Şükür, şu günlerde kimse mucizelere inanmıyor. Mucizeli kahinlik bir masaldır. Ama bilimsel kahinlik bir olgudur. Ve, çevremizdeki utanç verici kederler ve hatta umutsuzluklarla pek sık karşı karşıya geldiğimiz şu günlerde doğru çıkan bilimsel bir kehaneti anımsamakta yarar vardır.
Friedrich Engels, 1887’de, Sigismund Borkheim’ın 180-1807 Alman Baş Yurtseverlerinin Anısına (Zur Erinnerung für die deutschen Mordpatrioten 1806-1807) adlı kitapçığına önsözünde, gelmekte olan dünya savaşından sözetme fırsatı bulmuştu. (Bu kitapçık 1888’de Göttingen Zurich’te yayınlanan Sosyal-Demokrat Kitaplığın XXIV. Numarasını taşır.)
Otuz yıl önce geleceğin dünya savaşı konusunda Friedrich Engels şöyle söylüyor:
“… Prusya-Almanya için, bir dünya savaşından, bugüne kadar boyutları ve şiddeti yönünden hayal edilmemiş olan bir dünya savaşından başka bir savaşın artık olasılığı yoktur. Sekiz-on milyon asker birbirlerini boğazlayacak ve o güne kadar bir çekirge sürüsünün yaptığından çok daha fazlasıyla Avrupa’yı baştan başa soyup soğana çevirene kadar yiyip bitirecektir. Üç ya da dört yıl içine sıkıştınlmış ve bütün kıtaya yayılmış Otuz Yıl Savaşının yıkımı; açlık, veba, ağır sıkıntıların ordular ve halk yığınları üzerinde yarattığı genel moral bozukluğu; ticaret, sanayi ve kredi üzerindeki yapay mekanizmamızın genel bir iflasla sona ermesinin getirdiği umutsuz karışıklık; eski devletlerin ve bunların geleneksel devlet anlayışının düzinelerce tacın kaldınmlara yuvarlanacağı ve bunları yerden toplayacak kimsenin bulunamayacağı ölçüde çöküşü; nasıl sona ereceğinin, mücadeleden kimin muzaffer olarak çıkacağının önceden kestirilmesinin mutlak olanaksızlığı; bir tek sonuç kesinlikle bellidir: genel bitkinlik ve çalışan sınıfın nihai zaferinin koşullarının hazırlanması.
“Son sınırına ulaşmış karşılıklı silahlanma yarışı sisteminin önünde sonunda kaçınılmaz olarak beklenen meyveleri bunlardır. Beylerim, prenslerim ve devlet adamlarım, aklınızla yaşlı Avrupa’yı getirmiş olduğunuz yer burasıdır. Ve en son büyük savaş dansınızı başlatmadan başka yapacak bir şey kalmadığı zaman – bu bizim işimize gelecek (uns kann es recht sein). Savaş belki de geçici olarak bizi geriye itebilir, kazandığımız birçok mevzileri bizden koparıp alabilir. Ama o zaman yeniden denetim altına alamayacağınız kuvvetlerin başını boş bıraktığınızda her şey kendi istediğine göre hareket edebilir; trajedinin sonunda sizler mahvolmuş olacaksınız ve proletarya, ya zaferini gerçekleştirmiş olacak ya da herhalde (doch) zafer kaçınılmaz olacaktır.
Londra, 15 Aralık 1887 Friedrich Engels”
Bu kehanette ne büyük bir deha görülmektedir! Bu doğru, açık, kısa ve bilimsel sınıf tahlilinin her tümcesi fikir yönünden ne de çok zengin! Eğer burjuvazi karşısında yerlere kadar eğilmeye alışmış ya da kendilerini bunun korkusuna kaptırmış olanlar, biraz düşünebilselerdi, düşünme yeteneğinde olsalardı, şu sırada utanç verici bir biçimde inançsızlık, üzüntü ve mutsuzluk karşısında yenik duruma düşenlerin öğrenebilecekleri ne de çok şey vardır!
Engels’in öngörülerinin bazıları başka türlü oldu; ama emperyalizmin bu otuz yılda gösterdiği çılgınca gelişme sırasında dünyanın ve kapitalizmin değişmeden kalacağını kimse bekleyemezdi. Ama en şaşırtıcı olan Engels’in pek çok öngörülerinin “harfi harfine” doğru çıkmasıdır. Çünkü, Engels kusursuz bir sınıf tahlili vermiştir, ve sınıflar ve bunlar arasındaki ilişkiler değişmeden kalmıştır.
“… Savaş belki de bizi geriye itebilir. …” Gelişmeler tam da bu doğrultularda ilerlemiştir, ama daha da ileri ve hatta daha da kötüye gitmiştir: “geriye itilmiş” olan sosyal-şovenlerin bazıları ve bunların omurgasız “yarı-karşıtları”, kautskiciler, kendi geri hareketlerini göklere çıkarmaya başladılar ve sosyalizmin doğrudan hainleri ve alçakları haline geldiler.
“… Savaş belki de kazanmış olduğumuz mevzilerin pek çoğunu bizden koparıp alabilir. …” Bir dizi “yasal” mevzi, çalışan sınıfın ellerinden koparılıp alınmıştır. Ama öte yandan da bu deneyimlerle çelikleşmiştir ve illegal örgütlenme içerisinde, illegal mücadele içerisinde ve devrimci bir saldırı için kuvvetlerini hazırlama içinde sert ama yararlı dersler olmaktadır.
“… düzinelerle taçlar yuvarlanacaktır. …” Pek çok taç yuvarlanmış bulunmaktadır. Ve bunlardan bir tanesi -tüm Rusya’nın zorbasının, Nikola Romanov’un tacı- öteki düzinelere bedeldir.
“… Nasıl son bulacağını önceden görmenin mutlak olanaksızlığı. …” Dört yıllık savaştan sonra bu mutlak olanaksızlık, denebilir ki, daha da çok mutlak hale geldi.
“… ticarette, sanayide ve kredideki yapay mekanizmamızın getirdiği karışıklığın umutsuzluğu. …” savaşın dördüncü yılının sonunda, bu, kapitalistler tarafından savaşa sokulan en büyük, en geri ülkelerden birinin -Rusya’nın- durumu ile tümüyle doğrulanmıştır. Ama Almanya’da ve Avusturya’da giderek büyüyen açlık, giyecek ve hammadde sıkıntısı ve üretim araçlarının eskimesi öteki ülkelerde de aynı durumun çok hızlı bir biçimde gerçekleştiğini göstermiyor mu?
Engels yalnızca “dış” savaşın ortaya koyacağı sonuçları anlatıyor; onsuz tarihin hiç bir büyük devriminin olamayacağı ve onsuz, tek bir ciddi marksistin kapitalizmden sosyalizme geçişin mümkün olacağını düşünmediği iç, yani içsavaşı ele almıyor. Oysa, kapitalizmin “yapay mekanizmasında” “umutsuz bir karışıklığa” yolaçmaksızın bir dış savaş belli bir süre için sürebildiği halde, bir içsavaşın böyle bir sonuç doğurmayacağının pek diişünülemeyeceği besbellidir.
Bizim Novoya Jizn grubu, menşevikler, sağ sosyalist-devrimciler vb. gibi kendilerine “sosyalist” adı vermeyi sürdürürlerken, bu “umutsuz karışıklığın” belirtilerine kasıtlı olarak işaret eden her şeyin suçunu proletaryaya, sovyet iktidarına, sosyalizme geçiş “hayaline” yükleyenlerin ortaya koydukları – burjuvazinin hizmetinde parayla tutulmuş olduklarını söylemeyelim- ne aptallıktır, ne omurgasızlıktır. “Karışıklık”, ya da pek güzel Rusça sözcüğünü kullanarak razrukha*, savaş tarafından ortaya çıkarılmıştır. Düzensizlik getirmeyen hiç bir şiddetli savaş yoktur. Düzensizlik getirmeyen -sosyalist devrimin kaçınılmaz koşulu ve ayrılmaz parçasıdır bu- içsavaş olamaz. Düzensizlik “görüşü ile” devrimi ve sosyalizmi reddetmek, olsa olsa bir kimsenin ilke yoksunluğunu ve pratikte burjuvaziye teslimiyetini gösterir.
“… Açlık, veba, had safhaya varan sıkıntının orduda ve halk yığınlarında yarattığı genel moral bozukluğu. …”
Uzun yıllar süren şiddetli ve acı verici savaşın nesnel sonuçları üzerinde birazcık düşünebilen bir kimseye apaçık olması gereken bu tartışma götürmez sonucu, Engels nasıl da yalın ve açık bir biçimde çıkarmaktadır. Ve bu en yalın düşünceyi anlamayacak olan ya da anlayamayan şu sayısız “sosyal-demokratlar” ve sahte sosyalistler nasıl da şaşkınlık verici bir aptallık içindedirler.
Ordunun ve halk yığınlarının moralleri bozulmadan savaşın uzun yıllar sürebileceği düşünülebilir mi? Kuşkusuz hayır. Uzun bir savaşın böylesine bir sonucu, bir kuşağı olmasa bile, birçok yılları içine alan bir dönem boyunca kesenkes kaçınılmazdır. Ve bizim “keçe içindeki insanlarımız” kendilerine “sosyal-demokrat” ve “sosyalist” diyen sümüklü burjuva entelektüelleri, moral bozukluğunun belirtileri için ya da -bu moral bozukluğunun emperyalist savaş tarafından yaratıldığı ve hiç bir devrimin uzun bir mücadele olmadan ye bir dizi sert baskı önlemleri alınmaksızın savaşın böylesine sonuçlarından kendini kurtaramayacağı gün gibi açık olmasına karşın- özellikle moral bozukluğunun şiddetli durumlarına karşı mücadele için alınan önlemlerin kaçınılmaz sertliğinden ötürü devrimcileri suçlamada burjuvazinin peşini ızlemektedirler.
Novoya Jizn, Vperyod ya da Dyelo Naroda’daki şirin yazarlarımız, proletaryanın ve öteki ezilen sınıfların bir devrimini, “teorik olarak” kabul etmeye hazırdırlar, ancak şu kayıtla ki, devrimin emperyalistlerin dört yıllık halkları boğazlamasının kanları ile sulanan toprakta milyonlarca ve milyonlarca insanın bu kasaplıkla bitkinleştirilmesi, acı içine sokulması ve morallerinin bozulması ile büyüyüp beslenmesini değil, onun gökten düşmesini bekliyorlar.
Devrimin çocuk doğumuna benzetilmesi gerektiğini duymuşlar ve “teoride” bunu kabul etmişlerdi; ama iş gelip çatınca, rezilce bir korkuya kapılıyorlardı ve korku dolu hıçkınkları proleter ayaklanmasına karşı burjuvazinin kötü niyetli öfkesini yansıtıyordu. Edebiyatta yazarın, doğumun şiddetinin, acısının ve dehşetinin gerçek bir anlatımını amaçladığında, örneğin Emile Zola’nın La Joie de vivre’inde (“Hayatın Zevki”), ya da Veresayev’in Doktorun Notları’nda olduğu gibi, çocuk doğumunun betimlemelerini ele alın. Çocuk doğurmak kadını, neredeyse cansız, ıstırap ve acı ile kıvranan, kana belenmiş bir et yığınına dönüştürür. Aşkta ve onun sonrasında, kadının bir anaya dönüşmesinde yalnızca bunu gören bir “bireye” insan gözü ile bakılabilir mi? Bu nedenden ötürü aşkı ve üremeyi kim reddedecektir?
Doğum hafif ya da şiddetli olabilir. Marx ve Engels, bilimsel sosyalizmin kurucuları, her zaman, kapitalizmden sosyalizme geçişin kaçınılmaz olarak kendisiyle birlikte uzun doğum sancılarını da getireceğini söylemişlerdir. Ve bir dünya savaşının sonuçlarını tahlil ederken Engels, savaşı izleyen ve onunla bağıntılı olan bir devrimin (ve dahası -kendimiz de ekleyelim- bir savaş sırasında patlak veren ve bir dünya savaşının içinde gelişmek ve varlığını korumak zorunda olan bir devrimin), çocuk doğumunun özel olarak şiddetli bir hali olduğu tartışma götürmez ve apaçık olgusunu yalın ve açık bir biçimde belirtiyor.
Bunu açıkça kavrayan Engels, bir dünya savaşında yokolmakta olan kapitalist bir toplumun doğuracağı sosyalizmden büyük bir dikkatle sözediyor. “Yalnızca [bir dünya savaşının] bir sonucu”, diyor, “kesenkes kesindir: genel tükeniş ve çalışan sınıfın nihai zaferi için koşulların hazırlanması.”
Bu düşünce incelemekte olduğumuz önsözün sonunda daha da açık bir biçimde ifade edilmiştir.
“… Trajedinin sonunda siz (kapitalistler ve toprak sahipleri, burjuvazinin kralları ve devlet adamları) mahvolacaksınız ve proletaryanın zaferi ya gerçekleşmiş olacak ya da herhalde kaçınılmaz olacaktır. “
Şiddetli doğum, tehlikeli hastalık ya da ölüm tehlikesini büyük ölçüde artırır. Ama çocuk doğurma sırasında bireyler ölebildiği halde, yeni toplumu doğuracak olan eski düzen ölmez; olsa olsa doğum daha acılı, daha uzun ve büyüme ve gelişme daha yavaş olabilir.
Savaş daha son bulmadı. Genel tükeniş daha şimdiden başladı. Engels’in öngördüğü savaşın iki doğrudan sonucu açısından, bu iki koşul açısından (ya çalışan sınıfın zaferi şimdiden gerçekleşmesine ya da bütün güçlüklere karşın bunu kaçınılmaz hale getirecek koşulların hazırlanmasına) bağlı olarak, şimdi, 1918’in ortasında, her ikisinin de tanıtlarını görüyoruz.
Kapitalist ülkelerin birinde, en az gelişeninde, çalışan sınıfın zaferi gerçekleşmiş bulunuyor. Ötekilerinde ise eşi görülmedik bir acı ve çaba ile, bu zaferi “herhalde kaçınılmaz” kılacak koşullar hazırlanmaktadır.
Bırakın sümüklü “sosyalistler” gaklayıp dursunlar, bırakın burjuvazi kudursun ve köpürsün, salt görmemek için gözlerini kapayanlar, salt duymamak için kulaklarını tıkayanlar, sosyalizme gebe olan eski kapitalist toplumun doğum sancılarının bütün dünyada başlamış olduğuna dikkat edemezler. Olayların gelişmesiyle sosyalist devrimin ileri karakollarına doğru geçici olarak götürülen ülkemiz, doğumun ilk döneminin kendine has şiddetli acılarından geçiyor. Geleceğe tam bir güvenceyle ve kesin bir inançla bakmamız için her türlü neden var, çünkü bize yeni müttefikler ve bir sürü daha gelişmiş ülkede sosyalist devrimin yeni zaferlerini hazırlıyor. Yeryuvarlağının bir bölümünde, dünyayı kana bulayan, insanlığı açlığa ve moral bozukluğuna sürükleyen ve ölüm karşısındaki çılgınlığı ne denli korkunç ve vahşi olursa olsun, kısa zamanda hiç kuşkusuz mahvolacak olan bu vahşi canavarı, kapitalizmi ilk yere vurmak bizim kısmetimize düştüğü için gurur duyma ve kendimizi şanslı sayma hakkına sahibiz.
29 Haziran 1918.
Pravda, n° 133, 2 Temmuz 1918 V.İ.Lenin