi durmuştur, kısmen o zaman dayanamadığı İngiliz rekabeti yüzünden bütün pazarlarda geri çekilmek zorunda kaldığı için, kısmen de lüks sanayii olmak bakımından işlerin durmasından en çok zarar gören kendisi olduğundan. Böylece genel bunalımlar dışında, Fransa, kendi ulusal, ama bununla birlikte gene de Fransa’ya özgü yerel etkilerden çok daha fazla dünya pazarının genel durumunun belirlediği ve koşullandırdığı ticari bunalımlar geçirmektedir.
Fransız burjuvasının önyargısını İngiliz burjuvasının değerlendirmesi ile karşılaştırmak yarardan yoksun olmayacaktır. Liverpool’un en büyük firmalarından biri, 1851 yılı için yıllık bilançosundan şöyle yazıyor: (sayfa 561)
“Başlangıcında yapılan tahminleri bu geçtiğimiz yıldan daha çok yalancı çıkaran yıllar azdır. Bu yıl, bütün dünyanın beklediği büyük refah yılı olmak yerine, bir çeyrek yüzyıldan beri en fazla gözkorkutan yıl oldu. Elbette ki, bu, yalnız ticari sınıflar için doğrudur, sınai sınıflar için değil. Ama, bununla birlikte, yılın başlangıcında, bunun tersi öngörüler yapmak için haklı nedenler vardı. Mal stokları azalmıştı, sermaye dolup taşıyordu, besin maddeleri ucuzdu, bol bir ürün almayacağı güven altına alınmıştı. Kıta üzerinde kesintisiz bir barış, ülkede ise siyasal ya da mali kargaşadan uzak kalma. Aslında, ticaretin kanatları, atılımını yapıp havalanabilmek için, hiç bir zaman daha serbest olmamıştı. … Peki bu elverişsiz sonucu neye yüklemeli? Öyle düşünüyoruz ki, dışalımda (ithalatta) olduğu kadar dışsatımda da (ihracatta da) aşırı ticarete yüklemek gerek. Eğer tacirlerimiz kendiliklerinden eylemlerine sınırlar koymazlarsa, her üç yılda bir panikten başka hiç bir şey bizi normal yolda tutamaz.”[34*]
Şimdi de Fransız burjuvasını gözümüzün önüne getirelim: bu ticani paniğin ortasında, hükümet darbesi ve genel seçim sisteminin yeniden kurumlaşması söylentileri ile, parlamento ve yürütme gücü arasındaki savaşımla, orleancıların ve meşruiyetçilerin başkaldırması ile, Güney Fransa komünistlerinin gizli tertipleri ile, Nièvre ve Cher illerindeki sözde jakörilerle, çeşitli cumhurbaşkanlığı adaylarının yaptıkları reklamlarla, gazetelerin şarlatanca sloganları ile, cumhuriyetçilerin, anayasayı ve genel oy sistemini silah elde savunacakları tehditleri ile, 2 Mayıs 1852’nin dünyanın sonu olacağı kehanetini ileri süren, yabancı ülkelere göçmüş in partibus [98] kahramanların öğreti kitapları ile ticareti kadar hasta olan kafası kazan olmuş, sersemlemiş, şaşkına dönmüş olması gerekmez miydi, ve bütün bu inanılmaz, gürültülü kaynaşma, değişiklik, uzatma, anayasa, gizli fesat, güçbirliği (ittifak), dışa göçme, elkoyma, kapma ve devrim karmakarışıklığı içinde, burjuvanın bir öfke nöbeti sırasında, kendi parlamenter cumhuriyetine: “Sonsuz bir korkudansa korkunç bir son daha iyidir!” diye bağıracağını kolaylıkla (sayfa 562) anlayacaksınız.
Bonaparte bu çağrıyı anladı. Onun anlama yetileri, güneşin her batışında ödeme vadesi, yani 2 Mayıs 1852, biraz daha yaklaştığından, gökteki yıldızların devinimini kendi yeryüzü poliçelerine karşı bir protesto gibi gören alacaklıların giderek artan kudurganlıkları ile bilenmişti. Alacaklılar gerçek birer müneccim olmuşlardı. Ulusal Meclis, Bonaparte’ın görev süresinin anayasal yolla uzatılması umutlarını tüm yok etmişti, prens Joinville’in adaylığı ise daha uzun zaman savsaklamalara izin vermiyordu.
Eğer herhangi bir olay, meydana gelişinden uzun zaman önce, gölgesini önüne düşürdü ise, işte bu Bonaparte’ın hükümet darbesidir. Daha 29 Ocakta, seçilmesinden ancak bir ay sonra, Changarnier’ye darbe önerisinde bulunmuştu. Bonaparte’ın Başbakanı Odilon Barrot, 1849 yazında, üstü örtülü bir biçimde, Thiers ise 1850 kışında, açık açık hükümet darbesi politikalarını açığa vurmuşlardı. Mayıs 1851’de, Persigny, yeni baştan, Changarnier’yi hükümet darbesine kazanmaya çalışmıştı. Le Messager de l’Assemblée[299] bu görüşmeyi yayınlamıştı. Her parlamento fırtınasında, bonapaçı gazeteler darbe tehdidini savuruyorlardı ve bunalım yaklaştıkça onların sesi de yükseliyordu. Bonaparte’ın her gece kadın erkek swell mob[35*] ile kutladığı içki alemlerinde, her sefer, geceyarısı yaklaşıp da içki bolluğundan diller çözüldüğünde ve hayal güçleri kızıştığında, ertesi sabah hükümet darbesi yapmaya karar veriliyordu. Kılıçlar çekiliyor, kadehler tokuşturuluyordu; temsilciler pencereden atlayıp kaçıyorlardı, imparatorluk pelerini Bonaparte’ın omuzlarını sarıyordu. Ancak şafak gelip yatıştırıyordu bu gürültü patırtıyı, ve, Paris, şaşkın, dilini tutmasını bilmeyen iffetli kızların patavatsız şövalyelerin ağzından, bir kez daha, kurtulmuş olduğu tehlikeyi öğreniyordu. Eylül ve ekim aylarında hükümet darbesi söylentileri çoğaldı. Gölge renkleniyordu çok renkli bir daguerréotype[36*] gibi. Avrupa günlük yayın organlarının eylül ve ekim sayılarını şöyle bir karıştırınız, sözcüğü sözcüğüne şöyle haberler bulacaksınız: (sayfa 563)
“Hükümet darbesi söylentileri Paris’i dolduruyor. Gece boyunca Paris’in birliklerle doldurulacağı, ve sabahın, Ulusal Meclisi dağıtan, Sein yönetim bölgesinde sıkıyönetim ilan eden, genel oy sistemini geri getiren ve halka çağrıda bulunan kararnameler getireceği söyleniyor. Bonaparte’ın, bu illegal kararnameleri uygulayacak bakanları araştırmakta olduğu söyleniyor.”
Bu haberleri aktaran yazılar hep şu alınlarına yazılmış sözcükle sonuçlanıyor. “Ertelendi.” Darbe, Bonaparte’ın, her zaman sabit düşüncesi oldu. O, bu düşünceyle geri dönmüştü Fransa’ya. Bu düşünce, Bonaparte’ı öylesine sarmış, öylesine eline geçirmişti ki, Bonaparte durmadan bu düşünceye ihanet ediyor, onu açığa vuruyordu. Ve Bonaparte, o kadar zayıftı ki, gene durmadan bu düşünceden cayıyordu. Hükümet darbesinin gölgesi, Parisliler için artık o kadar içli-dışlı oldukları bir hayalet haline gelmişti ki, sonunda etten ve kemikten sahicisi göründüğü zaman ona inanmak istemediler. Hükümet darbesinin başarılı olmasına olanak veren şey, o halde, ne 10 Aralık derneği başkanının ağzının sıkılığı, ne de Ulusal Meclisin beklenmedik ani bir saldırıya uğraması oldu. Hükümet darbesi eğer başarıya ulaştıysa, bu, Bonaparte’ın boşboğazlığına ve meclisin darbe hakkında bilgisi olmasına karşın, daha önceki gelişmenin zorunlu, kaçınılmaz bir sonucu dolayısıyla oldu.
10 Ekimde, Bonaparte, bakanlarına, genel seçim sistemini geri getirmek istediğini açıkladı. 16 Ekimde, bakanlar, istifalarını verdiler. 26 Ekimde, Paris, Thorigny kabinesinin kurulduğunu öğrendi. Aynı zamanda emniyet müdürü Carlier’nin yerine Maupas getirildi ve birinci askeri tümen komutanı Magnan en güvenilir alayları Paris’e topladı. 4 Kasımda, Ulusal Meclis oturumlarını açtı. Meclisin, artık daha önce izlemiş olduğu yolu, kısa ve özlü bir oyunu yineler gibi, bir kez daha izlemekten ve böylelikle kendisini ancak iyice öldükten sonra gömebileceklerini göstermekten başka yapacak bir şeyi kalmıyordu.
Meclisin, yürütme gücüne karşı savaşımında kaybetmiş olduğu ilk mevzi kabineydi. Thorigny kabinesini, bu salt göstermelik kabineyi ciddiye alarak, bu kaybını resmen kabul etmesi gerekti. Bay Giraud yeni kabine adına karşısına (sayfa 564) çıktığı zaman, Daimi Komisyon, onu kahkahalarla karşılamıştı. Genel oyun geri getirilmesi kadar çetin önlemler için bu kadar zayıf bir hükümet! Ama, kesinlikle parlamento içinde hiç bir şey yapmamak, parlamentoya karşı her şeyi yapmak sözkonusuydu.
Ulusal Meclis, daha tatil dönüşü açılışının ilk gününde, Bonaparte’ın mesajını aldı, bu mesajda, Bonaparte, genel oy hakkının yeniden konmasını ve 31 Mayıs 1850 yasasının kaldırılmasını istiyordu. Bonaparte’ın bakanları aynı gün bu doğrultuda bir kararname sundular. Meclis, kabine tarafından sunulan ivedilik önergesini derhal geri çevirdi ve yasanın kendisini de, 13 Kasım günü, 348 oya karşı 355 oyla reddetti. Böylece bir kez daha kendi temsilcilik belgesini yırtıyordu ve bir kez daha, halkın özgürce seçilmiş temsil kurumu olmaktan çıkıp, bir tek sınıfın, zorla elkoyan parlamentosu haline geldiğini gerçekliyordu, parlamenter başı ulusun boynuna bağlı tutan kasları kendisinin kestiğini bir kez daha teslim ediyordu.
Yürütme, genel oy hakkının yeniden konması önerisi ile Ulusal Meclisi halka havale ediyorsa, yasama gücü de “Defterdarlar Tasarısı” ile halkı orduya havale ediyordu. Bu idare amirleri önerisinin amacı, meclise doğrudan doğruya emri altında askeri birlik bulundurma hakkının ve bir parlamenter ordu oluşturma hakkının kurumlaştırılması idi. Yasama gücü böylece orduyu kendisi ile halk arasında, kendisi ile Bonaparte arasında hakem kılıyor ve orduyu son sözü söyleyen bir siyasal iktidar olarak tanıyorsa da, beri yandan uzun zamandan beri orduya emir verme iddiasından vazgeçmiş olduğunu doğrulamaktan da geri kalmıyordu. Derhal askeri birliklere elkoymak yerine, elkoyma hakkı üzerinde tartışmakla kendi gücüne olan güvensizliğini ele veriyordu. Defterdarlar Tasarısı’nı reddetmekle güçsüzlüğünü açıkça itiraf etti. Bu öneri 108 oyluk bir çoğunlukla, Montagne’ın terazinin kefesini eğmesiyle geri çevrildi. Meclis, böylece, Buridan’in eşekinin[300] durumunda bulunuyordu, ama elbette ki, iki demet ot arasında ve hangisinin daha lezzetli olduğuna karar vermek durumunda değil de, iki sopa yağmuru altında ve hangisinin daha beter olduğuna karar vermek sorunuyla karşı karşıyaydı. Bir yanda (sayfa 565) Changarnier korkusu, bir yanda ise Bonaparte korkusu. İtiraf etmek gerekir ki, durum, hiç de kahramanlara yaraşır bir durum değildi.
18 Kasımda, düzen partisi tarafından belediye seçimleri konusunda meclise sunulan yasaya, belediye seçmenleri için üç yıl yerine bir yıl seçim bölgesinde oturmuş olma zorunluluğunu yeterli gören bir değişiklik önerisi sunuldu. Değişiklik yalnız bir tek oyluk bir çoğunlukla reddedildi ve hemen ardından da bu oyun bir yanlış anlamadan ileri geldiği teslim edildi. Birbirine hasım kesimlere bölünen düzen partisi, uzun zamandan beri parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmişti. Şimdi ise parlamentoda hiç bir çoğunluk olmadığını gösteriyordu. Ulusal Meclis bir karar alamayacak duruma gelmişti. Onun atomik elementleri, artık, hiç bir moleküler çekim kuvveti ile birleşmiyorlardı. Son nefesini de vermiş, ve ölmüştü.
Bir de son olarak, burjuvazinin parlamento-dışı kitlesi, bir kez daha, felaketten birkaç gün önce, burjuvazinin parlamentodaki temsilcileri ile bozuşup koptuğunu gösterişle doğrulamıştı. Thiers, devasız parlamenter budalalığa eni konu yakalanmış bir parlamenter kahraman sıfatıyla, parlamentonun ölümünden sonra, Danıştay ile birlikte, yeni bir parlamenter entrika tezgahlamış, cumhurbaşkanını anayasa sınırları içine hapsedecek sorumluluk üzerine bir yasa hazırlamıştı. Bonaparte, 15 Eylülde, Paris’te, yeni hal binalarının temelinin atılışında, nasıl yeni bir Masaniello gibi, “dames des halles”in[37*] , balıkçı kadınların gönlünü kazanmışsa, zaten bir balıkçı kadın, gerçek güç bakımından 17 burgravdan daha değerliydi nasıl, idare amirleri önerisinin meclise sunulmasından sonra Elysée’de ağırladığı teğmenleri coşturmuşsa ve 25 Kasımda, kendi elinden Londra Sanayi Sergisinin ödüllerinin madalyalarını almak için Cirque’de toplanmış olan sanayi burjuvazisini de öyle kazandı. Onun konuşmasının özellik taşıyan en karakteristik bölümünü, Le journal des débats’ta yayınladığı gibi buraya aktarıyorum:
“Bu kadar umulmadık başarılar karşısında, bir yandan (sayfa 566) demagoglar tarafından, beri yandan monarşi yanlısı sanrılarla (halüsinasyonlar) boyuna tedirgin edilecek yerde, kendi gerçek çıkarlarını izlemesine ve kendi kurumlarını iyileştirmesine izin verilseydi, Fransız Cumhuriyeti ne kadar büyük olurdu, bunu bir kez daha açıklamakta haklıyım. (Amfiteatrın her yanında gürültülü, coşkunca ve uzun uzun alkışlar.) Monarşi sanrıları, her türlü ilerlemeyi ve her türlü ciddi sınai gelişmeyi engelliyor. İlerleme yerine savaşımdan başka bir şey yok. Eskiden krallık yetkesinin ve krallık ayrıcalıklarının en gayretkeş savunucusu olan birtakım adamların bugün yalnız ve yalnız genel oydan çıkan bir yetkeyi zayıflatmak amacıyla bir Konvansiyondan yana oldukları görülüyor. (Coşkunca ve uzunuzun alkışlar.) Devrimden en çok acı çekmiş ve ondan en çok yakınmış olan adamların, yalnız ve yalnız ulusun iradesini zincire vurmak için yeni bir devrim kışkırtıcılığı yaptıklarını görüyoruz. … Size, gelecek için huzur vaadediyorum, vb., vb.. (Bravo! Bravo! Alkış tufanı.)
İşte, sanayi burjuvazisi, kölece bir bağlılıkla, 2 Aralık darbesini, parlamentonun ortadan kaldırılmasını, kendi öz egemenliğinin yıkılmasını, Bonaparte’ın diktatörlüğünü böyle alkışladı. 25 Kasımda gök gibi gürüldeyen alkışlara 10 Aralıkta top atışlarının gürlemesi karşılık verdi, ve en çok alkışlayanlardan biri olan Bay Sallandrouze’un evi, top atışlarından en çok zarar gören ev oldu.
Cromwell, Uzun Parlamento’yu[301] dağıttığı zaman oraya yalnız başına gitti, parlamento kendi saptadığı süreden bir saniye daha fazla yaşamasın diye saatini çıkardı, ve parlamento üyelerinden herbirini nükteli alaylarla dışarı attı. Örneğinden daha küçük çapta olan Napoléon, hiç değilse, 18 Brumaire’de Yasama Organına gitti ve kısık bir sesle de olsa, ölüm yargısını onun yüzüne karşı okudu. Zaten Cromwell ve Napoléon’dan bambaşka bir yürütme gücünü elinde bulunduran ikinci Bonaparte, modelini tarih yıllıklarında değil, 10 Aralık derneğinin yıllıklarında, ceza hukuku yıllıklarında aradı. O, Fransız Bankasından 25 milyon frank çaldı, General Magnan’ı bir milyona, askerleri ise adam başına 15 franka ve bir de cabadan içki ikramıyla satın aldı, gece, gizlice, bir hırsız gibi suç ortakları ile buluştu, en (sayfa 567) tehlikeli parlamento liderlerinin evlerini kuşattırdı ve Cavaignac, Lamoriciére, Le Flô, Changarnier, Charras, Thiers, Baze ve ötekileri yataklarından çıkarttırdı ve Paris’in bellibaşlı alanlarını, bu arada Parlamento Alanını da askeri birliklerle işgal ettirdi ve ertesi gün şafakla birlikte bütün duvarları şarlatanca afişlerle kaplattı, bu afişlerde Ulusal Meclisin ve Danıştayın dağıtıldığını, genel oy sisteminin yeniden konduğunu, Seine eyaletinde sıkıyönetim ilan edildiğirii bildiriyordu. Gene, kısa bir süre sonra, Le Moniteur’de, sahte bir belge yazdırttı, bu belgeye göre, sözü geçen parlamenterler güya kendisinin çevresinde gruplaşmışlar ve bir Danıştay oluşturmuşlardı.
Onuncu bölgenin belediyesinde toplanan, başlıca meşruiyetçi orleancılardan oluşmuş Kuyruk-Parlamento, durmadan yinelenen “Yaşasın Cumhuriyet!” bağrışları ile Bonaparte’ın görevden alınmasına karar verdi ve boşuna, binanın önünde toplaşmış işsiz güçsüz kalabalığına nutuk çekip durdu; sonunda, atlı avcı erlerinden bir muhafız birliği ile Orsay kışlasına sürüklendiler, sonra üstüste kapalı cezaevi arabalarına dolduruldular ve Mazas, Ham, Vincennes cezaevlerine götürüldüler. İşte böyle bitti düzen partisi, Ulusal Meclis ve Şubat Devrimi.
Sonuç bölümüne geçmeden önce bunların tarihinin kısaca bir şemasını çizelim:
I. Birinci dönem. 24 Şubattan 4 Mayıs 1848’e kadar, Şubat dönemi. Önsöz. Genel kardeşleşme komedisi.
II. İkinci dönem. Cumhuriyetin kuruluşu ve Kurucu Ulusal Meclis dönemi.
(1) 4 Mayıstan 25 Haziran 1848’e kadar.Bütün sınıfların proletaryaya karşı savaşımı. Proletaryanın Haziran olayları sırasında yenilgisi.
(2) 25 Hazirandan 10 Aralık 1848’e kadar.Katıksız burjuva cumhuriyetçilerinin diktatörlüğü. Anayasanın hazırlanması. Paris’in sıkıyönetim altına alınması. Burjuva diktatörlüğü, 10 Aralıkta Bonaparte’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile uzaklaştırılmıştır.
(3) 20 Aralık 1848’den 29 Mayıs 1849’a kadar. Kurucu Meclisin Bonaparte’a, ve Bonaparte’ın müttefiği düzen partisine karşı savaşımı. Kurucu Meclisin sonu. Cumhuriyetçi (sayfa 568) burjuvazinin düşüşü.
III. Üçüncü Dönem. Anayasal Cumhuriyet ve Ulusal Yasama Meclisi dönemi.
(1) 29 Mayıs 1849’dan 13 Haziran 1849’a kadar. Küçük-burjuvazinin Bonaparte’a ve büyük burjuvaziye karşı savaşımı. Küçük-burjuva demokrasisinin yenilgisi.
(2) 13 Haziran 1849’dan 31 Mayıs 1850’ye kadar.Düzen partisinin parlamenter diktatörlüğü. Parti, genel oy sisteminin yürürlükten kaldırılması ile egemenliğini tamamlıyor, ama parlamenter kabineyi kaybediyor.
(3) 31 Mayıs 1850’den 2 Aralık 1851’e kadar.Parlamenter burjuvazi ile Bonaparte arasında savaşım.
a) 31 Mayıs 1850’den 12 Ocak 1851’e kadar.Parlamento, ordunun yüksek komutasını yitiriyor.
b) 12 Ocaktan 11 Nisan 1851’e kadar.Parlamento, yönetimsel iktidarı yeniden ele geçirme girişimlerinde yenik düşüyor. Düzen partisi, parlamentodaki çoğunluğunu kaybediyor.Düzen partisi, cumhuriyetçilerle ve Montagne ile birleşiyor.
c) 11 Nisan 1851’den 9 Ekim 1851’e kadar. Anayasayı değiştirme, kaynaşma ve uzatma girişimleri. Düzen partisi kendisini oluşturan çeşitli öğelere ayrılıyor. Parlamento ile, bir yandan burjuva basını arasında, beri yandan da burjuvazinin kitlesi arasındaki kopma resmiyet kazanıyor.
d) 9 Ekimden 2 Aralık 1851’e kadar. Parlamento ile yürütme gücü arasında açık kopma. Parlamento, kendi öz sınıfı, ordu ve öteki sınıflar tarafından kendi başına bırakılmış olarak kendi ölüm kararını infaz ediyor ve ölüyor. Parlamenter rejimin ve burjuva egemenliğinin çökmesi. Bonaparte’ın tam zaferi. İmparatorluğun yeniden kuruluşunun yansılaması.
Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i | Beşinci Bölüm – K.Marks
RELATED ARTICLES